Quantcast
Channel: tyler durden
Viewing all 129 articles
Browse latest View live

HO HO HOOUU

$
0
0

Birkaç gün kaldı yılbaşına..

Şimdi bir filaşbek ile devam edecem hacı.


Geçen gün arkadaşla buluştuk, şöle biraz sohbet edelim, takılalım diye. Oturacağımız yere doğru giderken şöle etrafıma bi bakındım, neredeyse her yerde yılbaşı için süslemeler, efenim yazılar, ağaçlar, müzikler, çekilişler falan filan gırla gidiyo.

Leah adında dünyalar güzeli bir Amerikalı arkadaşım var, arada ona bununla alakalı sorular soruyorum. Amerika'da (ve dolayısıyla tüm Hristiyan ülkelerde) Hz. İsa'nın doğum günü olduğuna inandıkları 25 Aralık'tan itibaren, yılın son dakikasına dolayısıyla bir sonraki yılın ilk saatlerine kadar bunu kutluyorlarmış.


Dedim ki ; ''Leah'cım biliyon mu bizim burda da aynı kutlamalardan var.''
E verdiği cevap son derece açık ve beklenilirdi elbette ; ''Aa sizde o kadar çok Hristiyan var mı ya?''

Ben de ; ''Bizde batı özentisi gavat o kadar çok ki, siz keçi kemirseniz ertesi gün keçi kemirirler ; kurban bayramında kurban kesseniz, o güne kadar ''kurban cinayettir!!!!'' diye çığırtganlık yapanlar, ilk soluğu kurban satım merkezinde alırlar.'' dedim.

Bu ülkede; batı bok yese, ilk işi tuvalete gidip bunu denemek olacak olan insanlar yok mu?
Batıdan bok gelse bu iki yüzlü, taklitçi, çakma, özenti, insan görünümlü sürüngen sürüleri o boku ''çağdaşlık, modernlik, ilericilik'' adı altında kendilerine şiar edinmezler mi?

Çocukların namaz kılmasını değil bale yapmasını isteyen, bale izlenilmezse modern olunamayacağını düşünen, ''Müezzin akşam ezanını 22 saniyede okudu yauv, ne acelen var?''diye tivitler atan, fakat akşam ezanının zaten en kısa ezan olduğunu bilmediği için kendini bir 50 kat daha geri zekalı durumuna düşüren insanlar yok mu bu ülkede hacı?

''Sen kimin ülkesinde kime atar yapıyon lan gavat?'' derler adama.
Halkın inandığı değerleri, yani dolayısıyla halkı aşağılayan insan bu gibi insan görünümlü salyalı yaratıklar, kendilerini batılı addederler, sonra da gezi'de çıkıp ''halktan biri'' mesajı verirler, ve en manidar tarafı da bu herife inanan gezi zekalılardır.

Ne diyoduk hacı, konu dağılmasın bak.
Hah, arkadaşla takılıyoduk en son.

Baktım millet o süslenmiş alanların, ağaçların önlerinde salak salak fotolar çektirip, sonra da bununla mutlu oluyolar. Gözümün önünde bi kız mutlu oldu valla bak ehehoo.
hemen arayıp kazığı yiyin, kazık boylarımız 180 cm'den başlamaktadır

Kafede otururken tam karşımda oturan kız (çok oturaklı bi cümle oldu lan), baya baya bi kesiyodu oturduğumdan beri beni. Fakat kırılma anı şu oldu hacı ; kız noel baba şapkası taktı.
Karşı cins psikolojisi gereği, bana iş atan bu kıza ne olursa olsun kırmamam ve kaba davranmamam gerekiyodu, çünkü kızlar ve erkekler arasında böle saçma sapan bi olay olur. Bi bakışma vuku bulduğunda, biri diğerine sanki minnet borçluymuş gibi bi triplere girerler.


Fakat ben biraz psikopat olduğum için, yanımdaki arkadaşıma sesli bir şekilde ''lan bu Hristiyan özentileri de her yerde anasını satıyım, bi bitmediniz lan ahahhaa lşdmödlşfmösaekıe :))) '' dedim.
''Kutlu doğum haftasına, hicri yılbaşına bu ilginin trilyonda biri gösterilmiyo, ne biçim Müslümanız lan biz'' falan diye devam edince, haliyle kız şaşırdı. Çünkü dış görünüşüm ve fikirlerim epey zıt gibidir benim. Uzaktan bakınca pek Türklere benzemem bile, Amerikalı bi tipim var hacı huhahe ğööö.

''susun olum bak geyik geliyo, hanimiş geyik geyiiiikkk''
Kız da psikolojik baskıya dayanamayıp çıkardı şapkayı.
Benim gibi birinin şeriatçı olduğunu tahmin edememişti zira.

''Ben de Müslümanım ama şeriatçı değilim'' diye bi dünya yok hacı, unut onu, fena kandırmışlar seni.
Bildiğin yemişler seni yani.
Müslüman olup da şeriatçı olmadığını söyleyen insan hiç namaz kılmasın, zira kendisi Ebu Cehil gibi, Ebu Leheb gibi, Corç Buş gibi kafirdir. Kafir demek Müslüman değil demek biliyon di mi hacı?


Gelelim Müslüman olduğunu söyleyip de Hristiyan bayramlarını kutlayanlara.
Olum siz kötü bi romantizme mi yakalandınız arkadaşım?
Sorsak biriniz Müslüman, diğeriniz ateist. Bu durum ikinize de ters halbuki, nasıl iştirak ediyosunuz benim aklım hafsalım almıyo yemin ederim.


Kurban bayramında kurban kesen Hristiyan falan gördünüz de, iade-i kutlama falan mı yapıyosunuz?
Senin dinin sana ''sakın onlara meyletmeyin'' diye emrederken, sen neyin peşindesin lan Jale?
Çok açık söylüyorum, yılbaşı kutlayanlar ya Müslüman değil; ya da gavur bayramını kendine şiar edinecek kadar zayıf imana sahip.


''Kahrolsun emperyalizm, kapitalizm'' diye orda burda bi tarafını yırtarcasına bağıran, sonra da gelip yılbaşında o kapitalist-emperyalistlerle birlikte eğlenen sürüngen güruhu bunlar hacı, başka bişey değil.
Biraz omurgalı olun anasını satıyım. Kafadan bacaklı olmayın.

Müslüman bayramıymış gibi çek panpa :)))
''Hristiyanlar İsa'nın doğumunu, biz ise yılbaşını kutluyoroozz'' gibi bi aynştaynlık falan da yapma sakın bana, iki bin senedir bir kez yılbaşı kutlamamış bir millette sen neyin kafasını yaşıyosun da bu gibi savunmalar yapıyosun?

Yılbaşı kutlama olayı 1923'te başlamıştır bu ülkede. Kutlayan tek Müslüman ülke de biziz, ne acayip işse artık.
evrim teorisine göre 9569594596256698988458 sene sonra insanım panpa, şapkamı hazırladım bile ğööğüüü :))

E kurban bayramında ''hayvan kesmek cinayettir'', gezide de ''ağaçlarımıza dokunmayın'' diye bi taraflarını yırtan maskeli şeşbeşler yılbaşında kesilen hindi, kesilen ağaç için neredeler ?
Bu iki yüzlü, samimiyetsiz yaratıklar kendilerine nasıl tahammül ediyolar çok merak ediyorum ya.
ama hindi hayvan değildir, bu yüzden cinayet sayılmaz
Biz bundan yaklaşık bir, iki ay önce hicri yılbaşında etrafımızdaki Müslümanlarda dahi en ufak bir kıpırdanma göremiyorduk. Olsun biz de yılbaşı gecesi Mekke'nin fethini kutlarız hacı o zaman. İbadetle tabi.


O gün bişeyler almak, hediyeler alıp vermek, mesajlar atmak, bi yerlere gitmek, hindi yemek, kutlama yapılan veya yılbaşı özel programları olan kanalları dahi izlemek, insanın imanını çok büyük tehlikeye sokar hacı, bak açık açık söylüyorum. Tebliğimi yapıyorum.

noel papa ; knock out!
Birileri haram işlerken, siz namaz kılın, sohbet dinleyin, Kur'an okuyun; ya da en azından iştirak etmeyin bu olaya. Uyuyun mesela anasını satayım.

Tyler'ın aciz ve naçiz; ama hak tavsiyesidir bu.
Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..


İLİM - FİKİR

$
0
0
Selam hacı.

İlim sahibi olmadan fikir sahibi olmak veya üstünkörü, kulaktan duyma şeylerle bir konu hakkında konuşmak, ahkam kesmek ne yazık ki günümüzde insanların ortak özelliği olmuş durumda hacı.
Tabi burada kendimi zeytinyağı gibi üste çıkarmayacam, ben de öyleydim ve hala da bir nebze öyleyim. Kene gibi yapışmış bir hastalık bu.
İnsanların bir şeyler biliyormuş gibi görünmeleri sizi aldatmasın, ben de dahil olmak üzere bi cacık bildiğimiz yok. Fakat ben bunu itiraf ediyorum işte, hiçbir şey hakkında hiçbir şey bilmiyoruz aga, bırakalım bu ''ben herşeyi çözdüm ya, sorun söliyim'' ayaklarını.


Adamların yazdıkları şeylere bakıyorsun, çıkıp konuştukları şeyleri dinliyorsun, bir şey hakkında iki kelime bilgi sahibi oldu diye kendisini alim addetmiş. Ben okudukça, araştırdıkça bilmediğim şeylerin bu derece çok olduğuna şaşırmış ve kendimi zırcahil gibi hissetmiştim; keza hala hissediyorum.
Ama şunu kabul ediyorum ki, birçok ilim var.
Tarih olsun, din olsun; bilmediğimiz bir hayatta, bilmediğimiz oksijeni soluyup, bilmediğimiz şeyler yaşıyoruz. Her gün bir şeyler yapıyoruz, fakat yaptıklarımız hakkında en ufak bir fikrimiz yok ve bu yüzden çok mutluyuz.


Biz modern, lüks, milyonlar içinde yüzeceğimiz, emrimizde hizmetçilerimiz, altımızda arabalarımız, içinde yaşayacağımız şato misali evler ; asla bozulmayacak düzenler, adaletli olduğuna ve bizi koruyacağına inandığımız kanunlarla yaşayacağımızı hayal ettik, fakat bunların gerçek olmadığını ve olmayacağını anlamaya başladık, bu yüzden de çok kızgınız.


Bizim mutluluk ve kızgınlık ölçülerimiz değişmiş anlayacağımız kadarıyla.
Bizlere televizyonda vaad edilen sahte hayat, hepimizin yaşam ölçüsü olmuş. Amacımız ve hedeflerimiz bundan ibaret hale gelmiş.


Televizyondaki oyuncular, mankenler ve şarkıcılar gibi görünmek, onlar gibi giyinmek, onlar gibi konuşmak, onlarınki gibi evlerde yaşamak, onlarınki gibi arabalara binmek, hatta onlarla aynı şeylere gülmek; aynı şeylere ağlamak, aynı kitapları okuyup; aynı filmleri izlemek ve aynı şarkıları dinlemek gibi bir amacımız var bugün.

Çünkü televizyonda tüm gün onların filmlerini, dizilerini ve programlarını izliyoruz. Gazetelerin magazin sayfalarında sürekli onların o ilginç, heyecanlı ve çekici hayatlarının haberlerini okuyor; her hafta sonu evimizde koltuğumuza kurulmuşken, her kanalda başımıza kakılan magazin programlarında onları seyrediyoruz.

Böylelikle bize normal gelen şey yalnızca onların hayatı oluyor; kendimizinki değil.
Bizlere ''hayatın böyle olmalı!'' mesajı modernlik, çağdaşlık, ilericilik, trend, moda gibi ucube kalıplar altında satılıyor, hatta dikte ediliyor. Fakat biz halimizden memnun, önündeki otu yemeye devam eden koyun sürüleri gibiyiz. Önümüzde yiyeceğimiz bir malzeme olduğu için mutluyuz, zira bunun için çok uzun saatler çalışıyoruz, ve ödülümüzü almamız gerektiğine inanıyoruz. İnsanlar çalışmaktan o kadar yorulmuş ve bıkmış ki, kendilerini televizyon seyrederken en azından biraz eğlenmiş, biraz yorgunluğu atmış gibi hissediyorlar.


Birkaç tane geyin belirlediği şekilde giyinmez, birkaç aptal film yıldızının gittiği yerlere gitmez, onlarla aynı şeyleri sevmezsen, sistem tarafından elle dokunulmayan, gözle görülmeyen bir etiketle etiketlenir, yani fişlenirsin. Sonra da çıkıp özgürlükten bahsedersin.


Sokaklarda dolaşıp, eline pankart alıp, cesur yürek William Wallace misali ''özgürlüüüüükkkk!!!!!!'' diye naralar atıp, günün modası olduğu için herkesin eleştirdiği şeyleri eleştirip, herkesin karşı çıktığı şeye karşı çıkıp, herkesin eylem yaptığı şekilde eylem yaparak kendini özgür addedersin. Fakat senin kafandaki özgürlük tanımının bile birileri tarafından kafana sokulduğunu, bu tanımın içinin ne derece boşaltılıp seni aciz ve komik duruma düşürdüğünü fark etmezsin. Çünkü o küçük beyninle bunları yapıp, koskoca sisteme karşı çıkabileceğini sanan bir zavallı haline getirilmişsin.


Tüm bunlar insanı, hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığı şeyler konusunda fikir sahibi olmaya itti haliyle. Hiçbir şey bilmediğimiz şeyler hakkında, kendimizin bile anlamadığı şeyler söyler ve yapar olduk. Bir insana eşek muamelesi yapmanın modern ve bilimsel yolu...


Ve defaatle dediğim gibi, günümüzde herkes alim kesilmiş. (Alim illa dini bir anlam içermez, alim; ilim sahibi demektir. İlim, alim, muallim.. hepsi aynı kökten gelir.)

İnternette dolanıyorsun, her yerde bir tek göz, bir piramit sevdası gırla gidiyo anasını satayım. Tabi bu işle bi de maceracı ergenler uğraşınca, ortaya harbiden sıkıcı, bir o kadar da komik şeyler çıkıyor. Herkeste şu tek göz veya illuminati ile ilgili bilgi vardır az çok, -zira her net sayfasında bu kadar şey varken bilgin olmaması için biraz odun olman lazım-, fakat bu adamlar kimdir nedir, ne yapar, ne yer ne içer kimse bunun hakkında en ufak araştırmaya gitmez. Onlar için bu düzen yalnızca çizgi filmlere, filmlere ve kliplere tek göz işareti koyup, sex yazan, şarkıyı tersten dinleyince acayip satanist mesajlar veren bi grup manyak insandan ibaret.
Sanarsın adamlar filmlere sex yazısı ve tek göz koyarak yönetiyorlar dünyayı. Tıı Allah'ımm..

Ortada bir hareket varsa, bu bir ''siyonizm'' hareketidir. Siyonistin de Yahudisi, Hristiyanı, Müslümanı, ateisti olmaz; siyonist, siyonisttir. Küresel bir imparatorluk kurmak isteyen bir takım hasta ruhlu insanlar için, para karşılığında ruhlarını, şereflerini, vatanlarını, milletlerini ve insanlıklarını satan insanlardır bunlar, bu kadar basit lan. Ne kurcalıyosun?

Ha işin teferruatı vardır, demek istediğim o değil zaten. Anlayan anladı herhalde mesajı.
(Tavsiye ettiğim ''bir ekonomik tetikçinin itirafları'' kitabını okursanız, küresel imparatorluk ne demekmiş, ve ne derece gerçek ve ileri boyuta ulaşmış olduğunu görebilirsiniz.)


Benim kıl olduğum mesele, böyle bir hareketin varlığına herkes inanır; fakat bu hareketin yaptıkları ve yapabilecekleri hakkında kimsenin ne bilgisi vardır, ne de bunu merak ederler. Adama sorsan tüm bu küresel imparatorluk olaylarına inanır (ki inanmayan uç derecede geri zekalıdır, emperyalizm dediğin şeyin kelime anlamına bi bakarsan görürsün), fakat ''bak bunu çok açık bir şekilde bu güç yapmıştır'' de, maalesef bir anda özgürlük aşığı William Wallace kimliğinden, faşist Levent Kırca kimliğine bürünür.

Kendi ideolojisine aykırı olan her şeyi reddeder bu gibi at gözlüklü, dar kafalı insanlar.
''Hilafeti de babam mı yıktı?'' diye bir soru yakışır bu adamlara.
Ama yooook, bir insan eşşekse, o insan eşşektir abi. Laga lugaya gerek yok hiç.


Örneğin şu günlere bakıyorum. Lan hadi gezide ''efenim başta öle değildi, ağaç mağaç, masumlar var'' falan filan dedik, amenna. E peki, bir hafta içinde 64 milyar doların buharlaştığı çok net bir uluslararası operasyon varken, ve bir anda kasetler masetler, yolsuzluklar falan çıkıyorken, kuş beyinli olanların bile anladığı bir oyun var şuan ülke üzerinde. Bunun o parti bu partiyle alakası yok hacı, sakın bana parti yaygarası yapmayın, bu olay vatan ile ilgili. Biraz kafan varsa, Türkiye'nin İran, Irak ve Azerbaycan ile enerji anlaşmaları yaptığı ve bu enerjinin ülkeyi 100 yıl boyunca götüreceği, bunun da Türkiye'nin finansal bağımsızlığını garantilemesi, aynı zamanda İran, Irak ve Azerbaycan'ın kendilerine uygulanan petrol ve enerji ambargosunun önüne geçtiğini anlarsın zaten. Tabi biraz da tarih, uluslararası ilişkiler ve bölge strateji uzmanlarından bir şeyler kapman gerekiyor hacı ehehüe.


''V for vandetta''yı izleyen eline maskeyi alıp anarşistçe sokaklara dalıyor anasını satayım.
Filmlerin insanlar hatta toplumlar üzerinde etkisi yok diyen bazı karga beyinliler vardır elbet, fakat her çocuk, izlediği filmin ana karakteri gibi olmak ister. Çünkü zaten büyük ihtimal o çocuğun izlediği filmin ana karakteri karizmatik ve süper güçleri olan, kendine has tarzı olan biridir. Çocuğun beyni de kayıt cihazı gibi olduğundan, olması gereken insan tipinin bu olduğuna inanıverir. Oy yavrum benim.


Kendimden biliyorum.
Ben mesela liseye kadar gerek okulda, gerekse mahalle arkadaşlarım arasında Mr. Popüler idim. Hep takım kaptanı olmuştum, kızlar çok fazla ilgi gösterirdi, biraz bebek yüzlü bi yumurcak olduğum için okuldaki hocalar tarafından da hep sevilirdim. Ödevini yapmayanlar ceza alırken veya tokat yerken, ben hep pas geçilirdim. Hatta tam yedi sene boyunca sınıf başkanı seçildim. Başkanlık rozetim de hala küçük bi kutuda durur yani hacı hühü.


Fakat liseye başlarken, geçirdiğim bazı psikolojik rahatsızlıklar nedeniyle kendi kendime ''ezik olacam lan bundan sonra'' diye bir hedef çizmiştim. Bunun en büyük sebeplerinden biri geçirmiş olduğum psikolojik rahatsızlıklar iken, diğeri ise Örümcek Adam'dı hacı.
Gülmeyin lan.
Anlattığıma pişman etmeyin bak.
Hehhhee. Gülün gülün, ben hep gülüyom.


Peter Parker çok ezik bi tipti. Fakat kendi içinde bambaşka biri vardı ya hani, ben de hazır kafayı biraz bozmuşum bazı şeylerle, ''yemişim lan popülerliğini, ezik olacam anasını satayım'' diye gaza gelmiştim. Fakat ne hikmettir bilinmez, gene başkan seçildim anasını satayım ya, yine takım kaptanı yaptılar beni ahahaa.
Hiç komik değilim ya.

Yani izlenilen filmlerin insanları, bilhassa çocukları ne derece etkilediğini iyi bilirim. Fakat biraz ufaktan ilim sahibi olmaya başlayınca, tv izlemeyi bile neredeyse bıraktım. Bir şeyler okurken veya okuduktan sonra, kafamda fikirlerin oluştuğunu hissediyorum; fakat televizyona dalınca hem vücudum, hem de beynimin hantallaştığını da hissediyorum.


Zira senin yerine düşünen uzman doktorlar, yorumcular; senin beyninle alay eden kadın programları, sana idol dayatan magazin haberleri, saçma salak filmler var o televizyonda. Tabi çok yararlı programlar da var, onları demiyorum ben, ekserisinden bahsediyorum.


Bu ilim sahibi olmadan fikir sahibi olma konusu dinde de var maalesef. Abi yemin ederim anlamıyorum ya, eline Kur'an meali alan çıkıyor oraya buraya ''ben buldum ben buldum, gerisi yalan'' diye bi taraflarını yırtıyor anasını satayım. Kardeşim, lugat bilmeden, kadim Arapça bilmeden, tefsir bilmeden, senden başka insanların anlayamadığı hiçbir şeyi anlayamazsın. Hiç boşuna oyana bu yana hoplayıp zıplama.


Sorsan herkes evliya.
Tabi evliya ne demek onu da bilmez bu ukala ciğersiz.
Evliya dost demek reis, daha önce biliyo muydun, Allah aşkına söyle..?


Ve bu kadarcık bilgisiyle, kalkar hadisleri reddeder. Bi de ayetlerle delil melil gösterir ot beyinli, ona kıl oluyorum işte ben. Ben adamlara hadislerin dinlenmesi konusunda ayet gösteriyorum, adam bana ''yalnız Kur'an yeter, bak ayette öle yazıyo'' diyo. Orada ayetin neye atıf yaptığını bile bilmeyen bir zeka tutulması yaşayan adamla oturup bir şey tartışmam ben hacı. Mantıklı şeyler söylerse amenna.

''Seni bu kitabı açıklayasın diye gönderdik'' diye bir ayet var anasını satayım ya, demek ki ayetlerin birçoğunun açıklanmaya ihtiyacı var. Peki bize kim açıklayacak şimdi bu ayetleri? Hadi Allah rızası için bana cevap verin ya.. ''Peygamberin verdiğini alın'' diye ayet var, lan şuan peygamber var da biz mi bilmiyoruz? Biz napacaz peki bu ayeti şimdi? Geçerliliğini yitirmiş mi diyecez?


''Peygambere uyun, tartıştığınız konuyu peygambere götürün'' diye ayet var. Hadi biri çıksın ve şuan ihtilaf ettikleri bir konuyu peygambere götürsün. Nolur yapsın bunu, Allah aşkına diyorum hacı. Nasıl götürecen peygambere bu konuyu? ''Allah'a götürün'' diyen ayetten biz anlıyoruz ki; ''Kur'an'a götürün'' diyor. Peki peygambere götürün noldu? Bu da mı geçerliliğini yitirmiş yoksa? Peygambere götürmek demek, hadislere başvurmak demektir hacı ciğersiz. Hadi bana bu ayetin başka açıklamasını getir de göreyim senin kedi canını.


Demem o ki, herkesin bir şeyler bildiğini sandığı bu devir ; cahillik oranının hat safhaya çıktığı devirdir.
Okuma yazma bilmeyenlerin olduğu devirde bile bu kadar cahil yoktu.
Ha tekrar diyorum, benim de bir cacık bildiğim yok hacı, ben yalnızca cahilliğimizin farkına varmış biriyim, hepsi o.


İlim sahibi olmanız dileğiyle.
Ho ho hooooo.

YAHUDİ DEVLETİ I

$
0
0

Selamın aleyküm.

Hani hepimizin bildiği bir olay vardır ya ; ''vaad edilmiş topraklar'' başlıklı.
Herkesin bu konuda üstünkörü bilgisi vardır, birtakım insanlar da daha derinini bilirler.
Genel olarak herkesin bildiği mesele şudur ; ''Yahudiler, Fırat'tan Nil'e kadar kendilerine vaad edilmiş topraklar olarak görüyolar, Tevrat'ta öle yazıyo onlar da öle inanıyo''

Genel anlamda mesele budur.
Fakat ben bu yazıda işin biraz daha derinine girmek istiyorum.
Yani Yahudiler neden başka bir yer değil de, özellikle Kudüs merkezli bir devlet kurmak istiyorlar, bu toprakların neden kendilerine vaad edildiğine inanıyorlar gibi, genel meselenin biraz daha teferruatı.


İsrailoğulları tarihi -daha önce de yazdığım gibi- Hz.Yakub ile başlar.
Hz. Yakub aleyhisselam'ın Tevrat'taki lakabı ''İsrail''dir, İsrail kelimesi de İbranice ''tanrıyla güreşen'' demektir. Fakat biz Müslümanlar için İsrail kelimesi ''Allah'ın yolunda olan adam'' manasına gelir.
Hz. Yakub aleyhisselam'ın on iki oğlundan, on iki İsrail kabilesi türer.


Hatta bu konu Kur'an'da da geçer ;
''Hani bir zamanlar Musa, kavmi için su istemişti. Biz de ''asanla taşa vur!'' demiştik, bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı. Her kısım insan kendi su alacağı yeri bildi.'' Bakara,60

Zira Hz. Musa aleyhisselam, meşhur mucizesi olan denizi yarma hadisesinde, İsrailoğullarının her bir kabilesi için denizi on iki parçaya bölmüştür.


Yakub aleyhisselam'ın on iki oğlundan olan Yusuf alehisselam, Mısır'a yönetici olduğunda diğer on bir kardeşine babalarını da alıp Mısır'a yerleşmelerini söyler. Böylelikle on iki İsrail kabilesi Mısır'a yerleşmiş olur.


Yusuf aleyhisselam'ın vefatından sonra Mısır'ın başına Firavun hanedanı geçer ve zalim bir yönetici olduğu Kur'an'da defaatle anlatılır. Firavun, yönetimi altındaki İsrailoğullarına zulüm eder ve onları çok ağır şartlar altında çalıştırır.


Bunun üzerine Allah-u Teala, kendilerine Hz. Musa aleyhisselam'ı gönderir.
Hz. Musa, İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarır ve Allah'ın emri üzere onları Kudüs'e getirir.
Bundan sonra İsrailoğulları uzun bir süre Kudüs'te yaşayacaklardır.
İleri bir zamanda kendilerine Hz. Davud ve ondan sonra oğlu Hz. Süleyman aleyhisselam peygamber olarak gönderilir.


Hz. Davud aleyhisselam, hem bir peygamber, hem de bir kraldır. Vefatından sonra, ülkenin başına kendisi gibi peygamber olan Hz. Süleyman aleyhisselam geçer. Hz. Süleyman'ın başına geçtiği devlet, dünyaya Kudüs'ten hükmeden bir devlettir. Rivayetlere göre insanlık tarihinin en büyük devletidir. Yahudiler bu sebeple bu devre; ''altın çağ (golden age)'' derler.


Fakat Hz. Süleyman'ın vefatından sonra İsrailoğulları yine yoldan saparlar. Her türlü kötülüğe ve fesada bulaşırlar ve Allah'ın emirlerinden çıkarlar. Bunun üzerine Allah-u Teala, İsrailoğullarını bu sapkınlıklarından dolayı Kudüs'ten çıkarır.


İsrailoğullarını Kudüs'ten çıkarmaya memur olan kişi Babil kralı II. Nebukadnezar'dır. Allah, İsrailoğullarını cezalandırmak ve onları Kudüs'ten çıkarmak için başlarına bu kralı musallat eder ve Nebukadnezar, İsrailoğullarını Babil'e sürer.

Bunun üzerine İsrailoğulları, Allah'ın kurallarından çıktıkları, Davud ve Süleyman aleyhisselam'ın kurduğu bu devasa devletin yıkılmalarına sebep oldukları için çok fazla ağlarlar, üzülürler ve yas tutarlar. Allah da onlara Danyal adında bir peygamber gönderir.

Danyal aleyhisselam, İsrailoğullarına günahlarına tövbe edip, Allah'ın gönderdiği peygamberlere ve yasalara uyup, Allah'ın emrettiği gibi salih kullar olurlarsa Kudüs'e tekrar dönebileceklerini ve Davud ve Süleyman aleyhisselam dönemlerinde olduğu gibi tekrar dünyaya hükmeden o devleti kurabileceklerini söyler. Allah, bunun için bir ''Mesih'' gönderecek ve o Mesih, dünyaya Kudüs'ten hükmedecek kral olacaktır. ''Eğer Allah'ın emir ve yasaklarından asla çıkmazsanız, bu inananlara Allah'ın vaadidir!''


Hz. Danyal, böylelikle İsrailoğullarını Babil sürgününden kurtarır. Böylece İsrailoğulları arasında bu vaad yayılır ve binlerce yıl sonra günümüze kadar gelir. Kendilerini Mesih'e adarlar ve binlerce yıldır onu beklerler. Hatta bilirsiniz birçok sahte Mesih çıkmıştır.

Aradan belli bir süre geçtiğinde Allah, tıpkı Hz. Danyal'ın haber verdiği gibi bir Mesih gönderir ; İsa Mesih.
Fakat Yahudiler, binlerce yıl bekledikleri Mesih'i yalanlarlar. Çıkan birçok sahte Mesih'e inanan Yahudiler, Allah tarafından gönderilen gerçek Mesih'e inanmazlar. Çok manidar di mi.. Bir şeyin insanlar tarafından reddedilmesi için, onun Allah tarafından gönderilmesi ve gerçeği anlatması yeter sanırım.


Yahudiler, yalanladıkları İsa Mesih'i öldürmek için çok uğraşırlar. Sonunda on üçüncü havari olduğu söylenilen Judas tarafından ispiyonlanıp yeri söylenince onu öldürmeye giderler. Fakat tam da bu konu hakkında Kur'an aynen şöyle der ;

''Bir de ''Biz Allah'ın peygamberi Meryem oğlu İsa Mesih'i öldürdük'' demeleridir. Oysa onu ne öldürdüler, ne de astılar. Fakat öldürdükleri kimse onlara İsa gibi gösterildi. ..... Onu kesinlikle öldürmediler.''
''Allah, onu kendisine yükseltmiştir.''  Nisa, 157-158


Yahudiler böylece ; ''İşte onun Mesih olmadığını kanıtladık! Eğer Mesih olsaydı onu öldüremezdik ve o bir kral olurdu! '' dediler.


Böylelikle kendilerine vaad edildiğini sandıkları, halbuki Allah'ın inananlara vaad etmiş olduğu Kudüs'te bir Yahudi devleti kurmayı, ve bu devleti, gelecek olan Mesih için dünya devleti yapmayı hedeflemelerinin temelindeki inanç budur.


Hz. Davud ve Süleyman aleyhisselam döneminde var olan devleti yeniden kurmak ve altın çağı geri getirmek..
Yaptıkları her şeyi bu sebeple yapıyorlar anlayacağınız.
Zira uğrunda her şeyi yapacağın bir inancın varsa, ve bu inanca hayatındaki her şeyden çok bağlanırsan, sonunda mutlaka başarı gelir. Keza ben hiç ateist bir dünya devleti görmedim, dünyaya hükmeden bir ateist de görmedim. Her birinin, şeytana tapmak olsun, puta tapmak olsun, mutlaka bir inancı vardır. Zira inancı olmayan adamın hayatta yemek, içmek ve sayılı günlerin sefasını sürmekten başka amacı yoktur.


Bu yazıyla konuya girmiş olduk canlar, bu konu hakkında birkaç yazı daha yazacam inşallah.
Bugünkü olayların temelinde yatan şeylerin biraz daha teferruatı olacak diğer yazılar.
Keep waiting for me.

I love you, I love Youuu. Do you love me?
Yes, I düüü

Allah bless you.


YAHUDİ DEVLETİ II

$
0
0

Kutlu doğum haftasına tepki gösteren, hicri yılbaşında ibadet edenlere uzaylı gözüyle bakan; ''kahrolsun kapitalizm, kahrolsun Amerikan emperyalizmi! '' diye bi yerleri işgal etmeye kalkan, fakat sırf Hollywood filmlerinde yılbaşı kutladıkları için yılbaşı kutlayan, noel baba şapkaları takan, tombala oynayan; kurban bayramında hayvan kesilmesini cinayet olarak görüp, yılbaşında binlerce hindi kesilmesine ses çıkarmayan; zaten o hindiyi batılılar kestiği için cinayet olarak görmeyen ve bu yüzden yemekten de çekinmeyen, 12'ye saniyeler kala ''on, dokuz, sekiz..'' diye suratında izafiyet teorisini çözmüşcesine mutlu ama bir o kadar sahte bir ifadeyle geri sayım yapan, ve tüm bunları yaparken sorduğunda kapitalizm, emperyalizm karşıtı ve/veya de Müslüman olduğunu söyleyen kafadan bacaklıların olduğu bir ülkede yaşayan tüm ciğersizlere selam.


Görüşün ne olursa olsun hacı, yeter ki samimi ol.
Adam ol, ciğerimi ye.
Amerikan kapitalizmi ve emperyalizm karşıtıysan, bu adamların bayramını kutlama.
Eğer Müslümansan, Hristiyanların bayramını kutlama.
Bunlardan ikisi de değilim diyorsan, çık kutla hacı, sözüm yok.

New York'ta da mı Nişantaşı var lan?
Televiyondaki sözde Anadolu insanını anlatan diziler bile yılbaşı kutlamaları için hazırlıklar yapıyor, hindi falan kesip yiyorsa, bizi işgal etmelerine pek gerek kalmamış zaten anasını satayım. Sen kapitalizme karşıysan, sokaklara çıkıp bi tarafını yırtmadan önce bu gibi faaliyetleri protesto etsene yiyosa?


Neyse, müstakil bi yazıda yine konuşuruz bu bukalemunları..

Yahudi Devleti demiştik ilk yazıda.
Bu devletin neden kurulması gerektiğine inandıklarını konuşmuştuk.
Bu yazıda da, bu inancın içindeki bazı şeyleri ve bunun dışa vurumlarını konuşalım biraz.

Daha önce değindiğim bir konu olan ''Süleyman Mührü'' meselesi ile girişi yapalım. Bu sembolün daha önce Müslümanlar tarafından kullanıldığını görmüştük, keza şuan İsrail devletinin bayrağı bu işaret.


Bazılarınız daha önce görmüş, duymuş ve bilgi sahibi olabilirler bu sembol hakkında. Nitekim Dan Brown'un Da Vinci Şifresi'nde değindiği, fakat her zaman olduğu gibi yine çuvalladığı bir konudur bu. Filmde ve kitapta bu sembolün ''Kutsal Kase'' olduğu işlenmiş. Fakat benim inancım kesinlikle bu yönde değil.


Zira Hz. Süleyman, Hz. İsa'dan önce yaşadığına göre nasıl oluyor da Hz. İsa ve Hz. Meryem'e atfedilen bir mesele olan kutsal kase işaretini taşıyor yüzüğünde? Veya Müslümanlar neden böyle bir inanca dayanan işareti kendi bayraklarında ve ibadethanelerinde baş üstüne koysunlar ki?


Süleyman Mührü diye bildiğimiz, ters olarak iç içe geçmiş iki üçgenin anlamı şudur;
Ucu alt tarafa bakan üçgen ; yeryüzünü,
Ucu üst tarafa bakan üçgen ; gökyüzünü simgeler.


Sembolün anlamı ; ''yeryüzü ve gökyüzünün birleştiği yer'' demektir.
Ve Süleyman aleyhisselam zamanında da başkent Kudüs olduğuna göre, yeryüzü ve gökyüzünün birleştiği yer Kudüs'tür.


Bunun sağlaması ise oldukça ilginçtir aslında. Aslında hepimizin bildiği, fakat parçaları bir araya getirmeyi hiç düşünmediğimiz için o gözle bakmadığımız iki olay var.

Bildiğiniz üzere Hz. İsa Kudüs'te doğdu.
Hz. İsa'nın doğumu başlı başına bir mucize olduğu ve babasız dünyaya geldiği hepimizin malumu.
Kur'an'da Cebrail as.'dan bahsederken Allah ; ''Ruh-ul Kudüs'' der.
Yani gökyüzü ve yeryüzünde birçok yer varken, Cebrail ''Kudüs''ten yeryüzüne iniyor. Ve bu yüzden Ruh-ul Kudüs ismiyle anılmakta Kur'an'da.


Bundan başka, Hz. İsa bildiğiniz gibi göğe çekilmişti. Ve göğe çekildiği yer yine ''Kudüs''tü.
Üçüncü olarak, Hz. Muhammed sav, Mekke'den ''Kudüs''e getirilmiş ve oradan Miraç'a yükselmişti.
Son olarak hadisler de bize Hz. İsa'nın Kudüs'e ineceğini söyler.


Yani Kudüs'te öyle bir yer var ki, oradan gökyüzünden yeryüzüne; yeryüzünden de gökyüzüne bir geçiş söz konusu.


Yeryüzü ile gökyüzü arasında bir kapı..
Yeryüzü ile gökyüzünün birleştiği bir yer..


İşte Hz. Süleyman'ın yaptığı mabedin bulunduğu yer de burasıdır. Zira Kur'an'da açıkça ''Mescid-i Aksa'' ismi geçer, ve biz biliyoruz ki Mescid-i Aksa, Süleyman Mabedi'nin yapıldığı yerde yer alıyor. Yahudiler şuan Mescid-i Aksa'nın altını boşuna mı oyuyorlar? Amaç o kapıyı bulmak, orayı bulduktan sonra da Mescid-i Aksa'yı tamamen yıkıp yerine o mabedi yapmak.

Bakın burası Kubbetu's Sahra ;


Burası Mescid-i Aksa ;

Burası da Mescid-i Aksa ve Kubbetü's Sahra'nın üzerinde bulunduğu tapınak tepesi;

Geniş duvarlarla çevrili olan yer Süleyman Mabedi'nin bulunduğu yer.
Hatta Ağlama Duvarı diye bildiğimiz, Süleyman Mabedinden kalan batı duvarı da, aynı yerde bulunmakta ;


Bu bölgenin neden kutsal olduğu böylelikle daha kolay anlaşılıyor. Ve karşımızdaki psikopat adamlar, orayı tamamen yıkıp kendi tapınaklarını yapmaya çok ama çok kararlı. Sakın yapamazlar falan demeyin, yüz yıl öncesine kadar üç beş Yahudinin Kudüs'te bir Yahudi devleti kurmasını da kimse beklemiyordu, fakat şimdi tüm bölgeye kan kusturacak ve kısır kısır gülecek kadar büyük bir devlet oldular.


Sen bazı şeylere inanmayabilirsin, ama inanan insanların inançları için neleri yapabileceklerini kabul etmek etmek zorundasın, zira bu adamları bu noktaya inançları getirdi. Altın Çağ'ı geri getirmek için Kudüs'e yerleşmeleri gerekiyordu ve bunu yaptılar, şimdi tüm dünyanın ve Müslümanların gözü önünde Mescid-i Aksa'nın altını oyuyorlar ve bize ''biz istediğimizi yaparız'' mesajı vermekten zerre kadar çekinmiyorlar.


Kudüs'ün kutsiyeti gerçekten şüphe götürmez.
Hz. İbrahim Kudüs'te ve Mekke'de yaşadı.
Hz. Yakub ve on iki oğlu Kudüs'te yaşadı.
Hz. Musa, İsrailoğullarını Mısır'dan çıkarıp Kudüs'e getirdi.
Hz. Davud ve Süleyman dünyaya hükmeden devleti Kudüs'te kurdu.
Hz. Meryem Kudüs'te doğdu.
Cebrail, Kudüs'ten yeryüzüne indi.
Hz. İsa, Kudüs'ten göğe çekildi.
Hz. Muhammed sav, Kudüs'ten Miraç'a yükseldi...


Daha bir sürü olaydan yalnızca birkaç tanesini örnek olması amacıyla yazdım. Zira şunu da unutmamak gerekir ki, önceki kıble de ''Kudüs''tü.
Resülullah sav'in hem Kudüs'e, hem de Kabe'ye yönelerek namaz kıldığını biliyoruz.
Ayrıca ahir zamanda Mekke'nin harap olacağını ve Kudüs'ün tekrar imar edileceğini de..

İsrail denilen ülkenin bulunduğu coğrafyaya tekrar bakın, dört bir tarafı Müslümanlarla çevrili, fakat elini kolunu sallaya sallaya Müslüman kanı döküp, bir o kadarını daha dökmeyi vaad ediyor. Kendinize bunun nasıl olabildiğini sorun. Etrafı tamamen Müslümanlarla çevrili olan, ve İstanbul'un yarısı kadar nüfusa sahip olan (sekiz milyon) bu küçücük ülke, nasıl oluyor da hala orada güç kazanarak büyümeye devam ediyor...

Ve özellikle boyutlar arası geçiş yapılan bir kapıyı istiyorlar, özellikle orayı..
Yahudilerin mistik öğretilerle ne derece ilgili olduklarını hatırlarsak, bunu biraz daha iyi anlayabiliriz sanırım.


Konu uzun olduğu için birkaç yazıya bölmek daha iyi olur kanaatindeyim, bu yüzden tahminen iki yazı daha yazacam bununla ilgili. Sindire sindire gidelim di mi hacı. Önce bi hazmedelim.


Bir insanın uyanabilmesi için önce uyuduğunun farkına varması lazım,
bir Müslümanın uyanabilmesi içinse önce üzerine yapışan bu ucube gavur adetlerinden tamamen kurtulması ve üzerindeki ölü toprağını atması lazım.

Önce batılı reddedelim, sonra bu bizi Hakk'a götürecektir zaten.
Unutmayın; kelime-i şehadet önce ''La ilahe'' yani  ''tanrı yok, ilah yok'' diye başlar..

Selam ve saygı ile.
Çok nazar oldum bu ara, benim için bi dua edin hacı.


YAHUDİ DEVLETİ III

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

Kaldığımız yerden devam edelim hacılar.
Tek başlık altında birden fazla konu olduğu için, elmalarla armutlar birbirine karışmasın deyü birkaç yazı halinde yazmayı daha doğru buldum.


Bugünkü dersimizin konusu; inançlar, kavramlar, inançlara göre yapılan faaliyetler ve verilmeye çalışılan mesajlar. Arkanıza yaslanın, çiçek olun, telefonlarınızı kapatın ve uçuşun tadını çıkarın.


Yahudileri, dolasıyla da bugünkü düzeni anlamayı istiyorsanız; tüm tarihlerine, Kur'an'da onların nasıl anlatıldığına, özellikle de Hz. Musa ve Hz. Süleyman dönemlerine bakmanız, bunları iyice araştırmanız lazım. Bilgisayarın karşısına geçip; yutuba ''illuminati, masonlar, yahudiler, şeytan, satan, lucifer'' yazmakla, ve oradan derlenmiş ergen bilgilerine dayanan yazıları okumakla bi cacık bilemez ve anlayamazsınız.
Son umudumuz Sabri, sen de mi olumm  :(((
Ben burada kendimi de işin içine katıyorum elbette, ben de internette bir blog yazarıyım. Benim size tavsiyem bu saçma sapan ergen işlerinden, aptalımsı yutub videolarından ve bilgi çöplüğünden kurtulup, daha güvenilir bilgi kaynaklarına bakmanız.

Bu da elinize birkaç kitap almakla olur. Gidin bi kitapçıya, gözünüze kaliteli gelen veya daha önceden birinin tavsiye ettiği bir kitabı alıp okuyun. Her şey hakkında okuyun tabi; tarih, araştırma, bilim..
Ben birkaç sene evveline kadar sınavlarda bile soruyu okumaya üşenen, tamamen okumadan göz gezdirerek cevapları yazan, bi okuma veya anlatma ödevi olunca üzerine eşek yükü yüklendiğini düşünen bi adamdım, şimdi masamdaki kitapları gören ''hadi canım bunların hepsini okuyo olamazsın'' diyor.


Neyse, fazla uzatmayalım bu kısmı, yazıya gölge düşürmesin.
Yahudi Devleti demiştik..

Bu üçüncü yazıda, insanların bu fikre bakışlarının nasıl normalleştiğini konuşacaz.
Hani Algıyı Etkileme ve Fikir Dayatma yazılarında bahsettiğim olaylar var ya, hemen hemen aynı şeyler. Hepimizin her yerde karşısına çıkan ve yine her konu hakkında olduğumuz gibi, hakkında üstünkörü bilgilere sahip olduğumuz şeylerin teferruatını konuşacaz inşallahu Rahman.


O zaman set me free hacı.
Geçen yazıda Hz. Süleyman'dan bahsetmiştik biraz, yine O'nunla devam edecez.
Zaten Hz. Süleyman ve Hz. Musa'yı çözerseniz, hayatları, yaşadıkları ve yaptıkları hakkında yeterince bilgiye sahip olursanız, bugünkü ve dünkü olayları %99 anlarsınız.

Hz. Süleyman aleyhisselam için ''en farklı peygamber'' desek hata olmaz herhalde.
Zira Hz. Süleyman dünyaya hükmeden krallığı zamanında şeytanları ve cinleri emirleri altına almış ve onları çalıştırmıştır. Başka bir özelliği ise rüzgara hükmetmesidir.

Hz. Süleyman'ın yaptırdığı büyük mescidi hepimiz biliyoruz artık. Zira Mescid-i Aksa'yı yaptıran da Hz. Süleyman'dır. Bugün tapınak tepesi olarak bilinen yerin tamamını içine alan saray, kale ve mescid aynı yerdeydi. Tüm bu yapılar Hz. Süleyman tarafından ''şeytanlara'' yani cinlerin kötülerine; şeytan olanlarına yaptırılmıştır.
Kur'an'da şöyle der ;

''Rab'binin izniyle cinlerden bir kısmı Süleyman'ın önünde çalışırlardı. Onlardan kim emrimizden sapsa, ona zelil ve perişan eden bir azap tattırırdık. O cinler Süleyman'a kaleler, saraylar, kalıplar, havuz büyüklüğünde çanak ve leğenler, sabit kazanlar gibi istediği şeyleri yaparlardı.''  Sebe, 12-13

''Süleyman için dalgıçlık yapan ve bundan başka birtakım işler de yapan cinleri emrine verdik..'' Enbiya,82

''Bina yapan, dalgıçlık yapan her şeytanı, zincirlerle bağlı olan başkalarını da Süleyman'ın hizmetine verdik.''Sad, 37-38

Aynı ayetin bir başka meali ; ''Mimar olan ve dalgıçlık yapan her şeytanı..''
Bir başka meal ;  ''Duvar ustası olan ve dalgıçlık yapan her şeytanı...''

Yani Hz. Süleyman'ın emrinde çalışan ve onun emriyle Kudüs'ü baştan aşağı imar eden cinler dalgıç ve mimar idiler. Duvar ustası idiler.


Duvar ustaları deyince aklımıza ne geliyor peki?

Bu tür adamlar.
Yani masonlar.
Zira masonlar kendilerini duvar ustaları olarak tanımlıyorlar bildiğiniz gibi.


Hatta kendilerine gönye ve pergeli de bayrak edinmişler.
Yani benim aklıma hep şu soru gelmiştir; ''Lan madem bunlar kendilerine neden duvar ustası diyolar? Duvar ustası iseler, neyin duvarı bu? Nereyi inşa ediyolar? Peki bütün bunları geçtim, babam böle pasta yapmayı nerden öğrendi olum, yoksa o da mı mason heheü''


Yani kendilerine mason diyen, süt içme çağındaki çocukların oynadıkları oyunlar gibi kendilerine aptal aptal ''çırak, kalfa, usta'' gibi isimler takan, elinin hamuru görünmesin diye eldiven, üstü de kirlenmesin diye önlük takmış gibi halleri olan bu adamlar, Kur'an'ın bize 1400 yıl öncesinden bahsettiği, bizim ise her şeyden olduğumuz gibi kendi dinimizin kitabından da gafil olduğumuz için hakkında tek kelime bilmediğimiz; fakat oradan buradan duyduğumuz kulaktan dolma şeylerle; ''ya işte ülkeyi bu masonlar yönetiyo be abi, dünyayı yönetiyo bu adamlar, ooo çok fena..'' diye yorumlar yaptığımız, fakat birazcık mantık ve tarih çerçevesinde yapılacak birkaç araştırmayla neyin ne olduğunu anlayabileceğimiz bir olay bu.

Yani kendilerine duvar ustaları diyen bu adamlar, bizlere bahsedilen ''duvar ustası olan cinler/şeytanlar''ın görevini devam ettiriyorlar. Yani kurulacak olan Yahudi Devleti için Süleyman Mabedini inşa etmek için çalışıyorlar. Onların yaptıkları şey aslında çok kolay; dünya üzerinde kendilerine direnen, karşı gelen hiçbir kimse, hiçbir sistem kalmaması için çalışmak.

Huntsville,Teksas
Bu nedenle kuruldukları her ülkede tek yaptıkları şey, o ülkenin yönetimini ele geçirmek olmuştur. Zira dünyayı belli bir noktaya getirmek için bunun yapılması gereklidir. Tıpkı Fransız Devrimi denilen danışıklı dövüşün bir mason icraatı olduğu gibi. Tıpkı kutsal topraklarda bir Yahudi devletinin kurulması için, o toprakların sahibi olan Osmanlı Devleti'nin yıkılması gibi.


Duvar ustaları bugün özbeöz bizim topraklarımız olan Kudüs'te bir Yahudi Devleti inşa ettiler mi, etmediler mi? Ve bugün Mescid-i Aksa'nın altını kazıyorlar mı, kazmıyorlar mı? O zaman bi kendine gel, bi silkelen hacı.

Duvar ustaları siyasal ve materyal kısmı hallederken, bir de olayın fikirsel bazda insana aşılanması gerekli tabi.
Fikir aşılamanın en iyi yolu da tabiki insanların en çok sahip oldukları, en çok maruz kaldıkları, en çok dinledikleri ve izledikleri, herkesin evinde en az bir tane var olan bir şey; televizyon.


Bunun devamı olarak da sinema tabi. Fakat sinema filmlerinin de birkaç yıl içerisinde televizyonda birçok kez gösterildiğini hesaba katarsak, olay yine televizyona indirgenmiş olur. Zaten Hollywood kelimesi bile insanı kıllandırmıyor mu hacı ?

-Kutsal tahta.

Büyücü ve sihirbazların insanları etkisi altına almak için kullandıkları şeye kutsal tahta derlerdi.
E bugünkü televizyon ve sinemanın bundan farkı ne?

Neyse.
İşin fikirsel kısmına hepimizi zaten yıllar önceden hazırlamaya başladılar.
''İnsanlığın son şehri Zion (Kudüs), hayatta kalınabilen tek yer Zion, Zion'un kurtuluşu'' gibi söylemlere pek yabancı değiliz herhalde.


Bu söylemlerin zirvesi olan Matrix'i ele alalım mesela.
Ben izleyeli epey olmasına rağmen, hala aklımda kalan ve dikkatimi çeken bazı yerleri var filmin.
Karakterler, isimler, sistemler..
Örneğin Neo ismi.
İsmin harflerini biraz değiştir, karşına ''one''çıkıyor, zaten filmde de geçiyor bu.
Tabi bununla bitmiyor filmin mesajları.
Neo'nun sevgilisinin ismi ''Trinity'', anlamı ise ''teslis''. Yani Hristiyanlıktaki üçleme inancı.
şu yani
Bir sonraki isim de Morpheus. Hayatını kurtarıcı Neo'yu bulmaya adayan biri. Fakat bu isim de ilginç bir isim, zira Yunan mitolojisinde düşler tanrısının adı Morpheus'tur.
Morpheus'un gemisinin adı Nebukadnezar'dır. Yani Altın Çağ'daki Yahudi devletini yıkan ve o çağı sona erdirip, Yahudileri süren Babil kralı.


Sonra başroldeki taifeyi ispiyonlayan adamın adı ; Cypher.
Anlamı da ''şifre''.

Rüyalar tanrısı Morpheus'a rüyayı tabir eden bir ''kahin'' var.
Ve bu kahinin korumasının adı da ; Seraph.
Seraph da en yüce meleklerden biri olarak kabul edilir.


Filmde Niobe adında bir karakter var, ve Niobe de bir Yunan mitoloji tanrıçasıdır.
Abel ve Cain adında iki koruma var, ki İngilizce bilenleriniz Abel ve Cain'in; ''Habil ve Kabil'' olduklarını bilir..
Hatta ve hatta Osiris isimli bir gemi bile var.

Zaten gemideki isimlere dikkat ettiyseniz, hepsi bilgisayarlarla alakalı şeyler;
LinkMouseSwitch (bilgisayar donanımı), Cypher (şifre)...
Bunlar benim aklıma gelenler yalnızca.

Ve tabi son olarak ''Mimar''..
Tüm Matrix'i inşa eden kişi. Bu işin sonunda hata yaptığını kabul eden, bazı ''programların'' ona isyan ettiğini söyleyen, iyiyken kötü programlar olan, ve kurtarıcı tarafından sorgulanan bir mimar..


Bana şeyi hatırlattı hacı ;  ''Evrenin ulu mimarı''
Hani sevgi kelebeği mason kardeşler kabul töreninde ''evrenin ulu mimarı adınaaa...'' falan diye konuya giriyorlar ya, hah işte onu.


Zaten bu heriflerin inancı tam olarak bu.
Evreni yaratan bir mimar var; yani tanrı.
Bu tanrı evreni yaratmıştır ve artık gerisine karışmaz; dünyanın yönetimini ''birilerine'' vermiştir.
Tıpkı bir mimarın binayı yaptıktan sonra işini bitirdiği ve gerisine karışmadığı gibi.

Geçtiğimiz yüzyılda insanların beyinlerine materyalizm diye zehir zerk edenler, insanlar bununla meşgul olurken ne kadar inandıkları sapıklık varsa hepsini gerçekleştirdiler. Zira bunları yapabilmenin tek yolu; insanların bunlara inanmamasını sağlamaktı.

Dünyaya bu fikri de bunun gibi milyon dolarlık gişe hasılatı yapmış, bolca reklam edilen filmlerle ve medya organlarıyla aşılıyorlar gördüğümüz gibi. Bizler bunlara o kadar alıştık ki, artık böyle bir fikir bize kesinlikle tuhaf veya gerçekleştirilemez gelmiyor, ''neden olmasın abi'' diye tepkiler vermeye başlıyoruz.

Yok ''ben öle şeylere inanmam ğüğö'' falan diyenler, elle tutulur bir kanıt olarak ortadoğu haritasını açsınlar ve 1950'den bu yana etrafındaki ülkelere rağmen sürekli büyüyen bir devlet çarpacak, bildiniz mi o devlet kimdir uşaklar?


Bütün dünyanın gözü önünde füzeler yapıp, gövde gösterisi yaparak bunları medyaya servis ederek dünyaya ''aha bakın hepinizi bunlarla belleyecem anasını satayum ğuhaha'' diye pişkin pişkin mesajlar veren bir devlet var, ve sen hala bu tür şeylere inanmadığını söyleyebiliyor musun hacı?

Neyse, uzatmayalım.
İki yazı daha yazmayı ve öyle bitirmeyi düşünüyorum bu konuyu.
Dua edin demiştim bak, edin haa. Ağırlık var üstümde hacı cavcav.
Seviyorum sizi.

Saygı ve selam ile.

ALGIYI ETKİLEME VE FİKİR DAYATMA III

$
0
0

Selamın aleyküm.

Aynı başlıklı ilk iki yazıda olduğu gibi; kültürümüze ve hayatımıza sonradan giren, bizlere yanlış anlatılan veya hiç anlatılmayan, insanların doğruyu değil yanlışını bildikleri fakat yanlışını bilmekle övündükleri; doğrusunu söylediğinde ''napıyım, bilsem noljak?'' gibi terliksi yaratık savunmaları yaptıkları konular hakkında konuşmaya biraz daha devam edelim ciğersizler.


Empati'de demiştim ya hani; insanlar öyle bir hale gelmiş ki, doğrusunu bilmiyor fakat yanlışını bilmekle övünüyor. Doğrusunu anlattığında da bunu umursamıyor. E peki daha iki nano-saniye önce yanlışını bildiğin bu şeyi övüne övüne, gerile gerile, kasıla kasıla anlatıyordun millete? Onu napcaz?


Bazı insanlar vardır ki, ''ön yargıııaa, sistem kötüüğ'' diye sürekli bas bas bağırırlar, fakat kendisine bazı şeylerden bahsettiğinde, biraz önce ''abi ön yargıyı parçalamak atomu parçalamaktan zor biee'' diyen bu ukala ama bir o kadar potasyum yoksunu herif; Hollywood filmlerinde, uyku sorunu yaşayan patates ailelerinin uyumak için kulaklarını pamukla veya onun gibi şeylerle tıkadıkları gibi kendi kulaklarını bu yoruma veya bilgiye, veyahut eleştiriye tıkarlar. E hani üç nano-saniye önce ön yargının ne kadar yanlış bir şey olduğundan bahsediyordun sen ya, noldu?


Bu aynı tür adamlar, aynı şekilde sistemi de eleştirir; fakat sistemin verdiği her şeyi kesinlikle değişmez ve değişmesi teklif dahi edilemez doğru olarak kabul ederler. Hacı siz nası bi iki yüzlüsünüz, nası bi dangalakımsı bi varlıksınız ya, ben çözemedim sizi. Sistemi eleştirip de sistem için canını vermeye kalkan, insan vücuduna fakat terliksi hayvan beynine ve karakterine sahip yaratıklar bunlar.
O eli de indir.
Neyse.
Biz gelelim kafamıza çakılan algı etkileme ve fikir dayatmalara..
Bahsedeceğim birçok şeyi hayatımızdan atmak ya çok zor, ya da artık imkansız. Fakat gelin biz konuşalım bunları.


Mesela yazıya yine yavaştan ve küçükten başlayalım.
Banka ve operatör reklamları..
bayram kredisiymiş, sanarsın elini öptürüp hayrına verecek krediyi
Eğer biraz dikkat ederseniz, televizyonda veya gazetelerde en çok reklam veren sektör bankalar ve operatör şirketleridir. Bu iki sektör, ülkedeki neredeyse bütün ünlüleri reklamlarında kullanırlar. Ne kadar ünlü, o kadar fazla para demek de olsa, biliyorlar ki bu yöntem onlara harcadıklarından çok daha fazlasını getirecek.

Hani ekonomide arz ve talep diye bir olay vardır ya, işte aynı mantık burada geçerlidir. Reklamlarla size ''bir şeye ihtiyacınız varsa bize gelin'' diye bir fikri aşılarlar, sanki kimsesizlere hayrına yardım eden bi hayır kurumu falanlar ya anasını satayım.

Medyaya, yani insanlara en rahat ulaşabilecekleri her organa kendilerinden ve insanlara ne kadar yardım edebileceklerinden, insanlara hizmet aşkıyla nasıl tutuştuklarından bahsetmek için reklamlar verirler. Bunu yaparken de, etkili olmasını sağlamak için pozitif algı oluşturma yoluna giderler ; ünlüler.


''Bakın falan ünlü de bizde..
''Bakın falanca ünlü bizi seçti, siz de bizi seçin..''
''Bakın falanca ünlü o kadar marka arasından bizimle çalışıyor, onunla aynı imkanlara sahip olun..''

gibi mesajlar etrafında dönen bir sürü reklam yalakalığı yani.
Tabi bankaların insanlara kredi vermesi için, onların buna ihtiyaç duyduklarına inandırmaları gerekir. Bu yüzden de dünya finans sistemi, faiz sistemi, kapitalist sistem tarafından insanlara yepyeni ürünler tanıtılır, ve bu ürünlere sahip olmanın bir ayrıcalık olduğu fikri verilir.

tek bir fareymiş, iki taneyi napacan anasını satayım
Her çıkan yeni üründe, insanların sahip oldukları biraz daha eskimiş olur. Ve elit mahalle baskısı başlar ; ''oha sen hala bunu mu kullanıyon lan :)) en son taş devrinde görmüştüm ben bunları :)))''
Haliyle bu da insanları o yeni ürünü satın almaya iter.
Böylelikle insanlar oturma organlarından ihtiyaç üretmiş ve bu ihtiyaca göre bir ürün elde edilmiş olur, bu da bankaların en çok sevdiği şeydir; ''daha iyisine sahip olmak için bizden kredi alın hacı, seni hiç sıkmayız bak, olduğunda ödersin, şöle şöle kampanyalarımız da var, sen gel hallederiz'' senaryosu hayata geçer.

Bankalar hakkında ''Para ve Faiz Ekonomisi'' başlığı altında daha çok konuşacaz inşallah.
Operatör reklamlarına geçelim.
Bu herifler de aynı yöntemleri izlerler tabiki. Ünlüler falan filan.


Bir de benim sürekli dikkatimi çeken saçma salak, insanın zeka seviyesine küfredercesine yapılan bi numara vardır operatör reklamlarında ; ''Türkiye'nin %99'u kapsama alanımızda :))''

He anam ya oldu. Bi kişi de çıkıp demiyo ki ''lan o zaman az daha dişinizi sıkın da, şu %1'lik kısmı da tamamlayın, her yerde çeksin boluuuumm''


Bu reklamları yapanlar size manavın yaptığı ; ''1.99 kuruş abla gieell'' olayından başka bir şey yapmıyor anasını satayım. Bi gün o manavlara gidip ; ''ver lan o zaman bir kuruşumu hıyar'' diyecem.
Bu hat reklamları da size %99 diye bir rakam verirler, çünkü bu durumda çekmeyen bir yerde olduğunuz ve ''burda çekmiyo olum bu nası iş ya'' diye şikayette bulunduğunuzda size ; ''haaa, aabi sen o %1'lik kısımdasın demek ki yaa, tühh'' diyecekler. Sen de ''haa, tamam o zaman yaa'' deyip sineye çekeceksin. Malsın ya anasını satayım.

Hazır bu konuya girmişken aklıma gelen bir şeyi daha yazayım.
Hepiniz biliyorsunuz, fakat dikkat ettiniz mi bilmem. Zira bakmak ve görmek farklı şeyler.
Reklamlarda, dizilerde, filmlerde, hatta gazete ve dergilerde çok sık olarak ''pişti olmanın kötülükleri'' hakkında haberler çıkar. Film ve dizilerde insanlar bunun için özel çaba harcarlar, bu konu hakkında insanlara bir fikir inanılmaz şekilde dayatılır.

Bunun çözümü olarak da şunu sunarlar; ''Hepiniz farklı olun, farklı giyinin, sıradan olmayın, farklı hissedin'' vs.
İnsanlara sıradan olmamayı öğütlerler. Fakat bunu yaparken, aslında insanlara şunu yuttururlar; herkes ''aynı fikre'' sahip olduğu için farklı giyinmiştir veya giyinmek ister, ve bahsettikleri farklılık aynı trend içindeki giysinin yalnızca daha farklı biçim ve rengidir. Ve farklı olduğunu düşünmen için, sana kendi ürettiği seçenekler arasından seçme özgürlüğü verir, tabi bir de kural koyar ; ''bu trendin dışına çıkarsan; ''dışlanırsın, kabul görmezsin, rüküş olursun''.


Yani insanların ne giydiklerinden, ne düşündüklerine kadar belirleyen bir sistem, insanlara farklılık adı altında sıradanlık, bayağılık pazarlıyor. İnsanlar da Hindu inekleri kadar mutlu bir şekilde bunu kabullenip, hayatlarına aynen monte ediyorlar. Olay bu kadar basit yani.


Bu reklamlar ve medyayla ilgili daha anlatmayı istediğim çok şey var ama, inşallah müstakil bir yazıda konuşuruz artık. Zira şuan başlığını attığım ve gıdım gıdım bir ona, bir buna yazdığım o kadar çok yazı var ki..

Neyse.
Şimdi benim de kısa süre öncesine kadar yanlış bildiğim, hatta yazdığım bir konuya gelelim. Bu konuda beni uyaran müstesna bir takipçim vardı, sağolsun bu da beni araştırmaya itti. Konu Hz. Adem ve Hz. Havva'nın yediği meyve.


Taha Suresi, 121. ayette şöyle der;
''Bunun üzerine ikisi de o ağaçtan yediler. Hemen avret yerleri kendilerine açılıp görünüverdi. Ve üzerlerini cennet yaprağından örtüp yamamaya başladılar. Adem Rab'binin emrinden çıktı da şaşırdı.''

Hz. Adem ve Havva yasak meyveden yediler, bu Kur'an'la sabit.
Peki o yasak meyvenin ne olduğu hakkında herhangi bir bilgiye sahip miyiz?
Kesinlikle hayır.
Ne Kur'an'da, ne hadislerde, ne de tefsirlerde yasak meyvenin ne olduğuna dair bir bilgi geçmez. Bununla ilgi yalnızca acizane tahminler mevcuttur.


Fakat biz yasak meyveyi ne olarak biliyorduk bugüne kadar?
-Elma.

Neden elma diye sormamıza gerek bile yok aslında, zira bugüne kadarki aynı tahrif kaynağına götürecek bizi ; -Hristiyanlık, batı, Avrupa. Link


Hristiyan fikir ve inanışları bizi öyle kaplamış ki, artık bunlar bizim özbeöz ve değişmez doğrularımız olmuş ne yazık ki. Ben de kısa süreye kadar bunu hep böyle bildim, hepimiz böyle bildik. Zira beynimize çıkarılması çok zor kelepçeler takan o okullarda hep böyle öğrettiler. Hep böyle tiyatrolar, böyle filmler, böyle diziler izledik. Masallarda bile hikaye buydu. Ve toplumu oluşturmak için var edilen bir yalan sistemine göre yetiştirildiğimiz için, ve elbette bir de ağaç yaşken eğildiği için, parçalarının nereden geldiği belli olmayan toplama bilgisayar gibi beyinlere ve hayatlara sahip olduk. Ne milli değerlerimiz kaldı, ne imanımız.


Yasak meyve hakkında çok ilginç bir yazı buldum, okumanızı tavsiye ederim ; Link
Ayetlerle karşılaştırma için de şurdan sağa sapın, ilk kapı ; Link

Gelelim bir başka fikir dayatmaya.
Bir yakınınızın evlendiğini düşünün, nikah akşam üzeri. Damat da nikahtan önce gelinle biraz konuşmak istiyor. Tam bu sırada gelinin hemen yanı başında bekleyen o kız arkadaşları var ya hani, bunlar tam bu sırada damada ne der?

-Ayyy, napıyosooon, nikahtan önce gelini görmek uğursuzluktuooorr!!!!!!...!!


Artık neredeyse hepimizde var bu düşünce. E peki bunun kaynağı ne? Nereden çıkmış, kim demiş, nasıl demiş? Tabiki kaynak her zamanki gibi yine aynııı, yine aynı.

Hristiyanlar, batılılar.
Araştırdım biraz, hiçbir yerde böyle bir inanışa rastlamadım. Büyüklerimizden kimse de böyle bir şey bilmiyor. Fakat geçenlerde yabancı bir dizi izliyordum. Damat nikahtan önce gelini görmek istedi ve arkadaşları da; ''aa come on maan, bu uğursuzluktur, yapma böle adamımm'' dedi hacı.


Amerikalılar bizden bir inanış, bir kültür alamayacağına göre anlamak hiç de zor değildi; bu da Hristiyanların, batılıların adeti. Ve biz özgürlüğümüzü kazanan Müslüman Anadolu evlatları olarak, nedense mağlup ettiğimiz düşmanın nesi varsa hepsini almışız(!). Bunlar garip olaylar.


Hazır gelin damat demişken, düğünlerden de bahsedelim.
Bugün tüm Anadolu'ya yayılan şu davullu zurnalı, insanların bir salon tutup, tam orta yerinde şarkılar türküler eşliğinde halaylar çekip, göbek attıkları düğünler var ya hani, işte maalesef bu düğünler de bizim tarihimizde veya kültürümüzde yok. Şuanki haliyle yapılanan düğünlerin zaten Anadolu insanına ait olması beklenemez, zira kadınlı erkekli, davullu zurnalı, herkesin orta yerde göbek attığı bir kutlama şekli, yine olsa olsa Hristiyan Ermenilerin kültüründe olabilir; muhafazakar Anadolu'nun tarihi ve kültüründe değil.


Sonra pasta kesme, ayakkabının altına isim yazma, gelinin elindeki buketi fırlatması.. Hepsi, hayatımızın gidiş yönünü belirleyen Holywood filmlerinden alınmış Hristiyan batı gelenekleridir.


Hapşırana neden ''çok yaşa!'' denir meselesine gelelim mesela.
Sokakların insan dışkılarından, pis kokudan ve daha her bir rezaletten geçilmediği orta çağ Avrupa'sında, çok büyük bir veba salgını olmuştu duymuşsunuzdur. Öyle ki koca kıt'a nüfusunun üçte ikisi bu salgında öldü. O sıralarda halk ve devlet üzerinde tam bir otorite kuran ve ''dünya yuvarlaktır'' diyen insanları aforoz edip asacak, hatta yakacak kadar da malum bir kafaya sahip olan kilise, insanların, hapşurdukları zaman vücutlarındaki vebadan adım adım kurtulduklarını düşündüğü için bir yasa çıkarır ;

''Hapşuran herkese ''god bless you'' (yani; çok yaşa) denilecek!''


Evet bu, kilisenin inandığı ve insanlara dayattığı bir kanundu. Bilin bakalım orta çağ Avrupa'sının insanlara dayattığı, sonra da yasa kalkmasına rağmen insanların artık ağızlarının alışmış olması sebebiyle söylemeyi sürdürdükleri bu söz, şuan hangi yan sanayi insan topluluğu tarafından kullanılıyor..?


Kendi tarihimizden, kendi kültürümüzden, örfümüzden ananemizden bizlere kalan bir şeyler var mı çok merak ediyorum ben. Büyük tarihçi ve düşünür İbni Haldun der ki ; ''Mağlup olanlar, galipleri taklit ederler. Bu bir kuraldır.''

Fazla söze ne hacet..

YAHUDİ DEVLETİ IV

$
0
0

Bu serinin dördüncü yazısını okuyan, ilk üç yazıda da bizimle olan, ve her okuduğu yazıda sayfaya yeni arkadaşlarını davet ederek, dövüş kulübümüze yeni üyeler kazandıran arkadaşlara ve tabiki de tüm okuyucu kardeşlere selamın aleyküm. Uzun bir süre uzak kaldık biliyorum, fakat kafam çok dolu olduğundan vakit bulamadım bir türlü...


Yahudi Devleti demiştik yine.
Fakat konu sadece Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurulması değil hacı, önce bunu anlamak lazım. Yoksa olayı sadece buna indirgersin ve ''ya bu ekonomi ne zaman düzelecek, bu savaşlar ne zaman bitecek, kan ne zaman duracak, bu ekmek niye bu kadar pahalı...?'' gibi sorular sormaya devam edersin kendi kendine. Bu da seni bir kısır döngüye sokar. Yok efendim kapitalizm öle de, emperyalizm böyle de falan filan diye kendini sahte şeylerle oyalar durursun. Ha, ''ben elma şekerinden yapılmış dünyamda, yalanlarla ve sahte hazlarla dolu bi hayatta yaşamaktan mutluyum, hatta yakında beynimi de aldırmayı düşünüyorum çünkü gereksiz ağırlık yapıyo'' diyorsan, o başka hacı. Biz de çocukken, hayat ve insanlar hakkında hiçbir şey bilmiyorken mutluyduk..


Hayatın neden anormal derecede anormal olduğunu öğrenmek için önce öğrenmeyi istemek, sonra araştırmak, sonra yorumlamak, sonra da artık bu şeyler hakkında hem fikir hem de ilim sahibi olman gerekiyor. Memur maaşlarının neden bu seviyede olduğunu veya neden yıllarca okuyup, mürekkep yalayıp yutmuş öğretmenlerin evlerinde atanmayı beklediklerini anlamak istiyorsan, eline pankart alıp ''kahrolsun kapitalizm, faşizm!!! '' diye bağırmayı bırakıp, akıllıca bir şeyler yapman gerekiyor. Kapitalizm denilen şey, insanların ellerine aldıkları pankartlardan korkacak olsaydı, tarih sahnesinde milyonlarla komünist ortaya çıkarmazdı ve Karl Marx denilen adam hayatını kedi kesip kanını içmekle ve yırtık ceketine yama yapmakla tamamlardı...


Bu yüzden inancın veya görüşün ne olursa olsun, sisteme karşı gerçekten bir şeyler yapmak istiyorsan önce taktığın at gözlüklerinden kurtulman ve seni uyuşturan ''çağdaşlık ve topluma uyum'' uyuşturucusunu beynine encekte etmeyi bırakman lazım.

Biz de aciz ve naçiz elimizden geldiği kadar, bu yolda bir şeyler anlatmaya; bir şeylere teşvik etmeye çalışıyoruz işte. Bu sebepledir ki Yahudi Devleti ideali nedir bilmemiz gerekiyor. Hemen aşağımızda, etrafı tamamen Müslümanlarla kaplı olan ama buna rağmen atmış yıldır tüm dünyanın gözünün içine bakıp, sırıta sırıta Kudüs'e yerleşen, her geçen gün daha da küstahlaşan ve kendilerine taş ve sopayla karşılık veren insanlara füzeyle, misket bombasıyla karşılık verip; ''biz kendimizi koruyoruz'' diyebilecek kadar dünyayla alay edebilen bir devlet var. Ve bu devlet, dünyanın tüm para yollarına sahip.


Siz bugün aldığınız ekmekle bile İsrail'i finanse ediyorsunuz, fakat hayal gücünüz o kadar geniş ki ne yazık ki artık gerçeklerden koptunuz. Odanızın köşesinde duran aptal kutusu sizi kendisine o kadar inandırdı ki, gerçek hayatta duyduğunuza ve gördüğünüze değil; televizyonda görüp duyduğunuza inanmaya başladınız. Onların kanallarını izliyor, onların gazetelerini okuyor, onların çektikleri filmlere gidiyor ve onların sizin için hazırladıkları ve muhtemelen de içine sizi yavaş yavaş kendi köleleri haline getiren maddeler koydukları şeyleri yiyor ve içiyorsunuz. Ama konuşmaya gelince her biriniz kapitalizme, siyonizme, emperyalizme, faşizme karşısınız. Ya kendinizi çok iyi kandırıyorsunuz; ya da kendinizi kandıra kandıra artık bunun gerçek olduğuna inandınız. Ne yazık ki bunun ortası yok.


Ateistleri de zaten burada kaybediyoruz. Kendileri inanmadıkları için, on bin dolarlık takım elbise giyen adamların da bu tür şeylere inanmadıklarını zannediyorlar. Halbuki kendilerinin maymun olduklarına inanmaları, kamera önünde demokrasi ve insan haklarından bahseden; kamera arkasında ise keçi kesip kanını içen adamların da aynı inanca sahip oldukları anlamına gelmiyor. Bu da onları, oyunda figüran olan; fakat içinde figüran oldukları oyunun bile var olmadığını sanan, kullanılması kolay aptallara çeviriyor.


Konuya devam edecek olursak...
Yahudi Devleti nasıl kuruldu defalarca bahsettim zaten daha önce. İngiltere'nin ellerinde doğdular, Amerika'nın elinde büyüdüler ve şimdilerde yetişkin olmak üzereler. Her an, ''ben 18 yaşımdayım, artık bana karışamazsınız'' diyen yeni yetişkinler gibi kendi özgürlüklerini ve liderliklerini ilan edebilirler. Artık onu doğuran İngiltere ve büyüten Amerika'ya ihtiyaçları kalmadı.


Onları buraya getiren şey ise inançları...
Ve Büyük Hazine filminin deyimiyle; ''hayallerin ötesinde bir hazine''ye sahip olmaları..

Daha önce de bahsettiğim gibi, internetteki bilgi çöplüğü ve embesil ergenlerin oraya buraya yazdıkları yazılar ve yükledikleri videolar nedeniyle, her konuda olduğu gibi bu konuda da yanlış veya eksik bilgiler söz konusu. Yine benim de daha önce bahsettiğim, ama derinden derine düşünmediğim ve araştırmadığım için tam olarak nasıl olduğunu bilmediğim ama bildiğimi sandığım bir şey var; Hayallerin ötesindeki bu hazine neydi?


Süleyman Mabedi'ni ve içinde bulunan hazineyi biliyoruz.
Fakat hepsi bu mu, o hazine oraya nasıl geldi, yalnızca hazine yeterli oldu mu diye kendi kendime sormaya başladığımda, aslında birçoğumuzun bildiği fakat hiç dikkatli bakmadığımız ve cevabı orada aramadığımız için bulamadığımız şeyi fark ettim.

Yahudi Devleti'ni anlamak istiyorsak, parayı olduğu kadar inançlarını ve inançlarının kaynaklarını da bilmemiz gerekiyor. İkisinden birini atlamak, bizi olduğumuz yerde daireler çizmekten ileri götürmez. Ve ben yalnızca ''bu bilgileri öğrendik, yalnızca öğrenmiş olmamız yeterli'' mantığında olmadım. Allah izin verirse burada öğrendiğimiz şeyleri nerede ve nasıl kullanmamız gerektiğini, hayatımızda ve tarihimizde bize neler yapıldığını ve yapılmak istendiğini ilerideki yazılarda anlatmaya çalışacam. Muvaffak olabilir ve size bir bakış açısı veya bir fikir verebilirsem, ne mutlu bana; çünkü benim için maksat hasıl olmuştur.
Here we go.
Hepimizin duyduğu ve kısmen bildiği ''Kabala'' hakkında konuşmakla başlamak istiyorum.
Biliyoruz ki, bu bir büyü kitabı.
Fakat hep merak etmişimdir, bu büyüyü kimler nasıl yazdı, nereden öğrendi diye. Dediğim gibi, cevap hep bizimleymiş meğer..


Büyü ilmi yeryüzüne ilk defa ''Harut ve Marut'' adlı iki melek zamanında inmiştir.
Kur'an'da Bakara Suresi, 102. ayette bu konu uzunca zikredilir. Ve bu ayet o kadar derin bir ayettir ki, hakkında belki yüzlerce tefsir vardır. Her kelime, her cümle daha önce baktığınız ama fark etmediğiniz şeyler barındırır bu ayette.

Ayet şöyle;

''Tuttular Süleyman'ın mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeylerin ardına düştüler. Halbuki Süleyman asla küfretmedi (kafir olmadı). Ama o şeytanlar kafirlik ettiler. İnsanlara sihri ve Babil'de Harut ve Marut adındaki iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o ikisi; ''Biz ancak imtihan için gönderildik. Sakın sihir yapıp da kafir olmayın!'' demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi. İşte bunlardan karı ile koca arasını açan şeyleri öğreniyorlardı. Fakat Allah'ın izni olmadıkça onunla kimseye zarar verecek değillerdi. Kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna canlarını sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.''


Çok uzun ve uzun olduğundan çok daha derin bir ayet bu.
Öncelikle ayetin en başındaki kısımda ''Süleyman'ın mülküne'' diye başlamasını yorumlayalım beraber.
Zira Hz. Süleyman'ın bir kral olduğunu ve çok büyük bir mülke sahip olduğunu biliyoruz daha önceden. Bu ayette de Hz. Süleyman as 'ın gerçekten de büyük bir mülke sahip olduğunu tekrar anlamış olduk. Devamı da çok ilginç ;''mülke dair şeytanların uydurdukları şeylerin ardına düştüler.'' Yani bu mülke dair şeytanların uydurdukları bir şeyler var..


Ayetin devamında hemen şu ifade var; ''Halbuki Süleyman asla küfretmedi, kafir olmadı.''
Bu da bize, şeytanların uydurduğu şeylerin Hz. Süleyman'a atfen bir küfür olduğunu gösteriyor.

Ardından da şöyle diyor; ''İnsanlara sihri ve Babil'de Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni öğretiyorlardı.''
Bu kısımdan da, büyü ve sihrin ilk olarak Babil'de, Harut ve Marut isimli iki meleğin inişiyle ortaya çıktığını anlıyoruz.


Aslında Harut ve Marut'un kim veya ne olduklarına dair çeşitli görüşler var. Onlardan bahsedilirken; ''melekeyn'' kelimesi mi kullanılmış, yoksa''melikeyn'' mi, burada bir ihtilaf söz konusu. Zira melekeyn iki melek demek iken; melikeyn iki hükümdar demektir. Ama alimlerin ekserisi bunun melekeyn yani iki melek olduğu görüşündedirler ki, ben de bu alimlerden yanayım.
Tabi en doğrusunu Allah celle celalühü bilir.


Buraya kadar anladıklarımızdan biri de şu; büyü ilmi ilk defa Eski Mısır'da değil; Babil'de ortaya çıkmıştır.
Bu ilmin de Yahudiler ile birlikte bölgeden bölgeye değiştiğini anlamak çok da zor değil. Zira Hz. Nuh, Hz. İbrahim ve Hz. Yakub aleyhisselam ve oğullarının yaşadıkları yer hep bu bölgeler idi. Hz. Yusuf as.'ın İsrailoğullarının ataları olan ağabeylerini Mısır'a getirmeleri de, bu ilmin Mısır'a gelmesine neden oldu.


Mısır'da ise öyle gelişti ki, altın çağını yaşadı diyebiliriz.
Hatta sağlamasını yine Kur'an'dan yapalım;
Kur'an'da Hz. Musa aleyhisselam kıssası anlatılırken, Firavun'un Hz. Musa'ya karşı ''tüm büyücüleri topladığı'' söylenir. Hatta büyücülerin Hz. Musa karşısında yaptıkları sihre Allah Kur'an'da, ''gerçekten de büyük birsihir gösterdiler.'' diyerek bize anlatmıştır. Kur'an'daki her bir cümle hakkında bir kitap bile yazılır, bakın bugün bahsettiğimiz bu sihrin temelinde olan şeylerin ne kadar büyük olduğu konusunda Allah bizimle konuşuyor ve''gerçekten büyük bir sihir gösterdiler''diyor.

Firavun'un topladığı büyücüler, ellerindeki kitaplarla çok büyük bir sihir gösterdikten sonra Hz. Musa'nın mucizelerinin büyüklüğü karşısında iman ettiler ve Firavun da onları öldürdüler. Fakat kitapları hala İsrailoğullarının elinde olduğundan, Hz. Musa ile birlikte onlar da Kızıldeniz'den geçtiler. Hatta Hz. Musa 10 Emir'i almak üzere Tur Dağı'na çıktığında, ellerindeki o kitapla kendilerine altından bir inek yaptılar ve ona taptılar. O kitap, o ilim; o günden bugüne kullanılmakta...

Devam edelim.
Önce şurayı yorumlamak istiyorum ben;
''Harut ve Marut iki melek ise, insanlara neden büyü öğretiyorlardı?''


Ayetin devamında;''Fakat onlar ''biz yalnızca imtihan vesilesiyiz, sakın sihir yapıp kafir olmayın''demedikçe kimseye bir şey öğretmiyorlardı.''diyor.

Keza ayetin biraz daha öncesine bakarsak; ''Onlara sihir ve Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni..'' der Kur'an. Burada büyü ve Harut ve Marut'a indirilen şey diye ayrıldığına göre, demek ki Harut ve Marut'a indirilen şey büyü değildi. Fakat; büyüye dönüştürebilecek bir ilimdi. Zira burası tam da benim düşündüğüm gibi..

Harut ve Marut insanlara bir ilim öğretmek için gönderilmişti. Ve bu ilim büyüye dönüştürebilir bir ilimse eğer, Harut ve Marut, bunun aksini yani büyüyü bozan bir ilmi onlara öğretmek için gönderildi. Çünkü büyüyü bozmak için gerekli olan ilim üzerinde biraz değişiklik yaparsan, rahatlıkla büyünün nasıl yapıldığını da bulabilirsin. Harut ve Marut'un bu ilmi insanlara öğretmelerinin sebebi de, henüz boyutlar arası iletişim yasak olmadığı ve cinlerin insanlara çok fazla zarar verebildikleri dönemde, insanlara karşı bir takım insanüstü şeyleri kullanarak zarar vermeleri olabilir. Bu iş doğaüstü olduğu için de çözülebilmesinin tek yolu, büyüyü bozabilecek bir ilimin olmasıdır. Harut ve Marut da insanlara, kendilerini bu olağanüstü şeylerden nasıl koruyacaklarını gösteren bir ilim öğrettiler. Ve bunu yaparken de, bu ilmin suistimale çok açık olduğunu defalarca hatırlattılar. Ama insanoğlu kendisini kurtarmakla yetinmedi; bu ilmi kullanarak yapabileceklerini düşündü ve daha fazlasını istedi...


Dediğim gibi, Kur'an'ı bir kitabı okur gibi değil; Allah'ın bize ne anlatmak istediğini anlamak için okursanız, her zaman anladığınız şeylerden çok daha fazlasını anlayacaksınız. Unutmayın; Allah hiçbir ayeti boşuna indirmedi.


Tekrar Hz. Süleyman'ın mülkü kısmına geri dönelim.
Bildiğiniz ve geçen yazıda da konuştuğumuz gibi Hz. Süleyman, emrinde cinlerin kötü olanlarını yani şeytanları çalıştırıyordu. İnsanlar ise ilk zamanlardan bu yana sürekli cinlere yani şeytanlara taptıkları için, onların geleceği bildiklerine inanıyorlardı. Bunun sebeplerinin başında da cinlerin, melekler vahiy alırken meleklerin katına yaklaşıp vahyi dinlemeleriydi. Duyduklarını insanlara anlatıyorlardı ve insanlar da onların gaybı (yazılırken gaibi diye yazılıyo hacı, benim elim ve dilim alıştığından habire gaybı yazıyom) bildiklerine inanıyorlardı. Allah da, insanlara cinlerin gaybı bilmediklerini göstermek ve onları kafirlikleri yüzünden aşağılamak için şöyle bir şey yaptı;

Hz. Süleyman tahtı üzerinde sopasına dayanarak vefat etti. Şeytanlar ise O'nun hala yaşadığını zannederek aylarca çalışmaya devam ettiler. Ta ki bir kurt, Hz. Süleyman'ın dayandığı sopayı yiyene ve Hz. Süleyman devrilene kadar..


Fakat asıl olay Hz. Süleyman'ın vefatından sonra başlar.
Hz. Süleyman, insanların hala ta Harut ve Marut zamanından kalma büyülerle uğraştıklarını gördüğünde, ellerindeki tüm büyü ve ilim kitaplarını alır ve tahtının altına saklar. Tahtta bir de kendisine özel verilen bazı dualar ve İsmi Azam'ın yazılı olduğu kitaplar mevcuttur.


Hz. Süleyman'ın vefatından sonra özgür kalan cinler tahtı açıp, insanlara; ''bakın Süleyman hepimizi kandırdı, o her ne yapıyorduysa hepsini büyüyle yapıyordu, işte bunlar da Süleyman'ın büyü kitapları'' dediler.


Peki o kitaba veya kitaplara ne oldu?
Hahamların bu kitaplardaki bilgileri çaldıklarını biliyoruz. Fakat kısa süre sonra Nebukadnezar, Yahudi Devleti'ni yıktı ve Süleyman Mabedi'ni yerle bir etti. Kitap orada mı kaldı? Yoksa hahamlar hepsini almış mıydı? Ayrıntıları ne yazık ki bilemiyoruz. Fakat kesin olarak bildiğimiz bir şey var; o kitap hala insanların elinde...

Zira birinci Haçlı Seferinde, tapınakçılar hazineyle birlikte o kitabı da bulmuş olabilirler. Çünkü zaten bu haçlı seferinin asıl amacı Süleyman Mabedi'ni bulmaktı. Öyle veya böyle, ister hahamlarla olsun ister tapınak şövalyeleriyle; o kitaba sahipler.

Tam bu noktada Bakara Suresi'ne dönelim;
''Onunla karıyla kocasının arasını açan şeyi öğreniyorlardı.''

Bu ilimle evli kadınları ayartıp, kendilerine aşık ediyor ve onları kocalarından bu şekilde ayırıyorlardı. Tabi burada dikkat çekmemiz gereken bir şey daha var; Eğer evli kadınları kendilerine aşık edebiliyorlarsa, bu, insanları etkileyebilme, zihinlerine girebilme, onlara istediklerini yaptırabilme ilmine sahip olduklarını gösterir. Ki buna sahip olmak yeterlidir. Bu ilim yanlış ellere geçtiğinde, dünyadaki herkesi nasıl istedikleri gibi kullanabildiklerini düşünün. Hatta ve hatta belki de her gün başından saatlerce ayrılmadığımız televizyonda, bu ilmin kullanılıp kullanılamayacağını düşünün. Belki de tüm dünya bu yüzden yeme içmeden çok televizyona önem veriyordur. Kim bilir...


İşte biz bugün bu kitaba Kabala diyoruz.
Ve Kabala'da yazanlar sadece ''keçi kes, kanını iç'' gibi şeyler değil canlar, önce şunu bi anlamamız lazım. Uzunca üstünde durduğum sembolizm konusu var ya hani, işte bu da Kabala'nın içinde yer alan ilimlerdendir. Eğer dünyaya yeterince sembolünü bırakırsan, bir güç; bir enerji çıkışı sağlarsın. Tıpkı her yerde bir telefon baz istasyonunun olması gibi. Ne kadar baz istasyonu; o kadar sinyal..


Ve siz hiçbir şey bilmeden tarih okursanız, hiçbir şey bilmeden tarih okumuş olursunuz. Hiçbir şey bilmeden okuduğunuz tarih, sizi ya yanlış yere götürür; ya da hiçbir yere götürmez. Örneğin bu bahsettiğimiz kitap yani Kabala'nın ve tüm bu ilimlerin Osmanlı'nın yıkılış zamanında da kullanıldığını kaçınız biliyor?

Osmanlı'ya yapılan büyülerden bir tanesi
Sen hala; ''Ya bu Osmanlı çok yobazdı ondan yıkıldı, matbaa iki yüz sonra geldi, çok geri kalmışlardı hiyüğee :))'' diye kendi kendi avut. Kendi kibrini, kendi egonu, kendi beyinsizliğini avut dur. Ben yalnızca kendi acizane bildiğim kadarıyla ne olaylar döndüğünü biraz anlatsam, bu kadar gerçeği ne beynin, ne de kalbin kaldırır. Ama yine de her birini konuşmaya çalışacaz Allah'ın izni ve sizlerin desteğiyle.


Seni materyal bir dünyaya inandırmış ve hayal gücünü bile buna göre sınırlandırmış insanların aptal öğretilerine itibar etmeye devam edersen, bir aptal olarak yaşar ve bir aptal olarak ölürsün.

Kurulan bir Yahudi Devleti olunca, elbette ki onların en büyük hastalıkları olan büyü ve ibadet olarak gördükleri ''Yahudi olmayanları öldürmek'' bu devletin her bir kademesinde, her bir amelinde olacaktır. Aksine inanmak sizi hayal dünyasında yaşayan ve her şeyin tos pembe olduğuna inanan ''mutlu şirin'' olmaktan ileri götürmez.

Evet ciğersizler, Yahudi Devleti serisinin dördüncü bölümünde, bize ayrılan sürenin sonuna geldik.
Serinin son bölümünde tekrar birlikte olmak dileğiyle...
Bu arada kitabı soran arkadaşlar için;
Kitabın sonuna geldim, çok kısa bi süre içinde Allah'ın izniyle bitiricem ve sizlere haber vericem.
Selam ve saygı ile...

YAHUDİ DEVLETİ V

$
0
0
Selamın aleyküm.

Serinin son filmi olan ''Yahudi Devleti V'' ile karşınızdayız.
Arkanıza yaslanın ve son filmimizin tadını çıkarın.


Yahudi Devleti'ni, yani yanı başımızda kurulan ve her geçen gün kendisini büyüten İsrail'i anlamaya çalıştığımız yazı serisinde; vaad edilmiş topraklar düşüncesinin temelini, Kudüs'ün tarih boyunca neden önemli olduğunu, Yahudilerin bir devletlerinin olduğu ve dünyaya hükmettikleri zamanda, hükümdarlığı inşa edenlerin duvar ustaları, duvar ustalarının da şeytanlar olduğunu, binlerce yıldır müthiş bir gizlilikle sakladıkları ve Tevrat'tan daha fazla önem verdikleri kitaplarını konuşmuştuk.


Tüm bu inanç temelleri üzerine, bundan 66 yıl önce bir devlet kurdular. Öyle bir devlet kurdular ki, ne zaman etrafındaki Müslümanlar tarafından saldırıya uğrasalar İngiltere, Fransa, Rusya ve Amerika tarafından korundular. Ve her geçen yıl topraklarına toprak kattılar. Korsan bir devlet olmalarına rağmen, kuruldukları anda tüm dünya tarafından anında tanındılar. Hatta İsrail'i tanıyan ilk Müslüman ülke de Türkiye'dir, hani bilmeyenleriniz falan vardır, özellikle söyleyeyim dedim. Nedenini aşağıda bir nebze de olsa konuşacaz inşallah.


Bu yazıda Yahudi Devleti'nin kuruluşundaki bazı aşamalardan bahsedecez Allah'ın izniyle.
Ama önce şunu tekrar söylemek istiyorum;
Hani geçen yazıda demiştim ya, öyle gerçekler var ki, bunları duymayı ne aklın kaldırır ne de kalbin. Zaten insanoğlu yalana ilk defasında inanır, hiç zorlanmaz. Fakat gerçekle karşılaştıklarında, bunu hemen kabullenemezler. Direnirler, diretirler, doğru olmadığına inanmak isterler ve sonunda da reddederler.

Hatta bu konuda Diderot'un şu sözü çok yerindedir;
''Güler yüzle söylenilen bir yalanı bir anda yuttuğumuz halde; acı bir gerçeği damla damla yutarız.''


Özellikle bundan sonraki yazılarda, kabullenmekte birçoğunuzun zorlanacağı hatta birçoğunuzun okuduğu anda reddedeceği şeyler olacak sayfada. Ne de olsa hayat gerçekten pisliklerle dolu ve günün birinde sifon üstümüze çekilecek. Bari bilip de susmayalım.
Evet.
Konumuza gelelim.

''Abdülhamid'i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır.'' demiş Necip Fazıl Kısakürek.

Zira İsrail'in kurulması için Sultan Abdülhamid'e defalarca teklif götürüldüğünü bilmeyen yoktur. Bu yazıda yüzlerce yıldır Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurulması için neler yapıldı, ne girişimler oldu onu konuşacaz. Ve yüzlerce hatta binlerce yıllık bir ideal, bir amaç 66 yıl önce nasıl oldu da gerçekleşti...


Hz. Davud ve Hz. Süleyman aleyhisselam döneminde, Yahudilerin bir devleti vardı ve bu devlet dünyaya hükmediyordu. Hz. Süleyman vefat ettikten sonra, Nebukadnezar Yahudi Devleti'ni yıkmış ve Yahudileri sürgün etmişti. Hz. Danyal aleyhisselam, Allah'ın ''Mesih'' adında bir kral göndereceğini ve tekrar dünyaya hükmeden bir devlet kuracaklarını söylemişti. Bu kehanet üzerine Yahudiler, o gün bugündür çalışmakta ve tarih boyunca yapamadıkları birçok şeyi yapmış durumdalar. Binlerce yıldır kendilerine vaad edilen devleti, 1948 yılında kurdular. Topraklarını genişlettiler, tüm dünyaya devletlerini tanıttırdılar ve şimdilerde dünya yönetimde açıktan açığa söz sahibi durumundalar. Çok yakın bir gelecekte de artık tüm kararları kendilerinin aldığını tüm dünyaya göstermeye hazırlanıyorlar.


Bildiğiniz gibi, bugünkü İsrail Devletinin kurulmasında en kilit rolü, fikir babaları olarak gördükleri Theodor Herzl oynamıştı. Kendisi bir gazeteciydi ve Kudüs'te bir Yahudi Devleti kurulması için kitaplar yazmaya, haberler yayınlamaya ve finansörler aramaya başlamıştı. ''Yahudi Devleti'' isimli bir kitap yazmış ve dünyanın en zengin ailesi olan Rothschild'lere göndermişti. Devreye Rothschild gibi bir aile girince, tüm dünyanın ve dünyanın tüm zenginlerinin dikkatini çekmişti...

Fakat birçoğumuzun bildiğinin aksine, siyonizm düşüncesinin hayata geçirilmesi için ilk ciddi çabayı gösteren Theodor Herzl değildir. Aslında Yahudiler, Hz. Süleyman'ın devleti yıkıldığından bu yana, Kudüs'te tekrar bir devlet kurmak için çalıştılar, fakat çok ciddi anlamda bu işe girişen, en azından bizim bildiğimiz kadarıyla Theodor Herzl değil; Yasef Nassi'dir.


Yasef Nassi, 16. yüzyılda Avrupa'nın en zengin kadını olan Dona Gracia Nassi'nin yeğenidir.
Dona Gracia Nassi öyle zengindir ki, hepimizin bildiği Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken yani V.Karl'a ve Fransa Kralı Fransuva'ya kredi vermiştir.


Fakat Avrupa'daki engizisyon mahkemeleri ve kaos ortamı nedeniyle, servetiyle birlikte İstanbul'a gelmiştir. Onun ölümünden sonra serveti, kendisini kızıyla evlendirdiği yeğeni Yasef Nassi'ye geçmiştir Ve Yasef Nassi, Osmanlı tarihindeki ilk bankerdir. Nassi, Kanuni Sultan Süleyman ile iyi ilişkiler kurmuştur ve ondan iş yapabilme izni falan almıştır.


Yasef Nassi, Kanuni Sultan Süleyman'a şöyle bir teklif sunmuştur;
''Kudüs'ün yakınlarındaki Taberiye Gölü'nün çevresinde Yahudilerin yerleşmesine izin verin.''

Şimdi tam burada araya girip, bir parantez açalım.
İspanya, Endülüs Emevileri zamanında Müslüman bir ülkeydi. Ülke, İspanyolların işgali sonrası Hristiyanların eline geçti ve Hristiyanlar, bölgedeki tüm Yahudileri ya katletti ya da sürgün etti. Dönemin Osmanlı padişahı Sultan II. Bayezid, katliama uğrayan ve yurtlarından çıkarılan Yahudilere el uzatıp, onları Selanik'e yerleştirdi. İşte bu dönemden sonra Selanik, ağırlıklı olarak Yahudilerin yaşadığı bir yer haline geldi, zira o zamana kadar şehir boş sayılırdı.


Tabi şunu da eklemek lazım, bazı kıt beyinli arkadaşlar; ''vaaay bak Osmanlı Yahudileri almış topraklarına yerleştirmiş oloom, görün işte bak !!! '' gibisinden yorumlar yapacaktır, çok iyi biliyorum. Onlara, beyinlerinin % 0.1'ini kullanmalarını tavsiye ediyor ve ekliyorum; 15. yüzyılda Yahudiler bir avuç insan ve zerre kadar tehlike arz etmiyorlar. Bunun dışında, zulüm gören her kim olursa olsun, bir Müslüman ona el uzatmak zorundadır kardeşim. Mazlumun dini olmaz. Hatta bir Müslüman, bir gayrimüslime zulüm yaparsa; Müslüman gayrimüslim olan mazlumun yanında yer almak zorundadır. Kaldı ki dediğim gibi, o zaman Yahudi tehlikesi yok, bir şey yok. Hele Osmanlı'nın, rakipsiz olarak dünyaya hükmettiği bu dönemde Yahudiler'in Osmanlı toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti kurmaları, en fazla bir hayal olabilirdi...


Kaldığımız yerden devam edelim.
Aslında o zamanlarda yalnızca Yasef Nassi ve Dona Gracia Nassi gibiler değil, tüm dünyadaki zenginler Osmanlı topraklarında yaşamak istiyordu. Nasıl bugün bizde parayı bulan Amerika'ya, Paris'e, Roma'ya falan gidiyor, işte o zaman da insanlar Osmanlı'ya geliyordu. Kaldı ki başta Avrupa olmak üzere, dünyanın birçok yerindeki adalet sistemi, insanlara huzur veya güven sağlayamadığı için, kendi mallarını korumak adına yine kendilerini Osmanlı topraklarına atıyorlardı. Zira Hz. Ömer'in sözüyle de sabitti ki; ''Adalet, mülkün temeli''ydi Osmanlı'da.


Yasef Nassi, dünyanın her yerinde eziyet çeken ve sürgün edilen soydaşları için Kanuni Sultan Süleyman'dan Taberiye Gölü'nün yakınlarına Yahudilerin yerleşebilmeleri için izin ister. Bölgeye Yahudilerin yerleşmesi için izin alır, fakat özellikle Osmanlı topraklarında rahat içinde yaşayan Yahudiler bu fikre hiç sıcak bakmaz. Sonuç olarak bu proje, birkaç ailenin göçü dışında pek bir göç almadığı için hayata geçirilememiştir.


Yahudi bankerlerin Osmanlı Devleti'nde yer edinmek istemelerine bir örnek de Kanuni Sultan Süleyman'ın babası Yavuz Sultan Selim zamanından verebiliriz aslında. Zira Yavuz Sultan Selim, Memlüklüler'i mağlup edip halifeliği Mısır'dan Osmanlı'ya getirdiği zaman, seferde oldukları için yanlarında çok fazla para yoktur ve yapılacak birkaç iş için, paraya ihtiyaç duyulmuştur. Bunun üzerine bir Yahudi banker Yavuz Sultan Selim'e gelip; ''İstediğiniz parayı ben veririm, ama bir isteğim var; oğluma devletinizde bir makam verin'' der. Tabiki Yavuz Sultan Selim bunu şiddetli bir şekilde reddeder.


15 ve 16. yüzyıllardaki akılda kalan Yahudi bankerleri ve girişimlerinden sonra, 19. yüzyılda o güne kadarki en büyük adımlar atıldı. Zira bugünkü Yahudi Devleti'nin temelleri, 19. yüzyılda atıldı.


1896'da Theodor Herzl, ''Yahudi Devleti'' isimli kitabını yayınlar. Kitabı yayınladıktan sonra bunu zamanın en zengin adamı olan, Yahudi banker Baron Rothschild'a gönderir. Baron Rothschild, Herzl'in kitabını ve düşüncelerini beğenir ve onu destekleyeceğini söyler. Dünyanın en zengin adamının referansı ile 1897'de Basel'de, I. Siyonist Kongre toplanır. Bu kongreye dünyanın her yerinden Yahudi bankerler gelir ve fikri benimseyip yakın zamanda işleme koyarlar. Dünyanın tüm bankerlerinin bir araya geldiği, bu bankerlerin ülkelerin krallarına, imparatorlara ve devletlere krediler verebilecek ve tüm dünyayı kendilerine borçlu hale getirebilecek kadar zengin olduklarını hatırlarsak; böyle bir kongrede alınan kararın uygulamaya koyulmasının ne kadar kolaylaştığını ve bunun için her şeyin yapılabileceğini bir kez daha anlarız. Zira birazdan bahsedeceğimiz örnekler ve olaylar, bunun kanıtı olacak.


Herzl, Kudüs'te kurulacak bir Yahudi Devleti için, Rothschild destekli olarak 1896'da İstanbul'a gelir. Sultan II. Abdülhamid ile görüşmek ve teklifi iletmek ister. Hatta Herzl, Sultan'la görüşmek için haftalarca bekler, her yolu dener; fakat muvaffak olamaz. Hatıralarında bu konuyu detaylıca zikreder zaten. Hatırlarını Almanca kaleme almıştır, çünkü birçok Yahudi gibi kendisi İbranice bilmez. Osmanlı'yı ilgilendiren bölümlerini Yaşar Kutluay, İngilizce'den Türkçe'ye çevirmiştir. (Okumak isteyen için; Siyonizm ve Türkiye)


1897'deki ilk siyonist kongrede alınan bazı kararlar şöyledir;
  • Filistin'e Yahudi çiftçi, esnaf  ve tüccarların yerleştirilmek
  • Osmanlı yasalarına uygun şekilde Yahudilerin birleştirilmek ve örgütlenmek
  • Yahudi ulusal bilincinin ve milliyetçiliğin kuvvetlendirmek 
  • Siyonizm hedefine ulaşabilmek için hükumetlerin onayını almak için girişimlere koyulmak...

Bu ana başlıklar altında, yüzlerce madde var tabiki.

Fakat bizi burada asıl ilgilendiren şey son madde elbette. Çünkü son madde, siyonizm hedefine ulaşmak için tüm devletlerin önlerinde diz çöktürülmesi anlamına geliyor ve bunu destekleyen de dünyanın tüm bankerleri; yani kendilerine devletleri ve imparatorlukları borçlu bırakan adamlar.


Buraya kadar olan kısımda küçük bir sıralama yapalım;
  • 1896'da Theodor Herzl, Yahudi Devleti isimli kitabı yazıyor.
  • Aynı yıl içinde, bu kitabı Baron Rothschild'e gönderiyor ve desteğini alıyor.
  • Baron Rothschild'dan aldığı destekle birlikte, yine 1896'da İstanbul'a geliyor ve Sultan'a teklifi iletiyor.
  • Sultan Abdülhamid, kesin bir dille teklifi reddediyor.
  • Reddin hemen ardından Herzl, 1897 yılında ilk siyonist kongreyi topluyor.  

Bu kısma kadar sanırım sorun yok.
Her şey gayet açık ve net.
Fakat bu tasnifin ardından, çok ama çok garip şeyler olmaya başlıyor.
Büyük ihtimal yine çoğumuzun bildiği, fakat dikkatini çekmediği, hiç o açıdan bakmadığı için bu sonuca varamadığı şeyler bunlar.


1896 yılında tekliflerinin reddedilmesi üzerine, dünyanın en zengin adamları 1897 toplandı ve amaçlarına ulaşmak için çok ama çok köklü kararlar aldılar ve hemen işe koyuldular. Fakat ilk siyonist kongrenin hemen bir yıl sonrasında çok garip bir şey oldu;

''1898 yılında Firavun cesedi Kızıldeniz'de bulundu.''

Peki bunun konuyla alakası ne?

Gelin biraz dikkatli bakalım;

''Biz de bugün senin bedenini arkandan gelenlere bir ibret olsun diye kurtaracağız. Bununla beraber, insanlardan birçoğu ayetlerimizden yine de gafildirler.'' Yunus,92


Yani Allah-u Teala, 3000 bin sene Firavun cesedini Kızıldeniz'de bekletti ve 1898 yılında ortaya çıkardı.

Peki ayet ne diyordu;

''Arkandan gelenlere ibret olması için bedenini kurtaracağız.''

Ayetten anladığımız kadarıyla, Firavun'un arkasından, aynen onun gibi bir sistem ve aynen onun gibi sistemin sahipleri gelecek. Yani yine ayetten şunu anlıyoruz ki; Firavun'un cesedi kurtarıldığında, demek oluyor ki Firavun sistemi ve bu sistemin sahipleri tekrar geri gelecek.


Ve cesedin 3000 denizde kalıp, tam olarak ilk siyonist kongrenin bir sene sonrasında 1898 yılında ortaya çıkması, Firavun sisteminin tekrar kurulacağını haber veriyordu bizlere. Fakat ayetin devamı da, yine önceki cümle gibi bir mucize; ''İnsanlardan birçoğu ayetlerimizden yine gafildirler.''


3000 yıl sonra, Firavun'un cesedi ortaya çıkıyor, bugüne kadar kaçımız bundan haberdardık?
Aradan yaklaşık 200 yıl geçti ve biz daha yeni yeni böyle bir olayın olduğunu duymaya ve anlamaya başladık.


Siyonist kongrenin bir sene sonrasında Allah-u Teala, arkasından gelen siyonistlere bir ibret olsun diye Firavun'un cesedini Kızıldeniz'den çıkarıyor. Ve biz bugün biliyoruz ki, bugün içinde bulunduğumuz sistemin temeli, 1897 yılındaki I. Siyonist Kongrede atıldı.


Allah bizi uyardı, bize delilini gönderdi;
aynı zamanda Allah onları da uyardı, onlara da bir ibret gönderdi.
Fakat nasıl ki Firavun son ana kadar iman etmedi, diretti, haddini aştı ve zulmetti;
Bugünün sisteminin sahipleri de aynısını yapıyor ve son anlarına kadar da yapmaya devam edecekler...

Neyse.
Sıralamaya devam edelim.
  • 1896'da Herzl'in teklifi reddedildi.
  • Aynı yıl İttihat ve Terakki Cemiyeti, Avrupa'da Osmanlı ve Sultan aleyhinde propagandaya başladı.
  • Yine aynı yıl, Sultan Abdülhamid'e darbe girişimi yapıldı.
  • 1897 yılında ilk siyonist kongre toplandı.
  • 1898 yılında Allah, arkasından gelenlere ibret olması için Firavun cesedini Kızıldeniz'den çıkardı.
  • Aynı yıl Sultan Abdülhamid aleyhinde bir medya propagandası başlatıldı.
  • Ve 1899 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti, I. Jöntürk Kongresi'ni toplamak için örgütlendi. Fakat tam anlamıyla başarılı olamadılar.
  • 1902 yılında İttihat ve Terakki Cemiyeti, I. Osmanlı Liberaller Kongresini topladı.
  • Kongrenin yapıldığı yer ise, Fransız senatosu üyesi Lefevre Pontalis'in evidir!
  • 1905 yılında, Sultan'a suikast yapıldı.
  • 1906 yılında, Mehmet Talat Paşa tarafından Osmanlı Hürriyet Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin amacı da; ''Abdülhamid yönetimini yıkmak!''
  • 1907 yılında II. Jöntürk Kongresi toplandı. Konu birinci kongreyle aynıydı; ''Abdülhamid'i tahttan indirmek.''
  • 1908 yılında ise 31 Mart Vakıası ile Sultan Abdülhamid tahttan indirildi.

Tabi bunlar yalnızca benim aklıma gelen ve gözüme çarpanlar.
Şu kısa tasnif bile, olayları anlamak için bize yol gösterebilir keza.


Yani Theodor Herzl, Yahudi Devleti için Rothschild ailesinin desteğini aldıktan ve bu konuda Sultan'la görüşüp reddi yedikten hemen sonra, Sultan hakkında inanılmaz bir kara propaganda başlıyor. Sultan'ın istibdat uyguladığı, milletin özgürlüklerini kısıtladığı, hatta bir takım öğrencileri denize attırdığı, Kur'an yaktırdığı ve Müslüman olmadığı gibi haberler gırla gidiyor. Haberlerin bu kadar yayılmasının sebebi de, bugünle aynı; tüm medyaya İttihat ve Terakki Cemiyeti hakim.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, İngilizlerin desteğiyle yüzlerce gazete ve dergi çıkarıyor ve halka kendi yaptıkları haberleri okutuyordu. Her ağızlarını açtıklarında özgürlüklerden bahseden bu İngiliz güdümlü milliyetçi güruh, güç ellerinden gittiğinde Babıali Baskını gibi bir vahşet sergileyecek kadar özgürlük ve insan haklarının düşmanıydı zira.


İttihat ve Terakki resmen kurulmadan önce Jöntürkler olarak bilinirlerdi. Ve bu adamlar defalarca ama defalarca darbe girişimi veya bizzat darbe yapmış insanlar. Örneğin Ali Suavi adında bir adam var, kendisi arkasına birkaç ''çapulcuyu'' da alıp, 1878 yılında Çırağan Sarayı'nı basar ve Sultan II. Abdülhamid'e darbe girişiminde bulunur. Bundan önce, Abdülaziz Düşerken adlı yazıda bahsettiğim gibi, Sultan Abdülaziz'i tahttan indiren, sonra kendisini ve ailesini öldürüp intihar süsü veren, Sultan V. Murat'ı masonlukla tanıştırıp, kendisini mason yapan ve bu sebeple kendisini tahta geçiren, Sultan'ın kendi isteklerini yapmaması nedeniyle onu da tahttan indirip, II. Abdülhamid'i ''bak istediklerimizi yaparsan seni tahta geçiririz'' gibi bir mesajla tahta geçiren, sonra kendisi de istediklerini yapmayınca ona da defalarca darbe ve suikast girişiminde bulunan ve sonunda da tahttan indiren ve Osmanlı'yı I. Dünya Savaşı'na sokan da yine İttihat ve Terakki Cemiyetiydi.


Neyse ama, konumuz İttihat ve Terakki değil. Oraya gömülmeyelim.
Sultan Abdülhamid ile ilgili bir yazı yazmayı düşünüyorum inşallah, orada uzun uzun konuşuruz bu konuyu.

Siyonist kongre ve sonrasıyla devam edelim.
Bu kongrede Theodor Herzl şöyle der; ''Ben bugün Yahudi Devleti kurdum. Fakat bunu yüksek sesle söylersem tüm dünya gülecektir. Lakin beş yıl içinde veya elli yıl sonra herkes bunu böyle bilecek.''


Herzl, kendisinin ve fikrinin etrafında toplanan bu kadar zengin iş adamı ve bankeri görünce, elbette bunu yapabileceklerine olan güvenleri tavan yapmıştır. Nitekim dediği gibi de olmuş, tam 49 yıl sonra, Filistin'de İsrail Devleti kurulmuştur.

Herzl, Sultan ile bu konu hakkında aralarında geçenleri hatıralarında şöyle anlatıyor;

Nevlinski suratı asık bir şekilde bana şöyle dedi; ''Hepsi bu kadar. Büyük Hükümdar bu konuyu bir daha duymak istemiyor.''

Herzl devamla şöyle anlatıyor;

''Sen ecdadımın kanla aldığı toprakları benden parayla satmamı mı istiyorsun? Bende toprak satacak göz mü gördün! Bay Herzl'e bu konuda bir adım dahi atmamasını söyleyin. Ben bir karış bile toprak satamam. Çünkü o topraklar bana değil, halkıma aittir. Atalarım bu imparatorluğu kazandılar ve kanlarıyla suladılar. Biz de onun bizden koparılmasına müsaade etmemek için tekrar kanlarımızla sularız (...) Yahudiler milyonlarını saklasınlar. İmparatorluğum parçalanınca belki tek kuruş ödemeden istediklerini elde edeceklerdir. Fakat ancak kadavramız parçalara ayrılabilir! Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam!'' (The Dairies of Theodor Herzl, Almanca'dan İngilizce'ye çeviren Marvin Loventhal, 1962, New York)


Bazı beyin ve tarih özürlüler, bunun gerçek olmadığını söyleyebilecek kadar geri zekalılık seviyesine sahiptirler bugün. Fakat biraz beyinleri olsaydı, daha 1962 yılında bunları yayınlayanın bir Amerikalı olduğunu ve bunların Herzl'in kendi hatıraları olduğunu bilirler. Üstelik, Sultan Abdülhamid'in tahttan indirildikten sonra şeyhine yazdığı mektupta da tam olarak aynı cümleler vardır. Hakeza, Theodor Herzl bile Sultan'ın bu tutumu karşısında; ''Her ne kadar hayallerime nokta koymuş olsa da, Sultan'ın bu hakikaten yüce sözlerinden etkilenmiştim.'' der. Yani bunu inkar etmek anca bir İttihat-Terakki zihniyeti olabilir. ''Abdülhamid hakkında bin yalan uydurdum, bazısına kendim de inandım'' diyen İttihat ve Terakki kurucularından ne bekleyebilirsiniz?


Sultan'a Filistin'de bir Yahudi Devleti kurma teklifi elbette karşılıksız değildi.
Devletin kurulmasına verilecek izin karşılığında Osmanlı'nın tüm dış borçları ödenecek, faizsiz kredi verilecek, ordu ve silah yardımı yapılacak, ülkenin gelişimine katkı sağlanacak vs vs...


Dünyanın tüm zengin ailelerinin Herzl'in fikrini desteklediğini gördükten sonra Sultan, Filistin topraklarını kendi parasıyla satın almış ve şahsi malı yapmıştır. Böylece olası bir saldırıda, bir savaşta veya bir işgalde Filistin toprakları kişiye ait olduğundan, kimse bu topraklara el koyamayacaktır. Fakat İttihat ve Terakki Cemiyeti, Sultan Abdülhamid'i tahttan indirdikten sonra, tüm topraklarını başta Filistin olmak üzere devlet malı yapmıştır. Böylece Filistin kolayca Yahudilerin eline geçmiştir.

Tabi Osmanlı Sultanı'ndan toprak almanın mümkün olmadığını anlayan Herzl ve dolaylı olarak Rothschild ailesi, rotayı Avrupa'ya, bilhassa İngiltere'ye çevirmiştir. Zira dönemin Avrupa'daki süper gücü İngiltere'dir. Ve Rothschild ailesinin kimlere hükmettiğini görmek için, İngiltere'ye isteklerini nasıl yaptırdıklarına bakmak yeterlidir.


Dönemin milliyetçilik furyasını dünyaya pazarlayan İngiltere, Jöntürk denilen ve milliyetçiliği Osmanlı topraklarıyla tanıştıran okumuş, aydın geçinen ajanları Osmanlı'ya sokmuştur. Jöntürkler, kısa bir süre sonra İttihat ve Terakki olarak örgütlenecektir ve Osmanlı'daki milliyetçiliğin başını çekecektir. Türkiye'deki ilk üstad masonun kim olduğunuza bakmanız, bu cemiyet hakkında sizin için yeterli bilgi kaynağı olacaktır.

Devam edelim.
Yahudi Devleti'nin kurulması için artık tek yol, Sultan'ın devrilmesi veya öldürülmesidir.
İkisi de defalarca denenmiştir.
Defalarca darbe ve suikast girişimi olmuştur.
Ve yıllar sonra, 1908 yılında II. Meşrutiyet ilan edilmiştir. İttihat ve Terakki, yıllardır ''özgürlük, insan hakları, demokrasi, meşrutiyet'' gibi söylemlerine sonunda ulaşmıştır. Fakat meclis kurulduğunda, meclisin üçte ikisi gayrimüslim; gayrimüslimlerin de üçte ikisi Yahudidir.


Meşrutiyetin ilanıyla, Yahudiler istedikleri yetkileri ellerine geçirmiş ve bunu kullanmaya başlamışlardır. Hemen bir yıl sonrasında 31 Mart Vakıası olmuş ve Sultan tahttan indirilmiştir. Böylece siyonist kongrede alınan ilk karar yerine getirilmiştir. Bundan sonraki ikinci adım Osmanlı Devleti'ni savaşa sokup, Filistin'in ellerinden alınması ve Osmanlı'nın yıkılmasıdır. Ve İttihat ve Terakki'nin satın aldıklarını söyledikleri Yavuz ve Midilli adlı iki geminin, durduk yere Rus gemilerini bombalaması sonrası, şaka gibi bir sebeple Osmanlı savaşa dahil edilmiştir. Savaşta Filistin'i savunan üç ordudan ikisi tek kurşun atmadan geri çekilince, bölge artık İngilizler tarafından, Yahudiler için hediye paketi haline getirilmiştir.

Bununla birlikte yüz yıldan fazla süredir uğraştıkları, kendilerine o güne kadar engel olan ve o günden sonra da engel olacağını bildikleri halifelik makamını kaldırdılar. Böylece Müslümanlar asla bir araya gelemeyecekti.


Savaş sonrası İngiltere başkanlığı da yapmış, dış işleri bakanı Lord Balfour, Baron Rothscild'a ''Filistin'de kurulacak bir Yahudi Devleti'ni, İngilizlerin destekleyeceği''deklarasyonu yayınlayınca, bu savaşın aslında neden yapıldığını herkes anlamış oldu.

Yani 1897 yılında temellerini attıkları sistem, 1898 yılında Firavun cesedinin ''arkalarından gelenlere ibret olması için denizden çıkarılması''yla maiyetini belli etmişti. Firavun sistemi, eskisinden çok daha güçlü bir şekilde geri dönecekti ve döndü de. Firavun herkesi köleleştirmişti ve insanları aptallaştırarak, onları kendisi için çalışır hale getirmişti. Firavun aynı zamanda büyücüleri de kullanıyordu. O sistem bugün geri geldi ve biz bu sistemin zehirleriyle öyle zehirlendik ki, ne verdiyse hepsini kabul ettik. Bu sisteme karşı çıkan Sultan'ımıza, bu sistemin kurucusu bile hayran olmuşken, biz küfrettik tarih boyunca. Fakat onu yıkanları ve Yahudi Devleti'nin kurulması için kukla olanları, Cumhuriyet kahramanı olarak sevdik, bağrımıza bastık.


1948 yılında, tıpkı Herzl'in hayal ettiği gibi kurulan Yahudi Devleti, ebeveynleri İngiltere ve Amerika ile birlikte büyüdü. Artık bugün kendisinin özgürlüğünü ilan etmek için gün sayıyor. Dünyada güç daima el değiştirir ciğersizler. Ve gücün el değiştirmesi için bazı şartlar vardır;

  1. Gücün o anki sahibinin, dünya ve insanların gözünden düşmesi için medyada haberler çıkar
  2. O anki güç sahibi aleyhinde tüm dünyada ayaklanmalar olur; bilhassa kendi ülkelerinde
  3. Var olan durumdan refaha ulaşması için yeni bir fikir ortaya atılır ve bu fikir kitlelere benimsetilir
  4. En sonunda da bir dünya savaşı çıkar ve bu savaşın sonunda gücün sahibi mağlup olur, savaşın kazananı ise yeni süper güçtür.  


Yani bugün televizyonu ve gazeteleri her açtığımızda ''İsrail nükleer silah denemesi yapıyor, nükleer silahlanmaya karşı savaş başlatıldı, ülkeler kendilerini korumak için silahlanıyor...'' gibi haberler görmemizin sebebi, dünyanın bu savaşa hazırlanıyor olması. Başka hiçbir şey değil.


Tıpkı bundan önceki iki dünya savaşında olduğu gibi, ülkeler silahlanıyor ve bölgede tansiyon yükseliyor. İsrail, planladığı savaşı kazanmak için yeterli nüfus gücüne sahip olmadığı için, bu işi ancak kısa yoldan yani nükleer silah kullanarak yapabilir. Ve bunu yaparken tüm dünyaya bir güç gösterisi yapmalıdır; tıpkı I. Dünya Savaşında İngiltere'nin, II. Dünya Savaşında Amerika'nın yaptığı gibi.


Böylece tartışmasız lider olmayı planlıyorlar.
Ve sakın bunun olmayacağını düşünmeyin.
Siz evinizde pembe dizi ve Ben Bilmem Eşim Bilir gibi beyin uyuşturucularını izler ve patates yerken; onlar bu savaş için her gün bir adım daha atıyorlar. Bölgede tansiyon o kadar yüksek ki, her ülkede iç çatışma var (Suriye, Mısır, Ürdün, Afganistan, Irak vs...) ve bu ülkelerden biri diğerine her an savaş açabilir. Birkaç ay öncesine kadar Suriye ile savaşa girmemiz için ne kadar propaganda yapıldığını unutmadınız sanırım...


İçinde bulunduğumuz sistemin ne olduğunu anlamaya çalışmak, her şeyden daha önemli bugün. Zira Osmanlı'nın yıkılışında ne yaşandıysa, bugün de aynıları yaşanmaya başladı tekrar. Zaten bu yüzden sana tarihi öğretmezler, çünkü eğer öğrenirsen tarihte yaptığın hataları tekrar yapmazsın. Bu yüzden senin tarihini öğrenmemen lazım, ki aynı hataları tekrar yapasın..


Ve Kur'an'ı okurken, İslam'ın ne olduğunu anlamaya çalışırken biraz mantığı zorlamak lazım. Bugüne ve düne bakmak lazım. Zira, dikkatinizi çekti mi bilmem; Kur'an'da en çok bahsi geçen peygamber Hz. Musa'dır. En çok bahsi geçen düşman ise Firavun'dur. Neden?


Neden bu kıssa bu kadar fazla anlatılmış?
Neden Allah-u Teala, en çok bu kıssanın üzerinde durmuş?


Çünkü Allah, bu kıssayı çok ama çok iyi bilmemizi istiyor.
Çünkü Allah, bize bu kıssayı uzun uzun anlatarak, içinde bulunduğumuz sistemin aynı sistem olduğunu anlamamızı istiyor.


Ve anlamamız gereken bir diğer önemli mesele de şudur;
Dikkat edin, Kur'an'da bahsi geçen peygamberler ve onların hayatlarının neredeyse tamamı var olan sistemi yıkmaya yöneliktir. Örneğin Hz. Nuh, zamanındaki yönetimin başındaki insanlara karşı çıkıyor. Hz. İbrahim, kendi dönemindeki kral Nemrut'a ve onun küfür sistemine karşı çıkıyor. Hz. Yusuf, kendi döneminde, devletin başına geçiyor ve sistemi değiştiriyor. Hz. Musa, Firavun'a ve onun köle sistemine karşı çıkıyor. Hz. İsa, Roma dönemindeki sisteme karşı çıkıyor. Ve son Peygamber Hz. Muhammed sav, Mekke'nin zenginlerine, iş adamlarına, yöneticilerine karşı çıkıyor.


Yani İslam'ın işi ''namaz kıl, oruç tut kralsın boluuumm'' değil; hakkı hakim kılmak.
Sen var olan sisteme zerre kadar dokunmaz, karşı çıkmaz ama alnını secdeden kaldırmazsan, Allah katında ne kadar iman etmiş sayılırsın?


Kur'an bize sürekli olarak zalimlerin ve onların sistemlerinin nasıl yıkıldıklarını anlatıyor, ve özellikle de Hz. Musa ve Firavun üzerinde duruyor ki, ne ile karşı karşıya olduğumuzu bilelim. Fakat biz hayatımızı feyste ve tivitırda durum ve fotoğraf paylaşmakla, 7/24 tv ve dizi izlemekle ve sistemin verdiği her şeyi doğru kabul edip, elimize iki tane pankart almakla ona karşı çıktığımızı düşünerek geçiriyoruz.


1897 yılından itibaren her amaçlarını gerçekleştiren insanların olduğunu bilmek, hepimizin boynunun borcu. Çünkü biz bakkaldan aldığımız ekmek ve sütle bile onları finanse ediyoruz. Bölgedeki tansiyon artmaya devam edecek, yakında en az iki ülke arasında büyük restleşmeler olacak ve bunu bombalamalar seyredecek, belki bunlardan biri biz de olabiliriz. Bunun ardından diğer ülkeler de işin içine girecek ve dünya kutuplaşacak. Ve dünya kutuplaştığında, savaş kaçınılmazdır.


Evet ciğersizler.
Yahudi Devleti serisinin son filminin de sonuna geldik..
Bizleri izlediğiniz için teşekkürler..
Selamlar ve saygılar...


THE CEMAAT

$
0
0

Selamın aleyküm.

Bu ara çok fazla yazı yazamıyorum malumunuz.
İlk kitabım bitti sayılır. Ufak teferruatlar kaldı yalnızca. Fakat ilkini tamamladıktan hemen sonra, Allah'ın izniyle ikinciye başlamayı düşünüyorum. İkinci kitabın adı kesin olmamakla birlikte, büyük ihtimalle ''Müslümanken Salyangoz Yemek'' olacak.


Kitabın isminden, sanırım içeriğini anlamakta zorlanmadınız.
Müslümanların yaşadıkları ve yaşamaları gereken hayatı ve genel manada insanı farkına varmadan dinden çıkaran şeyleri konu edinen bir kitap olacak Allah'ın izniyle.

İşte tam bu noktada da, ''paralel'' bir konu olarak bu yazıda birkaç kelam etmek istiyorum.
Zira bu ara çok sık yazamadığım için, aklımda bir sürü konu birikiyor ve ben zaman bulana kadar da, gündem değişiyor. Fakat bu konu, benim zaten uzun zamandır yazdığım ve üzerinde durduğum bir konuydu bildiğiniz gibi.

Uzun bir yazı olacak, şimdiden uyarayım.


Ben bundan birkaç sene önce Fetullah Gülen ve cemaati hakkında tüm bildiklerimi ve fark ettiklerimi yazıyorken, gelen yorumların %95'i;

''Hacı yanılıyosun, evliya adam bu.''
''Hoca efendi yapıyosa bi bildiği vardır.''
''Sen yanlış anlıyosun.''
''Sen hoca efendiden daha mı iyi biliyosun!''
''Bu adamların hizmetlerini görmüyo musun da konuşuyosun!''  şeklindeydi.

Ben de o arkadaşlara buradan şunu söyleyerek başlamak istiyorum;
''Dedim dedim inanmadınız, noldu şimdi?''


Bunları diyorum fakat, benim bu yazıyı yazmaktaki amacım yalnızca gündemde bu adamların olması falan değil. Bilirsiniz, ben yıllardır konuşuyorum gerek bu cemaat; gerekse bu cemaatin lideri hakkında. Yalnızca benim söylediklerimin tek tek doğru çıkması sebebiyle, olayı benim asıl anlatmak istediğim yere tekrar bağlamak istiyorum. İnşallah güzel bir yazı olur, zira ameliyattan çıktım ve yattığım yerden, suratımda koca bir pansumanla yazıyorum bu yazıyı.

üzülme la, o kadar acımıyo
Benim kaç senedir bahsettiğim ''Dinler arası diyalog'' meselesi, bu olaylarla birlikte tekrar ayyuka çıktı ya, ben ona seviniyorum. Çünkü bugüne kadar bu adamların yaptıklarına Müslümanlar, Müslüman cemaati olduklarından dolayı; gayrimüslimler de kendilerini ilgilendirmediğinden dolayı gereken önemi göstermediler. Hatta göstermemekte direttiler.


Müslümanlar, bir cemaatin böyle bir şeyi yapamayacağını düşünürken; Müslüman olup da kendisini tek tehdit eden şeyin televizyonda gördüğü ''tek göz'' ve ''sex'' yazısı olduğu düşünen at gözlüklüler, bu olayın ciddiyetine varamadı.

O arkadaşlara sormadan edemeyecem;
Tüm dinlerin ortak noktalarda birleştiklerini görmek hiç mi dikkatinizi çekmedi?
Veya bu konuyu, tek göz kadar konuşmaya gerek mi duymadınız?

Biz gördüğümüz her şeyi kabul ediyor ve kabul etmediğimiz şeyleri de görmezden geliyoruz, sonra da bütün suçu İlluminati'ye atıyoruz. Sizin gibi at gözlüklü koyunlar varken, bu gibi örgütlere ne gerek var?


Bazı blog sayfalarının sürekli İlluminati'den, Bilderberg'den, CFR'den dem vurması ve her şeye muhalefet etmesi sizi yanıltmasın. Eğer dünyada bir şeylerin döndüğüne inanıyorsanız, bunu çok uzağınızda değil; yanı başınızda arayın. Zira komplo uzakta değil; yanı başınızda. Bu adamlar, var olan komploların üzerine yalnızca teori üretmekten başka bir şey yapmıyorlar. Önce var olan komployu konuşup, sonra üzerine fikir üretseniz daha mantıklı değil mi? Yoksa yanı başımızdaki komployu konuşmak sizin maceracı kimliğinizle uzlaşmadığı için mi sürekli Rotschild ve Rockefeller'den bahsediyorsunuz hacı?


Kimse bunlardan bahsetmeyin demiyor size, onu da yanlış anlamayın hemen. Zira benim de bu adamlar hakkında bir sürü yazım ve araştırmam var.
Öğrendikçe yazıyorum.
Fakat tek araştırdığım şey de Rothschild ve Rockefeller değil.
Bunu yapmak beni at gözlüklü bir embesil yapmaktan bir adım dahi ileri götürmez zira.

Senin altı yüz sene dünyaya hükmeden ve siyonizmle tek başına savaşan bir devletin vardı doksan sene önce hani, hatırladın mı? Onun hakkında biraz yazı yaz mesela. Biraz onu araştır. O devlet yıkıldıktan sonra neden tamamen tarih sayfalarından silindi, onu araştır biraz. Ya da senin dinine ne damgalar vuruldu veya nasıl tahrifler yapıldı ve yapılıyor onlardan bahset.

Ama yok.
Bunlardan bahsetmek, Rothschild ve Rockefeller'dan veya Katy Perry'nin klibindeki tek gözden bahsetmek kadar eğlenceli değil. Bu yüzden bu gibi insanlar, kendilerine hiçbir yararı veya zararı dokunmayan bu tür konulardan bahsederek kendi egolarını avutur dururlar. Çünkü kendilerine bir soru sorulduğunda, araştırmacı kimliğiyle cevap verebilecektir. Kendisini gere gere ''ya bak şimdi, yanlış biliyosun....'' diye başlarlar konuşmaya, sonra da konuyu unlu kurabiyeden Rothschild'e, Rockefeller'a getirir. Çünkü bu tür insansılar bildiklerini anlatmaktan çok, bildiklerini göstermek istiyorlardır.

''İlluminati'den bahsediyomuşuz gibi çek''
İşte bahsettiğim, üzerinde konuşulmayan o konulardan biri de bu yazıdaki konu;
Dinler Arası Diyalog.
Dinleri birleştirme çabası.
Dinlerin ortak yönlerini bulma çabası.
Dinleri bir kazanda kaynatma ve aslında birbirlerinden farklarının olmadıklarını anlatma çabası.

Ya da ne derseniz deyin, bu, Müslüman için bir salyangozdur!

Ve bu salyangozu, Müslüman mahallesinde satanlar ise bizzat Müslüman bir ''cemaat''tir.

Ben bu konu hakkında bir şeyler yazmadan önce sürekli düşünüyorum;
''Ya olur da bir konuda yanılırsam ve bu insanların hakkına girersem? O zaman nasıl hesap veririm?'' diye.

Fakat şu son olaylarla birlikte tekrar susmamam gerektiğini gördüm.
Zira ben bir hata yaparsam, bunu yine Allah'ın dinini savunmak adına yapacam. Ama eğer yapılan bu kadar tahrifi ve küfrü görür de susarsam, işte o zaman ne ben kendimi affederim; ne de Allah'tan af dilenebilirim. Bu yüzden, İslam çerçevesinde bir yazı yazmak istiyorum yine. İslam ile mizan ederek...


Bu uzun girizgahtan sonra konuya girelim.
Dinler arası diyalog hakkında yeteri kadar yazı yazdım daha önce. Bu yazıda tekrar üzerinden geçecez ve ben biraz da bu cemaat hakkında kendi izlenimlerimi ve şahit olduklarımı anlatacam Allah'ın izniyle.

Here We Go!

Malumunuz şuan gündemin bir numarası ''Cemaat''.
Fakat gündemden önce, gelin benim eskiden beri üzerinde durduğum gündemi konuşalım.
Fetullah Gülen'i.

Yıllardır kendisi hakkında yazdıklarım ortada benim. Kendisinden zerre kadar haz etmem. Sebebi de bizim mahalledeki komşunun tavuğuna ''kışş'' demesi değil tabiki; sebebi İslam'ı tahrif eden sözlerinin ve faaliyetlerinin oluşu. Tabi onun cemaati, kendisine öyle bir bağlı ki adamın hakkında ayet inse; ''ayeti yanlış tefsir ediyosunuz!!!'' diyecek kadar kafayı yemiş insanlar.


Gelin size öncelikle bu adamı ve cemaati neden sevmediğimi, neden karşı olduğumu tekrar hatırlatayım;

1. İslam'ı tahrif hareketleri

  • Ehli Kitapla Amentü'de ittifakımız Var! (Link)
Müslümanların, gayrimüslimlerle -ki bu ister ehli kitap olsun, ister ateşe veya puta tapan-, amentüde ittifak etmesi asla ve asla söz konusu değildir. Zira İslam amentüsünde, yani inanç esaslarında;

Allah'ın birliği ve Allah'ın zatı dışındaki her şeyin O'nun kulu olduğuna iman etmek şarttır.
Bununla birlikte Allah'tan gelen her şeye iman etmek de yine imanın şartıdır. (Link)

Fakat Hristiyanlar; ''Allah üçün üçüncüsüdür'', ''Allah üçtür'' ve ''Allah çocuk edindi'' yani ''İsa, Allah'ın oğludur, o da tanrıdır'' derler. (Bakara,116)


Bunu söyleyen, buna inanan veya buna inanmanın bir zarar getirmeyeceğine inanan, ya da Müslümanların iman şartlarının da bunlarla aynı olduğunu söyleyen insan ise; ''Kafir''dir. (Maide,72)

(Kur'an'da Hristiyanlarla İlgili Ayetler)


Peki senin peygamberine inanmayan, Allah'a şirk koşan, kitabına inanmayan ve papazlarına ''günah çıkarma yetkisi'' veren, papaya da ''yanılamaz'' sıfatı addeden insanlarla; Allah'ın tek ve hiçbir dengi veya ortağı olmadığına inanan; Hristiyanların ve Yahudilerin inanç esaslarının neredeyse yüzde doksanını tamamen Allah kelamı ile reddeden Müslümanların amentüsünde nasıl bir ittifak olabilir?

Amentüde ittifakımız olması için, Hristiyanların inandıkları en temel şeyden, yani ''İsa Allah'ın oğludur'' veya ''İsa tanrıdır'' inancından vazgeçmeleri gerekir. Zaten bunları reddettikten sonra da, insanlar genelde Müslüman oluyor. Peki insanlara İslam kapısı açmak varken, neden ''ittifak var'' deyip, kendi dinlerinde kalmaları için bir kapı aralıyorsunuz?
Bu, şüphesiz bir küfürdür.
Başka hiçbir yoruma veya itiraza gerek yoktur.
Zira bu konuda bir açıklama veya bir açık kapı arayanlar, Allah'ın dininde açıklık arayanlar ve Yahudi ve Hristiyanları cennete sokabilme peşinde olanlardır.

  • Diyalogdan Düğüne (Link)

Cübbeli Ahmed Hoca'nın katıldığı Sansürsüz programına telefonla bağlanan dönemin Zaman gazetesi genel yayın yönetmeni Hüseyin Gülerce; ''O adam kelime-i şehadet getirdi ve Müslüman oldu.'' diyerek bu haberi savunuyor. Peki sayın Gülerce'ye soruyorum;
''Bu adam Müslüman olduysa, neden haberde üstüne basa basa ''Hristiyan Lester Kurtz'' yazdınız?''
  • Eğer o adam Müslüman olduysa ve siz ''Hristiyan'' yazdıysanız, kafir oldunuz.
  • Eğer o adam Hristiyan ise ve siz Müslüman oldu diyorsanız, yine kafir oldunuz.
  • Eğer o adam Müslüman olduysa, neden ''Müslüman bir erkekle Müslüman bir kadının nikahı'' diye başlık atmadınız?
  • Eğer o adam Müslüman olduysa, neden ''Diyalogdan Düğüne'' diye bir başlık atarak, bu olayı Dinler Arası Diyaloğa atfettiniz?
  • Eğer o adam Müslüman olduysa neden müftünün yanında haham ve papaz da vardı?
  • Eğer o adam Hristiyan ise, neden nikahta müftü vardı?
  • Bu haberi yaparken amacınız dinler arası diyaloğu teşvik etmek değil miydi?

Ve inanılması zor bir ısrarla, haberin çarpıtıldığını söyleyip duruyorlar.
Kimsenin haberi çarpıttığı falan yok. Bilakis, çarpıtmayı yapan bizzat sizsiniz.
Eğer Müslüman olduysa o şahıs, oraya ''Hristiyan Lester ile Müslüman Meryem'in nikahı'' yazamazsınız kardeşim. Eğer yazarsanız, ''haberi çarpıtmış olursunuz''!

Fakat haber bununla sınırlı değil.
Hemen resmin üzerinde ''Hem Hristiyan, Hem De Müslüman'' yazıyor.

Peki bu nedir?

Hemen onun altında da ''Diyalog Meyve Verdi'' yazıyor.

Bir yanlış anlaşılma için fazla cür'etkar ve fazla tesadüflerle dolu bir haber değil mi bu?
Bir propaganda yaptınız, bir proje yaptınız, bari inkar ederek kendinizi bu derece aşağılık bir duruma düşürmeyin.

Hem Hristiyan, hem de Müslüman olunamaz.
Bu yazı küfürdür.
Bir insan ya kafirdir, ya da Müslümandır.
İkinci bir şıkkı yoktur bunun.
Müslüman olmayan herkes kafirdir, bu kadar açık ve net.

Daha önce de bu dizilerle insanlara dinler arası diyalog fikrinin aşılandığını söylemiştim.

İlk dizide aynen şöyle bir konuşma var;
''Kendi kendime düşündüm, İsa peygamber de Allah'ın peygamberi, Muhammed peygamber de. İkisi de aynı Allah'ın mesajını bize anlatıyorlar. İkisinin dediklerini de yapsam Allah razı olur, onlar da mutlu olurlar. Pazar dualarına da gittim, elimden geldiğince namazlarımı da kıldım. İçimi derin bir haz kaplıyordu...''

İkinci videodaki dizide ise, bir gayrimüslimin ölümünün üzerine şöyle bir konuşma yapılıyor;
''Melek anne, biz başka dinlerden olanlarla da cennette buluşabilecek miyiz?
-Efecim, Allah yapılan iyilikleri zayi etmez.''


Üçüncü videodaki dizide ise bir papaz ile Müslüman bir genç arasında geçen diyalog şöyle;
''Rahibim. Kendimce de samimi Hristiyanım.
Dini kullanan misyoner kılıklılardan değilim.
Biz kendi yolumuzda gittiğimizi düşünüyoruz. Siz Müslümanların da kendi yolunda. Hepsi kendi zaviyesinden Allah yolunda gidiyor.''

Bakın bu üç diyalog da, tıpkı diğerleri gibi tam anlamıyla itiraza yer bırakmayacak derecede açık ''küfür''dür. Hem Hristiyan hem Müslüman olunmaz, hem kiliseye gidip hem de namaz kılamazsın. İkisinden birini seçmek zorundasın, zira ikisi de doğrudur diyen Müslüman değil; Ebu Cehil gibi gavurdur. Hakeza, madem ikisi de aynı mesajı anlatıyor, neden mesajlar arasında bu kadar taban tabana zıtlıklar var? Biri ''ben tanrının oğluyum, aynı zamanda da tanrıyım, bu arada tanrı da üçtür'' derken; diğeri ''Allah tektir, eşi ve benzeri yoktur. Doğmamış ve doğurulmamıştır. Allah'a çocuk isnat eden ve Allah üçtür diyenler kafirdir'' diyebilir mi? Bu nasıl aynı mesaj?


Yine hakeza, burada Hz. İsa aleyhisselama da bir iftira vardır. 
Hz. İsa, insanlara bugünkü Hristiyanlık inançlarını mı öğretmiştir? 
Ya da ''ben tanrının oğluyum, ben tanrıyım'' mı demiştir?


Yoksa Hz. İsa'nın mesajı da, Hz. Muhammed sav mesajı ile tamamen aynı mıdır;
''La ilahe illallah''

(Bu arada ''La ilahe illallah'' etrafında insanları toplama projesi var, ona da gelicem birazdan)


Bu, insanların hem Hristiyan hem de Müslüman olamayacaklarının çok kısa bir nedenidir. Bu nedenle bu söylem küfürdür. İnananı veya razı olanı da ''kafir'' eder. Tıpkı diğer iki videodaki dizilerin verdiği mesajlar gibi. Cennete girecek olanlar yalnızca Müslüman olanlardır. Zira Allah indinde tek din İslam'dır. Ve her kim İslam'dan başka bir dinle Allah'ın huzuruna gelirse, bu ondan asla kabul edilmeyecektir. Link


Bu da demek oluyor ki, bu cemaatin kanallarında ve gazetelerinde ''küfür'' vardır.
Ve bunlara razı olan, aynı fikirde olan insanlar da ne yazık ki kafir olmuşlardır. Bu sebeple imanlarını tazelemeleri gerekir. Ha, tabi hala ve hala bunlara arka çıkanlar vardır orası başka. Ben bu örnekleri bizzat çocukluk arkadaşıma gösterdim, o an ikna oldu. Fakat onların içine tekrar girince ''onlar haklı sen haksızsın, iftira atıyosun, dinler arası diyalog da olur'' dedi bana. Ve yazının devamında gerek bu çocukluk arkadaşlarımın, gerek uzaktan tanıdığım abilerin, gerekse bu cemaatin her bir organının hakkında doğruyu doğruca yazacam inşallah. Fakat yine tekrar ediyorum; ben gündemde bu adamlar olmadan önce de iç yüzleri hakkında yazılar yazıyordum. Benim meselem siyasi değil; İslami.

Siyaset hakkında ne cacık yiyorlarsa yesinler, afiyet olsun. Beni, İslam'ı ve Müslümanları nasıl tahrif ettikleri ilgilendirir. Vatana millete dokunmasınlar yeterli benim için.

Devam edelim.

Stv'nin dinler arası diyalog haberlerinden birinin fotoğrafı bu. Cami ve kilise üst üste geçirilmiş ve kilise daha büyük tabiki. Biz şunu şüphesiz biliyoruz ki, dinler arası diyalog projesini yürütenler bu cemaattir. Diyalog adına yaptıkları birkaç şey adına, birkaç video, yazı ve haber vericem sizlere, bilgilerinizi tazelemek için;

Video;            Yazı;                          Zaman Gazetesi Haberleri;
1.Link             1.Link    6.Link            1.Link     6.Link
2.Link             2.Link    7.Link            2.Link     7.Link
3.Link             3.Link    8.Link            3.Link     8.Link
4.Link             4.Link    9.Link            4.Link     9.Link
5.Link             5.Link   10.Link           5.Link    10.Link

Samanyolu Haberleri; Link


Dinler arası diyalog projesi üzerinde ne kadar ciddi şekilde durduklarını sanırım tekrar anlamış olduk. Bu işte gerçekten çok kararlılar. Yıllardır inanılması güç faaliyetler düzenlediler bunun için. Fakat olayın geldiği boyuta dikkat ettiniz mi bilmiyorum. Gelin bu projenin aldığı boyut hakkında tekrar bilgi sahibi olalım;

  • Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun, Fener Rum Patriği Bartholomeos ile ''Dinler Arası Diyalog'' hakkında görüşme yapıyor. Link
  • Papa II. Jean Paul, ''Dinler Arası Diyalog'' için Bosna'ya gidiyor. Link
  • Milano Kutsal Yürek Katolik Üniversitesi tarafından bir ''Dinler Arası Diyalog'' organizasyonu düzenleniyor ve Türkiye'den Konya Selçuk Üniversitesi eski rektörü konuşma yapıyor. Link
  • Alman Papazlar Bursa'ya ''Dinler Arası Tanıtım ve Eğitim'' gezisi düzenliyor. Link
  • Barcelona Başpsikoposu Lluis Martinez Sistach; ''Dinler Arası Diyalog kesinlikle gerekiyor'' diyor. Link
  • Mekke'de, Suud Ailesi himayesinde ''Dinler Arası Diyalog faaliyetleri'' yapılıyor. Link
  • 2000 yılı kutlamaları için Vatikan'da ''Dinler Zirvesi'' yapılıyor. Olaya tabiki Türkiye'den giden yetkililer de var. Link
  • İtalya'da yine ''Dinler Arası Diyalog'' programları yapılmaya devam ediliyor. Link
  • Amerika'da ''Dinler Arası Diyalog'' kapsamında aydınların görüşlerine başvurulup, konu hakkında programlar yapılıyor. Link Hatta durum o kadar ilerlemiş, o kadar yol kat etmiş ki; Chicago'da Dinler Arası Diyalog Organizasyonları Genel Müdürlüğü bile var. Genel müdürün adı Stanley Davis.
  • Saraybosna'da Dinler Arası Köprüler kurma seminerleri yapılıyor. Link
  • Cape Town'da ''Dinler Toplantısı'' yapılıyor. Link
  • Karayip ve Latin Amerika'da ''Dinler Arası Diyalog'' konferansları yapılıyor. Link
  • ''Dinler Arası Diyalog'', Avrupa Konseyi'ne taşınıyor. Link
  • Hüseyin Gülerce yaptıkları diyalog toplantılarına ''içinde Türk cumhuriyetlerinin ve Amerika, Kanada, Brezilya, Arjantin, Rusya, Çin, Hindistan, Japonya, Pakistan, İtalya, İngiltere, Almanya, Güney Kore vs.'nin bulunduğu en az 50 ülkenin katıldığını'' söylüyor. Link
  • Amerika'nın New Jersey eyaletinde yine bir ''Dinler Arası Diyalog'' toplantısı yapılıyor. Link
  • Amerikan kongresinde ''Diyalog İftarı'' veriliyor. Link
  • Yine Amerika'nın bir eyaleti olan Teksas'ta bir ''Diyalog İftarı'' veriliyor. Link
Ve daha bir sürü bunun gibi faaliyet...
Çok fazla uzatıp, sizi sıkmak ve konudan sapmak istemiyorum. Zaman.com'a girip, arama motoruna ''dinler arası diyalog'' yazarsanız, tüm haberleri kendiniz de bulabilirsiniz. 

Bu proje, senin benim bildiğimiz kadar küçük değil.
Bu uluslararası, çok kollu ve eski bir proje. Kaynağını verdiğim haberlerin tarihlerine bakarsanız kimileri doksanlı yıllardan kalma zaten. The Cemaat, bu projeyi yıllardır yürütüyor. Ve dediğim gibi, en sinir olduğum şey de her şey hakkında her şey yazan bir takım yazarların, bu konulara gelince susması. 


İşin içine Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Vatikan, Amerikan Kongresi, İngiliz lordlar ve elliyi aşkın ülkenin yöneticileri ve devlet adamları dahil olmuş durumda. Siz hala ''aha Katy Perry yine tek göz yapmış lan !!!'' diyedurun entel olduklarını düşünen macerasever embesiller. Tüm dinler tek bir kazanda kaynatılıp, küreselleşen dünyaya ve insanlara, herkesin kabul edebileceği, ortak noktalarda buluşulan bir din türetiliyor. Fakat siz hala patates yemekle meşgulsünüz.

Bakın Papa; ''Dinler Arası Diyalog benim için bir görevdir'' diyor
Bu haberi bizzat Zaman yapmış üstelik. Tabi onlar işin ''hoşgörü, diyalog, barış, kardeşlik'' kısmına vurgu yapadursunlar, ben rahmetli Bayram Hoca'nın da sorduğu çok mantıklı şu soruyu sormak istiyorum;

''Biz bin yıl dünyaya hükmettik, kimse bize gelin diyalog yapalım demedi de, şimdi bu kafirler dünyaya hükmederken neden diyalog yapma çabasına giriyorlar?''

Gerçekten her şeyi tam anlamıyla mükemmel derecede özetleyen bir cümle bu. Ben üzerine çok da fazla bir şey eklemeye gerek duymuyorum. Zira dünya tarihindeki zulmün en yüksek olduğu zaman dilimindeyiz ve bundan önceki iki dünya savaşına rahmet okutacak bir üçüncü dünya savaşının arefesindeyiz, fakat bu adamlar tıpkı yüz yıldır, hatta iki yüz yıldır yaptıkları gibi ''hoşgörü, barış, kardeşlik'' mavalları okuyarak dinimizi tahrif etmek ve kendi amaçları doğrultusunda kullanmak için ellerinden geleni yapıyorlar.


Bu konuya mukabil kısa bir yazı yazacam bu yazıdan sonra inşallah.
Ki olayın ne ve nasıl olduğuna bir örnek teşkil etsin.

Devam edelim yine.
The Cemaat, bu projeyi öyle sahiplenmiş ki, inanılmaz bir korumacı tavır içinde daima. Mesela Papa, Hz. Muhammed sav hakkında hakarete varan açıklamalar yapıyor, ama bizim The Cemaat ''aman diyaloğa bir şey olmasın'' diyor. Peki bu işin başındaki adam bizim Peygamberimize hakaret edecekse, hani hoşgörü? Hani diyalog?

Birçoğu malumunuzdur, dinler arası diyalog projesi kapsamında onlarca film, dizi, haber, program yaptılar ve hala bunu sürdürmekteler. Ben şu yazıda dinler arası diyaloğun neden olamayacağını kısaca açıklamıştım zaten. Fakat biraz daha farklı yorumlar ve bilgiler alabilmeniz ve konu hakkında yeterli ilim ve fikre sahip olabilmeniz için birkaç kaynak vericem sizlere. Her biri izlemeye değer, emin olun.

1.Link      6.Link    11.Link   16.Link    21.Link
2.Link      7.Link    12.Link   17.Link    22.Link
3.Link      8.Link    13.Link   18.Link    23.Link
4.Link      9.Link    14.Link   19.Link    24.Link
5.Link     10.Link   15.İsrail   20.Link    25.Link


Bu kadar farklı alimin görüşü çok doğal olarak aynı;
Dinler arası diyalog diye bir saçmalık olamaz!

Hatta Murat Bardakçı bile bu kanıda hacı.
Hakeza İlber Ortaylı da.

Bir de Dinler Arası Diyaloğun geldiği noktanın vahimliğine birkaç örnek verelim;

1.Link        6.Link
2.Link        5.Link
3.Link        4.Link

Ya zaten bu fikirde olmak için illa alim mi olmak lazım?
Yahudi ve Hristiyanların cehenneme gideceği konusunda düşünmenin mantıklı bir tarafı mı var?
İlk ve tek din İslam iken, nasıl olur da siz Yahudi ve Hristiyanları cennete sokma çabasına girersiniz? Ben Yahudi ve Hristiyanlığın insan eliyle yapılmış dinler olduğunu kanıtlamak adına altı tane yazı yazdım acizane. Ki benim yazılarıma gerek falan yok, zira Allah'ın kitabı Kur'an-ı Kerim ortada.


Amma ve lakin, The Cemaat hala ve hala ''Semavi Dinler, İlahi Dinler, İbrahimi Dinler'' gibi söylemlerin arkasında... LinkLinkLink...

Ve bu dinler arası diyalog projesi, dünyaya ''barış'' vaadi ile empoze ediliyor. Dünya vatandaşlığına giden çağ, dünya dini içermek zorunda çünkü. LinkLinkLinkLink


Dediklerimi destekler nitelikte yazıları da yine kendi sayfalarında buldum.
Tek Bir Dünya Mümkün Mü ve 21. Yüzyıl Dindarlığı İnşa Ediliyor adlı makaleler var Aksiyon dergisinde. Hatta buna gerek Samanyolu'ndan, gerek de Zaman'dan da örnekler verebilirim fakat gerek yok. Zira çok fazla kaynak içeren bir yazı oldu bu. Çünkü söylediklerimin kaynaklarını göstermezsem, zaten gördüğünde bile inanmayacak olan The Cemaat üyeleri, beni hepten iftiracı yapar.


Kaynak araştırırken gözüme çarpan bir iki şeyi söyleyeyim bu arada.
Başta Jill Carrol olmak üzere birçok The Cemaat'e üye olan veya bu projelerde yer alan isimler, gerek The Cemaat'i, gerekse Fetullah Gülen'i ajayip biçimlerde övüyorlar. Fakat işin daha ajayip kısmı ise, bu ajayip övgülerin The Cemaat'in medyasında yer alması.

Örneğin Jill Carrol, ''Gülen, Rönesans Neslini Yetiştiriyor'' diyor ve bu başlık aynen Aksiyon dergisinde yer alıyor.
Link
Kimse bu sözde Rönesans'ın, Reform'u da getireceğini, getirmesi gerektiğini; keza getirdiğini inkar edemez. Hristiyanlara sürekli olarak iftar verilmesi bana bunun kanıtı gibi geliyor. LinkLink


Dinler Arası Diyalog Projesi, yıllardır üzerinde çalışılan ve bugün tüm dünyaya bir ağ gibi yayılan, çok uluslu bir  projedir. Devletler, hükumetler bazında desteklenmektedir. Ve ben şunu bilir ve söylerim; dünya bir uçurumun ve siyonizm eliyle küresel ve tek merkezli bir yönetimin eşiğine giderken, bu siyonist devletlerin hiçbirisi gerçek manada barış ve kardeşlik için böylesine bir projeye imza atmaz.

Zira ortadaki olay ''tek tanrı'' etrafında insanları birleştirme etiketiyle yapılan bir küresel din projesidir.


Konuyla alakalı sevdiğim abim Turgay Güler'in bir anısı ve o anıyla ilgili şu yazısını okumanızı tavsiye ediyorum; Link

Turgay Güler, Gezi olayları sırasında Yahudileri de içine alan bir yazı yazmış. Fakat bu yazıdan Musevi cemaatleri rahatsız olmuşlar. Lakin işin tuhaf tarafı, ''The Cemaat'' de bu yazıdan rahatsız olmuş ve Turgay Güler'i arayıp; ''Turgay Bey, bu yazınızdan biz ve Museviler rahatsız olduk.'' demiş. Turgay abimiz ''iyi de siz niye rahatsız oldunuz hajı? Ne ayak?'' deyince, The Cemaat'in cevabı;
''Bizim dinler arası diyalog projemiz var, buna zarar veriyor.'' olmuş.


  • ''Türkçe Olimpiyatları'' Adı Altında İslam'a Hizmet Ettiklerini Savunmaları
Bizzat bu cemaatten olan kendi arkadaşlarıma sordum;

-Türkçe Olimpiyatları İslam'a hizmet mi?
-Evet!
-Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?
-Evet!

Önce Türkçe Olimpiyatları hakkında bir iki alim görüşü alalım, sonra da acizane biz yorumlayalım;

1.Link    2.Link    3.Link    4.Link    5.Link


The Cemaat mensupları kendilerine ''hizmet'' diyorlar bildiğiniz gibi. Peki merak ediyorum neye hizmet ediyorlar? Türkçe'nin yaygınlaşmasına mı? Laik okullar ve dershanelerle verilen eğitime mi?

Her şeyden önce şunu söyleyelim;
Bu Türkçe Olimpiyatları denen olay İslam'a uygun mu?

Kesinlikle hayır.
Ergenlik yaşına gelmiş kız ve erkeklerin el ele, kucak kucağa ettikleri danslar ve söyledikleri şarkılar nasıl İslam'a uygun olabilir? Kadınların sahneye çıkıp, erkeklerin önünde dans ederek şarkı söylemeleri başlı başına haramdır. Yanlarında erkeklerin olması diğer bir haramdır. Bu da demek oluyor ki, bu proje başlı başına haramlar üzerine kuruludur.

İkinci olarak,
İnsanlara Türkçe öğreterek onların kurtuluşuna vesile olamazsınız. Türkçe öğrenmenin bir insanın ahiretine zerre kadar faydası olamaz. Mezara girdiğinde kimseye ''hesap ver bakalım Türkçe biliyon mu?'' diye sormayacaklar. Öyleyse bu neye hizmet? İslam'a olmadığı kesin. Ve bir Müslüman olarak, insanların Türkçe öğrenip öğrenmemeleri zerre kadar umurumda değil benim. Önce İslam'ı, Kur'an'ı ve Kur'an'ı anlamak için de Arapçayı öğrensin; kısacası İslam'ı anlasın o yeter.


Yani The Cemaat yine toplum bazında bir harama daha imza atmıştır. Ve binlerce insanın buraya teşrif etmesine, bunu dinlemesine ve izlemesine vesile olduğu hatta teşvik ettiği için ayrı bir harama imza atmıştır.


Tabi Türkçe Olimpiyatları denince, marifetleri bununla sınırlı değil. Bildiğiniz gibi bir de ''Olimpiyatlara Peygamber Teşrifi'' var The Cemaat'in. LinkLink


''Peygamber Efendimiz Türkçe Olimpiyatlarına geldi.'' diyebilecek kadar bu işi kutsallaştırdılar bunlar. Peki haram yuvasında Peygamberin işi ne diye hiç kimse sormadı mı bu cemaatin içinde Allah aşkına?

Neymiş, kandile denk gelmiş, başlamadan önce de Kur'an ve naat okunmuş. Peygamber de adının anıldığı her yere gidermiş. Evet böyle bir hadis var. Fakat eğer biraz ilim ve izan sahibi olsalardı, başka hadislerle bunu karşılaştırır sonra konuşurlardı. Ben lafı uzatmayacam hiç. Zira uzatacak bir tarafı yok bunun. Bunun hakkında açıklama yapmak bile zaman kaybıdır. Burada konuşulacak konu şudur; bunu söyleyen Fetullah Gülen'dir ve onun tüm cemaati buna aynen inanıyor ve savunuyor. İşte Kadir Mısıroğlu da burada yine haklı çıkıyor; ''Bu adam haç taksa cemaati peşinden gider.''

Ben bu,''Peygamber Türkçe Olimpiyatlarına geldi'' laflarına şöyle karşılık veriyorum hep;
''Oradan çıkıp da O Ses Türkiye'ye gitmiş midir acaba?'' (Haşa!)


  • Peygamber Rüyaları ve Görüşmeleri
3.Link 

The Cemaat'in en büyük kozu yıllardır ''Peygamber'' olmuştur. Yurtlarında, evlerinde ve sohbetlerinde sürekli olarak Peygamber hakkında rüyalar anlatılır. Ve tabiki en büyük boyut da; ''Peygamber'i biz görüyoruz, hoca efendi görüyor'' vurgusudur. Bunları da dışarıdan konuşup bol keseden sallayan biri olarak değil; gerek kendisi yıllarca içlerine girmiş, gerekse en yakın arkadaşları bu cemaatten olan biri olarak söylüyorum. 


Hatta bir keresinde, birkaç sene önce bir arkadaşıma bu cemaatin ve Gülen'in iç yüzünü anlatmaya çalışırken şu cevabı almıştım; ''Hoca efendi sürekli olarak Peygamber Efendimiz sav ile istişare ediyor, Peygamber ne derse onu yapıyor. Hatta geçen gene rüyasına girmiş, hoca efendi de Peygamber Efendimiz sav'e ''evleri'' göstermiş.''

Yani Müslüman gençleri daha ilkokul çağında alıp beyinlerini yıkamaya başlıyorlar ve büyüdüklerinde beyinleri tamamen bu cemaatin eline geçmiş ve onlar tarafından sorgusuz, sualsiz yönetilen makineler haline getiriyorlar.


Verdiğim birinci videoda da benim dediklerimi yine Gülen bey kendisi kanıtlıyor. Açık açık ''Peygamber Türkiye'yi bize verdi'' diyor. Ve Gülen hakkında öğrendiğim yegane şeylerden biri de şudur;
Bir şeyi anlatırken öyle bir üslup kullanıyor ki, fark edilmesi çok güç takiyye ve dolaylama yapıyor. Sürekli olarak ''birisi rüyasında görmüş'' diye anlatır mesela. Çünkü ''kendim gördüm'' derse bu kadar etkili olmayacağını çok iyi biliyor. Bu yüzden bu videoda da, diğer videolarda da ''birisi'' veya ''birileri'' görmüş diyerek, kendisine zaten körü körüne bağlanan cemaatini etkilemeyi başarıyor. 


Fakat ben şunu biliyorum ki; 
Peygamber sav, haram işlerle uğraşanlara bu ülkenin işlerini falan emanet etmez.

  • Haramları Kullanma ve Normalleştirme 
The Cemaat abileri, sohbetlerinde şu hikayeyi çok ama çok sıklıkla anlatırlar;

''Hoca efendinin babası, hoca efendi daha annesinin karnındayken, koyunlarını otlatmaya götürdüğünde, koyunlar komşunun veya başkasının otlarından yemesin diye koyunlarının ağzını bağlardı. Olur da başkasının otundan falan otlarlar da, haram olur. O koyunların sütlerine de haram bulaşır da benim çocuğumun boğazından haram lokma geçer.''


Ve bu hikayeyi bilmeyen hiçbir cemaat üyesi yoktur. İddialıyım bu konuda. Oraya giren herkes bunu ve bunun gibi birkaç hikayeyi daha bilirler. Bende de birkaç tane daha var da, yazı zaten yeterince uzun, bi de gereksiz saçmalıklarla uzatmayalım.

Yani şairin burada demek istediğinden şunu anlıyoruz;
''Bu adam asla haram yemedi, yemez!''

O zaman mikrofonu ben alıyorum;

Zaman Gazetesi'nde bir banka reklamı.

Şöyle açıklayayım;
Bankalar ''faiz'' kurumlarıdır.
Faiz ise İslam dininde çok kesin ve keskin bir surette ''haram''dır.
Ve haram olan bir şeyin reklamı da ''haram''dır.
Haram olan bir şeyi insanlara tavsiye etmek de ''haram''dır.
Haram olan bir şeyden para kazanmak da ''haram''dır.

Bu kadar mı?
Yok hacı.
Bizde belge tükenmez.
Devam;

Bir zamanlar abileri ''Coca Cola haramdır! Yahudi malıdır! Alan Yahudiye para kazandırır!'' derlerdi. Zira ben de bu kolanın içinde neler olduğu hakkında ufak bir iki bilgi vermiştim.

Samanyolu'nda ise banka reklamları, faiz reklamları gırla gidiyor bildiğiniz gibi;

Devam edelim.
Malzeme çok;

Aziz Valentine günü..
Üzerinde defaatle durduğum bir konu zira benim. Bu gün, bir ''Hristiyan rahibinin'' günüdür. Ve tüm dünyada ''zina'' günü olarak kutlanmakta bugün. Zira birbirleriyle evli olmayan ne kadar kadın erkek varsa hepsi bu günde, tıpkı Hristiyanlar gibi öpüşür koklaşır, hatta birçoğu ilişkiye girer. Ve tüm bunlar da ''haram''dır.

Bırakın reklamını yapmayı, Zaman bu konuda ''ek'' yayınladı ''ek''! LinkLinkLink


''Olmasaydın Olmazdık'' söylemini açıklamak için tek bir kelime var İslam'da; ''Şirk''
Zira sen varlığının sebebini Allah değil de, bir kula bağlıyor ve o kul olmasaydı kendinin de olmayacağına inanıyorsan, hiç ama hiç kusura bakmayacaksın arkadaşım; ''Müşriksin''

(Müşrik, şirk koşana denir. Şirk'in kelime anlamı ''ortaklık''tır. Hatta ''şirket'' kelimesi de buradan türer.)

Yani haramı da aştılar, ''küfür'' sözler yayınlıyorlar. Zira Yahudi ve Hristiyanı cennete sokmak da küfür değil mi?


Yılbaşı hindisi tarifi vermek Müslüman bir cemaate mi düştü? Link


Müşriklerin, yani Allah'a şirk koşanların, Allah'a oğul isnat edenlerin gecesini kutlamak, onlara eşlik etmek ve bu suretle de onlara benzemek ''haram'' değil midir?
Non-stop!

The Cemaat, Chp'nin reklamını yapıyor. Tabi burada ilk dikkat çeken, Chp'nin ''Müslümanlara oy verirseniz, çağ dışı kalırsınız'' mesajıyla bunu yayınlamasına rağmen Zaman'ın bu reklamı alması. Link


Bu fotoğrafı arkadaşım bana gönderene kadar inanmamıştım Chp'nin reklamını yaptıklarına, ''tamam da, o kadar da değildir abi ya'' demiştim. Fakat zaten şuan alenen Chp'yi destekliyor ve her alanda reklamını yapıyorlar.


Tabi şimdi olayın daha tam olarak farkına varamayan arkadaşlar olacaktır. ''Neden olmasın olum'' triplerine girmişlerdir bile onlar hatta. Nedeni şudur güzel arkadaşım;

İlk resimden de anlayacağımız gibi, -ki bu resme gerek bile yoktur, zira kimin-neyin ne olduğunu hepimiz bilmekteyiz- Chp İslam karşıtı bir partidir. Yıllarca Müslümana ''yobaz'' yaftasını yapıştıran Chp'dir. Ki bunu bilmeyen de yoktur zannımca, kimse bu ülkede yaşayıp da o kadar öküz olamaz sanırım. Görüşün, ideolojin ne olursa olsun, bu böyle kardeşim. Ve kimse bana ''Müslüman Chp'ye oy verebilir olum'' ayağı yapmasın lütfen. Geçenlerde başörtülüler meclise girdiğinde ilk karşı çıkan kimlerdi? Chp'liler elbette. Çünkü bu partinin kurulduğu taban bunun üzerine. Tek parti döneminde yapılanları tekrar mı konuşalım şimdi burada? Bıkmadınız mı?

Küçük bi denklem yapalım;
Allah'ın emrettiği şeye karşı gelen insana ''kafir'' denir.
Başörtüsü de Allah'ın emridir.
Dolayısıyla başörtüsüne karşı gelen, Allah'ın emrine karşı gelmiş olur.
Allah'ın emrine karşı gelen ise ''kafir''dir.
Geçen yazıda da dediğim gibi; ''İslam, sistemle uğraşır, kişiyle değil.''

remember...
Ecevit'i hatırlayın.
Merve Kavakçı'nın başörtüsüne karşı ''Burası devlete meydan okunacak yer değildir!'' diyerek Allah'a meydan okumuştu hani. Sonra da İslam'a çağ dışı bir akım falan demişti. Aynı videoda bir taraftan laiklik psikopatlığı yaparken, diğer taraftan da Gülen'i övüp duruyor. Ziyanı yok, ona şefaatçi olacak olanlar var zaten;

Nasıl bir Ecevit aşkı ise, Hüseyin Gülerce de Ecevit'in Merve Kavakçı'ya yaptığı çıkışı savunuyor.
Tabi bir de bazı at gözlüklüler ''ülkenin sevdiği son başbakan ecevitti'' diyor, geçinip gidiyorlar. Hiçbirinin diğerinden farkı yok.

Ama kimse kusura bakmasın, Ecevit, yaptığı bu gavurluğa pişman olup tövbe etmeden öldüyse, Ebu Cehil ile beraber yanacaktır. Neyse, bu konuya çok girip konuyu daha fazla uzatmayalım. Ama kafası karışanlar, itirazı olanlar veya soru sormak isteyenler için açık adres sayfanın sağ altında mevcut.


Bir Müslüman cemaati olduklarını, hizmet hareketi oldukları söylerlerken, öte taraftan da İslam'ın bu ülkedeki düşmanlarını destekleyecek kadar iki yüzlü insanlar bunlar. Allah'ın düşmanını desteklemek de ''haram''dır bu arada. Zaman.com'a girerseniz, sayfanın üst kısmında sizi yine Chp reklamları bekliyor olacak. Hatta The Cemaat yazarı Şahin Alpay; ''Oyum Chp'ye'' diyor. Siz de verin diye de teşvik ediyor.


Benim zavallı saf arkadaşım da ''olum bu reklamlar bi paket halinde geliyo, seçemiyosun, ondan chp veya diğer haram şeyler var'' diye, abilerinden duyduğu bu fazladan geri zekalılık ürünü olan savunmayı yapıyor bana. Reklam olayının nasıl işlediğini biz bilmiyoruz ya anasını satayım.. E peki bu paketin içinde porno olsa, ya da domuz eti reklamı, ya da kondom reklamı, ya da ateist reklam olsa onu da yayınlayacak mısınız hacı? Ya da Akp reklamı olsa?


''Ya bunlar para için lazım, gazetnin falan giderleri oluyo'' diye bi savunma yapıyordu bundan önce bunlar. Yani haramları bu kadar normalleştirmişler kafalarında. İslam'a aykırı şeyler artık zerre kadar rahatsız etmiyor bu adamları. Bu işi yapanlar para uğruna dininden taviz vermenin hesabını, savunanlar da Allah'ın dininden verilen tavizi savunmanın hesabını verecekler, emin olsunlar.

Lafa gelince çok dindarlar, icraata gelince haramın bini bi para.
Lafa gelince sohbetlerinde salya sümük ağlıyorlar, paraya gelince yalanın dolanın, tavizin bini bi para.


Yani demem o ki, insanlara ''hoca efendi işte böyle harama karşı'' diye bir mesaj verirlerken, diğer taraftan haramları işliyor hatta savunuyorlar. Ve en acı tarafı da, bunu İslam uğruna yaptıklarına hala ve hala inanabiliyorlar.

Son olarak şunu izlemenizi istiyorum ; Link


  • Küfre Götüren Sözler
1. Cebrail Parti Kursa Desteklemem! Link

Gelin bu cümleyi mantıkla ele alalım;
1. Cebrail aleyhisselam bir melektir.
2. Cebrail'in görevi Allah'tan vahiy getirmektir.
3. Meleklerde nefis, irade yoktur.
4. Bu da demek olur ki, onlar Allah ne emrederse yalnızca onu yaparlar.
5. Meleklerin Allah'ın emrinin dışına çıkması, Allah'ın emrine karşı gelmesi veya Allah'ın emri olmaksızın bir şey yapması mümkün değildir.
6. Bu da demek olur ki, Cebrail parti kurarsa bunu ancak ve ancak Allah'ın emri olduğu için yapabilir.
7. Bu da demek olur ki, o partinin kurulmasını Allah emretmiştir.
8. Allah, insanlara bir hak olanı emrettiğinde onun yanında olmayan, ona destek vermeyen, onun karşısında olan, onun önemli olmadığını; kendi milletinin ittifakının daha önemli olduğunu söyleyen ''kafir'' olmaz mı?
9. Hz. Muhammed sav Efendimize, Allah'tan vahiy getiren ve Kur'an'ı, İslam'ı öğreten Cebrail as değil miydi?
10. Peki Peygamber Efendimiz sav, Cebrail'e; ''sen bunları söylüyorsun ama benim için Arap toplumunun ittifakı daha önemlidir, o yüzden seni dinlemeyecem'' deseydi ne olurdu?


Dikkatimi çeken bir diğer nokta da; ''Hiç görmediğim, tanımadığım bir melek bu'' deyişi.
Daha önce kaç tane melek görüp tanıdı acaba?


2. ''Hz. İsa'nın as.'ın babası Hz. Muhammed'' ve ''Hz. Muhammed, Hz. Meryem'i nikahladı'' Söylemleri Link

İlk duyduğumda ben bile şoke oldum.
''Bir insan bunu nasıl aklına getirebilir?'' diye.. 
Hele ki bir alim, bir hoca..


Fakat resmen kendi sitesinde yazıyor.
Ve ben bunun üzerinde de fazla durmaya hiç gerek görmüyorum. Çok değil, azıcık akıl ve iman sahibi insan bu sözün ne olduğunu anlar. Tepkisini ortaya koyar. Fazla söze gerek yok.


3. Hristiyanlar Hz. İsa'nın Yolundan Gidiyor Link

''Odessalı Hristiyanların ise elbette rehberleri, din büyükleri vardır ve onlara söylenmesi gerekeni söylemektedirler. Bir Müslüman, yani dinlerin temel birliğine inanan biri olarak, onların söylediklerinden ve söyleyeceklerinden farklı olacağını düşünmüyorum. Hz. İsa gibi, tarih boyunca gelmiş en büyük beş peygamberden birinin yolundan gitmek yapılabilecek en güzel şeylerdendir.''

  • Hristiyan din büyüğüne rahip veya papaz denir.
  • Rahip veya papazın söyledikleri şey ise; ''Hz. İsa'nın tanrının oğlu ve tanrı olduğu''dur.
  • Zira bunu kabul etmemek, Hristiyanlıktan çıkmak demektir.
  • Bir rahip veya papazın söyleyebileceği bu iken; bir Müslümanın söyleyebileceği nasıl aynı olur?
  • Daha en başta inanılan bu şeye Müslüman ''hayır'' der!
  • Allah birdir, tektir, sübhandır, doğmamış ve doğurulmamıştır, Allah'ın bir çocuk edineceği olacak iş değildir.
  • Bu, Hz. İsa'ya da iftiradır.

Peki tüm bunların dışında Hristiyanlar, Hz. İsa'nın peşinden mi gidiyor?
Yoksa Hz. İsa'nın yolundan gidenler biz Müslümanlar mıyız?
Allah şahittir ki biz, Hz. İsa'nın yolundayız.
Bilmiyorum, Kur'an'daki bu inceliği daha önce fark ettiniz mi;
Kur'an, Hz. İsa aleyhisselam'dan bahsederken, O'nun ağzından çıkan ilk cümle şudur;

''Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. Onlar; ''Biz beşikteki bir çocukla nasıl konuşuruz?'' dediler.
İsa dedi ki; ''Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O, bana kitap verdi ve beni bir Peygamber yaptı.'' Meryem,29-30


Hz. İsa'nın ağzından çıkan ilk şey; ''Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum!''
Dikkatli bakmayı bilenler için bir mucize daha.
Allah-u Teala, neyin ne olduğunu ve olacağını bildiği için Hz. İsa'ya ilk söylettiği şey; O'nun kulu olduğu.

Yani Hristiyanlar, her şeyin başında yanlışa sapmışlar ve Allah'a hem çocuk, hem de ortak isnat etmişler.
Ve bunu bile bile, göre göre ''Hristiyanlar Hz. İsa'nın yolundadır'' diyen adam ne olur...?

4. Kur'an'daki Yahudi ve Hristiyanlar Hakkındaki Ayetler, O Dönem İçin Geçerlidir.
Kur'an'ın her ayeti kıyamete kadar geçerliliğini sürdürecektir. 


''Muhammedün Resulullah'' olmadan hiç kimse cennete giremez. Link

''İman nedir biliyor musunuz? Allah'tan başka mabut olmadığına ve benim son Peygamber olduğuma şehadet etmektir.'' Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Taberani, Nesai  Link


4. Allah'ın Rahmet Paylaştırması Link


Allah'ın rahmeti yalnızca müminler üzerinedir. Müminler de Allah'a, Allah'ın tarif ettiği şekilde inanan ve kulluk edenlerdir. İman; Allah'ın doğmadığına ve doğurulmadığına, tek olduğuna, kadir-i mutlak olduğuna ve Allah'tan gelen her şeye iman etmektir. Yani Yahudi ve Hristiyanlar dinlerinde kaldığı sürece kafirdirler. Kafirler de rahmete eremezler. Hatta Allah celle celalühü bizzat kendisi şöyle der;

''Onlar için ister bağışlanma dile, ister dileme, fark etmez. Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de, Allah onları asla bağışlamayacaktır. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkar etmelerinden dolayıdır.'' Tevbe,80

Bu ayetten sonra tekrar bakmakta fayda var;


5. Laiklik Aşkı  LinkLink

İslam'da din ile devlet birbirinden kesinlikle ayrılamaz. Zira Kur'an'da hem bireye, hem de devlete dair emir ve yükümlülükler vardır. Örneğin bireye; ''namaz kıl, oruç tut, zekat ver'' gibi şahsi emirler varken; devlete dair; ''hırsızlık yapana verilecek ceza, boşanma usulü, miras davası'' gibi emirler vardır. Kur'an'ın bu emirlerinden, bireye verilenleri kabul edip; devlete verilenleri reddetmek, Kur'an'ın hükmünü reddetmektir ve reddeden kişiyi ''kafir'' yapar.

Birkaç alim yorumu da alalım, gelenek bozulmasın;

1.Link         6.Link
2.Link         7.Link
3.Link         8.Link
4.Link         9..Link
5.Link        10.Link

Fakat gerek Gülen'de, gerekse onun The Cemaat'i de hala anlayamadığım bir şekilde laikliği savunuyor. Geçen bir başka The Cemaat mensubu arkadaşımla konuştum bu konuyu, adam ısrarla laikliği savundu, kafayı yedim. Çünkü liderleri ve abileri ''Müslüman siyasetle uğraşmaz, biz siyasetten uzağız, siyaset dalaveredir'' gibi cümlelerle, cemaatin her bir üyesinin beynini öylesine yıkadı ve yıkıyor ki; adamlar resmen laikliği savunur duruma geldiler. Kendi cemaatlerinin şiarını, Allah'ın indirdiğine tercih ediyorlar çünkü.


Fakat şeytandan Allah'a sığınırcasına siyasetten uzak durduklarını söyleyen bu adamlar, şimdilerde Chp ile iç içe, kucak kucağa. Ve o Chp ki, dün ''Müslümanlar yobazdır''dan; bugün cemaatçi bir kimliğe büründüler ve reklamlarında ''başörtülü'' kadınlar oynatmaya başladılar. Tabiki bunun sebebi The Cemaat ile olan işbirlikleri.

Ha unutmadan, siyasetten uzak durduklarını söyleyen bir adamın, bir hocanın şu fotoğrafları da çok ilgimi çekiyor doğrusu;






Bir hocanın bu kadar çok siyaset adamıyla, bu kadar sık görüşmesindeki hikmet nedir bilemicem..


Ve bugün kalkmışlar 28 Şubat'tan dem vuruyorlar.
28 Şubat zamanında sayın Gülen'in neler söylediğini hepimiz hatırlıyoruz, siz rahat olun. Bütün medya rahmetli Erbakan Hoca'ya yüklenirken, bir darbe zemini hazırlanırken, sayın Gülen kalktı bir televizyon programına çıktı. Erbakan dini siyasete alet ediyor, İslam'a zarar veriyor, laiklik tehlike altında, asker daha demokrat, ''hükumet ''beceremedik, elimize yüzümüze bulaştırdık'' demeli'' diyor, yeniden bir seçim olmalı veya kendileri bırakmalı diyor.. Diyor da diyor..

LinkLinkLink
Programın tamamı da burada; Link

Biz neden hemen darbe öncesinde bir hocanın oraya çıkarılıp bunların söyletildiğini anlayacak kadar akıl ve izan sahibiyiz elhamdülillah.

Yukarıda tamamını verdiğim Kanal D'de yayınlanan programın ertesi günü gazeteler şu manşetleri atmıştı;

Manşetler, programdan alınan konuşmalardan alınarak atıldı. Zira o program da tam olarak bunun için yapılmıştı.

Amaçlarına ulaşmış oldular.


Fakat dediğim gibi bugün utanmadan 28 Şubat'tan dem vurabiliyorlar. ''En çok biz zarar gördük'' diyebiliyorlar. Ben 28 Şubat'ta dershanelerin kapatıldığını hatırlamıyorum. Ayrıca başörtülü kardeşlerimiz okullarından atılırken, yerlerde sürüklenirken ''Allah onların evlerine ateşler salsın!!'' denildiğini de hatırlamıyorum.

Şimdi ''aman yok bedduaydı değildi'' edebiyatı yapmayacam. Ama isteyen, ''mülaane''nin tanımına şuradan bakabilir; Link  (Bi de şuna bakın; Link)

Zaten yeterince sakız olan bi konuyu burada uzatmak istemiyorum. Benim derdim imanla ilgili hususlar. Onun dışında dediğim gibi ne cacık yerlerse yesinler. Tabi bu abiler denilen güruhun bu olayı da yine peygambere bağlayıp; ''terk edilmiş sünnettir, uygulandığı için 1000 şehit sevabı alacak hoca efendi'' diyebilecek kadar kafayı yediklerini bilmenizi isterim. Yok efendim Ali İmran Suresi 61. ayette Allah böyle diyormuş falan.


Bu, tam anlamıyla şizofrenlik bir vakıa olmuş artık.
Bu adamlar şizofrenden ciddi anlamda farksızlar.
Kafirler hakkında inmiş ayeti, Müslümanlar hakkında yorumlayacak kadar şizofren ve kafayı yemişlik sendromu göstermekteler zira.


Ve bu arada şunu da kesinlikle eklemem gerekiyor;
Şimdi ben bu adamların iç yüzünü yazıyor ve eleştiriyorken, bir yandan da Said Nursi'ye vuranlardan değilim hacı, onu bi söyleyeyim.

Yok efendim neymiş Yeşilay'ın kurucularından biri de Said Nursi imiş.
-Eee?
Yani Yeşilay'ın kuruluşunda da masonlar varmış.
-Çok güzel, eee?
Yani mesele çok açıkmış işte, masonlar, Said Nursi, Yeşilay... Ohooo..

Bakın çok açık söylüyorum, bu da bir başka şizofrenlik vakıadır.
Yani Yeşilay gibi bir örgütün kuruluşunda rol aldığı için bir adama bu tür ithamlarda bulunmak sizce ne kadar akılla, mantıkla ve vicdanla bağdaşır? Eğer bir iddia ortaya atacaksan, mantıklı ve yeterli delil getir, onunla at. Deseler ki zamanında İttihat ve Terakki ile çalışmış, Sultan'a karşı durmuş falan, hadi ona tamam derdim. Ki sonradan bu hatasından da bahseder kendisi.

Mantıklı konuşalım.
Ben de o zaman sana şöyle bir örnek veririm;
Cumhuriyetin kuruluşundaki ''her bir birey'' ve üstüne basa basa, altını da çize çize söylüyorum bunu; ''her bir birey'' masondur. Ya en basitinden İttihat ve Terakki bir mason locası değil mi? Peki cumhuriyeti kuran da yine İttihat ve Terakki değil mi? E peki Yeşilay gibi kıçıkırık bir örgütün kuruluşunda mason parmağı görenler ve bu kuruluşa kim yardım ettiyse onu yaftalayanlar, cumhuriyetin kuruluşundaki masonlar için neden tek kelime etmezler?

Sebebi bu işte.
Bunlar da ayrı bir şizofren vakıa.
Sistemi eleştirip de sistemin kölesi olmak budur, başka bir şey değil.

Neyse.
Ben İttihat ve Terakki'yi uzunca yazacam inşallah.
Konumuza dönelim.

The Cemaat'teki kardeşlerimle çok konuştum bu konuları. Her seferinde de elle tutulur, gözle görülür ve akılla bağdaşır; reddedilemez deliller sundum onlara. Bu deliller karşısında ikna olurlarken, o adamların içlerine her girdiklerinde 180 derece dönerek geldiler yine bana. Ben de artık ''tamam'' dedim. Bu adamlara ne söylesen, ne göstersen boş. Çünkü o güruhun arasına girdiklerinde ''hoca efendi Peygamberle konuşuyo, bunların hepsini Peygamber emrediyo, ahirette sevabı çooooo....oookk büyük bu hizmetin'' gibi söylemlerle, bu insanları ''imanlarından vuruyorlar.''Çünkü benim dediklerimi tenkit edecek, akılla bağdaşır hiçbir örnek ve delil yok ellerinde; yalnızca iman sömürüleri var.


Lise zamanlarımda, üniversiteye hazırlanmak için bu evlerin çok uygun ve ideal olduğunu duymuştum o evlerde kalan arkadaşlarımdan. Ben de son sene birkaç arkadaşımla birlikte gitmeye karar verdim. Zira benim evde ders çalışmama imkan yoktu; sürekli arkadaşlarım çağırır, sürekli planlar yapılırdı. Evimizde ise her odada televizyon vardı. Bunun üzerine gittik bir eve, davet üzerine. Daha önce şunu çok duymuştum tabi; ''ya zorla namaz kıldırıyolar, kitap okutturuyolar''. Benim için ziyanı yoktu, zira namaz kılıyordum ve kitap okumakta da bir sakınca görmüyordum. Evden sorumlu abi ailelerimizle tanışmak istedi ve tanıştırdık. Kendilerini şöyle övüyorlardı her seferinde; ''bizim yanımızda çok iyi ders çalışır, herkes yardım eder, mutlaka kazanır. Sonra bu ergenekon var ya hani, işte onu da bizim abiler bitirdi, bizim askeriyedeki abilerimiz yaptı tasfiyeleri.....''


Biz de o zaman safız ya, inandık. Fakat sonra evde kalmak için bir ''mülakat'' yapıldı. Bildiğin orduya girerken seni nasıl iğneden ipliğe araştırırlar, aynen öyle yaptılar bize de. Kimlik numaralarımız, telefonlarımız, adreslerimiz alındı. Tek tek sorguya çekildik. Ve bana ilk olarak şu soruyu sormuşlardı; ''kız arkadaşın var mı senin yakışıklı?'' Ben de tuzak soru olduğu için ''yüoo'' dedim. Sonra baya bi kaşıdılar bu kız mevzusunu, ''en son ne zaman kız arkadaşın oldu, neden ayrıldınız, kızın gözleri de güzel miydi mübarek yühohoo'' gibisinden.


Sonrasında asıl mevzuya gelindi;
''Asker olur musun?''

Kesin bir dille ''hayır'' dedim.
Mülakat da orada bitti zaten.

Yüzüme evde kalacağımı ve çok eğleneceğimi söylerken, arkamdan arkadaşıma şunu söylediğini öğrendim;
''Arkadaşın kabul edilmedi.''
-Neden?
-Asker olmak istemiyormuş.


Yüzüme, hatta gözümün içine baka baka yalan söyleyen bu insanlardan o an inanılmaz tiksinmiştim.
Zira asker olmak istemediğim takdirde kabul edilmeyeceğimi söyleselerdi, hiçbir rahatsızlık duymazdım. Fakat karşılaşılması çok zor bir takiyye ve yalan yeteneği vardı her birinin.
Keza aynı durumu bir kez daha yaşadım sonra.
Ben de araştırmaya koyuldum ta o zamandan bu adamları.
Ta o zamandan beridir de herkese anlatmaya çalışıyorum, fakat onlar nefislerinin; nefisleri de sistemin kölesi olmuş. İmanlarını sömüren adamları canı pahasına koruyacak hale getirilmiş makinelere dönüştürülmüşler.


Geçenlerde milletin gözünün içine baka baka bir yalan haber yaptılar ya hani, benim cemaatteki arkadaşım ''yanlış anlama olmuş ne var'' diyebilecek kadar kafayı yemiş olduğunu gösterdi bana. İşte tamamı böyle bu cemaatin. Ciğerlerini biliyorum. Şimdi de Gazzeli kardeşlerimize terörist diyebildiler. 1948'den beri vatanları işgal altında olan Filistinliler ''terörist'', ama İsrail Mavi Marmara'da eli silahsız insanları katlederken ''otorite''!



      2.  Duruşları ve Tavırları

İslam'ı tahrif hareketlerinden sonra en çok dikkatimi çeken şey, The Cemaat'in ve The Hoca Efendi'nin bugüne kadarki kilit olaylardaki duruşları ve tavırlarıydı.

Örneğin; The Hoca Efendi, 1980 darbesini öve öve bitirememişti. LinkLink


Sonra 28 Şubat'ın hemen öncesinde, yukarıda tamamını verdiğim program başta olmak üzere birkaç programa katılıyor ve darbenin hemen öncesinin adeta ''dini zeminini'' hazırlıyor.

Onlardan birinde ''Askerlerimiz bazı çevrelerce anti-demokratik sayılabilirler, ama onlar anayasanın kendilerine verdikleri görevi yerine getiriyorlar. Hatta dahası, ben zannediyorum onlar bazı sivil kesimlerden daha demokrat. (...) Çok mantıki, çok yerinde davranıyorlar. (...)'' diyor.


Başka bir soru şöyle; ''İmam hatip okulları hakkında ne düşünüyorsunuz?''
The Cevap; ''İhtiyaçtır. Atatürk de, İnönü de açmıştır. Hatta herkes açmıştır. ''Bir tek Erbakan döneminde açılmamıştır. Bilmekte yarar var!'' Link


Başka bir konu; ''Bazıları laikliğe ve ''sekülerizme'' haksız yere hücum ediyorlar.''
Diğer can alıcı nokta; ''Neden bu ara çok duyuyoruz bu laiklik meselesini sizce?''
The Cevap; ''Belki laikliği, cumhuriyeti bu ölçülerde tehdit ettiği ancak şimdilerde anlaşıldı.'' Link


Başta Müslüman bir lider var.
Bu lider bir bilim adamı.
Bu lider, kendisinden önceki dibe vurmuş ekonomiyi alıp, dünyanın süper gücü olabilecek bir ekonomi seviyesine birkaç ay içinde çıkarabilmiş.
Bu lider, yerli otomobilin mucidi.
Bu lider, tıpkı Avrupa Birliği gibi bir İslam Birliği kurmak için görüşmelere başlamış...

Ve sen oraya çıkıyor; ''Laiklik bugüne kadarki en büyük tehlike altında!!!'' diyorsun.
Şimdi bunlardan hangisi Müslüman?


Tam 28 Şubat dönemi, ortalık ''laiklik, ilke ve inkılaplar, başörtüsü, irtica'' diye ucube kalıplarla yıkılıyor...
28 Şubat'çı medya, soluğu yine The Hoca Efendi'nin yanında alıyor. Sanki darbeye bir de ''dini fetva'' arar gibi bir halleri var çünkü. Bu darbenin gerekli olduğuna toplumdaki herkesi inandırmak istiyorlar; Müslümanları bile.


Bu sebeple Ertuğrul Özkök, The Hoca Efendi'ye soruyor; ''Başörtüsünün dindeki yeri nedir?''
The Cevap; ''Kadının başını örtme meselesi, bir iman meselesi ölçüsünde önemli değildir. Allah'a karşı kulluk, umumi manada kulluk meselesi ölçüsünde önem arz etmez bunlar.'' diyor. Ve The Hüseyin Gülerce de bunları bugün aynen onaylıyor. LinkLinkLink


Fakat bugün çıkıp ''28 Şubat'ın en büyük mağduru biziz'' diyebiliyorlar.
Diyebiliyorlar, çünkü işleri bu.

Müslüman cemaatleri de kendi taraflarına çekmek için var güçleriyle yalan üretmeye devam ediyorlar şuan.
İsmailağa cemaatini, Menzil cemaatini...

Yok efendim neymiş, ''Mahmud Efendi ve Gavs Sani Efendi, Erdoğan'a karşı The Cemaat'i destekliyormuşmuş'' LinkLinkLinkLink


Siz gerek 28 Şubat'ta, gerekse sonrasında bu Müslümanları arkadan vurduktan sonra, o Müslümanların hiçbiri sizi desteklemez. Emin olun.

Son olarak şunu söyleyip bitiriyorum;
Dikkat ettiniz mi?
The Cemaat'e karşı olanların hepsi Müslüman.


Yıllardır İsmailağa Cemaati olsun, Menzil olsun, Süleyman Efendi Cemaati olsun ve benim gibi Müslümanlar olsun hepsi bu adamlara karşı. Cübbeli Ahmed Hoca yıllarca karşı durdu. LinkLinkLinkLink
Kadir Mısıroğlu yıllarca karşı durdu. LinkLinkLinkLinkLink
Milli Görüş yıllarca karşı oldu. LinkLink


Bu cemaatten olan kardeşlerim bunu biraz düşünsünler. Neden hep Müslümanlar size karşı?
Neden gavurlar sizi methediyor iken, bu kadar İslam alimi, bu kadar İslam cemaati size, sizin görüşlerinize karşı? Bu kadar alim, ilim sahibi insan yıllarca The Cemaat'in yaptığı şeyleri eleştirdi, karşı çıktı. Fakat her defasında The Cemaat'in savunması ''bizim çok okulumuz var, hizmet yapıyoruz'' deyip, birkaç gözü yaşlı adam ile birkaç göz yaşartıcı, acıklı ve fedakarlıklarla dolu hikaye anlatmak oldu.
Link
Kimsenin size ''şu hizmeti yapıyoruz'' diye bir fikir dayatmasına izin vermeyin. Zira o zaten yapılması gerekendir. Siz, bunu yaparlarken veya yaptıklarını söylerlerken nelerden taviz verdiklerine, nelere zarar verdiklerine, neleri tahrif ettiklerine bakın.


Acizane tavsiyem ve dileğim budur.
Selam ve saygı ile...

OUSMANE SEMBENE

$
0
0

Birçoğu aksini kabullense veya görmezden gelse de, aynı dünyada yaşayan insanların bir kısmının ihtiyaçlarından çok fazla imkanlarla yaşayıp; diğer bir kısmının ise hak ettiklerinin milyonda birine bire sahip olmamaları, bana içinde yaşadığımız bu dünyanın çivisinin çıkmış; hatta o çivinin paramparça olmuş olduğunu hissettiriyor.


Televizyonumuzun karşısına geçip hayranlıkla izlediğimiz ve onlar gibi olmak istediğimiz batılıların; aslında ellerinde kan, ağızlarında ise insan eti olduğunu fark edemeyecek kadar, dünyadaki sistemi koruyan askerler haline gelmişiz.


Asırlar önce yaşayan atalarımızın ne için yaşadıklarını veya ne için öldüklerini hatırlayamayacak kadar bugünü yaşıyoruz.

Ve bir yandan nefret ettiğimizi söyleyip, bir yandan da içten içe hayranlık beslediğimiz bu dünyada, bugün öleceğiz. Dünümüzü hatırlamayı istemeden veya fırsat bulamadan; yarınımızı planlamadan veya onun için bir şeyler yapamadan; bugün içinde yaşayıp, bugün içinde öleceğiz.


Çünkü bizler gönül rahatlığı içinde eğlenmekten yorulup, yorgunluğumuzu atmak için McDonalds'a gidiyor ve koca bir hamburgerin yanındaki patatesleri ve bir de büyük seçim kolayı afiyetle yiyor ve içiyoruz.
Asla tereddüt etmeden.

Çok uzak değil, yanı başımızda duran ve açlıktan gözlerinin feri sönmüş insanların varlığını bilerek bunu yapıyoruz. Ve tüm bunlardan en önemli kısmı şu; içimiz çok rahat.

Çünkü olması gerekenin bu olduğuna ikna olmuşuz.
''Ben zengin isem, yemeye ve doyasıya eğlenmeye hakkım var.
İpin ucunu kaçırmaya da...

Çünkü bundan önce olduğu gibi benim karnımı doyuran şey artık yarım ekmek döner ve ayran değil;
havyar, karides, bir tabağı iki yüz lira olan ve o güne kadar adını bile duymadığım acayip bir deniz ürünü.
Bir bardağın onda birini dolduran üç yüz liralık bir şarap.

Gitmek istediğim yere otuz bin liralık araba beni götürmez, üç yüz bin dolarlık arabaya binmeliyim. Zira ikisinin de dört tekerleği, bir direksiyonu, bir de levyesi var; fakat istediğim asıl şey beni bir yerden diğer bir yere götüren bir araç değil; bir kişilikten başka bir kişiliğe dönüştüren bir araç.

Dünya üzerinde ne oyunlar döndüğü, kimin hakkının yendiği, kimin elinden ekmeği, suyu ve toprağı alındığı benim için önemli değil. Dünyada bir günde kaç insanın açlıktan öldüğünü düşünecek vaktim yok.
Bu arada dizim başlamak üzere...''


İşte aptallığın, manyaklığın ve gösterişin, kısacası olmaması gereken her şeyin normalleştiği, normal kabul edildiği bu dünyada Ousmane Sembene'den bahsetmek istiyorum sizlere.


Ben ondan bahsederken; ''Yok be, o kadar da yalnız değilmişim demek ki'' diye düşünürüm hep.
Sizlerin de onu tanıması gerektiğini düşünüyorum.


Ama ondan önce, konuya örnek teşkil etmesi adına küçük bir girizgah yapalım.
''Kanlı Elmas'' filmini duymuş, hatta birçoğunuz büyük ihtimalle de seyretmişsinizdir.
Hep film hakkında konuşmak istemişimdir ama bir türlü fırsat olmamıştı; nasip bu yazıyaymış...
Ben filme tek kelimeyle bayıldım.
Siyah kıt'ada nelerin nasıl döndüğünü biraz perde açmış bir film. En azından insanlar burada artık ne kadar büyük ellerce oyun oynandığı hakkında bir fikir sahibi olabilmiştir diye düşünüyorum.


İzlemeyenleriniz mutlaka izlesin.
Filmdeki birkaç repliği yazmak, sonra da Ousmane Sembene'ye geçmek istiyorum.
En sevdiğim replikler;

-Bana buraya bir fark yaratmaya geldim deme.
-Sen de para kazanmaya mı geldin?
-Daha iyi bir fikrim olmadığından geldim.
-Bu çok yazık.
-Pek sayılmaz. Barış gücü tipleri sadece kimseye yardımları dokunmadığını anlayıncaya kadar kalırlar. Hükumet sadece bir  yerde sürgüne gidebilmelerine yetinceye kadar çok çalana kadar iktidarda kalmak ister ve asiler iktidarı almak istiyorlar mı emin değiller. Çünkü ülkeyi yönetmek zorunda kalacaklar. Ama BA değil mi Matt?
-BA da nedir?
-Anlamı; Burası Afrika.

-Beş senedir bu ülke dünyaya hiç elmas ihraç etmediğini söylüyor. Yan komşusu Liberya iki milyar dolarlık elmas ihraç etti. Liberya'da hiç elmas olmadığı düşünülürse oldukça garip, öyle değil mi?


-Asiler elmas tarlalarının kontrolünü geri almış gibi. Sierra Leone hükumeti, bize oraya girip asileri temizleme görevini verdi.
-Siz asilere silah satıyorsunuz ve hükumet de onlar kullanınca sizi tutuyor. Güzel efendim.
-Hükumeti kurtaracağız ve onlar da minnetlerini gösterecek.
-Ve zengin olacaksınız...

-Ne kadar zamandır Afrika'dasın ha?
-Üç aydır.
-Hmm. Yani buraya diz üstü bilgisayarın, sıtma ilacın ve kayıt aletinle üç ay önce geldin. Ve her şeyi değiştirebileceğini düşündün. Bak sana ne diyeceğim; sen de Kanlı Elmas satıyorsun.
-Sahi mi?
-Evet.
-Söyler misin nasıl oluyor?
-Çıkardığım taşları kim alıyor sanıyorsun? Kitaplardaki bir düğün ve parlak bir taş isteyen Amerikan kızları.. Tıpkı sizin dergilerinizdeki parlak reklamlarda olduğu gibi. O yüzden lütfen buraya gelip beni yargılama olur mu... Ben bi hizmet veriyorum. Dünya elimizdekini istiyor ve onu ucuz istiyorlar. Bu işte birlikteyiz. Uyan artık hayatım.

-Ben taşları sınırdan geçirdikten sonra, yerel alıcılar onu Monrovia'da bir aracıya götürüyor. Gümrükçülere rüşvet veriyor; elmasların Liberya'dan çıktığını belgeliyor. Böylece yasal olarak ihraç ediliyorlar. Andverd' deki alıcılara ulaştığında, elmaslar ayırma masalarına koyuluyor. Başka soru sorulmuyor. Hindistan'a ulaştıkları zaman, kirli taşlar, dünyanın her yanından gelen beyaz taşlarla karıştırılıyor. Ondan sonra da diğer elmaslara benziyorlar.
-Ve Van de Kaap bunların hepsini biliyor?
-Evet.
-Londra'ya gittiğimde Simons'la tanıştım. Arz ve talep... Arzı kontrol et ve talebi yukarıda tut. Taşları piyasadan uzak tutmak için, satın alıp sakladıkları bir yeraltı kasası var. Bu şekilde fiyatı yukarıda tutuyorlar. Asiler piyasaya milyarlarca dolarlık işlenmemiş taş sürmek istiyor ama, ''elmaslar ender bulunur'' diyen Van de Kaap gibi bir şirket bunun olmasına izin veremez. Özellikle de bazı aptallar bir nişan yüzüğüne üç aylık maaşlarını yatırırken bunu yapamazlar.


-Afrika'da el kesmeye önce Belçikalılar başladı. Kral Leopold, onları hizada tutmak için Kongo'daki her yüz köleden birinin elini kesti.


-Kalbim bana hep insanların iyi olduğunu söyler; deneyimlerim ise tam tersini...


-Biz komünizmle savaştığımızı sanıyorduk, ama her şey kimin ne aldığıyla ilgiliydi. Fildişi, altın, kauçuk, elmaslar...


-Sanırım beyazlar elmaslarımızı istiyor. Ama kendi halkım bunu birbirine nasıl yapar... Bazı iyi insanlar, siyah derimizin içinde bir terslik olduğunu söylüyorlar. Beyaz adam yönetse daha iyi olur diyorlar. Benim oğlum iyi biri. Ve büyüdüğü zaman, barış geldiği zaman; burası bir cennet olacak...


Afrika'daki savaş ve sömürü trafiği hakkında belki bir yazı yazabilirim.
Zira çok konuşmak istediğim bir konu.


Ve gelelim Ousmane Sembene'ye...

Ousmane Sembene, 1923 yılında doğar.
Senegallidir.
Yönetmen, yapımcı, senarist, yazar ve şairdir.
Kendisi Afrika ve dünya sinemasının ilk, örnek yönetmenlerinden.
Ülkesini ve tüm Afrika'yı bilinçlendirmek için kitap yazmaya başlar. Fakat Afrikalılar, çok fazla kitap okuyan veya okuyabilen, ya da okumaya fırsat bulamayan bir toplum olduğu için, kitap yazarak fazla bir şey yapamayacağını anlar. Zira Senegal'de bir de Fransızca, zorunlu dil olarak konuşuluyordur. Bu da halkın okuma yazma seviyesini ve becerisini olumsuz yönde etkiler.

O da ''sinema''yı seçer.
O zamanlara kadar Afrika'nın sinema hakkında bilgi değil; fikri dahi yoktur.
Afrika'nın gerçeklerini anlatır filmlerinde. İnsanların bunlara tepki vermesi için uğraşır. Özellikle La Noire De filmi çok meşhurdur.


Son filmi ise Cannes film festivalinde ödül alan Moolaade'dir.

Ve Sembene, tüm hayatı boyunca yapımcılığını yaptığı, yazdığı ve yönettiği filmlerle çok beğenilir ve takdir toplar. Ve 1997 yılında İngiltere kraliyet ailesi tarafından özel ödüle layık görülür.
Kraliçe Özel Onur Ödülü.

Kendi kurdukları sisteme karşı çıkanları ödüllendirerek, hem dünya üzerinde var olan kötü şeylerle hiçbir alakası yokmuş; hatta onlara karşıymış gibi görünmek, hem de kendilerini eleştiren bu adamlara dünyanın gözü önünde ödül vererek ''umarız bundan sonra susarsın'' gibi bir mesaj verirler.


Fakat Ousmane Sembene, bu ödülün ne anlama geldiğini bilecek kadar akıllı bir adamdır.
Ödülü almak için İngiltere'ye gider ve törene katılır.
Ödülün kendisine verilmesi için sahneye çıkar.
Haliyle bir teşekkür konuşması yapacaktır.
Ve teşekkür eder;
''Sayın bayanlar baylar.
Konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim için hepinizden özür dilerim.
Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahip olduğunuz sistem içinde, sizin tarafınızdan payelendiriliyorum.
Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngiliz diline tercümesini koltuklarında bulabilirler.

İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde ise topraklarımız vardı.

İngilizlerin dinini, dilini öğrendik.
Uzak dünyadan yeni dil ve yeni din, bizi hep çalışmak zorunda olan itaatkar köleler yaptı.
Özgürlük için her karşı geldiğimizde, bizi birbirimizle savaşmak için ikna ettiler ve silah verdiler.
İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı.
İngilizlerin kutsal dini, bizim kavgacılığımızı kullandı; evlatlarımızı savaşçı yaptı.
Hem de sadece kendi kardeşleriyle savaşan, dünyayı İngiliz dilinden ve İncil'den ibaret sanan vahşi savaşçılar.

Hastalıklar yaydılar.
Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar.
Atalarımızı zincirleyerek, büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.
O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek için sanatçılarına ve fikir adamlarına, sadece kendilerini kapsayan insan tarifleri yaptırdılar.

Her çeşit yiyeceğin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler.
Toprağın altındaki yanıcı, siyah cehennem kanı için bizi öldürdüler.
Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler.

Her gelen gemiden, kıyımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı.
İlk gelenler zulmettiler; arkasından gelen arkadaşları, zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler.
Bugün gelenler de, hala aynı sistemle işgale devam etmekteler.

Yeni ilaçları, biyolojik silahları ve hastalıkları deneyen gönüllü doktorlarınızı istemiyoruz.
Emperyalist sisteminizin geri dönüşüm ekonomisiyle, aslında sömürü olan yiyecek ve yardımlarınızı kabul etmiyoruz.

Birbirimizi anlamamızı zorlaştıran, şarkılarımızı ve masallarımızı unutturan fakir dilinizi reddediyoruz.
Çağdaş dünya daveti içindeki, bizi zorla şekillendiren yüzeysel sanat kuramlarınıza karşı çıkıyoruz.
Özgürlüğümüzü ilan ediyor;
Afrikalı insanlar olarak doğup, Afrikalı ölmek için bütün Avrupa'yı topraklarımızdan kovuyoruz.


Birbirimizi öldürelim diye bize öğrettiğiniz ırkçılığı,
Felsefe adına önümüze sürdüğünüz batının sığ kafalı laflarını,
Hukuk adına yaptığınız bütün gösterilerinizi
Ve sanat diye dayattığınız bütün estetik öğretilerinizi Afrika topraklarından silene kadar,
Afrika sizinle savaşacaktır.

Siz kabul etmeseniz de bir Afrikalı, en az dünyanın herhangi bir yerindeki bir batılı kadar onurludur.
İnsan onurlu doğar.
Hiçbir insanın, kraliçenin vereceği onura ihtiyacı yoktur. ''


Der ve ödülü almadan salonu terk eder...
Der ve bizleri utandırır..

Selam ve saygı ile...

DİNLER ARASI DİYALOG

$
0
0

Selamın aleyküm.

Daha önce bu konu hakkında birkaç yazı yazmıştım. Fakat bir de olayı iyiden iyiye anlamak için, inceden inceye üstünde durmak gerektiğini düşündüm. Buna binaen de dinler tarihi başlıklı altı tane yazı yazdım.


Çünkü bir şeye karşı çıkacaksak, bunu körü körüne değil; sebepleriyle yapmamız lazım.
Müdellel olmamız lazım.
Olmamız lazım ki, biri çıkıp da ''gardeşim ne var bunda yıa siz de çok şieysiniez'' gibi muhalif tavırlar sergilerse, o sümsüklere ''al işte bu yüzden anasını satıyım! Kaybol şimdi! '' diyebilelim.


O zaman bizi serbest bırak da gidelim hacı.
Let us go.

Şimdi öncelikle bu diyalog meselesine mantıklı bir bakışla başlayalım.
Söz konusu olan şey, yani diyalog bence çok ama çok yararlı, ve eşi bulunmaz bir fırsata dönüşebilecek bir olay.

Bunun sebebi;
Çünkü bize diyaloğa girmemizi söyledikleri adamlar; Yahudi ve Hristiyanlar.
Yani bir yaratıcıya, başlangıç ve bitiş gününe, ölümden sonra tekrar dirilmeye yani ahirete, cennet ve cehenneme inanan insanlar.


Yani en temel noktaları çok sağlam.
Bu adamlara kalkıp da ''olum bak mal mısın sen? nasıl her şey tesadüften meydana gelir olum, ispirto mu içiyosun sen? keçi mi kemiriyosun anasını satıyım?'' demeye asla ihtiyacımız yok.
Adamlar 1-0 önde başlamışlar zaten.


Fakat tüm bunlara inanmalarına rağmen, işin sonunda hepsi başka bir yola sapmış ve haliyle sapıtmışlar.
Tam da bu yüzden diyalog, Müslümanlar için bulunmaz bir fırsat olabilir.


Zira bu adamların Allah inancı ve bununla birlikte en temel inançları var, sen zaten buna inanan adamlara bir de Kur'an'daki ve İslam'daki inanılmaz mucizeleri gösterirsen, kalbi taşlaşmamış ve gözleri körelmemiş ise, çok büyük ihtimalle Müslüman olacaktır.

Bunun için yapılması gereken şey de, bu insanlara İslam'ın ne olduğunu ve ne olmadığını anlatmaktır.
Ki benim gördüğüm birçok Hristiyan da bu yüzden Müslüman oldular zaten.
Hristiyanlık olsun, Yahudilik olsun inanılmaz çelişkiler ve akılla bağdaşmayan fikirler barındırdığı için, bu insanlar hem beyinlerini, hem de kalplerini tatmin edecek yegane şeyin İslam olduğunun farkına varıyor.

Şu Hristiyan klişesi vardır ya hani ;

-Peder, İncil'deki bu şey çok saçma ama, bu bilime aykırı!
-Bu noktadan sonra bilimi unutman lazım evladım, yalnızca kalbinle iman edeceksin.
-What the hell are you talking about right now man! That's crap!

amenoo
Bu kilise, bu adamları 2000 yıldır nasıl hala aynı saçmalıkla kandırabiliyo hacı ya?
Tanrı hata yapar mı lan?
Neyse.
Biz devam edelim.

Bahsettiğim şekilde yapılacak olan diyalog, elbette sakıncasız olmakla birlikte İslam adına yararlı olacaktır.
Fakat bahsettiğimiz ile yaşanan arasında, dağlar hatta okyanuslar var maalesef.
Şuan yürütülmekte olan diyalog faaliyeti, çok açık bir şekilde bir projeye hizmet etmekte ciğersizler.


Yapılan tüm faaliyetler, İslam kanunlarının dışına çıkmış durumda.
Fakat Hristiyanlar olsun, Yahudiler olsun kendilerinden zerre kadar taviz vermiyor.
Eğer diyalog olacaksa, İslam'dan taviz verilmemesi gerekmez mi peki?
Eğer taviz veriliyorsa bunun adı ''diyalog'' mudur, yoksa ''bir yerde buluşma'' mı?


Lafa dünya turu attırmadan, yapılan tavizlerden bahsedelim.
Mesela önce temelden başlayalım.
Bu iş medyaya ve halka sunulurken kullandıkları cümle şöyle başlar ; ''İbrahimi dinler...''
Balık baştan kokuyor gerçekten.
Yalnızca bu lafı söylemek bile bir Müslümanı dinden çıkarır hacı.
Bu Hz. İbrahim'in üç tane dine sahip olduğu veya üç dinin de onun dininden ortaya çıktığı veya üç dinin de atasının o olduğu yani tüm bu dinlerin hak din olduğu anlamına gelir; kimse zorlamasın veya itiraz etmesin, başka hiçbir anlam çıkmaz bu laftan.

Olay baştan yanlış bir kere. Baştan batıl.
Bakara Suresi bize der ki ;

''Rabbin, ona ''İslam ol!'' emrini verince, o ''Ben alemlerin Rabbine teslim oldum.'' dedi.
''Bu dini, İbrahim kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da öyle yaptı ; ''Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!'' dedi.  ''131,132''


Bu ayetlerde ''İslam ve Müslüman'' kelimeleri açıkça zikredilmiş.
''İbrahimi dinler'' adı altında, diğer dinlerin de Hz. İbrahim'den türediğini söylemek de insanı dinden çıkarır, şöyle ki ;


''Yoksa siz İbrahim de,İsmail de, İshak da, Yakub ve onların torunları da hep Yahudi ve Hristiyan idiler mi demek istiyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah'ın şahitlik ettiği hakikati bile bile inkar edenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.''


Yahudi ve Hristiyanlığın, Hz. İbrahim ve onun soyundan gelen peygamberlerle hiçbir alakası olmadığını bize bizzat Kur'an' söylüyor. Zaten ben de Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında bu yüzden bu yazıları yazdım ki, nasıl ortaya çıktıklarını herkes bilsin.

Yahudilik de, Hristiyanlık da insan eliyle yapılmış dinlerdir.
Her peygamber kendilerine aynı mesajı getirmiş olmasına rağmen, bu mesaj insanlar tarafından tahrif edilmiş ve değiştirilmiştir.

Bu yüzden ''Önceden Hristiyanlık hak dindi'' demek de, yine İslam çizgisinin dışına çıkmak, yani dinden çıkmak, yani kafir olmaktır.

Sebebine gelince,
Kur'an'la sabit olduğu ve benim de delilleriyle gösterdiğim üzere, Hristiyanlık tamamen insan yapımı bir dindir. Bir toplantı salonunda, siyasi emeller için kurulmuştur. Ve insan eliyle kurulan hiçbir din, hiçbir zaman hak din olamaz. Buradaki ince olay şudur ; ''Hz. İsa zamanında ona inananlar, Hz. İsa'nın mesajına iman edip onunla amel edenler.'' Yani İsa'ya tabi olmak.


İşte bunun adı Hristiyanlık değil, İslam'dır.
Zira ilk peygamber dahil tüm peygamberler, insanlığa aynı mesajı vermişlerdir, bu mesaja din denir, ve mesaj tek olduğu için ; din de tektir. O din de İslam'dır. Bu dine inananlara da Mümin ve Müslüman denir.


Aynı durum Yahudilik, yani Musevilik'te de geçerlidir.
Kısacası Hz. İsa da, Hz. Musa da Allah'ın hak ile gönderdikleri ''İslam Peygamberleri''dirler.

Bu da şu demektir;
Ne Yahudilik, ne de Hristiyanlık asla ve asla hak din olmamıştır.
Hz. İsa ve Musa Müslümanlar iken, nasıl Yahudilik ve Hristiyanlık denilen insan uydurması bir isim ve din hak din olabilsin...?


''Hristiyanların peygamberi Hz. İsa, Yahudilerin peygamberi Hz. Musa'dır.'' ifadesi de en çok kullanılan ifadelerdendir. Fakat bu söz de insanı yine dinden çıkarır, sebebi ise aynı ;
''Tüm peygamberler İslam peygamberidir!''


Hz. Adem, oğullarına Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini anlatmıştı.
Onlara Allah'tan gelen her şeye şükür etmelerini, her şeyi yalnız Allah'tan istemelerini öğretmişti.
O'ndan başka hiçbir tanrı yoktu çünkü.


Fakat insanlar çoğalıp, dünyada farklı bölgelere yerleşince, şeytan onlara babalarının mesajını unutturdu.
Başka tanrılara tapmayı öğretti.
Allah'a şirk koştular.
En sonunda da Allah'ı unuttular.

Fakat Allah onlara, unuttukları şeyi tekrar hatırlatmak için tekrar peygamber gönderdi.
İnsanlar kısa bir süre için gönderildikleri bu dünyayı o kadar sevmiş, heva ve heveslerine o kadar kapılmışlardı ki, gönderilen peygambere inanmadılar. Onu yalanladılar.

Bunun üzerine Allah bu gibi birçok kavmi helak etti, çünkü yeryüzünde Allah'ın adı hiçbir insan tarafından anılmayacaksa, o insanların yaşamalarının ne anlamı vardı ki?
Allah insanları yalnızca kendilerine kulluk etmeleri için onları dünyaya göndermişti.

Her gönderilen peygamber, insanlara unuttukları şeyi hatırlatmak için gönderilmişti.
Fakat insanlar ve şeytanlar sonunda bu mesajı da tahrif etmeyi başardılar. (Yahudilik)
Mesaj tahrif olduğu, insanların yine haktan uzaklaştığı için Allah, bir kez daha peygamberler gönderdi.
Fakat tuttular bu kez bu mesajı da tahrif ettiler. (Hristiyanlık)


Ve bunu o kadar iyi yaptılar ki, ''İslam'' kelimesini dahi tarihten ve dinlerinden sildiler.
Dinin adına ''Hristiyanlık'' dediler, ''Yahudilik'' dediler.


Artık vaad olunan süre dolmak üzere olduğu için, son bir peygamber gönderildi Allah tarafından.
Son peygamber çünkü, O'ndan sonra kıyamet kopacak ve dünya hayatı sona erecek.
Ve ilk insandan bu yana sürekli insanlara hatırlatmak için gönderilen ve sürekli değiştirilen o mesaj, son peygamberle birlikte artık kıyamete kadar değişmeyecek.

İşte tüm bu sebeplerden dolayıdır ki, bu proje baştan çuvallamıştır. Ki zaten bu, siyonizmin Müslümanları bir kez daha yozlaştırma projesinden başka bir şey değildir. İnsanların imanlarını ellerinden almak için 200 yıldır yapılan projenin yalnızca çağdaş versiyonu.


Tüm bunların başında olaya ''ilahi veya İbrahimi'' dinler demek bile, bu yolun ne derece sapık olduğunun kanıtıyken devamı çok daha sapıkça ; ''Hristiyan ve Yahudiler de cennete girebilir''


Bakın en basitinden başlayarak bu işin ne boyutlara vardığını hatırlayalım.
Hristiyan olan Türk gençleri..
Müslüman olmak isteyen Hristiyanlara, ''gerek yok siz de cennete gideceksiniz zaten'' demek..
''Ehli kitapla amentüde ittifakımız var''demek..
''Bir Müslümanın bir Hristiyandan farklı söyleyeceği bir şey yok''demek..
Hakkında filmler yapmak..
Diziler yapmak..
Subliminaller vermek..
Gazete ve televizyonlarda haberler yapmak..
Muhammed'siz ezanlar okumak..
İmam, haham, müftülerle birlikte sırattan sembolik geçiş yapmak..
vs. vs..

Bakın Müslümanların çoğunluğu, bu saatten sonra ''hadi ben Hristiyan oluyorum'' demezler, arada elbet olanlar olur ama, toplumun ekserisi bunu yapmaz. Fakat ne olur biliyor musunuz, Müslümanları Hristiyanlardan ayıran hiçbir özellik kalmaz. Dinini kaybeden toplum, bağımsızlığını da kaybeder; Afrika örneğinde olduğu gibi.

Bazılarınız olayın boyutu hakkında fikir sahibi bile değildir.
Bunun ne derece ciddi bir konu olduğunu, gündemden düşmüş gibi göründüğünü fakat tam tersine tüm hızıyla devam ettiğini bilmez.
Çünkü bazılarının derdi din değildir, kendisi cumadan cumaya camiye gider, onda da ne yapılması gerektiğini bilmez; hutbeyi okumadan namazın kabul olmayacağını, cuma namazının 6 rekat değil 10 rekat artı hutbe olduğunu, hutbe okunurken de namazda gibi hareket edilmemesi gerektiğini bile bilmez. Fakat sorsan alimdir, İslam'ı da çözmüştür iki yüzlü orman çekirgesi!


Dünyanın her yerinde diyalog merkezleri açılıyor mesela, farkında mısın arkadaşım?
Ha senin için senden başkasının değeri yok tabi, o ayrı mesele.
Ama kıçıkırık kadın programlarında bile bu sapıkça diyalog mesajları insanlarımızın beynine çivi gibi çakılıyor, onun farkında mısın arkadaşım?

Amerika'da yaşayan kardeşlerimiz bile bunun farkında ve bu konuda bir şeyler yapmaya çalışıyorlarken, Latin harfleriyle iki tane ayet okudun diye kendini alim addeden arkadaşım, bunun farkında mısın şekerim?

Ha şeker parem?
Ha bal kabağım?

Bu zehirli projeyi yürüten de bizzat Zaman, Samanyolu ve bunların sahipleri.
Hani kaset çıkaracak kadar güçlü ve çirkin bir insan güruhu var ya, işte onlardan bahsediyorum.

Resmen Hristiyanlığı öven diziler yapmadılar mı?
İnsan iki dinli olur mesajı veren diziler?
Hem Hristiyan, hem de Müslüman başlıklı gazete haberleri..?


Müslüman bir kadının Hristiyan bir erkekle evlendirildiği haberini siz yaptınız mı yapmadınız mı kardeşim?
Orada haham, müftü ve papazın ne işi var peki?
Neden üçünün huzurunda yapılması gerekiyor bu işin?


Misyonerlik faaliyetleri inanılmaz dereceye ulaştı, bizim kendini alim sanan; her konuda yorum yapan ama Müslümanlar için kılını bile kıpırdatmayan moronlarımız var ya hani, işi de zaten onlar bozuyor hep.


Müslümanlarda birlik anlayışı kaybolmuş. Herkes kendisini dünyanın tek Müslümanı zannediyor, bu da zaten üzerimizde oynanan oyunun ne derece başarılı olduğunu gösteriyor. Yakında kiliselerde vakit geçiren Müslümanlar görürüz, ve buna şaşırmayız dahi. Çünkü biz birbirimizden uzaklaştıkça; onlar bize yaklaşıyor.
Hiç ''yok canm o kadar da dğlll'' falan demeyin, bundan 200 önce batılılar ''Müslümanları yenmek için hilafeti kaldırmamız lazım'' dediklerinde, bizimkiler yine ''yok cnmmm o kadar da dğllll bööö :))'' demişlerdi.
Geldiğimiz duruma bakın.

Şu videodaki adamın ne derece rahat ve kendinden emin konuştuğuna dikkat edin.

Bu tahminleri bu kadar açık ve net olarak nasıl yapabildiğini ben merak ediyorum doğrusu.

Ülkenin bir takım mecralarınca ''ünlü'' diye tanımlanan insanlarının, televizyonda veya üniversitelerde toplumun dini değerlerini mantık dışı bulduklarını söylemeleri, kimse tarafından dikkat çekmiyorsa, o toplum ''hasta adam'' olmuştur zaten.
Allah şifa versin.

Daha önce de karşılaştığımız gibi ; işin içinde her zaman ''para'' vardır.



Tüm dünyada sistem değişirken, en önemli unsur olan fikirler de değişmeli.
Fikirleri yönlendiren en önemli unsur da daima dinlerdir.
Yeni haçlı seferlerinin yine bu coğrafyaya yapılacağını hesap edersek, bu plan yine bize uygulanacak demektir.

Yeni bir din üretilmek isteniyor kısacası.
Yazıyı bitirmeden şunu da ekleyeyim.
Kimse ''La ilahe illallah'' derse Müslüman olmaz, Müslüman olmayan da cennete giremez.
Agnostikler de, deistler de ''tek bir yaratıcı var'' derler, bu onları cennete götürür mü şimdi?
Hz. İsa'nın tanrı veya tanrı oğlu olduğuna inanan her insan cehennemin dibinde yanacaktır arkadaşım, olay açık ve net. Nokta. Ünlem.


Aksini söyleyen de çok açık Kur'an'a ters düşer, İslam'a ters düşer ve bunlara ters düşen de ''Stalin gibi kafir olur, Ebu Cehil gibi kafir olur, Firavun gibi kafir olur...'' o kadar.
İndir o eli arkadaşım.
O kadar diyorum sana.


Kendisine ''cemaat'' diyen, Müslüman olduklarını söyleyen ve başlarındaki kişinin de ''hoca efendi'' diye anıldığı bir topluluk, sahibi oldukları medya organlarında hem dinler arası diyalog denilen sapıklığı finanse ve reklam ediyor; hem de dün ''haram'' dediklerini bugün ''helal''miş gibi gösteriyorlar.


Sevgililer Günü denilen bir rahibin gününü kutlayanları reklam etmekle kalmamış, ''Sevgililer Günü'' diye de güzel bir başlık atmışlar.


Dün haram dedikleri Coca Cola'nın bugün reklamını yapmaları ve bundan para kazanmaları nasıl açıklanır acaba, çok merak ediyorum ben hacı.


İşin kısası öyle bir devirde yaşıyoruz ki, devir evliya olmak değil; iman kurtarma devri.
Çünkü bütün saldırılar imanımıza yönelik.
Şeytan senin namaz kılıp kılmadığına değil, öncelikle imanına bakar, önce onu almaya çalışır ; böylece yaptığın her amel boşa gider. Sabaha kadar namaz kılsan da, yıllarca oruç tutsan da imanın olmadığı için gideceğin yer aynıdır.

Bu yüzden imanınızı kurtarın ciğerler.
Bilin, öğretin, yayın.
Al, ver, ekonomiye can ver yani.

Saygıyla selamlıyorum ve sizi seviyorum.
Esselamu aleyküm..

SENARYO

$
0
0

Selamın aleyküm.
Çok kısa bir iki kelam edecem.

Ülkenin ne kadar karışık olduğu malumunuz.
İleriki günlerde gündem bundan daha aşağı seviyede olmayacak. Seçim saatine kadar, seçim anında ve özellikle de seçim sonrasında tansiyon çok fazla yükselecek.

Seçimler sırasında birtakım sansasyonel olayların olması sizi asla şaşırtmasın. Oy çalma iddiaları, manipülasyon iddiaları, şiddet iddiaları gırla gidecek.

Çıkar mı bilmiyorum ama birkaç kaset daha çıkarabilirler. Hükumet de bu olayların üzerine birkaç radikal karar daha alabilir. Bu radikal kararlar da, kapı gıcırtısına eylem yapan gezi zekalıları tekrar sokağa dökebilir.

Aklınıza gelen hiçbir şey şuan için abartı değildir bence.
Zira bu seçimler, The Cemaat denilen İsrail ve Amerikan otoritesi aşıklarının ölüm kalım mücadelesidir. Var ya da yok olma mücadelesidir. The Cemaat üyeleri ailelerine ''Akp'ye oy verirseniz hakkımı helal etmem'' diyebilecek kadar ileri gitmiş durumdalar keza.

Ve bu yapının kırk yıldır devletin, askerin, polisin, medyanın ve siyasetin ne kadar içine sızdığını düşünürsek, yapabileceklerini hayal dahi edemeyiz.

Şöyle söyleyeyim;
Yıllardır askeri sınavların sorularını kendi adamlarına verip, o adamları orduda kilit yerlere getirdiler. Hatta geçen yazıda dediğim gibi asker olmayı kabul etmeyenleri evlerine kabul etmezler. Bir keresinde en yakın arkadaşlarımdan birinden şunu duymuştum; ''Abi yeterince polisimiz var, bize asker lazım diyor''

Gezi parkı olaylarında durduk yere insanlara gaz sıkan ve sert müdahale eden bir takım polislerin ayarlandığını hatırlarsak, neyin ne olduğunu belki bir nebze anlarız.

Siyasete sahipler.
The Cemaat'in Chp ile olan ittifakı sebebiyle, Chp reklamlarında kapalı kadınlar ve sakallı-takkeli adamlar görmeye başladık. Başörtüsü kanununa ilk karşı çıkan Chp'nin genel başkanı ''üniversitelerde başörtüsünü ben serbest bıraktım'' der oldu. Çünkü The Cemaat'ten bu yönde talimat alıyor. Link <->Link


The Cemaat üyeleri Chp'ye oy vereceği için, partinin olabildiğince dine yakın olduğu gösterilmesi gerekiyor.

Eğer seçimlerden Akp lider çıkarsa, genel seçimlere kadar ülke içinde çok ama çok büyük kargaşalar çıkacak. Ve genel seçimden de yine Akp lider çıkarsa, büyük ihtimalle bir iç savaş kaçınılmaz gibi görünüyor. Çünkü doğu yarım kürenin tamamen karışması gerekiyor. Mısır, Suriye, Irak, Lübnan, Afrika, Ukrayna, Kırım ve daha birçok doğu yarım küre ülkesi.


Suriye hakkındaki konuşmaları bile dinleyen ve bunu dünyaya servis edenler, sizce ülkede içi savaş çıkarmaktan çekinir mi? İsrail'i otorite kabul eden, Amerika ile aramız bozulmasın diyen, Amerikan senatosunda dahi lobileşen, Birleşmiş Milletlere kadar girebilen, FBI ofislerine ve ajanlarına ''aşure götürüyoruz'' gibi sebeplerle girebilen insanlardan bahsediyoruz burada.

Gerekirse bir suikast, bir saldırı veya bunun gibi birkaç sansasyonel olay çıkarabilirler hakeza.
Kitleleri toplu halde sokağa dökebilecek herhangi bir olay.
Ve ne olursa olsun, sokağa çıkmak için can atan aptallar yüzünden ülke iç karışıklığa gidecek.


Mustafa Koç'un Pensilvanya'da The Hoca Efendi ile ne konuştuğunu düşünür oldum bu ara.
Gezi olaylarının finansörü olan Koç ailesinin lideri, bir hoca ile ne görüşür, neden görüşür?

Ben etrafınızdakileri, bu tür bir karışıklık çıkarmak amacıyla pusuda bekleyenler için uyarmanızı isteyecem, fakat biliyorum ki sokağa çıkmaya ve ülkeyi yakıp yıkmaya can atan adamları ne yapsak durduramayız. Bu ülkeyi ve dünyayı karıştırmanın tek yolu kitleleri sokağa dökmek. Bunun için gezide ölen her insanı medya, bir diğer eylem için dünyaya pazarladı ve pazarlayacak. Sokak olayları sırasında birkaç ölüm daha olacak, bu da akabinde diğer eylemleri getirecek. Eylemler devam ettikçe, karşı görüşe sahip insanlar bilenecek ve sonunda onlar da sokağa çıkacaklar. Olayın gideceği yer de; iç savaş.


Etrafımızdaki ülkelerin hepsinin karışması tesadüf değil, jeopolitik ve tarihsel konumumuz nedeniyle de bizde de aynı karışıkların çıkması kaçınılmaz gibi görünüyor.

Allah vatanımızı, milletimizi, birlik ve beraberliğimizi korusun.
Saygı ve selam ile..


ŞEHZADE MUSTAFA

$
0
0

Selamın aleyküm hacı.

Kısa bir yazı olacak.
Sadece konuşmak istediğim birkaç şeyden bahsedecem; gerisi size kalacak.

Ama önce Mısır'da darbe karşıtı 529 kişiye verilen idam kararıyla başlamak istiyorum.
Hatta önce bu karara Müslümanların verdikleri tepkiyle başlamak istiyorum.


İslam'ı ve Müslümanlığı yalnızca namaz kılmak, oruç tutmak, Kur'an okumaktan ibaret sanan geri zekalılar, sözüm size;

Resulullah sav'in deyimiyle; sizin okuduğunuz Kur'an, boğazınızdan aşağı geçmemiş ve hala da geçmiyor.
Kız arkadaşına dallamanın teki yan baktığı için dünyayı ayağa kaldıran, bütün arkadaşlarını toplayan veya kendisine etmedik küfrü ve tehdidi bırakmayan gavatlar, Allah'ın kendilerini kardeş kıldığı ve birbirleri üzerine sorumluluk yüklediği diğer Müslümanlar için ağzını açıp tek kelime etmiyor bugün.


İş siyasete gelince herkes William Wallace, kapitalizme gelince herkes Tyler Durden, komünizme veya sosyalizme gelince herkes Karl Marx, sözde ırkçılığa gelince herkes Nelson Mandela...


Ama İslam'a, Müslümanlığa gelince herkes kendisine Müslüman.
Herkes namaz kılan Müslüman.
Herkes oruç tutan Müslüman.
Herkes kendince İslam'ı anlayan ve yaşayan, bunun sonucunda da Allah'ın kendisinden razı olduğunu ya da olacağını, onun sonucunda da cennete gireceğini düşünen bedavacı, uyanık, babasının en zeki çocuğu Müslüman...


Ben birilerinin yüzüne tüküreceksem eğer, önce bu zulmü yapanların yüzüne değil; bu zulmü görüp de Lady Gaga'nın kıçındaki tek göz kadar konuşmaya değer görmeyen Müslümanın yüzüne tükürürüm. Eline klavyesini alıp da ona buna umursamaz ergen tavırlarıyla, bol esprili ve küfürlü bir şekilde yazı yazan, fakat işine gelmeyen şeyler için susan insan kırmaları var ya hani, hepiciğinin yüzüne tüküreyim ben.

Dünyadaki akan Müslüman kanından, televizyonda gördüğü sex yazısı kadar rahatsız olmayan dallamaların alayının ağzına rövöşeta çekeyim emi. Hakaret yemeyi bile kendilerine pay sayan heriflerdir zaten bunlar. Ön yargıdan veya sistemden dem vurup, kendi ön yargılarıyla dost olmuş ve sistemi eleştirirken bile onu koruyan insanlardır bunlar.


Bu konu hakkında birazcık daha konuşmak istediğim için ''Ahir Zaman'' isimli bir yazı yazmayı düşünüyorum bundan sonra. Bize bu gibi insanların gelişi haber verildi zaten Allah Resulü sav tarafından. Biz onları biliyoruz da, onlar kendilerini bilmiyor yani. Sorun da orada zaten. Bazıları hadislere inanmayarak, aslında kendilerini anlatan hadislerden kurtulduklarını sanıyor hacı.

Neyse.
Gelelim mevzuya.

Ben hani hep ''medyanın insanlar üzerindeki gücü''nden bahsederim ya, şu insanları gözlemledikçe ne kadar yerinde bir saptama olduğunu görüyorum bunun.

Toplumun fertleri, düşündükleri şeylerin yüzde doksanını medyada duyduğu ve gördüğü için düşünüyor. İnandığı şeye medyada gördüğü için; inanmadığı şeyi de medyada görmediği için inanmıyor.

bunun sakalsız hali de yolunmuş tavuğa benziyo anasını satayım
Arada mesaj gelir bana; ''bence televizyon o kadar etkili değil, her şey bizim elimizde sonuçta'' gibisinden cibisinden. Fakat biraz konuşsan, göreceksin ki 11 Eylül'e hala inanıyor veya zamanında inanmış. Sosyal paylaşım ağlarına bakıyorsun, tüm paylaşımları gündemle alakalı. Konuştuğu her şeyi, medyada geçtiği için konuşuyor. Kısacası etkilenmediğini söyleyen adam da, öyle veya böyle televizyona göre yaşıyor bu dünyayı.


Ben Muhteşem Yüzyıl hakkında bir yazı yazmıştım geçenlerde, orada anlatmak istediğim şey tamamen buydu.
Çünkü bu dizi, amacına ulaştı.

İşte medyanın gücü budur.
Beş vakit namaz kılan adam bile; ''vay vicdansız Kanuni, nasıl kıydı oğluna be!'' der medyanın gücüyle.


''Evlat bu yaa, nasıl kıyar insan evladına?'' hissiyatı tüm toplumda baş gösterdi zira. Zaten televizyonun olayı budur, işin içine duyguları katarak bir şeyler yaparlar. Sana reklam gösterirlerken, o ürünü sattırmak için duygularına odaklanır ve operatör reklamı diye aile dramlarını konu alan acayip reklam filmleri yaparlar. Ufacık bebeklerin sevimliliğini kullanırlar.
Annesini çok özleyen bir çocuk; çocuğunu çok özleyen bir anne senaryosu yazarlar.
''En sevdiğiniz insana bunu almalısınız'' diyerek, karşınızdakinin onu istemesini sağlarlar.
Kısacası duygularınız, mantığınızdan daha önemlidir onlar için. Bu yüzden duyguları kullanarak size her şeyi söylettirir, her şeyi satın aldırır ve sizi her şeye inandırırlar.


Şimdi gelin Şehzade Mustafa'yı konuşalım biraz.
Tabi ben tutup da uzun uzadıya bu olayı anlatmayacam, zira çok teferruatı var. Genel bağlamda birkaç şey söyleyecem ve üzerine kısacık yorum yapacam sadece.

O zaman konuya direk girelim hacı.
Şehzade Mustafa'nın öldürülme sebebi ve öldürülmesi kısaca şu şekilde cereyan etmiştir;

Kanuni Sultan Süleyman artık yaşlanmıştır.
Dedelerinde de görülen bir hastalık, kendisinde baş gösterir; nikris hastalığı.
Eklemlerinde, bilhassa dizlerinde çok şiddetli ağrıları vardır, ateşi sürekli yükselir.

Bu nedenle planlanan İran Seferine çıkamaz.
Ortalıkta ise Kanuni'nin artık yaşlandığı, sefere dahi çıkamadığı ve bu nedenle tahta artık Şehzade Mustafa'nın geçeceği söylentisi, ''birileri'' tarafından yayılır.


Bu söylentiler Kanuni'nin kulağına kadar gelir hatta.
Tam da bu sırada, Şehzade Mustafa'nın, İran şahıyla olan konuşmaları Kanuni'nin eline geçer.
Bu mektupları Şehzade Mustafa kendisi mi yazdı, yoksa birileri onun adına mu yazdı bilemiyorum. Fakat bu mektuplar su götürmeyecek şekilde Şehzade Mustafa'nın tahta göz koyduğunu gösteriyor.


Tüm bunlar şöyle bir kenarda dursun, bu infazda en önemli olaylardan biri meydana gelir;
Şehzade Mustafa sakal bırakır.

Şehzade Mustafa'nın temsili heykeli
Şehzadelerin sakal bırakması yasaktır.
Sakal bırakan şehzade tahtta hak iddia ediyor demektir.
Bu da, Şehzade Mustafa'nın taht için ayaklanacağı fikrini çok ama çok daha yükseltir. Hatta artık şüpheleri ortadan kaldırır.


Bunun üzerine Kanuni bir mahkeme kurdurur.
Mahkeme boyunca Şehzade Mustafa'nın böyle bir girişimde bulunup bulunmayacağı araştırılır.
Ve mahkeme sonuçlanır; ''Taht için ayaklanacak, artık katli vaciptir.''


Fatih Kanunnamesi açıkça beyan eder bunu;
''Nizam-ı alem için, fitneyi çıkaran hanedandan dahi olsa öldürülmelidir.''

Zira bundan önceki taht kavgalarında binlerce insan ölmüş, vatan bölünmüş ve fetret devri yaşanmıştır.
Şeri hükümlere göre fitneyi çıkaranın öldürülmesi caizdir zira. Fitnenin ortadan kaldırılması ise farza yakındır. Hatta farz da olabilir, tam emin değilim.


Mahkeme kararını vermiştir; Şehzade infaz edilecektir.
Ve Osmanlı'da hukuk, padişahın da; padişahın otoritesinin de, baba-oğul sevgisinin de üzerindedir.
Bu karar mahkeme tarafından alınmış, dönemin şeyhülislamı Sakaleyn Ebussuud Efendi tarafından da onaylanmıştır.


Bu da demek olur ki, Kanuni istese de bu infaza karşı çıkamaz.
Kaldı ki, bugün bir devlet yetkilisi, çocuğunun işlediği suçu örtse ve mahkeme kararına; ''ben mahkeme falan dinlemem, benim oğlumu kimse öldüremez'' dese, ne olur?

Herkes; ''vay şerefsiz, senin oğlun zembille gökten mi indi lan, adalet nerede?'' der.
Fakat kanuna, adalete boyun eğen Kanuni bugün zalim ilan ediliyor.

Zaten bu dizinin amacı da tam olarak buydu.
Tam olarak hem de.

''En büyük olduğu dönemde, dünyaya hükmettiği, süper güç olduğu dönemde bile Osmanlı'nın haline bakın!!!'' demek ve dedirtmekti.

Cahiller üzerinde de başarılı oldular nitekim.
Zaten ideolojisi gereği Osmanlı'dan nefret eden insanlara, aleyhte ne göstersen inanır. Lehte ne göstersen de reddeder. İdeoloji de budur zaten.


Bilakis burada hanedanın takdir edilmesi gerekir.
Hukukun, adaletin verdiği karar kendi evlatları aleyhinde bile olsa asla ve asla karşı çıkmadılar.
Hatta kendi aleyhlerinde olan kararlara bile karşı çıkmadılar.
Fatih Sultan Mehmet'in mahkemede yargılanması, mahkemeden elinin kesilmesi kararı çıkması ve Fatih'in buna itiraz edememesi, bunun en açık ve bilindik kanıtlarından biridir. Sen tahtaya konuşanları yazmaya kalktığında bile kendi arkadaşını ''lan yazarsam kırılacak, küsecek şimdi'' diye düşünüp yazmazken, televizyonda izlediğin filmlerdeki polislerin en iyi arkadaşlarını kayırdıklarını görünce ''helal olsun lan, dostluk bu işte'' derken, adalet kavramını kafanda bu denli boşaltmışken, bunun ne olduğunu anlayamazsın zaten. Senden bunu anlamanı bekleyen de olmaz.


Sen, sisteme karşı çıkan ender insanlardan biri olduğunu düşünen, ama tam olarak sistemin verdiği sonuçlara odaklanan milyonlarca sistem karşıtı insandan birisin çünkü. Eline aldığın klavyen, açtığın bloğun, yutuba yüklediğin videoların, feysbuk ve tivitırda yaptığın paylaşımlarınla kırmızı noktalara dokunmadan bir şeyler yapmaya çalışıyor ve çevrene toplanan insanlarının sayısına bakarak kendini haklı ve doğru yolda addediyorsun.


Bu dizide canlandırılan o sahne, tamamıyla bir İtalyan elçisinin yazdıklarına bakılarak canlandırılmış.
Ki Şehzade Mustafa öldükten sonra Avrupa'da piyesler, operalar düzenlendiğini bilmiyorsan; tarih biliyorum ben diye ortaya çıkmayacaksın kardeşim. Bir tarihi olay nasıl ele alınır onu bile bilmeyen adamlar kalkmışlar bugün ahkam kesiyorlar anasını satayım. Zaten bu ülkede herkes alim, herkes evliya, herkes tarihçi. Eline klavyesini alan Einstein kesiliyo. Lan ben bir konu hakkında bir yazı yazmak için günlerce, haftalarca araştırma yapıyorum. Kitaplar, makaleler, araştırmalar, belgeseller izliyorum, ki bir şeyden bahsedeceksem insanlara, bunun doğru olması lazım. Öle televizyondan veya okul kitaplarında öğrendiğin şeylerle bir şeyler yazmaya veya konuşmaya çalışırsan, embesilsindir ve daima embesil kalacaksındır.
Fransızların bu konuyla ne kadar ilgilendiklerine bir örnek 
Şehzade Mustafa'nın infazı sırasında padişah çadırda falan değildir. Bunu ispatlamanın onlarca yolu var, fakat ben iki tanesini söyleyeyim size;

1. Hanedan veya devlet ricalinden birinin infazı sırasında padişahlar olay mahallinde bulunmazlar.
Usul budur. Şehzade Mustafa'nın infazı sırasında da Sultan Süleyman'ın orada olması o güne kadarki usule aykırıdır.


2. Kaynaklarda Şehzade'nin infaza direndiğine dair malumat var. Dizideki direniş, cellatlarla edilen mücadele sahnesi doğrudur. İşte bu da, Sultan'ın o sırada orada olmadığının kanıtıdır. Zira Sultan orada olsa idi, Şehzade bu karara direnmez, başını öne uzatır ve infazını kabullenirdi.


Fakat Şehzade'ye Sultan ile görüşmek üzere çadıra gelmesi söylenir. Şahzade Mustafa da babası ile görüşmek üzere çadıra gelir, fakat çadırda babasını göremez. Daha sonra cellatlar içeriye girer ve Şehzade, bunun bir komplo olduğunu düşünür. Bu nedenle de direnir. Cellatlarla mücadele eder.


Yani o fazladan geri zekalılık ürünü olan dizide gösterildiği gibi Kanuni'nin ''çabuk olun, yakalayın, gebertin, pertini çıkarın, ağzına rövöşeta çekin, burnuna parmağınızı sokun!'' gibi şeyler dediği falan yoktur. Zira Kanuni çadırda değildir.


İnfaz olayı tamamen hukuk ve adaletin gereğini yerine getirmek üzere gerçekleştirilmiştir.
Bugün batıda ''vatana ihanet, devlete başkaldırı'' gibi suçların cezası nasıl idam ise, bu da aynı şeydir.
Fakat tüm bunların en öküzümsü tarafı da; ''devrim kanlı olur abi'' diyen adamların bu konuda ''yıaa siz nasıl canisiniz yıaa, insan oğlunu öldürür müğüü'' tavrı takınmalarıdır. Şapka giymediği için binlerce insanın asılmasına ''doğruydu abi gerekliydi'' diyen caniler; nizamı alemin, halkın canı yanmasın, kanı akmasın diye adalet doğrultusunda kendi oğullarını bile defa etmelerine ''vicdansızlık'' derler.

İşte bu da ideolojidir.

Bugüne kadar sövdüğü geçmişinin aslında ne denli büyük bir medeniyet olduğunu asla kabullenmek istemez bazıları. Çünkü onlar yobazdır, gericidir, irticacıdır, bağnazdır. Aslında o da biliyordur olmadığını da, bugüne kadar sövmüştür işte, bundan sonra ''ya yok yanılmışız'' diyemez. Egosuna, kibrine yediremez bunu. İdeolojine de yediremez. Bunca sene inandığı şeyin yalan olduğunu kimse bir nefeste kabul edemez zaten. Sen de edemezsin, ben de edemem.


Medyanın bize dayattığı ''bunu kabullenin'' mesajının yine işe yaradığını kendim gözlemlemiş oldum böylece ben de. Zira Müslümanlar bile çıkıp ''ya nasıl iş olum bu, evlat lan bu'' dedi. Dikkat ettiyseniz, dizinin o bölümünden itibaren yaklaşık iki hafta boyunca sürekli olarak ''Şehzade Mustafa neden öldürüldü'' konulu programlar yapıldı. Akşam haberlerinde dahi bu konu haber yapıldı, gündem oluşturdu. Sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri oldu.


Yani bir ülkenin gündemini bir dizi belirlemiş oldu. Tıpkı ahlakımızı, değerlerimizi, inanmamız ve reddetmemiz gereken şeyleri belirlediği gibi. Düşünün ki bir dizi tüm ülkenin ne konuştuğunu belirleyebiliyor. Mahalledeki Güzin ablalar bile günlerinde bu konuyu konuşabiliyor. İnsanların ne konuşmaları gerektiğine karar veren bir takım kodoman var. Hani şu gezide kapitalizme karşı ayaklanıp, kapitalizmin kelime anlamı olan Amerika'dan yardım isteyen gezi zekalılar var ya la, hepsi de bu dizide oynadı. Çorbada benim de tuzum olsun mantığı güttüler herhalde. İkiz kulelere giren güdümlü füzeler bile bu kadar gütmemiştir hatta, o derece gütmüştür bunlar.


Şimdi ben bunları neden anlattım, nasıl anlattım?
Gördünüz işte, yazdım anlattım.
Bunları anlattık da, anlatmadık mı dedik?
Bunlar bi takım uydurma laflardır.

Demem o ki, sığır olmayın. Dana olmayın. Damızlık hiç olmayın.
Cümleten sevgiler, saygılar, selamlar, hürmetler...

MISIR'DAKİ 529 İDAM KARARI

$
0
0

''Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin.'' Hucurat, 10


Aynı anne babaya sahip olmak sizi kardeş yapar.
Aranızda kan bağı ve biyolojik bağ vardır.
Bu da sizi, kardeşinizi içgüdüsel olarak yabancılara karşı korumaya iter.
Gerektiğinde kendi yemeğinizi, suyunuzu, giysilerinizi verirsiniz kardeşiniz, ağabeyiniz veya ablanız için.
Gerektiğinde annenizden veya babanızdan onun için dayak yersiniz.
Kardeşinizin suçunu üstlenirsiniz.
Ona kıyamayacağınızdan, onun çekmesi gereken cezayı çekmeye razı olursunuz.
Onun canı yandığında sizin hem canınız, hem de kalbiniz yanar. Acır. İncinirsiniz.

Bazen kavga edersiniz.
Sizi acayip gıcık eder.
Uyuz olursunuz resmen.
Hatta ağzını burnunu kırmak bile isteyebilirsiniz o anlık sinirle.
Bi süre konuşmazsınız.
Trip atarsınız.
Her zaman giymesine izin verdiğiniz tişörtünüzü geri alırsınız, istediğinde de vermezsiniz.
Tuvaletteyken veya dişini fırçalarken ışığı söndürür, sonra da kısır kısır gülersiniz.

Ama ne yaparsa yapsın, aranız ne kadar kötü olursa olsun, birbirinizi ne kadar gıcık ederseniz edin, anneniz aranızı düzeltmeye çalışır. Siz de ne kadar kavgalı olsanız dahi, yabancı biri kardeşinize zarar vermek istediğinde araya girer ve onu korursunuz.

''Sen kimin kardeşine dayılık taslıyon lan!'' diye başlar, ''İyi misin abicim'' diye bitirirsiniz olayı.
Çünkü kardeşsinizdir işte. Ötesi var mı lan?

Var.
Seni anne babanın değil de, Allah'ın kardeş kılması bunun daha da ötesinde işte.
Alemlerin yaratıcısı, sizin yaratıcınız sizi kardeş kılmış. Ve ''ancak'' diye de çok derin bir kelime ile bildirmiş bunu. Hz. Ali ile Hz. Aişe ra. birbirlerine girdiklerinde, Hz. Ali ra şöyle demişti; ''Kardeşlerimiz bize haksızlık etti.''


Şu durumda bile, düşman kelimesi çıkmadı ağızlardan.
Olamazlardı ki zaten.
Kardeşlerin yalnızca arası bozulabilirdi.
Ne olursa olsun, hala kardeşlerdi.
Allah'ın seni kardeş kıldığı insanlara ''yok onlar benim kardeşim değil'' demek zaten kişiyi dinden çıkarırdı.
...

Mısır'da, geçen Ramazan'da darbe oldu.
31 yıllık diktatör Hüsnü Mübarek, Arap Baharı ayaklanmaları sonucunda indirilmişti.
Mısır halkı tarihlerinde ilk kez kendi cumhurbaşkanlarını kendileri seçecekti.
Seçim yapıldı.
Muhammed Mursi oyların %52'sini alarak, Mısır'ın ilk halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanı oldu.
Ve ilk icraatı şunu söylemek oldu; ''Anayasamız Kur'an'dır!''


İşte, başta İsrail'i, sonra Amerika'yı ve Avrupa'yı, sonra da bizim ülkemizdeki Allah ile sorunu olan, Allah kelimesini, Kur'an kelimesini, Şeriat kelimesini duyunca tüyleri diken diken olan gavur döllerini bu noktada kaybetti.


Halbuki bunda yanlış olan ne vardı ki?
Halk Muhammed Mursi'yi tam da bu yüzden seçmişti zaten.
Seçimlerden önce Muhammed Mursi ''İslam'a göre yönetilmeliyiz'' diye bas bas bağırıyordu.
Mısır halkı onu bu yüzden başa getirmişti.
Zira demokrasinin gereği buydu.
Halk nasıl isterse o şekilde yönetilirdi.
Halkın dediği olurdu.

Ne demokrasiye, ne insan haklarına hiçbir aykırı hareket olmamıştı. Muhammed Mursi gelip de; ''Ben sizi İslam ile kandırdım, şimdi İslam kurallarıyla falan yönetmeyecem sizi, siz ne isterseniz tersini yapacam anasını satayım'' dememişti ki. Halkın ondan yapmasını istediği ve beklediği şeyi yapmak için gelmişti oraya.


Fakat seçileli daha bir yıl bile olmadan, Hüsnü Mübarek'in yani dolayısıyla Amerika ve İsrail'in ordudaki, medyadaki ve ekonomideki adamlarını tasfiye edemeden bir askeri darbe oldu. Darbenin sebebi kavun karpuz gibi kocaman şekilde ortadaydı; İsrail, özellikle kendi komşularının kesinlikle İslami kurallara göre yönetilmesini, Müslüman bir liderle karşı karşıya olmasını istemiyordu. Zira çevrelerindeki tüm ülkelerin Müslüman olmasına rağmen, bugüne kadar toprak kaybetmemiş, bilakis topraklarını genişletmişti.


Peki çevresi tamamen Müslüman ülkelerle sarılı olan Müslüman düşmanı bir devlet bunu nasıl yapabildi?
Çok basit.
Bölgedeki tüm ülke liderlerini kendisi atadı.
Sistemlerini kendisi belirledi.
Tüm bölgeye ''laiklik'' adı altında bir modern uyuşturucu, modern kelepçe getirdi.
Bunu yaptı çünkü, eğer ülke yönetimleri laik olursa, yani İslam devletten ayrılırsa, orada Müslümanlara kan kusturan İsrail, kendi güvenliğini sağlamış olacaktı. Allah sana ''oradaki senin kardeşin'' derken, devletin ''yalnızca senin ülkendekiler senin vatandaşındır, ülke dışına böyle bir şey için yaptırım uygulanamaz'' der. İşte laiklik budur.

Sen dini devletten ayırırsan, tarihin en büyük katliamını yaparsın. Zira bugüne kadar dünyayı adaletle yöneten İslam devletlerinin başındaki Osmanlı'da bunun olmasının sebebi İslam'dır. Yeryüzüne laiklik denen, sekülerizm denilen ucube düzen geldikten sonra kan asla durmamıştır. Çünkü gavur dölleri dünyayı istedikleri gibi sömürürken, devletler bu olaya tepki verecek hiçbir yasaya sahip değiller.
Laiklik, bu gavurların dinidir
Seçilmiş bir cumhurbaşkanının bir yıl bile olmadan Amerika'dan destek aldıklarını itiraf edip darbe yapmaları seni nasıl hiç rahatsız etmedi lan? Sen nasıl bir kafadan bacaklısın olum? Neymiş ''Mursi de Sisi de aynıııooııoo ğüğööö''. Senin suratına olağanca gücümle sümküreyim ben. Müslümanlığı namaz kılmaktan ibaret sanan zavallı köle.

Aman sen laik kal, bu tarafa geçmen sıkıntı yaratır
Bizim şu koyun geziciler var ya hani, polis kendilerine su ve biber gazı sıkarken ''polis terörü'' diye dünyayı ayağa kaldıranlar, hah işte o şeref yoksunu herifler Mısır'daki bu darbede ''gerçek mermi kullanan'' polis ve askerlere ''görevlerini yapıyor'' dediler. Ben unutmadım bunu. Unutmam da. Ama iki tane gezi zekalının Taksim'de ayaklandığını görüp ''ülke koyun değilmiş abü yuaa'' diyen koyunlar var ya hani, işte onlar unuturlar. Bu gibiler her cacığa eleştiri yaparlar, Mısır'da Allah'ın sizi kardeş ilan ettiği insanların ölümüne çıtını çıkarmazlar. Lan adamların üzerine namaz kılarken ateş açıldı ateş! Gerçek mermi biber gazına benzemez, hani onu bi söyleyeyim.

Ve Mısır'da bu darbe olduktan sonra gavur dölleri çıktılar, şöyle dediler; ''Mısır'da ortaçağ kaybetti, modern çağ kazandı''

Olayın ne olduğunun farkına vardın mı hacı?
Olay hiçbir şeyle alakalı değil; yalnızca ve yalnızca ''İslam'' ile alakalı.
Yalnızca ve yalnızca Müslümanlarla alakalı.
Çünkü ''ortaçağ'' olarak görüyorlar o gavurlar İslam'ı, hepsi bu.


Ben daha darbe yapılırken bir yazı yazmıştım.
İsrail'in bölgedeki sistemi tekrar gözden geçirdiği için bu darbenin yapılmasının şart olduğu ayan beyan ortadaydı zaten. İhvan-ı Müslümin bir terör örgütü ilan edildi ve ülkedeki tüm faaliyetleri yasaklandı. İslam'ı savunan tüm medya kanalları kapatıldı. İsrail sınırındaki Refah Sınır Kapısı kapatıldı. Suudi Amerika, Mısır ordusunu darbe için tebrik etti ve para yardımı yapacağını söyledi. Sisi, darbeden hemen önce Amerikan elçisinin odasında saatlerce kaldı. Darbeden sonra yine Amerikan elçisine gidildi. Gezide gaz yiyenler için 20-30 tane haber yapan Beyaz Saray, bu olaya ''darbe'' diyemedi. Peki halkın iradesiyle seçtiği, seçileli bir yıl bile olmayan cumhurbaşkanını askeri yollarla, halkın iradesi dışında indirmek darbe değil miydi? Yoksa bu demokrasi miydi? Link

Evet.
Amerikan demokraSİSİ.

Uluslararası ilişkiler bilmek lazım biraz.
İnternetten bir şeylere bakıp da, oraya buraya ''şimdi şu şöyle, bu da böyle'' demekle olmuyo bu işler.
Sen Mısır ordusunun finansörünün Amerika olduğunu bilmezsen eğer, bu darbenin neden ve nasıl yapıldığını anlayamazsın. İki tarafı da eleştirerek, kendisini bunlardan üstün gören kıçıkırık bi asalak olursun. O tiplere da acayip uyuz olurum zaten. Bir şey hakkında taraf tutması gerekirken, ''amaan, ikisi de birbirinden beter biee'' diye kendisini bi cacık sanan herifler var ya hani, alayı şakşakçıdır onların.

Yüzlerce insan öldürüldü Mısır'da.
Binlercesi ölüyor hala Suriye'de.
Filistin yıllardır kan ağlıyor.
Afganistan'da, Irak'ta ve tüm orta doğuda Müslüman kanı akıyor.
Doğu Türkistan'da hakeza.
Afrika hepimizin malumu.

Peki çıkıp da akan Müslüman kanı için konuşan bir tane Müslüman var mı?
Yok.
Yok anasını satayım, yok.
Alayı, yok Amerika Suriye'ye girecekmiş de Esed de orayı savunuyormuş da, falan da filan da.
Bi de Esedçiler türedi zaten bu ara.

Üç senedir orada katletmediği insan kalmayan adam, Müslümanlar tarafından nasıl savunulur oldu olum lan?
Beyni zerre kadar çalışmayan saksı kafalılar bunlar.
Üç senedir Amerika ve Avrupa, Suriye'ye girecez diyolar, müdahale diyolar, e peki hani nerede?
Düne kadar müdahale tarihi veriyolardı hani noldu?

Sen Suriye'yi koruyan, finanse edenin Rusya olduğunu, Çin olduğunu, İran olduğunu bilmezsen böle mal mal konuşursun. Dünyayı yalnızca Amerika'dan ibaret sanarsın. Tüm bunların orta doğuyu karıştırmak için yapılan planın küçük bir parçası olduğunu da anlamazsın.

Düne kadar Esed Pkk'ya destek veriyodu hani, o noldu?
Bi de muhalefet yapacaksanız adam gibi yapın, mantıklı yapın.
Düne kadar Tayyib Esed'e kardeşim diyomuş, şimdi ne değişmiş.
Olum siz geri zekalı falan mısınız lan? Bu nasıl bir argüman? Bu nasıl bir muhalefet? Bana Chp'li ayağıyla gelip de bunları söylemeyin. Chp çıktı mecliste bunu söyledi, bizim ileri zekalı insanlarımızda bunu kendilerine şiar edindi. Ahmet Davutoğlu şöyle dedi bu konu için, hatırladım şimdi; ''Eskiden kardeşmişiz. Arada iki yüz bin ölü var.''

Eskiden Pkk'ya destek veren adamlarla neden kardeştiniz de, ben de arkandan geleyim.
Bu adamlar düne kadar Pkk'ya destek veriyodu, herkes bunu unuttu bir anda. Olur öyle, unuturlar.

Berkin Elvan diye bir çocuğun ölümü üzerine binlerce gavat eylem yaptı. Peki Suriye'de havan mermisi yiyen çocuklar çocuk değil mi? Mısır'da öldürülen çocuklar çocuk değil mi?

Siz sanıyor musunuz ki bu gavatlar Berkin Elvan denilen çocuğu zerre kadar umursuyor, zerre kadar fifiliyor?
Bu gavatlara yalnızca eylem yapmak için sebep gerekiyor. Ve bu eylemlerde biri ölürse, diğer eylemler için zemin oluşturur her zaman. Bu yüzden birilerinin ölmesi için dua ederler, hatta birçok eylemde birileri kasten öldürülür. O isimler de sembolleşir.

Benim sözüm gavur döllerine değil zaten burada. O gavatlar ne halleri varsa görsünler.
Ama Müslümanım diye ortalıkta dolanıp da, Müslümanlar ve İslam adına ağzını açmayan insanlardan tiksiniyorum. Midemi bulandırıyor bu gibiler.


Bugün geziciler içinde 529 kişiye idam kararı verilse sizce bu ülkede ne olur?
Ya dünyada?
Bir Berkin Elvan'ın ölümü nasıl tüm dünyada haber yapılıyor olum, siz şunu bile düşünemeyecek kadar kör mü oldunuz ya?

Aynı dünya medyası, Mısır'daki 529 idam kararını ağzına bile almıyor.
Gezideki olaylar tüm dünyanın kendi meselesi gibi dünya gündemine oturuyor, fakat Hamburg'daki daha feci olaylar hiçbir yerde haber edilmiyor. Nerede bu Madonna, Bruce Wills ve diğer ünlüler?

Hüsnü Mübarek vatana ihanetten yargılanıyor, ama idam edilmiyor. Müslüman Kardeşler üyeleri, darbeye karşı oldukları için idam ediliyor. Toplu idam hem de. Hüsnü Mübarek Sisi'nin doğru aday olduğunu, ülkeyi onun yönetmesi gerektiğini söylüyor. Mübarek hala ülkeyi mi yönetiyor anasını satayım?


Bugün içeride olan gazeteciler için herkes bi tarafını yırtıyor, pek, 28 Şubat döneminde yalnızca Müslüman kimliğini kullanarak yazılar yazan gazeteciler ne olacak? Salih Mirzabeyoğlu yıllardır içeride olan bir gazeteci, bir yazar, o noldu? Hani gazetecilere özgürlük kavramı?

Dr. İhsan Şenocak; ''Ölüm, dostu dosta taşıyan bir köprü olunca tebessümle karşılanır.''
Siz Nelson Mandela'lara, Paul Walker'lara üzülün; ben Abdülkadir Molla'ya ve dünyada kanı akan Müslümanlar için üzülücem. Siz bu ünlü isimlere taziye yazıları yazarak popülarite kazanacaksınız, ben her gün akan Müslüman kanı için konuşarak sıradan ve sıkıcı olucam.

Bütün çocukları öldürseniz de, elbet bir Musa sağ kalacak !

DAR AĞACI

$
0
0

Uyuşturucu.

Seni düşünmekten alı koyan şey.

Ya da ne düşüneceğine karar veren şey.

Aldıktan sonra kendini çok rahatlamış hissettiren şey.

Uyuşturucuyu ya iğneyle koluna encekte edersin, ya da çağın düşünmeni istediği şeyleri düşünüp, düşünmeni istemediği şeyleri düşünmeyerek beynine.

Kimileri internette yazı yazarak ülkeyi kurtardığına inanır.

Klavyenin Polat Alemdar'ıdır.

Bazısı ''işte Chp'nin gerçek yüzü bu'' der oturduğu yerden.

Bazısı da ''işte Akp'nin gerçek yüzü bu'' der.

''Ülkeyi satıyolar uyanın'' der birçoğu.

Ama tarih bilmez. Ülkenin özgür olduğunu zanneder.

Özgürlüğü olan bir ülke özgürlük konusunda endişelenebilir.

Özgür olduğunu sanıp, özgürlüğünü korumaya çalışanlar, tarihin görüp görebileceği en büyük kölelerdir.

Çünkü özgürlüğünü koruduğunu sandığı hayatı ve mücadelesi boyunca, köleliğini koruyordur.

Napalım.. Dünya böyle.

Bütün dünya uyuşturucu bağımlısı.

Kimisi paylaşım özgürlüğü der, kimisi ifade özgürlüğü.

Kimisi ''ağaçlara özgürlük'' der.

Kimisi ''bir ağaç öldü, bir millet uyandı'' der.

Kimisi ''millet koyun değilmiş, hadi geziye'' der.

O güne kadar ''Beyaz Türk'' diye tanımladığı, ülkenin sömürülmesinde ve uyuşturulmasında en büyük rol sahiplerinden biri olarak gördüğü ünlülerle, aynı amaçlar doğrultusunda yan yana omuz omuza gelir.

O güne kadar ''Vatan elden gidiyor! Kürdistan kuruluyor!'' diyenler, Kürdistan'ın kurulmasını isteyenlerle yan yana, omuz omuza gelirler.

Onlar ki ağaç için ayaklanmışlardır.

Çevresever'dirler.

Tüm dünyayı birkaç ağaç için ayağa kaldırırlar.

İngilizce tivitler atarlar.

CNN'e, BBC'ye röportajlar verirler.

Bir çocuğun ölümünü kullanırlar, yine eylem yaparlar.

Dünya basını o çocuğun ölümü üzerine gazetelerinde manşetler düzenlerler.

Çünkü tüm bunlar ''özgürlük'' adına yapılmış kutsal eylemlerdir.

Fakat 529 Müslümanın 20 dakika içerisinde yargılanıp, idama mahkum edilmesi kesinlikle özgürlük tanımları içinde yer almaz.

Çünkü Ousmane Sembene'nin de dediği gibi ''yalnızca kendilerini kapsayan özgürlük ve insan tarifleri'' yapmaktır bu adamların işleri.

Biz zaten bu dünyada kimin kim olduğunu biliyoruz, kimse merak etmesin.

529 Müslümanın hayatının 1 ağaç kadar değerli olmadığını düşünenlerin hepsini tanıyoruz.

Onları geçelim zaten.

Onlar ki ittir ve her zaman it kalacaklardır.

Onlar ki köpektir.

Tek yaptıkları şey yeryüzündeki Müslümanların her bir icraatına havlamaktır.

''Hev hev.''

''Hav hav.''

Bakmayın böyle kısaca yazdığıma, onlar bunu uzun ve elitist cümlelerle yaparlar.

Yani modern, çağdaş şekilde havlarlar.

Onları geç.

Ben Müslümanlar hakkında konuşmak istiyorum.

Çünkü midemi bulandırıyorlar.

Bir buçuk milyar Müslümanın, dünyanın her yerindeki akan Müslüman kanı hakkında tek kelime etmeyip; ''İşte Akp bu!'', ''İşte Chp bu!'' demesi, demokrasiye ya da insan haklarının varlığına, özgürlüğün varlığına inanmaları benim midemi bulandırıyor.

Adama bakıyorsun, bir tane blog açmış kendisine, oradan dünyayı kurtarıyor.

Akp'yi ifşa ediyor, BOP'dan, Kürdistan'dan bahsediyor.

Öteki de Chp'ye takmış yalnızca kafayı, başka hiçbir şey görmüyor.

Fakat şehit edilen o kadar Müslüman alim için o kıçıkırık bloğunda tek kelime yok.

Yok arkadaş, yok!

Şu Mısır'da 529 Müslüman, Mümin, Hanif, Müttaki, Sırat-ı Müstakim yolcusu 20 dakikalık kumpas mahkemesinden çıkan kararla idam edilecek, tek kelime etmiyor.

Suriye'de iki yüz bini geçti ölü sayısı, o hala ''Esed aslında Amerika'ya karşı direniyor'' diyor.

Amerika'ya karşı dirensin de ülkede bir tane Müslüman bırakmasın, o da haklı tabi.

Ya Amerika oraya girse daha kötü ne yapacak Allah rızası için bana bunu da söyle.

Ha pardon lan, aferdesin.

Türkiye'ye falan dokunur şimdi bu Amerika di mi.

Aman abi, bizim toprak bütünlüğümüze dokunmasın, Türk insanına zarar vermesin de isterse diğerlerinin ebesini bellesin, hiiii.....................ççççç önemli değil..

Amerika girmesin de Rusya girsin.

Geçenlerde savaş gemilerini de geçirdiler ya hani, Esed ailesini ve ordusunu bizzat kendileri besliyorlar ya hani, ondan dedim hacı.

Dünyadaki tek düşmanı Amerika sanan geri zekalılar.

Rusya da senin iyiliğini isteyen can kardeşin, kan kardeşin di mi. Afedersin. Ben gene eşeklik ettim.

Yok, aslında eşşşşeklik ettim.

Kendi ülkesinin ateistlerini, gavurlarını dünyadaki Müslüman kardeşlerinden daha çok önemseyen Müslüman olduğunu sanan veya öyle söyleyen gezi zekalılar.

Gavur bir Türk, bir Müslümanın ne zaman kardeşi oldu?

Ayetler falan değişti de bizim mi haberimiz yok?

Çok açık söyleyeyim;

Müslümanların imanı tamamen gevşemiş.

Gevremiş.

Yamulmuş.

İlluminati'den, Rothschild'den, Rockefeller'den, Lady Gaga'dan, Beyonce'dan bahsedip de, bir tane Müslüman için üzülmeyen veya bunu yazmayan, çizmeyen, bir şeyler yapmaya çalışmayan Müslüman, benim karşıma ''Ben Müslümanım olum, namaz da kılıyom'' diye çıkmasın.

Allah'ın seni kardeş ilan ettiği insanlara, yani özbeöz kardeşlerinin ölümüne, katline tek kelime de olsa etmeyen bir insan Müslüman olabilir mi?


''Ülkeyi satıyolaaaarr'' diye kıçına yırtarken, ''dini satıyolar'' diye ortaya çıkmayan adam Müslüman olabilir mi?


''Gezide polis biber gazı sıkıyoo'' diye kıçını yırtarken, ''Mısır'da, Suriye'de, Filistin'de, Arakan'da, Urumçi'de ve daha nice yerlerde Müslümanların üzerine mermi sıkılıyo, katliam var'' diye ortaya çıkmayan adam Müslüman olabilir mi Allah aşkına söyleyin?

Allah aşkına, Peygamber aşkına, Kur'an aşkına şunu bi söyleyin bana.

Bak işte Müslüman bu
Şimdi bu perşembe günü Ayasofya'nın önünde bu katliamı protesto etmek için toplanacaz biz.

Bizden kastım Müslümanlar.

Ha, Müslüman olmayan gelemez mi?

Müslüman olmayanlar, insan katliamına karşı duramaz mı?

Gelir de, durur da.

Başımızın üzerinde de yeri vardır.

Ben onları da davet ediyorum bu eylemlere.

Onları da bu insan katliamına ses çıkarmaya davet ediyorum. Ağaçların insanlardan daha önemli olmadığına inanan insanları bu katliama karşı durmaya davet ediyorum.

Ama bilhassa Müslümanların orada olması ''kesinlikle'' gerekiyor.

Bakalım.

Gezide ağaç, biber gazı, orantısız güç, şiddet gibi ucube, saçma sapan, geri zekalıca sebeplerle var olan Müslümanlar, bu katliam için o meydana gelecek mi..

Bakalım Allah Celle Celalühü; ''Benim sizi kardeş ilan ettiğim insanlar için, kardeşlerin için ne yaptın? Kardeşlerin öldürülürken ne yaptın? Sesini çıkardın mı?'' diye sorduğunda oraya gelmeyenler, bunu protesto etmeyenler, dünyadaki tüm Müslüman veya mazlum katliamına sessiz kalanlar, sayfalarında tek kelime dahi etmeye lüzum görmeyenler ne cevap verecek, çok merak ediyorum.



Tabi onlar da haklı. İşleri başlarından aşkın.

Dünyayı internetten kurtarmak kolay değil.

Klavye milliyetçisi, klavye vatanseveri, klavye anti-kapitalisti, klavye anti-emperyalisti, klavye çevreseveri, klavye şiddete karşıtı, klavye William Wallace'ı, klavye Tyler Durden'ı, klavye Mandela'sı..

İsterseniz klavyenizi de getirin meydana.

Zira o olmadan kimsenin sizi adam yerine koymadığını siz de iyi biliyorsunuz.

Kur'an'ın yalnızca ibadet ayetlerini kendisine alan, şiar edinen, fakat gerisini ne bilen, ne de bununla amel eden insanlar çağdaş Müslüman falan mı oluyor?

Evet, aslında öyle.

Ama Allah şahidim olsun ki, ben çağdaş Müslüman değilim.

Ben, Allah bana ne bildirdiyse, onu bilen, onu tanıyan Müslümanım.

Her gün küfrettikleri, klavyeleri aracılığı ile bu kapitalizme karşı durduklarını söyledikleri; fakat onların kurduğu çağda çağdaş olmayı yeğleyen, bunun dışına çıkanları da çağdışı diye yaftalayan insanlardan değilim.

Benim tek modam Müslümanlık aga, başka bir şey değil.


Perşembe günü saat sekizde Ayasofya'dayız.

Çünkü Allah bize dedi ki;

''Müminler ancak kardeştir.'' Hucurat,10

?
Sonra Allah yine bize dedik ki;

''Size ne oluyor da, Allah yolunda ve ''Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, tarafından bizi iyi idare edecek bir sahip gönder, ve yine tarafından bize bir yardımcı gönder'' diye yalvarıp duran o erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?'' Nisa,75


Senin savaşacak gücün yok mu?

Yok.

Peki neye gücün yetiyor?

Haykırmaya, protesto etmeye, buğzetmeye, bir şeyler yazmaya-çizmeye, insanları uyarmaya, bir profil resmi değiştirmeye..

Öyleyse bunu yap.

Kapı gıcırtısına eylem yapan birtakım gavurlar (hepsi değil tabiki), davalarına senden daha bağlı.

Bakalım, Perşembe günü görecez neyin ne olduğunu.

Ha, ünlüler falan orada olmayacak söyleyeyim.

İş adamları, banka sahipleri, medya patronları bu ve bunun gibi eylemlere destek vermeyecek.

CNN veya BBC, ya da diğer büyük batı medyası bunu haber yapmayacak.

Beyaz Saray bu konuda ağzını dahi açmayacak.

Madonna, Bruce Willis, Moby ve diğer Holywood oyuncuları ya da şarkıcılar bu konuda tivitler atmayacak.

Eyleme katılmayanlara medya baskısı ve toplumsal baskı uygulanmayacak.

Hiçbir ünlü çıkıp da bu konu hakkında tek söz etmeyecek, kimseyi bu konuda susmamaya, tepki göstermeye çağırmayacak.

Orada yalnızca senin benim gibi sıradan insanlar olacak.

Bakalım bu şartlar altında da rağbet olacak mı bu gibi eylemlere, görücez.



Bir nar ağacı var, bir de dar ağacı.
Namerde nar düştü, yiğide dar ağacı.   Necip Fazıl Kısakürek


''Sisi 529 ağaç kesecek'' desek dünya medyasının ilgisini çeker miyiz acaba...?


KUR'AN'I OKUMAK

$
0
0
Selamın aleyküm hacı.

Konuşmak istediğim, anlatmak istediğim, paylaşmak istediğim o kadar çok şey var ki, hala yazmak istediğim şeylerin başlıklarını atıyor ama bir türlü yazmaya fırsat bulamıyorum. Ya da kafamı toparlayamıyorum.

Kafam çok karışık.
Fakat bir yandan karışırken, bir yandan da her şey yerli yerine oturuyor.

Çünkü insanların nasıl bu kadar inanılması güç bir şekilde kör olabildiğini, sağır olabildiğini anlayamıyorum. Bilhassa Müslümanların nasıl bu kadar imanlarının gevşediğine inanamıyorum.


Hala ve hala tüm dünyada akan Müslüman kanı için çıtını çıkarmayan Müslümanların olduğunu görünce, ''lan ben mi başka bir dindenim, yoksa bunlar mı?'' demeden edemiyorum.

Müslümanlar birbirlerinden o kadar kopmuş ki, kendisi yaşadığı sürece diğer Müslümanların ölümüne üzülmüyorlar. Kendi karınları doydukları sürece, başkalarının açlıktan ölmelerine önem vermiyorlar.


Tabi bu arada namaz kılıp, oruç tutup, Kur'an da okuyorlar.
Camiye gidiyorlar.
Fakat ne Kur'an'ı anladıkları var, ne İslam'ı, ne imanı.

Bu ara bazı kesimlerde moda oldu Kur'an okumak.
Tabi okuduklarını millete duyurmak ayrı bir moda.


Fakat Kur'an okuyan, namaz kılan, Allah'a ve ahiret gününe inanan o adamlara bakıyorsun, bu ameller dışında Müslümanlıkla uzaktan yakından alakası yok. Hayatı tamamen bir ateistin hayatı gibi. İnandığı şeyler, ideolojisi, hal ve hareketleri, konuşmaları veya düşünceleri İslam'la tamamen zıt. Yani dışarıdan bakan bir insan, karşıdakinin Müslüman olduğunu asla anlayamaz. Zira bir Hristiyan'dan veya ateistten farksız bir hayata sahip.


Kur'an'ı kitap okur gibi okuyan insanların, elbette ki okudukları boğazlarından aşağıya geçmez. Çünkü bir çoğu kendilerine bile itiraf edemese de entel olmak için okuyordur. Birisi bir şey sorduğunda Kur'an okuduğunu söyleyebilmek için okuyordur Kur'an'ı.

Çünkü bu kitabın bir kısmına inanıp, diğer kısmını reddetmenin sebebi başka ne olabilir?
Allah Kur'an'da iki şeye hitap ediyorken, bu iki şeyden birincisi ''insan'', ikincisi de ''devlet'' iken, sen nasıl oluyor da yalnızca insana emredilen şeyleri alıyor ve devlete emredilen şeylerin uygulanmasına karşı çıkıyorsun?

Ben kafayı yiyorum ya.

Örneğin Allah-u Teala;
''Namaz kılın'' der.
Bu emir insanlar içindir.
Müslüman olan birinin namaz kılması farzdır, Allah'ın emridir.


Yine Allah-u Teala;
''Oruç tutun'' der.
Bu emir de insanlar içindir.

Sonra Allah-u Teala;
''Zekat verin'' der.
Bu da yine insanların üzerine farzdır.

Fakat Kur'an-ı Kerim bununla sınırlı değildir ki.
Bir de devletin üzerine farz olan ayetler, emirler vardır.
Allah, devletin yapması gerekenleri, yasaları anlatmıştır Kur'an'da.

Örneğin Allah-u Teala;
''Hırsızlık yapanın elini kesin'' der.
Bu emir sana bana değil; devlete farzdır. Devlet için inmiş, devlet görevlilerinin uygulamakla yükümlü olduğu emirlerdir. Farzlardır.

Sonra Allah-u Teala;
''Mirasta kadına bir, erkeğe iki'' der.
Bu emir de devletedir.
Devletin yapmakla yükümlü olduğu bir farzdır.


Fakat benim geri zekalı Müslüman kardeşlerim, Allah'ın insana verdiği namaz, oruç gibi emirleri kabul ederken; devlete verdiği emirleri umursamıyor. Hatta birçoğu şeriata karşı bu yüzden. Laik anayasa ile devam edilmesi lazım diyor, laikliği savunuyor.

Ya bi kere şeriatın kelime anlamı nedir kardeşim, onu biliyor musun sen?
Onu bi de bana.
Şeriat ''hukuk'' demektir.
Yalnızca hukuk demektir hem de.
Başına İslam şeriatı getirirsen, İslam hukuku olur.


Ama senin beynine şeriat kelimesini öyle bir yerleştirdiler ki, seni bu kelimeye öyle bir düşman ettiler ki, bu kelimeyi duyduğun anda kafanda kötü şeyler canlanmaya başladı.

Yazık.
Bi de sen güya sisteme karşısın.
Yazık be hacı.
Seni çok acayip bi şekilde keklemişler.

Neyse.
Şeriat başlıklı bir yazı düşünüyorum, -ki ne zaman yazacağımı Allah bilir- orada bunu uzunca ve mantıklıca konuşuruz inşallah.


Benim demek istediğim, Müslümanların ölçüleri değişmiş.
Etraftakilere bakarak, kendisi evliya sanan bir sürü Müslüman var maalesef.
Çünkü etrafı zina, içki, kumar ve her türlü haramla dolu.
Kendisini bir nebze bunlardan uzak tuttuğu için, bunun onu evliya yaptığını sanıyor işte.
Cennetlik olduğu fikrine kapılıveriyor.


Fakat şeytanın en büyük hilesini, en büyük zokasını yutuyor da, farkında değil.
Çünkü etrafındakilerin kötülüğünü, kendisine ölçü edinmiş.
Bu nedenle de ideal bir Müslüman gibi değil de, etrafındakilerden biraz daha iyi Müslüman kimliğine bürünmüş durumda.

Allah Resulü Hz. Muhammed sav'in hayatını bilmediği için, kendisine örnek alacak bir modeli yok.
Sahabenin hayatını bilmediği için, nasıl yaşaması gerektiğini bilmiyor.


Müslümanların bile örnek aldığı insanların alayı yabancı oyuncular, şarkıcılar, mankenler olmuş.
Kimsenin Hz. Muhammed sav'i ve sahabeyi örnek aldığı yok.
Çünkü içinde bulundukları çağ buna hiç müsait değil.
İçinde bulundukları sistem, onlara örnek almaları gereken insanları dayatıyor.
''şu mankeni örnek al, bu oyuncu gibi giyin, bunun gibi şarkı söyle...''


Tüm bu sistem dayatmalarına karşı, onları bırakıp da Peygamber sav'i, sahabeyi örnek alan insanlar da, gavurların zaten hayat şiarı edindikleri üzere yaptıkları şekilde dışlanıyor. Gerici, yobaz ilan ediliyor. Fakat benim gavurlara hiçbir sözüm yok hacı. Onların adı belli; gavur. Ne derse desinler. Onların bunları demeleri ancak bizim imanımızı artırır.


Fakat işi bozan Müslümanlar.
Çünkü ''cübbe giyenler yobazdır'' diyen Müslümanlar var bu ülkede.
Tabi bu cübbe giyenlere, sarık falan takanlara düşmanlık göstermek, onları yobaz diye adlandırmak da yalnızca bizim ülkemize ait bir şeydir ha.

Orası da bi acayip.

Peki şu cümleyi kurabilen ve Müslüman olduğunu söyleyen bir adama ne dicez şimdi biz?
Napacaz bununla?
Bu gibi öküzlere ne diyecez olum ya?
Gezi zekalı Müslüman.

Bunu diyenler sistem karşıtıdır haa, unutmayın onu da.
Ön yargıdan bahseder, sistemden bahseder, karşıdır bunlara.
Fakat bu sistemin dayattığı şekilde giyinir, konuşur, müzik dinler, düşünür ve en kötüsü de inanır.
Her fırsatta sisteme karşı durduğunu söyler, fakat;
Amerikalı iki tane geyin belirlediği modaya uymayanı gerici diye yaftalar.
E peki bu sistem ne yapıyo başka ya?
Sen bir taraftan karşı çıkarken bu sistemin bana dayattığı şeyi savunuyorsun ya la?


Sen, herkes öyle giyindiği için Amerikalı gibi giyiniyorsun.
Seni dışlamalarından korktuğun için.
Herkes öyle giyinmeseydi, sen de giyinmeyecektin.
Fakat bu adamlar herkes gibi değil, Amerikalı gibi değil; Müslüman gibi giyiniyor.


Hem de toplumun %99'u tarafından dışlanacaklarını bile bile.
Çünkü sistemin kölesi değiller.
Çünkü sistem denilen bu lanet şeyin dayattığı giysileri giymek zorunda olmadıklarını biliyorlar.
Dışlanma pahasına da olsa bunu yapıyorlar.
Çünkü imanları sağlam.
Bu abimiz Müslüman olduktan sonra Yusuf Estes ismini almış bir Amerikalı gerici, yobaz Müslüman. Çünkü ne zoru varsa cübbe giyip, sarık takıyor. Gerici işte (!)

Öte yandan Kur'an'ı okuduğunu söyleyenlerin neredeyse alayı, yalnızca bir hikaye kitabı okuyormuşçasına okuyor bu kitabı. İçindekilerden habersiz. İnceliklerinden habersiz. Mesajlarından habersiz.

Biraz dikkatli okusa, biraz çözmek için okusa çok farklı sonuçlar doğuracağından da habersiz.
Mesela Kur'an'ın ilk suresi Allah'a hamd edilerek başlar.
Dua ile başlar.
Ki burada bize nasıl dua etmemiz gerektiği işaret edilmiştir.
Öncelikle bu Kitabı, Peygamberi gönderdiği için hamd etmemiz gerektiğini, şükretmemiz gerektiğini söylüyor bize Kur'an.


Ve Kur'an bile şükür ile başlıyorsa, bizim de her işe şükür etmemiz gerektiğini, şükür ile başlamamız gerektiği mesajını veriyor. Mesela dua etmeden önce ilk olarak Allah-u Teala'ya hamd ederek başlamamız gerekir, sonra da Resulüne salavat getirmemiz. Zira bu ikisi olmadan edilen dua, eksiktir.


Ve bu duadan, şükürden sonra Kur'an'a giriş yapılıyor.
Kıssalar başlıyor.
Çok fazla kıssa var, çünkü her bir kıssadan bir hisse almamız gerekiyor.

Bakara Suresi'ni bir açıyorsun, ''Elif, Lam, Mim'' ile başlıyor.
Ne olduğu konusunda asla kesin bir bilgi yok.
Sadece tahminler var.
Bir sır.

Ve devamında, kıssalara girmeden önce şöyle diyor Kur'an bize;
''Bu kitap ki, kendisinde asla şüphe yok''

''Yani eline aldığın bu kitapta birazdan okuyacağın her şey doğru'' diyor Allah bize.
En öncesinde bunu bildiriyor.


''Birazdan okuyacaklarından asla şüphe etme''
''Birazdan okuyacakların tamamen Allah katından inmiştir'' diyor Kur'an bize.

Bir sözleşme ile başlıyor.
''Şüphe ile bakarsan bu kitaptan hiçbir şey anlamazsın'' diyor.

''İnananlar için yol göstericidir'' diyor hemen ardından.
Yani ''eğer inananlardan isen ve bir yerde yolunu kaybettiysen, zora düştüysen bu kitabı okumalısın ki yolunu bulasın'' diyor.


Sonra da o inananları tanımlıyor Allah;
''Onlar gaibe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine rızk olarak verdiklerimizden de Allah yolunda harcarlar. Ve onlar ki hem sana indirilene iman ederler, hem de senden önce indirilene. Ahirete de kesin olarak inanırlar.''

Ey kendisini namaz kıldığı için Müslüman gören hacı cavcav, Allah'ın Müslüman tanımına uyuyor musun onu söyle sen bana..?


Müslümanı tanımladıktan hemen sonra, bir de kafirleri tanımlıyor Allah.
Kafirlerin gözlerinde ve kalplerinde bir perde olduğunu, söyledikten hemen sonra bu kez de münafıklardan bahsedilir.

Kur'an'daki sıralamalar çok önemlidir bu yüzden.
Her biri bir anlam taşır.
Her bir cümlede bir sır vardır.
Dikkatli bakarsan sana çok derin şeyler anlatır.


Mesela Bakara Suresi'nin 11. ayeti benim yine dikkatimi çeker;
''Onlara ''Yeryüzünde fesat çıkarmayın'' denildiğinde; ''Biz ancak ıslah edicileriz'' derler.

Tıpkı batılıların, Amerika'nın orta doğuya girerken ''size demokrasi ve özgürlük getireceğiz'' diyerek girmesi gibi. Batılıların her seferinde bu topraklara iyilik yapmayı vaad ederek girip, bozgunculuk yapması gibi.


13. ayette de kafirlerin; ''Biz de o aptalların inandıkları gibi mi inanalım?'' dedikleri yazar.
Tıpkı Aziz Nesin'in ''Ben aptal mıyım Allah'ın varlığına inanayım'' demesi gibi.

Ben bu yüzden ''Kur'an okumak'' ile ''Kur'an'ı okumak'' arasında fark vardır diyorum.
Yaşadığın hayatı, dünyayı, insanları anlamak için Kur'an'a bak ki, Allah'ın seni nasıl uyardığını gör.
O kıssalar boşuna anlatılmadı, unutma.


Mesela hepiniz bilirsiniz, Hristiyanlar Hz. İsa'yı ''son akşam yemeği'' ile bilirler hep. Bu yemekten sonra havarilerinden birinin onu sattığını falan.

Geçenlerde Kur'an okurken şu ayeti fark ettim ben de;

''Havariler; ''Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?'' demişlerdi. İsa da; ''İnanıyorsanız Allah'tan korkun!'' demişti. Maide,112

''Meryem oğlu İsa da; ''Allah'ım, Rabbimiz! Bizim üzerimize gökten bir sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir mucize olsun. Bizi rızklandır. Sen rızk verenlerin en hayırlısısın.'' dedi.'' Maide,114

''Allah buyurdu ki; ''Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkar ederse, ben ona alemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azap yaparım.'' Maide,115

Maide, ''ziyafet'' veya ''sofra'' manasına gelir.
Daha çok üzerinde yemek bulunan sofra anlamında kullanılır, ki, bu da Hz. İsa ve havarilerinin kıssasını anlatmak içindir.

Hristiyanlar için çok önemli bir nokta olan Son Akşam Yemeği, aslında Kur'an'da çok açık bir şekilde geçiyor. Bizim elimizde öyle bir kitap var ki, her bir sırrı çözmeye mazhar olabiliriz. Ama dediğim gibi, kitap okur gibi okursak hiçbir şey elde edemeyiz.

Allah bilir bu kıssada daha neler neler saklı.
Ne sırlar gizli.

Sonra dikkatimi çeken bir başka şey oldu benim;
Muharref Tevrat'ta Hz. Musa başta olmak üzere bir sürü peygambere iftiralar vardır.
Onlardan biri de Hz. Musa'nın, İsrailoğulları altından buzağı yaptıktan sonra kendilerine gelip ''birbirinizi öldürün!''demesidir.


Fakat Kur'an'da Bakara Suresi 54.ayette şöyle der;
''Hani bir zamanlar Musa kavmine dedi ki; ''Ey kavmim! Cidden siz o buzağıyı put edinmekle kendi kendinize zulmettiniz. Gelin Rab'binize tövbe edin de nefislerinizi öldürün...''

İnsanların fark edemediği, çok ince bir mucize daha işte.
Tahrif edilmiş Tevrat ''birbirinizi öldürün'' derken, Kur'an ''nefislerinizi öldürün'' diyerek, hem Hz. Musa'yı bir kez daha aklıyor, hem de Tevrat'ın değiştirildiğini bir kez daha gösteriyor bize.


Bir başka dikkatimi çeken şey ise Bakara 37. ayette şöyle der;
''Derken Adem Rab'binden birtakım kelimeler aldı. Allah da tövbesini kabul etti. Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır.''


''Adem Rab'binden kelimeler aldı.''

Demek oluyor ki, dua ederken veya tövbe ederken, birtakım kelimeler var ki bunlar, duayı kabul ettirebilme gücüne sahip. Tabi duanın makbul olması, mantıklı olması, uygun olması, kalpten ve samimi olması elbette birinci şarttır. Şimdi tutup da ''şu kızı tavlamak için bu duayı ediyim mi yanee?'' gibi mesajlar atmayın lütfen hacı.
Kelimeler çok önemlidir.
Peygamberler, mucizeleri gerçekleştirmeden önce ''İsm-i Azam'' ile başlar ve kendilerine verilen özel kelimelerle dua ederler. Nitekim hatırlarsınız Yahudi Devleti IV'de Kabala'da bu özel kelimelerden bazılarının bulunabileceğini söylemiştim. Keza büyü de aynı şekilde yapılır. Birtakım özel kelimeler kullanırsınız, özel dualar edersiniz. Yani kelimeler bu bağlamda çok ama çok önemli yer tutar.

Bu arada alimlerin dua kitapları yazmaları, dua kitaplarında çok çeşitli duaların bulunmasının sebebi de budur. Kendisini tek evliya gören ve onu bunu inkar edenlerin kulakları çınlasın mı burada?


Tefsir yönteminde en iyi yol, öncelikle Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etmektir.
Nitekim muhkem olan ayetlerin yanında, bir de müteşabih ayetler vardır.
Çok derin anlamları vardır.

Bakara Suresi'nin bu ayetinde bahsedilen ''birtakım kelimeler'' ile tövbe edilmesi, Araf Suresi 23. ayet ile tefsir edilebilir sanırım;

''Dediler ki; ''Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhametinle muamele etmezsen şüphesiz hüsrana uğrayanlardan oluruz.''


Sonra Enbiya Suresi 87. ayette aynı ifade var;
''Zünnun (Yunus)'u da hatırla. Hani öfkelenerek (halkından ayrılıp) gitmişti de kendisini asla sıkıştırmayacağımızı sanmıştı. Derken karanlıklar içinde; ''Senden başka ilah yoktur. Sen münezzehsin (''sübhan''sın), şüphesiz ben zulmedenlerden oldum.'' diye dua etti.''

Arapçası şöyle; ''La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin''


Bunun akabinde ise şöyle bir hadis var;
''Balığın karnında bulunurken Hz. Yunus'un yaptığı dua şu idi; 'La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.'' Herhangi bir Müslüman, bir şey hakkında bu duayı yapacak olursa, Allah onun duasını kabul buyurur.''

Bir başka hadis şöyle;
''Allah Celle Celalühü'nün ismi öyle bir isimdir ki, onunla dua edilirse Allah kabul eder. Onunla bir şey istenilirse Allah verir. O isim Yunus bin Metta'nın yaptığı duadır.''
Another hadis;
''Bir şey hakkında muztar kalan kimse abdest alsın, abdestini güzelleştirsin. İki rekat namaz kılıp, selam versin. Namazdan sonra secde ederek şunu söylesin; ''La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin.'' Ve bunu 40 defa tekrarladıktan sonra isteğini arz etsin. Nerede ve ne vakit olursa Allah onun duasını kabul buyurur. Ancak bunu gece yarısı yapmak daha güzeldir.''


Hz. Adem ve Hz. Yunus'un ettikleri dualar aynı.
Ve Hz. Muhammed sav de bu dua ile bir şeyler istememizi tavsiye ediyor.
Demek ki bu kelimelerin bir özelliği var.
Tabi anlayana.

Kur'an-ı Kerim'in en sevdiğim inceliklerinden biri de ''zinaya yaklaşmayın''ayetidir mesela.
''Zina etmeyin'' değil.
''Yaklaşmayın''.

Harika ötesinde bir incelik bu.
Zira zina yapmak zaten çok büyük bir haram, onu biliyoruz.
Ve bu duyguya karşı koymanın ne denli zor olduğunu da Hz. Yusuf aleyhisselam'ın kıssasından biliyoruz.
Yusuf Suresi'nde; ''Rab'binin delilini görmeseydi az kalsın Yusuf da meyledecekti.'' der.

Hz. Yusuf'un bile az daha nefsine yenileceğinden bahsediyor Kur'an.
Bunun sebebi ne?
Zinaya zemin oluşması. (Güzel bir örnek)

Yani bir kadın ile bir erkeğin, hiç kimsenin olmadığı bir yerde yani halvet ortamında bir arada durması. Bu, zinaya zemindir işte. Gerek göz, gerekse diğer zinalara zemin oluşturur. Bir erkek bir kız ile flört etmeye başladığında, ''zinaya yaklaşmış'' olur. Yaklaşmanın bile ne derece tehlikeli olduğunu herkes bilir zaten. Sonrası ardı arkası kesilemez şekilde ilerler.


Ha sonra, Nur Suresi 30. ayette şöyle der Allah;
''Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar.''

Fakat bizim bazı geri zekalı Müslümanlarımız, gavurların kullandığı şu cümleyi kullanmaktan pek hoşlanırlar;
''Güzele bakmak sevaptır.''

Allah sana gözünü haramdan sakın diyor, sen ise bir yandan Müslüman olduğunu söylerken, bir yandan da Allah'ın emrine tamamen zıt bir şeyi savunuyor. Allah'ın emrine zıt bir şey söylemek de ''küfür''dür bu arada. Söyleyeni de ''kafir'' yapar, hatırlatayım.

Müslümanlar bu hale nasıl geldi anlayamıyorum.

Devam edelim.

Kehf Suresi adında bir sure var bildin mi?
Kur'an-ı Kerim'in belki de en gizemli suresi.
İçine girince, çıkamayacağın bir sure bu.

Kehf mağara demektir.
''Mağara ashabı''nı anlatır.
Kehf denilen mağaraya uzaktan baktığında, yalnızca bir mağara görürsün.
Her şey normaldir.
Fakat mağaranın içine girdiğinde, bambaşka bir manzarayla karşılaşırsın.
Her şey farklıdır.

Bu da Kehf Suresi'nin gizemlerinin başında gelir.
Bu sureyi yalnızca okuyan insanlar mağaraya uzaktan bakan insanlar gibidir, yalnızca bir mağara görürler.
Her şey normaldir.
Fakat bu surenin içine giren insanlar, bambaşka anlamlar çıkarır. Bambaşka şeyler görür.
Her şey farklıdır.

Mesela Hz. Musa ile Hz. Hızır'ın kıssası anlatılır.
Çok acayiptir.

Hz. Musa, Hz. Hızır ile bir yolculuğa çıkar.
Bu yolculukta Hz. Hızır birtakım ilginç şeyler yapar.
Dışarıdan bakıldığında olaylar tamamen günahtır, haramdır, akla ve mantığa aykırıdır.
Hz. Musa da bu yüzden her seferinde itiraz eder.

Fakat yolculuğun sonuna gelindiğinde her şey, aslında göründüğünün tam tersidir.
Görünen ile gerçek tam olarak zıttır.

Çok fazla girmeyeceğim Kehf Suresi'ne, zira hakkında bir yazı serisi bile yapılır.
Ki ben de istiyorum yapmayı Allah'ın izniyle.


Tam bu sebeple, Resulullah sav ahir zamanda Kehf Suresi'nin sıkça okunmasını tavsiye etmiştir.
Hatta her Cuma Kehf Suresi okumak sünnettir.
Özellikle deccal zamanında Kehf Suresi'ni okuyanın, korunacağını söyler Allah Resulü sav.

Sebebi de çok açıktır.
Zira içinde bulunduğumuz ahir zamanda her şey göründüğünün tam tersidir.
İyi bildiklerimiz kötü, kötü bildiklerimiz iyi. Hayır bildiklerimiz şer, şer bildiklerimiz hayır. Yalancı bildiklerimiz dürüst, dürüst bildiklerimiz yalancı. Güvendiklerimiz aslında en aşağılık insanlar, en aşağılık olarak gördüklerimiz ise güvenilecek insanlar.

Özgür olduğumuzu sanan bizlerin köle oluşu da bunun bir diğer örneği.


Bir diğer mesele benim bu ara çokça bahsettiğim bir mesele; Hucurat Suresi, 10. ayette;
''Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin''den sonra;
''Allah'a karşı gelmekten sakının ki, size merhamet edilsin.'' der Allah.

Neden bu cümlelerden sonra direkt olarak ''Allah'a karşı gelmekten sakınmak''tan bahsedilmiş?
İçinde bulunduğumuz yüzyıla bakarsak, hiç fazla düşünmek zorunda kalmayız.
Hatta bunun sahabe arasında da güzel örnekleri var.
Fakat biz ne Kur'an'ı okuyoruz adam gibi, ne de Peygamber hayatını, sahabe hayatını.


''Allah'a karşı gelmekten sakınmak'' ihtarının geçme nedeni çok açık aslında.
Çünkü Müslümanlar, başka Müslümanları neredeyse hiç mi hiç umursamaz haldeler şuan.
Bir sürü Müslüman da ''napabiliriz ki?'' triplerinde keza.
Tüm Müslüman muhitlerinde Müslüman kanının akması, Müslümanların sömürülmesi, zulme uğraması kimsenin umurunda değil. Tek kelime yazmıyor, tek kelime etmiyor, tek bir tepki göstermiyorlar. Çünkü imanları zayıf, eksik. Sağlam temeller üzerine bina edilmemiş. Şu ayetin ne anlama geldiğini anlamamış, ya da anlayıp da susacak kadar imanı zayıf.

O eli de indir.

Çünkü Allah biliyor ki, bu ayetin inmesine rağmen, buna muhalif şeyler yapacaklar. Kabul etmeyecekler. Gevşeklik gösterecekler. Kardeşleri için hiçbir şey yapmayacaklar. Bu yüzden hemen ardından ''Allah'a karşı gelmekten sakının'' diye ekliyor Allah-u Teala. Ama düşünen mi var?


Düşünmekten bahsetmişken, Kur'an'da düşünmekle ilgili ne kadar çok ayet geçtiğini fark ettiniz mi?
Yaklaşık 75 ayette akıldan, düşünmekten bahseder Kur'an.
Tabi bazı cahil Müslüman kafalar da ''ya dinle aklı çok bağdaştırmıcaksın'' der, onları konuşmak bile zaman kaybıdır. Onları geçiyorum.

Sürekli olarak ''düşünün'' der Kur'an.
Tefekkür edin.
Aklınızı kullanın.
Ama düşünen, aklını kullanan mı var?


Yani diyeceğim o ki hacı, Kur'an okumakla; Kur'an'ı okumak farklı şeyler.
Allah'ın emirleri arasında ayrım yapmayın ciğersizler.
Namaz kılıp, oruç tutup da zekat vermeyi, sadaka vermeyi es geçmeyin.
Namaz, oruç, zekat emrini yerine getirip de cihad emrini es geçmeyin.
Tebliğ emrini es geçmeyin.
Ahlak emrini es geçmeyin.


Adam namaz kılar, oruç tutar, ama ağzından küfür eksik olmaz. Ağza almaya haya edeceğin her şey bu namaz kılan, Kur'an'ın mucizelerinden bahseden adamın ağzında bulunur. İşte bu gibi adamlar, namazı emir olarak algılamış fakat ahlaklı olmayı reddetmiştir. Namaz Allah'ın emri de, ahlaklı olmak Allah'ın emri değil mi arkadaşım?

İşte çağdaş Müslümanlık diye buna diyoruz.
Yalnızca birkaç ibadet ayetini alır, şiar edinir. Geri kalan tüm ayetlerle ilgili bir mazereti vardır. Laiktir, devlete karışmaz, siyasete bulaşmaz. Yanındaki insanlar ateşe yürürken ağzını açmaz, çünkü ibadetle meşguldür.


Bu gibi adamların dünya ile alakalı planları da ancak bu nispette olabilir zaten. Millet Avrupa Birliği diye tutturur, çıkıp da ''ne Avrupası ne birliği lan, İslam Birliği İslam!'' demez. Diyemez. Çünkü onun için imkansızdır. Fakat imkansız olsa neden Allah'ın bu ayetleri indirdiğini asla düşünmez. ''Allah'ın nurunu tamamlaması''nın ne demek olduğunu anlamaz. İslam'ın en sonunda tüm dünyaya hakim olacağını, güneşin doğup battığı her yerin Allah ismi ile şerefleneceğini bilmez. Bol keseden sisteme sallar. Sistemin köpeği olmuştur ama farkında değildir.


Zaten asıl sorun bu gibi adamlardadır.
Kimisi televizyona çıkar, kimisi oradan buradan insanlara ulaşır ve bunlar aydınlanmış insanlardır. Dünyanın nasıl işlediğini görmüştür ve insanları uyarmaya çalışır. Bir sürü şey deşifre eder kendi kafasınca. Ağızları iyi laf yapar. İnsanlar da bu tür insanların peşinden gider. Fakat en büyük sorun, sizi kurtarmaya gelen adamların sizi bataklığa, köleliğe sürüklediğini fark etmemenizdir. Kimse hükumeti eleştirdi diye özgürlük savaşçısı olmaz, sen kurulu düzenin tamamını reddedebiliyor musun, onu söyle bana?


Söyleyemiyorsan da karşıma çıkma zaten.
Sistemin ''özgürlüüük'' diye havlayan köpeklerinden biri olmuşsun sadece.
Ağzına mama verildi mi susarsın zaten, ben sana kefilim.


Bi de anti-kapitalist Müslümanlar çıktı şimdi. O ne demekse anasını satayım. Kapitalist adamdan Müslüman olur mu ki, Müslümanın bir de anti-kapitalist olanı olsun? Dişi kadın demek gibi bir şey bu. Tabi olayın rengi farklı, amaç Müslümanların aslında kapitalizmin yanında oldukları gibi bir intiba uyandırmak.
Gezi zekalılar.
Neyse.

Başka bir yazıda görüşmek üzere ciğersizler.
Seviyorum sizi.

İDEOLOJİ

$
0
0
Selamın aleyküm.

Bu garip çağın, garip insanlarının hayatlarını yönlendiren en büyük etkeni konuşmak istiyorum bu yazıda sizinle; ideoloji.

Büyük ihtimalle çoğumuzun zaten bildiği, fakat farkında olmadığımız şeyler var hayatımızda.
Fikirlerimizi etkiliyor, düşünmemiz gerekenlere karar veriyor bu sistem.
En büyük zorluğu da, ne yazık ki bu zehrin kafamızın içinde olması.
Kafamızın içine birileri tarafından yerleştirilmiş veya kendimizin yerleştirildiği bir zehir var.

Bunu isteyerek yerleştirenleri konuşmaya gerek yok, onlar zaten neyin ne olduğunun farkında. Ki zaten farkında oldukları için bunu yapıyor onlar. Ben sadece bu yazıda insan hayatını bu denli etkileyen ideolojinin, ne derece tezatlık, ne derece çelişki, ne derece ağır şerefsizlik ve gavatlık doğurduğunu konuşmak istiyorum.

İdeoloji denilen zehir öyle bir şeydir ki, bir ideolojiye sahip olan insan için, karşı ideolojiye sahip olan insan kesinlikle haklı olamaz. Kesinlikle doğru söyleyemez. Asla ve asla bir konuda isabet etme, doğruyu konuşma ihtimali yoktur. Karşı ideolojideki insanların alayı, her konuda haksızdır. Biri için ofsayt olan pozisyon, diğeri için nizamidir. Karşı ideolojiden biri o pozisyona penaltı dediyse, diğeri mutlaka ''karı mısınız olum siz futbol erkek oyunu, yok orda bişey!!!'' demek zorundadır. Kural budur.


İki kere iki dört diyen bir karşı ideoloji mensubuna aşırı derecede felsefe yapılır; ''ama onların arasında sonsuz sayılar varmış, neyin ne olduğunu bilemeyiz kii, sayı doğrusunda bir sürü kesirli sayı vaarr!!!''

Yoğurt beyazdır diyen kişi, ''kime göre neye göre'' diye sığırımtırak bir cevap alacaktır.

Çünkü ideoloji tam olarak budur.
Tam olarak.
Karşındaki ne derse mutlaka yanlıştır, yalandır, saçmadır, suçmadır.
Fakat kendi ideolojindeki insanlar ne derse, aynı oranda doğrudur.
Bunu savunmalıdırlar.

Fakat ne gariptir, ne ilginçtir ki bu ideoloji denilen meret yalnızca bu coğrafyada vardır. Dünyanın her yerinde elbet görüş ve bakış açısı farkı vardır, bunu onunla karıştırmayın. Diğer ülkelerde yaşayan herkes tek bir şeye, tek bir şekilde inanmıyor yani. Fakat aradaki fark; buradaki şey hayat şiarıdır, oradakiler ise yalnızca düşünce farklarıdır.

Sebebi de çok ama çok açıktır.
İdeoloji denilen şey, orta doğu ülkelerini yani kısaca sömürülecek olan ülkeleri karıştırmak için doğmuştur ve pazarlanmıştır. Yani ideoloji, ithaldir. İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar gelirler ve birtakım ideolojilerin reklamını yaparlar bu tür ülkelerde. Sanat adamları yetiştirirler, filmler çekerler, diziler yaparlar, programlar düzenlerler. Belirlenen ideolojiyi tanıtmak için her zaman ünlü isimleri kullanırlar. Aydın görünümlü insanları sahaya çıkarırlar. Ve elbette ki belli mantıklı noktalar üzerinde dururlar, biraz akla yatkınlık katarlar. Fakat tüm bu ideolojik düşüncelerin temeli çürüktür. Dün de çürüktü, bugün de çürük. Yarın için konuşmaya gerek de yok zaten. Zira bu kafa yapısı değişmez.


Mesela geçenlerde bir seçim atlattık malumunuz.
Ve dikkat edin, her bir seçimde ülkede kutuplaşma giderek artıyor.
Her bir seçimde biraz daha hatlar kalınlaşmaya başlıyor.
Millet biraz daha tahammülsüz, biraz daha gergin, biraz daha kavgaya meyilli oluveriyor.
Halk giderek ikiye bölünmeye başlıyor, çünkü kimsenin karşıt düşüncedeki insanlara tahammülü kalmadı.
''Sen nasıl o partiye oy verirsin'' düşüncesi, insanları birbirinden ayırıyor.


Mesela ben seçimden önce ''Senaryo'' isimli bir yazı yazmıştım hatırlarsınız.
Bu ülkenin bir vatandaşı olarak, bir Müslüman ve bir insan olarak ne gördüğümü yazdım o yazıda.
Olacaklar hakkında tahminlerimi sıraladım.
Ve hepsi de doğru çıktı maalesef.
Zira bunların olacağını bilmek veya öngörmek için Einstein olup atomu parçalamaya falan gerek yoktu. Her şey bal gibi, dağ gibi ortadaydı.


Fakat ülkenin karışacağını bilmek ve bunu dile getirmek bile kimi insanlar tarafından ideolojik mesaj olarak algılandı. Çok normal. Çünkü ideolojileri onlara bunları yapmalarını emrediyor.


Ülkede inanılmaz bir furya var bu ara. Ve dediğim gibi, hükumet önümüzdeki iki seçimi de alırsa, Allah korusun ama bana bir iç savaş çıkacak gibi geliyor. Çünkü eğer biraz dünya stratejilerinden, kapitalizm stratejilerinden anlıyorsanız, şuan orta doğu, balkanlar ve kuzeyimizin ne denli karıştığını görür ve bunun sebebini kendiniz bulursunuz.

Kısacası tansiyonun yükselmesi ve asla alçalmaması gerekiyor. Üçüncü dünya savaşına giden yola çoktan girdik bile. İlk iki dünya savaşının nasıl çıktığını bilirseniz, aynı olayların yaşandığını zaten görürsünüz. Ama at gözlüklü olmayacaksınız aga. Okul kitaplarında size gösterilen tarihin gerçek tarih olduğunu düşünüyorsanız, zaten sizin için yapacak pek fazla bir şey yok. Siz karşı karşıya pozisyonda topu taca atarsınız.


Zira ideoloji denilen şey, insana daha ilkokulda aşılanmaya başlar. Senin önüne bir tarih tezi sunarlar, bu tarih tezinde her şey adeta bir masal gibidir. İnanılmaz derecede destansı kahramanlıklar anlatılır. Geçmiş ile bugün arasında kıyaslama yapılır. Geçmişimizden kurtulduğumuz için çok şanslı olduğumuz fikri resmen ve alenen dayatılır o yaştaki çocuklara. Bu yüzden geçmişe de, geçmişteki kişilere de, geçmişteki inançlara da nefret besleyen beyinler yetiştirilir. Ve en kötüsü de, bu sistem yıllardır uygulandığı için, bu çocukların ana babaları da aynı sistemle yetişmiş ve aynı düşünce dayatmalarına maruz kalmıştır. Okulda öğrendiklerini evde doğrulayan anne babalar oluşur böylece.


Maalesef ki, ilk öğrendiği şeyler çocukların hayatlarında çok önemli yer tutar. Çünkü çocuk beyni kayıt cihazı gibidir; ne duyarsa, ne görürse kaydeder. Sorgulama yeteneği olmadığından da, hemen inanır. Sebebe veya sonuca ihtiyacı yoktur. Bir bilginin, her şeyi doğru bildiğini düşündüğü öğretmeninin söylemesi yeterlidir onun için.

Peki yıllardır kendisine öğretilen, hatta yemişim öğretilmesini dayatılan bu bilgiler, bu tarih, bu fikirler tamamen bir yalandan ibaretse? Ya da yanlışsa?


Aradan 20 yıl geçer ve 20 yıllık hayatı boyunca öğrendiği şeylerin tamamen yalan olduğunu kimse kabullenemez. Çünkü hayatı boyunca buna inandı. Hayatı boyunca böyle düşündü, böyle yaşadı. Ve o kadar yıl sonra birisi gelip de ''ama bunların hepsi yanlış'' derse, elbette bunu demekteki sebeplerini, gerekçelerini dinlemeden es geçecektir. Hatta birçoğu her şeyi görse de, içinden inanmak gelmeyecektir. O güne kadar inandığı şeyden vazgeçemeyecektir.


Bu yüzyılın tüketim çılgınlığının anası olan kapitalizme karşı olanlara, kapitalizmin kontrolünde bir karşı ideoloji verildi; komünizm.

''Eğer tüm dünyayı sömüren bu kapitalizm canavarına karşı olmak istersen, yapman gereken tek şey komünist olmak'' dediler.

E peki bunun üçüncü şıkkı nerede?
Ben başka bir şey düşünemeyecek miyim?
Komünist olmazsam, kapitalist mi olacam?
Kapitalizme karşı çıkmanın tek yolu komünizm mi?

Ah be hacı, nası bi zoka yuttuğunu bi fark etsen.
Yıllarca bu ülkedeki filmlerin ve dizilerin neden komünizm propagandası yaptığını bi düşünsen, anlayacaksın neyin ne olduğunu. Neden bu ülkedeki neredeyse bütün ünlülerin aynı görüşe sahip olduğunu hiç mi düşünmedin kanka?

Neden Tarık Akan'ıydı, Levent Kırca'sıydı, Zeki Alasya'sıydı, Müjdat Gezen'iydi, Mehmet Günsür'üydü, Halit Ergenç'iydi, M.Ali Alabora'sıydı, Levent Üzümcü'süydü, Pınar Altuğ'uydu, İlyas Salman'ıydı ve daha ne kadar ararsan ünlü, neden hep aynı görüşe sahip bu ülkede?
Ülkemizin ünlüleri..
Ya aralarında beş on tane de farklı dünya görüşüne sahip insan olmaz mı abi?
Bu adamların hepsi laik, hepsi seküler, hepsi solcu, hepsinin İslam ile sorunu var, hepsi aynı görüş etrafında birleşmiş. Zaten gezide neyin ne olduğunu gördük. Katılmayan birkaç ünlüye resmen linç girişimi yaptılar hani hatırlarsanız, yalaka dediler, korkak dediler, niye destek olmuyorsun dediler. Faşist misiniz olum siz? Sizin görüşünüzde olmayan herkesi bu şekilde dışlayacak mısınız lan?


Haa, demek ki iş belli aga.
Bu ülkede ünlü olmanın belli şartları olduğunu hepiniz bilirsiniz. Televizyona çıkıp; ''Ben Müslümanım, şeriatçıyım'' diyen bir tane ünlü gördünüz mü bugüne kadar? Görmediniz, çünkü sistem tamamen bunun üzerine kurulu. Bu sistemde başörtülüler ancak dizi ve filmlerde temizlikçi rolünde oynayabilir, asla başörtülü ama zengin, zeki, güzel bir başrol oyuncusu göremezsiniz.Tabi şu ara atv'de Huzur Sokağı diye bir dizi var, o da Türk televizyon tarihinde bir ilktir yani.


Hani Ousmane Sembene demişti ya;
''Kendilerini temizlemek için sanatçılarına ve fikir adamlarına, yalnızca kendilerini kapsayan insan tarifleri yaptırdılar.''

Ne kadar haklı olduğunu bir kez daha tecrübe etmiyor muyuz?

Ne kadar ünlü varsa hepsi aynı görüşe sahip, hepsi sokakta komünist, sosyalist, ekranda kapitalist.
Hepsinin dünya görüşü aynı.
Hepsi bir yandan halktan insan ayağına yatarken, diğer yandan halkı batının kültürüne ve inanç sistemine alıştıran tetikçiler.
Bilim adamı diye ortalığa sürülenlerin hepsi sanki bilim adamı değil de, batı adamıymış gibi batının her türlü sözcülüğünü yapıyor ekranda. Haber sunucuları hakeza aynı şekilde. Uğur Dündar'ı, Birand'ı, Kırca'ları, Karan'ları, Fatih Portakal'ları...


Bir devletin, ülkenin resmi bir ideolojisi olmaz.
İdeoloji insanların benimsedikleri fikirlerdir.
Fakat bu ülkede doksan senedir resmi bir ideoloji söz konusu.
Ve bu ideolojiye karşı çıkan, benimsemeyen herkes gerici, yobaz, vatan haini, kapitalist...

İdeoloji öyle bir şey ki, Almanya'daki akrabalarının çocuklarına zorla ''Alman'ım doğruyum, çalışkanım'' dedirtilmesine kesinlikle izin vermezken, bu ülkede ''Türk'üm doğruyum, çalışkanım'' demeyene vatan haini, bölücü gözüyle bakarlar. Ya güzel kardeşim, biz Türküz, tamam. Fakat Kürt kardeşlerimiz neden ''Ben Türk'üm'' demek zorunda bu ülkede ya? Neden doksan sene boyunca bunu söylettirdiniz her insana? Neden Arnavut arkadaşım burada okula gelince, olmadığı halde ''Türk'üüümm!'' diye bağırmak zorunda?

Bakın bunu Almanya'da, Amerika'daki Türklere yaptırsınlar, aynı insanlar ortalığı ayağa kaldırır.
Fakat işin içine Türkiye girince, ideoloji de giriyor.
Birinin ırkıyla övünmesi kadar saçma bir şey olabilir mi lan?
Sanki uğraşmış, didinmiş sonunda Türk olmaya hak kazanmış anasını sattığımın gavatı!

Peki Kürt vatandaşlarımız, Kürt olduklarından dolayı utanmalılar mı?
Çünkü okula girerken onlara Türk olduklarını söyletiyorsun sen.
İşte bunun sonucu ne olur biliyor musun?
Başkaldırı.

Bakın geçen Kürt bir abinin kafesinde bir şeyler yedik arkadaşımla. Abiyle sohbet etmeye başladık. Dedi ki;
''Geçenlerde Türkçe bir şarkıdan sonra, televizyonda Kürtçe bir şarkı çıktı. Müşterilerden bir grup geldi dedi ki; ''Kapatın şu Kürtçe şarkıyı, burası Türkiye!''

Bak şimdi.
Önce o eli indir.

Dedim ki; ''Ah ulan, ben oradayken gelmez ki bu tür gavatlar!''

Bakın size ideolojinin nelere kadir olduğunu çok basitçe açıklayacam şimdi;

O gavatlar sözde milliyetçidir.
Vatanını milletini sever ayaklarına yatarlar her zaman bu gibi dallamaoğulları.
Fakat orada Kürtçe şarkı değil de, Rihanna çıksaydı size yemin ediyorum ki ağzını açmayacaktı.
Eminem çıksaydı, Justin Bieber çıksaydı, Madonna çıksaydı, Beyonce çıksaydı kimseden tek kelime çıkmayacaktı.

Fakat çıkan şarkı Kürtçe olunca, herkeste bir milliyetçilik kabarması oluverdi nedense.
Yani Rihanna, Madonna, Beyonce Türk zaten di mi.
Bunların şarkılarının çıkması kimsede zerre kadar rahatsızlık uyandırmaz.
Lakin senin vatandaşların, senin komşuların, senin arkadaşlarının dili olan Kürtçe şarkı seni kıllandırır.
Ve sen İngilizceye, Fransızcaya, İtalyancaya zerre kadar tepki göstermez, hatta ve hatta tepki göstermeyi bırak bu dilleri duymayı ve konuşmayı marifet sayarken; birlikte yaşadığın insanların anadilini duymaya bile tahammül edemezsen, bu insanlar sana elbette ki başkaldırır.

Bu ırkçılık değil de ne peki?
Bakmayın Türkiye'de ırkçılık yok diyenlere, bizdeki geri zekalılar ırkçılığı yalnızca zencilere yapılandan ibaret sanıyor da ondan öyle diyor. Amerika'da zencilere yapılan ırkçılığı duyunca ''vay şerefsizler yıaa'' diyenler, yıllardır vatandaşları Kürtlere aynı ırkçılığı uyguluyor. Çünkü resmi ideoloji bu ülkedeki insanlara bunu dayattı yıllarca. İsmet İnönü ''Bu ülkede yalnızca Türkler yaşama hakkına sahiptir'' derken kimse bu adamı ırkçı diye isimlendirmedi, çünkü kendileri de aynen öyle düşünüyordu.


Düşünün ki Ahmet Kaya yalnızca Kürtçe şarkı yapmak istediği için, bu ülkenin beyaz Türkleri tarafından sahneden indirildi ve yuhalandı. Tabi hemen ardından da onuncu yıl marşları falan okundu, bilirsiniz. Fakat Ahmet Kaya orada Kürtçe şarkı değil de, İngilizce şarkı yapacam deseydi sizce zerre kadar ses çıkar mıydı oradaki beyaz Türklerden? Ben Petek Dinçöz'ün, Mustafa Sandal'ın, Tarkan'ın İngilizce şarkılarını hatırlıyorum, hiçbirisinde ''biz Türküz, burası Türkiye'' diye naralar atılıp, onuncu yıl marşları falan okunmadı.


İşte ideoloji böyle bir şeydir.
Sırf Akp andımızı kaldırdı diye çıkıp etrafta andımızı okurlar. Sırf bu yüzden ''Kürtleşiyoruz'' derler. Fakat gezide Apo'nun resminin yanında poz verirler, ''Kürt kardeşlerimizle birleşelim bu hükumeti yıkalım'' derler. Benim için Türkmüş, Kürtmüş, Papua Yeni Gineliymiş zerre kadar önemli değil aga. Bu ülkede milliyetçilik diye yıllarca ırkçılığı şiar edindirdiler halka, kimsenin haberi yok.


Tos pembe günler geride kaldığında, ülkede bir operasyon zamanı geldiğinde halkın yeterince bölünmesi, yeterince birbirine düşman olması, kullanılması mükemmel bir silahtır. Tam da bu sebepten halka bir bakın. Sağcısı solcusundan nefret eder, gayrimüslim ile Müslüman arasında düşmanlık vardır, alevi ile sünniler arasında hep bir çatışma olmuştur, Kürt ile Türk arasında kırk yıldır kardeş kavgası hat safhaya çıkmıştır, Türk ile Ermeni, Ermeni ile Kürt arasında aynı düşmanlık vardır.


Ya Allah aşkına, şunu hiçbiriniz mi fark etmedi?
Neden bu ülkedeki her kesim birbirine bu kadar düşman?
Ülke içine o kadar çok düşünce akımı, o kadar çok farklı ideolojiler soktular ki, bunları benimseyen her kesim insan, karşı taraftan nefret etti. Çünkü bu bir proje idi. Bu ülkenin her gelişmeye karar verdiğinde, gelişme ve ayağa kalkma emareleri gösterdiğinde karışması, halkın birbirine girmesi bunun sonucunda da darbeler yapılması, bankaların boşaltılması, her şeyin tekrar başa dönmesi bir proje idi.

Fakat hepimiz kendi ideolojimizin doğru olduğunu, kendimizin haklı olduğunu düşünmeye o kadar daldık ki, ne bunun farkına vardık; ne de bunu önlemek için herhangi bir şey yaptık. İncelemekten yoksun kaldık, öğrenmekten nefret ettik, araştırmaya alerjimiz oldu hep. Amerika'ya bakamadık mesela. Ülkede cumhuriyetçiler ve demokratlar diye iki ideoloji olmasına rağmen, halk arasında bu partilere oy vermek dışında hiçbir zıtlık olmadığını göremedik. Televizyon programlarında, sunucular her iki partiyi de eleştirmesini, bir yandan hükumeti, bir yandan da muhalefeti eleştirmesini göremedik. Çünkü halk arasında bir düşmanlık yoktu, herkes oy vermeye gider ve bu iş o gün biterdi.


Mesela bizim ülkemize bakalım tekrar.
Bu ülkede iki taraf arasında genel bir kutuplaşma vardır.
Biri Akp'liler, diğeri Chp'liler.

Kardeşim bu ülkede bu iki partiye oy veren insanların, oy verme sebepleri tektir;
Akp'ye oy verenler;
Yıllarca başörtüsü ile okula gidememiş aileler, Kur'an kurslarının kapatılmasına ve çocuklara eğitim verilmesinin yasaklandığına şahit olanlar, çocuğu şehit olduğu veya yemin edeceği halde başörtülü olduğu için askeriyeye alınmayanlar vs vs... Kısacası Akp'ye oy veren insanlar, kendi dinlerini yaşamak isteyen insanlar. (Aman şimdi sadece Müslümanlar oy verir gibi bir anlam falan çıkarmayın gözünüzü seveyim, her şeyi bok etmeyin)

Chp'ye oy verenler ise;
Laikliği savunanlar, kamu alanlarında dini hiçbir simge görmek istemeyenler, kemalistler, komünist veya sosyalistler. Yani genel bağlamda iki partiye oy verme dağılımı budur, herkes de biliyor zaten.

Yani Akp'ye oy veren adama; ''Olum bak bu adamlar Amerika'nın adamı, İsrail'e hizmet ediyo, çalıyo çırpıyo'' diyemezsin abi. Çünkü bu adamlara oy veren insanların tek amaçları İslam'ı yaşayabilmek, başka hiçbir şeyi düşünemezler bu ülkede. Zira bugüne kadar bu insanların haklarını elinden alırsan, onları bilersin. Onlar da Chp'nin karşısında kim varsa, gider ona oy verirler. Bu böyledir yani.

Bak mesela ilk seçimlerde halk Chp'nin icraatlarından o denli bıkmış usanmıştı ki, Chp'nin karşısında kimi bulduysa o partiye yüklendi. Demokrat Parti de koca bir uçurumla iktidar oldu yıllarca.

Aynı şekilde Chp'ye oy veren adama; ''Olum bak bu adamlar Amerika'yla iş birliği yapıyo, ülkeye kumpas kuruyolar, ajan bunlar, çalıyo çırpıyolar'' diyemezsin. Çünkü bu adamlara oy veren insanların tek amaçları, kendi ideolojilerini yaşatmak ve yaşamak.
Parlak zırhlı şovalyelerim benim
Demem o ki, bu ülkedeki insanları yolsuzluklarla, Amerikan ajanı olmakla falan etkileyemezsiniz.
Bak Akp hakkında yolsuzluk iddiası çıktı, Chp'liler bağırmaya başladı;
''Lan bu insanlar nasıl yolsuzluk yapanlara oy verir yaa'' gibisinden.
Fakat kendi genel başkanları SSK'yı dolandırmaktan hapse girmiş, yolsuzluk suçu sabit olmuş biri idi.
İstanbul adayları Sarıgül, çarşaf çarşaf yolsuzluk dosyası nedeniyle partiden ihraç edilmişti.
Ama yine Chp tabanı bu adamlara oy verdi.
Neden?
Sebep aynı abi. Akp'liler de buna ne inanır, ne tamah eder; Chp'liler de. Olay o değildir çünkü. Kemalist bir adam, bu ülke dünya hakimi olsa da Akp'ye oy vermez. Maaşları 300 milyar olsa da vermez. Çünkü ideolojisi asla buna müsaade etmez. Oğlunun yemin törenine başörtüsüyle giremeyen o kadın da, Chp bu ülkeyi dünya hakimi yapsa gene oy vermez, gene vermez.


Yani o yüzden bu ülkedeki insanların oy verme sebepleri hakkında düşünmeye gerek bile yoktur. Ha şöyle olsaydı eğer; Chp ezana, Kur'an'a dokunmasaydı, camileri falan kapatmasaydı, kısacası İslam ve Müslümanlarla bu kadar zıt düşmeseydi, belki bu ülkedeki Akp tabanının büyük bir kısmı onlara oy verirdi.

Ha keza geçenlerde bir anket okumuştum, ''Neden Chp'ye oy vermiyorsunuz?'' sorusuna verilen cevap tek;
''Din düşmanı oldukları için.''
Yani olayın başka şeyle alakası yok. Nitekim Chp de bunu anlayınca başörtülü adaylar çıkarmaya falan başladı. Ama doksan sene boyunca halkın üzerinde oluşmuş algıyı değiştirmek o kadar kolay değil tabi. Eğer durum başka türlü olsaydı, bugün bu halk belki bambaşka şekilde, bambaşka bir yerde olurdu.


Bu ülkede inanılmaz bir muhalefet sorunu var zaten.
Ya kardeşim, muhalefet edin, ama gözünüzü seveyim ya, nolur diyorum bak, biraz mantıklı olun, mantıklı olun ki, herkesi körü körüne bir şeyler yapmaya zorlamayın. Zaten bu ülkedeki kutuplaşmanın sebebi de bu. Muhalefet eden insanlar o kadar geri zekalıca argümanlar sunuyorlar ki, karşı taraftaki insanlar da körü körüne savunmaya başlıyorlar.


Mesela yok efendim ülkenin dış borcu 343 milyar dolar mıymış neymiş falan, hani dış borç bittiymiş?
Ya olum.
Dur bak sinirlendim gene.
Hah, tamam sakinim.

Arkadaşım biten borç IMF'ye olan borçtur. IMF'ye olan borcun bitmesi, dış borcun bitmesi demek değildir. Zira IMF dediğiniz çete, bir ülkeye borç verirken eşek gibi anlaşmalar, sözleşmeler dayar önünüze. Bu borcu ödeyene kadar da ağzınızı açıp; ''Ya IMF'ci abi, senin şu gözünün üzerinde kaş mı var ne?'' diyemezsin. Ülke ihalelerinden tut, askeriyeden tut, siyasete kadar her bir şeyinize müdahale ederler. Bu, apayrı bir borçtur.

Dış borç ise her ülkede olan şeydir zaten. Dış borcu olmayan ülke yoktur. Zira bir ülke ithalat ve ihracat yapacaksa, mutlaka dış borçlanma yapacaktır. Cari açıklar, kamu borçları, özel sektör girişimleri vs..
Minicik, ufacık bir örnek; Link

Lan olum sen kalkar da IMF'ye olan borcun bitmesini; ''Hani bak 343 milyar dolar borç vaar, gandırıkçı bunlaaarr'' diye yorumlarsan, bu, seni ideoloji denilen zehrin ele geçirdiğini gösterir.

Ha bu arada o gezi zekalılara şunu sorayım yeri gelmişken;
''Lan gavat, dış borç 343 milyar dolar diyosun, gezi olaylarında sen bu ülkeye 100 milyar zarar verdin, o nolacak? O 100 milyarı Uncle Sam mi ödeyecek lan?''


Yani demem o ki gadasını aldıklarım; ideoloji denilen şey sizi normal düşünmekten, tarafsız düşünmekten alıkoyar. Beyninize pranga vurur. Muhalefet etmek veya savunmak uğruna, yalanlardan yana olursunuz ama farkında olmazsınız. Sen körü körüne, saçma sapan muhalefet yaparsın; öteki körü körüne, saçma sapan savunma yapar. Mantık kaybolur. Samimiyet kaybolur. Sadece düşmanlık başlar. Yarın bir gün de ülkenin gideceği yer iç savaş olur. Bu da batı projesidir zaten. Kendi içinde sürekli karışan, asla birlik olamayan bir ülke batıyla savaşamaz.

Adamlar sana 2023 ve sonrasında Türkiye başlığı altında koca bir coğrafyaya yayılmış bir devlet gösterir, sen de kalkar bunu ''ahan da İsrail projesi'' diye yorumlarsın. Fakat onun Türkiye değil, İslam birliği haritası olduğunu, kurulması kaçınılamaz olan İslam Birliğinin ne zaman, nasıl ve hangi coğrafyada kurulabileceğinin bir tahmini olduğunu bilmezsin, anlamazsın.


''2023 2023'' diye konuşur ama ne olduğunu bile bilmezsin.
Bu tarihte Lozan başta olmak üzere tüm anlaşmaların biteceğini bilmediğin için, önemini anlamadan önem atfedersin.

Dün gezide Amerika'dan ve batıdan yardım isteyen gavatlar, kalkmışlar bugün ülkenin özgürlüğünden bahseder mesela. Akp Amerika'nın partisidir, ama bizim yüksek zekalı gezicilerimiz kendi partisini indirmesi için Amerika'dan yardım ister. Yıllarca cemaat Amerika'nın uşağı diyenler, bugün cemaatin partisi olan Chp'ye oy verirler. Bu ülkedeki siyasetin ne kadar illet olduğunu, o meclisin köpek sirki olduğunu anlamaz kimse. Siyasiler yalnızca sizi sömürmenin yasal yollarını ararlar. Buna uygun yasalar yaparlar. Ama senin kafan ideoloji denilen zehirle öyle bir dolmuştur ki, dakka başı Pensilvanya'ya giden Chp'ye oy verirler.


Zaten bugün batılılar gelip de; ''Sizi bu Akp'den kurtaracaz'' diye ülkeye girse, yemin ediyorum ki onları ellerinde bayraklarla karşılayacak olanlar vardır. Bunu sen de biliyorsun, ben de. Zira Jöntürkler de ''Sizi bu Osmanlı'dan kurtaracaz'' diye ülkeye giren İngilizleri bayraklarla karşılamadılar mı? Değişen ne? Hiçbir şey.


Nasıl bir zoka yuttuğumuzun farkına varana kadar, bu ülke asla bir araya gelemeyecek maalesef.
Allah vatanımızı, milletimizi, birliğimizi, bütünlüğümüzü, kardeşliğimizi korusun.
Ne diyelim, başka yapacak bişey mi var?
Dua edecez...

Selam ve saygı ile...

JFK

$
0
0
''Protesto etmeniz gereken yerde susarak günah işlerseniz, insanlardan korkaklar üretirsiniz.'' Ella Wheeler Wilcox


Yaklaşık iki sene önce başlığını atmıştım bu yazının.
Fakat araya bir sürü şey girdi, unuttum gitti.
Lakin tarihte özellikle konuşmak istediğim insanlardan birisi John F. Kennedy.

Hakkında Türkçe olarak da birçok yazı, birçok kitap yazıldı. Haberler yapıldı. Yani neredeyse bir Amerikalı kadar bilgi sahibiyiz Kennedy hakkında. Hatta şuna emin olabilirsiniz ki, Amerikalıların bilmediği çok şeyi biliyoruz bu konu hakkında. Bizzat kendi Amerikalı tanıdıklarıma soruyorum neyi ne kadar bildiklerini; aldığım cevaplar yalnızca Amerikanın bilmem kaçıncı başkanı imiş, ve öldüren adamın ismi ne imiş bu gibi şeyler.


Çünkü Amerikalılar için hayat, inanın ki bizdekinden çok ama çok farklı. Sanki hakem hatalarının olmadığı, karşı karşıya kalınan her pozisyonun gol olduğu, Polyanna'ların gerçek ama Gargamel'lerin sahte olduğu bambaşka bir dünyada yaşıyorlar. Çünkü birçoğu komploya inanmıyor. Bir şeyler elde edebilmek için elini kirletebilecek adamların yüksek makamlarda değil, yalnızca sokaklarda veya orta doğuda yaşadıklarına inanıyorlar.


Örneğin sıradan bir Amerikalıya ''11 Eylül'ü yapan bizzat Amerika'dır'' diyemezsin.
Bunu açıklayamazsın. Çünkü sana ''neden peki?'' der.
Sen de; ''E çok basit. Amerika'nın orta doğuya girmek için çok çarpıcı bir olaya ihtiyacı vardı. 11 Eylül de Amerika'nın orta doğuya giriş biletiydi.'' dersin.
Fakat o sana; ''Biz oraya insanları özgürleştirmek, zalim hükumetlerden ve teröristlerden kurtarmak ve demokrasi götürmek için girdik'' der.
Sen de; ''Amerika'da ne içiyo olum bunlar yaa?'' der durursun kendi kendine.


Çünkü Amerikalılar için televizyon asla yalan söylemeyen bir alettir. Yalan söylemeye ihtiyacı olamaz televizyonun. Bu yüzden duydukları her habere asla şüphe etmeden inanırlar. Bi de üzerine 11 Eylül konulu birkaç duygusal film yapıldı mı, tamamdır. Bundan sonraki filmlerde sürekli iyi kalpli Amerikalılar, kötü kalpli teröristleri yakalarlar. Dünyayı daha iyi bir yer yapanlar daima Amerikalılardır. Ve dünya televizyon izleme oranlarının en yüksek olduğu yerin Amerika olduğunu da hesaba katarsak, bunun insanlar üzerinde nasıl bir etki bıraktığını anlarız.

Bunun sebeplerinden biri de batılı ülkelerin daima rahat içinde yaşamalarıdır. Kendilerini sömüren kimse yoktur. Ekonomik ve siyasal özgürlükleri vardır. Yüksek maaşlar alırlar. İş koşulları iyidir. Pembe fayanslı tuvaletleri ve içinde kendini evinde hissettiğin arabaları vardır. Bu kadar rahat yaşayan insanlar, etraflarında bir şeylerin ters gittiğini kabullenmekte çok ama çok zorlanır. Maaşını ödeyen devletin, o parayı aslında orta doğuyu sömürerek ödediğini düşünemez bile.

Fakat sömürülen ülkelerin halkları daima bir komploya inanmıştır. Çünkü bizzat kendileri o komployu yaşıyorlardır. Batılılardan çok daha kötü şartlarda, çok daha fazla mesai saatlerince çalışıyorlardır ama maaşları batılıların aldığının neredeyse yarısı bile değildir. Ülkeleri batılılara sormadan tek bir yasa çıkaramaz. Hem ekonomik, hem de siyasal olarak sömürülürler. Halk etrafta dolaşan bu kadar açlığı ve yoksulluğu gördüğünden, daima bunun bir sebebi olduğunu, o sebebin de batılıların onları sömürmesi olduğunu bilmişlerdir. Ki nitekim bu yüzden batılılar kapitalist, doğulular komünist olur.


Bunu gözlemlemek için uzağa gitmeye de gerek yok aslında. Ülkemizden de aynı şeyleri biliyoruz zaten. Zengin kesim daima hayatın tos pembe olduğunu düşünen insanlarken, fakir veya orta sınıfın neredeyse tamamı dünya ve ülke üzerindeki komplolara inanır. Tutup da Etiler'de, Bebek'te birine sorarsanız; ''Sizce dünyayı Yahudiler mi yönetiyor?'' diye, ''Ya bence komplo teorisi onlar, kimsenin dünyayı yönettiği falan yuookk'' gibisinden cibisinden bir cevap alırsınız.


Fakat orta dereceye inerseniz, size Yahudiler hakkında sizin bile bilmediğiniz şeyleri anlatacak binlerce insan bulursunuz. Çünkü onlar hayatın neden bu kadar kötü veya adaletsiz olabileceğini düşünen ve sonunda da sebeplerini bulan insanlardır. Diğerinin düşündüğü şey, ertesi gün hangi gece kulübüne gideceği veya Amerika'da çıkan yeni ürünün ne zaman ülkeye geleceğidir.


Onlar1 milyon dolara iç çamaşırı satan Victoria Secret'tan giyinmeyi çok severler. Bu yüzden bu kadar para verdikleri iç çamaşırlarını insanlara gösterecek kıyafetler tercih ederler. Şunu unutmayın ciğersizler; Victoria Secret marka iç çamaşırına sahip olan bir insanın oturma organı, kafasından çok daha pahalı demektir. Zira bir iç çamaşırına o kadar para veren insanlar, beyinleri beş para etmez insanlardır. Kafasının fiyat etiketi maksimum 4 iken, iç çamaşırlarının fiyat etiketleri minimum 1000 dolardır. Bu da insanların, kafalarına kıçları kadar önem vermediklerini veya kafaları yerine kıçları ile düşündüklerini gösterir.

Bu adama ne anlatabilirsin ki?

Neyse.

JFK demiştik. Çok merak ediyorum yaşasaydı ne olacaktı diye. Çünkü düşünün ki Vietnam'a yeni girmiş olan Amerika'yı oradan çıkarma kararı almıştı. FBI ve CIA'in tüm üst tabaka kadrosunu tamamen tasfiye etmeye başlamıştı. İsrail'e ''nükleer silah falan yaparsan ağzına bacağımı sokarım!'' diye bir mesaj vermişti. Hatta Uluslararası İlişkiler okuyanlar bilirler meşhur Küba Füze Krizini. O krizi çözen de bizzat kendisidir.

Küba Füze Krizinde olanlar aslında çok ilginçtir hacı. Rusya, Küba kıyılarına savaş gemilerini sokunca Pentagon direk ''saldıralım, ebelerini belleyelim gavatların!'' der. Kennedy de; ''Olüüüümm, bi sakin olun. Bi öğrenelim ne ayak olduklarını, olmazsa ben tek dalarım'' der.


İşin şakası bir tarafa bu krizde Kennedy ile Kuruşçev arasındaki konuşmalar iki tarafa da değiştirilerek verilmiştir. Yani konuşmalar tahrif edilerek birbirlerine ulaşmıştır. Ve dünya resmen bir nükleer bir savaş ile karşı karşı kalmıştır. İşin bizi ilgilendiren tarafı da şudur; Sovyetlerin Küba kıyılarına nükleer füzeler yerleştirmesinin sebebi, Amerika'nın Türkiye kıyılarına nükleer füzeler yerleştirmesidir. Sovyetler Birliği bunu kendisine yapılan bir tehdit olarak algıladığından, misilleme yapmış ve Küba kıyılarına füze göndermiştir.


Yani Küba'daki füzeler ateşlenseydi, Türkiye'deki füzeler de ateşlenecekti. Kendimizi bir nükleer savaşın tam ortasında bulacaktık yani. Bu krizi, Pentagon'a rağmen önleyen de John F. Kennedy ve adalet bakanı olan kardeşi Robert Kennedy'dir. Tabi Kuruşçev'in de hakkını teslim etmek lazım. Ne gariptir ki bu krizi çözen John F. Kennedy'den sonra kardeşi Robert Kennedy de suikaste kurban gidecek, Kuruşçev de itibarsızlaştırılarak istifaya zorlanacaktır.


Bu arada, bu kriz de bize Amerika'ya başkaldıran herkesin özgür olmadığını bir kez daha göstermiş oldu. Küba Amerika'ya yıllardır başkaldırıyor, ama gördüğünüz gibi kendileri Rusya'nın kuklası olmaktan başka bir şey değiller. Eğer o füze krizi savaşa dönüşseydi, binlerce hatta belki milyonlarca Kübalı bir Amerika-Rusya güç savaşı uğruna ölecek veya vatanlarından olacaktı.


1960'lı yıllara baktığımızda Amerika'da bir çeşit temizleme operasyonu vardı. John. F. Kennedy, Robert Kennedy, Lee Harvey Oswald, Jack Ruby, Martin Luther King, Malcolm X, Marilyn Monroe benim ilk seferde aklıma gelenler.


Marilyn Monroe demişken, bu konuda ondan bahsetmemek olmaz sanırım.
Bildiğiniz gibi John F. Kennedy Jacqueline Bouvier ile evli idi. Evli, iki çocuk babası bir adamdı, tıpkı her başkanın olduğu ya da olması gerektiği gibi. Çünkü daha bir evlilik dahi yapmamış ve çocuğu olmamış adama devlet emanet etme fikri halk arasında pek benimsenmeyen bir fikirdir.

Her neyse.
Kennedy CIA ve FBI ve Pentagon'daki tasfiyelerine başladıktan sonra niyeti hemen anlaşılır. Bunun üzerine bir de Vietnam'dan çekilme kararı almış, üstüne üstlük bir de Sovyetler ile ilişkilerini düzeltmeye başlamıştır. Bunun hemen akabinde Kennedy hakkında haberler çıkmaya başlar; Oy çalma iddiaları, yolsuzluk iddiaları ve eşini aldattığı iddiaları gırla gitmeye başlar. Zira yaklaşık 113 bin oy farkıyla Amerika'nın en az farkla seçim kazanan, en genç ve ilk Katolik başkanı olmuştur kendisi.


Kennedy'nin gittiği birkaç yemekte Marilyn Monroe da bulunur. Tabi Marilyn'in oraya gelişi asla tesadüf değildir; zira birileri tarafından özellikle getirilmiştir. Hatta şöyle söyleyeyim; Marilyn Monroe Jack Ruby'nin yüksek sosyete gece kulübünde sahneye çıkar. Araları da çok iyidir. Jack Ruby bir Yahudidir ve kendisini ''ateşli bir Kennedy sempatizanı'' olarak tanıtır. Bu sebeple Marilyn'i Kennedy ile bir araya getirir. Tanışmaları sırasında ''tesadüftür'' ki tüm basın mensupları orada bitiverir ve bunu ''bir yakınlaşma'' olarak yazarlar. Sonrası ise önü alınamaz şekilde devam eder.


Marilyn, her gün çıkan bu haberler karşısında epey rahatsız olur. Çıkıp konuşması herkes için risktir elbette. Bunun üzerine Kennedy suikastinden kısa bir süre önce, evinde aşırı derece uyuşturucu almaktan ölü bulunur. Bir insanın o kadar uyuşturucu kullanması olacak iş değildir ama. Kendisini Kennedysever olarak gösteren Jack Ruby, bir süre sonra Kennedy suikasitinin şüphelisi iken Lee Harvey Oswald'ı onlarca polis, FB ve CIA ajanı ve de basın mensuplarının gözü önünde öldürür. Kendisi de hapiste ölü bulunur.


Geçenlerde ''The Kennedys'' isimli birkaç bölümlük bir dizi izlemiştim. Algıyı etkilemek nedir, fikir dayatmak nedir tekrar gördüm o dizide. Zira dizi baştan aşağıya Kennedy ailesine inanılması güç iftiralar atıyordu. Kennedy hayattayken uydurulan her asparagas haber bu dizide kendisine yer bulmuş yani öyle diyeyim. Marilyn Monroe ile hem John hem de Robert Kennedy'nin ilişkisi olduğunu, ailenin uyuşturucu kullandığını, Kennedy'nin oy çaldığını ve daha nicesini saydıran bir dizi bu. Amerika'da hala Kennedy hakkında film, belgesel ya da dizi yapmak yasak olduğundan, diziyi Kanada yapıyor. O da ilginç tabi. Katie Holmes falan da oynuyor dizide.

Belgelerin açıklanmasına az bir zaman kaldığından, halkın beynine yavaş yavaş bu fikirler veriliyor. Kısacası psikolojik zemin hazırlanıyor.

Çünkü şuan Kennedy hakkındaki belgelere ulaşmak kesinlikle yasak. Suikastten sonra yanlış hatırlamıyorsam 70 yıl hiçbir belge açıklamama kararı alınmıştı. Üzerinden yeterince zaman geçip, bu olaya şahit olanların hepsinin ölmesi ve yeni nesil için dünün haberi olması açısından gayet mantıklı bir karar. Hem bu arada o yıllarda birtakım belgeler uydurulup kasalara saklanınca, aradan bu kadar uzun yıl geçtikten sonra o sahte belgelerin aslında gerçek olduğunu söyleyebilecekler. ''İşte bakın 70 yıl öncesinin belgeleri bunlar'' diyebilecekler yani.

Zaten bu gibi bir diziden ne beklersiniz? Kennedy'ler hakkında bilgiler versin, ne gibi zorluklar yaşadıklarını göstersin, elbette biraz da magazin katsın ama Kennedy'nin hayatını mücadeleye adadığını da es geçmesin. Fakat bu dizi tamamen hırsızlıklar, yolsuzluklar, ihanetler üzerine kurulu bir çeşit Aşk-ı Memnu, bir çeşit Kavak Yelleri olmuş.

Kennedy, nasıl bir sistemin var olduğunu anlar şüphesiz. Siyasetten ekonomiye ve askeriyeye, polisten istihbarat teşkilatlarına kadar her yere sızmış ve eline geçirmiş bir sistemden bahseder son konuşmasında. Zira bu, onun suikastinden önce halka yaptığı son konuşmadır. Bir nevi halkın ve dünyanın ne ile karşı karşıya olduklarını anlamaları ve kendisine destek olmalarını ister. Bugün hepimizin söylediklerini, Kennedy 1960'larda zaten söylemiştir. Ve böyle bir yapıyı deşifre etmek, Amerikan başkanı olsanız da sizi infaz edilmekten kurtaramaz.
O konuşma şöyle;

‘’Gizlilik sözcüğü, özgür ve açık bir toplumda tiksindiricidir. Ve bizler insan olarak, doğamız ve tarihimiz gereği; gizli topluluklara, gizli yeminlere ve gizli işlemlere karşıyızdır. Karşı olduğumuz, dünyayı sarmış olan ve öncelikle; kendi etki alanını genişletmek için gizli saklı amaçlara dayanan, kocaman ve acımasız bir komplodur.
Bu komplo; saldırı yerine içimize sızmaya, seçim yerine hükümeti yıkmaya, seçme özgürlüğü yerine korkutmaya dayanan bir komplodur.

Bu öyle bir sistemdir ki; muazzam miktarda insani ve maddi kaynakları, sıkıca ördüğü diplomatik, istihbarat, ekonomik, bilimsel ve siyasi operasyonlarla birleştirerek, yüksek verimli bir makine haline getirip, emellerine doğru sürükler.
Onun hazırlıkları gizlenir, yayınlanmaz.
Onun hataları gömülür, gazete manşetlerine geçmez.
Onun muhalifleri susturulur, övülmez.
Hiçbir harcama sorgulanmaz, hiçbir sır açığa çıkmaz.

Bu nedenledir ki, Atinalı yasa koyucu Solon; onu özgürce tartışmadan kaçınan her vatandaş için suç addetmiştir. Olağanüstü bir vazife olan Amerikan halkını aydınlatma ve uyarma konusunda sizden yardım istiyorum.

Sizin yardımınız sayesinde şunu rahatlıkla söyleyebilirim; İnsanoğlu doğduğu şekilde olacaktır; Özgür ve Bağımsız.’’


JFK suikaste uğramasaydı acaba neler olurdu hiç düşündünüz mü?
Tüm bu sistemi tasfiye ettiğini, tüm nükleer silahları yok ettiğini?

Tabii ki tüm dünyayı köleleştiren ve kendi karbon devletleri yapan bu sistem, bunun olmasına izin vermezdi. Bu yüzden de öle uykusunda falan öldürüp kaza süsü vermediler, tüm insanların gözlerinin önünde bir katliam yaparak bir mesaj verdiler. Bu mesajı verdiler ki, bir daha kimse kendileriyle aşık atamasın. Nitekim ondan sonra da bu sisteme karşı gelen tek bir ses yükselmedi.

Bir kişi dışında;
Robert Kennedy.

John F. Kennedy suikaste kurban gittikten sonra, kardeşi Robert Kennedy adalet bakanlığından istifa etti ve kısa bir süre sonra da başkanlığa aday oldu. Ağabeyinin verdiği mücadelede kendisine en yakın isim de zaten oydu. Bu sistemin nasıl çalıştığını, iplerinin kimlerin ellerinde olduğunu da gayet iyi biliyordu. Ağabeyinin tüm Amerika hatta dünyanın gözü önünde suikaste kurban gitmesi ve tüm delillerin yok edilip, üstünün örtülmesi Robert'ı vazgeçirmedi. Nam-ı diğer Bobby'i.


Robert Kennedy, altı ön seçimin tam beşini kazanmıştı. Bu da demek oluyordu ki, bir sonraki başkan kesinlikle Robert Kennedy olacaktı. Hakeza ağabeyine yapılanlardan dolayı da halkın kendisine bakış açısı belliydi. Fakat California seçimlerini kazandıktan hemen sonra yaptığı konuşmanın ardından o da suikaste kurban gitti.

Ve ne kadar ilginçtir ki, Amerikan hükumeti, yetkilileri ve medyası John F. Kennedy'i de, kardeşi Robert Kennedy'i de ''öfkeli yalnız adamlar'' tarafından öldürüldüğü fikrini benimsedi ve halka bunu dayattı. Yani canı sıkılan gidip Kennedy'leri öldürüyordu bu dünyada. Canı sıkılan Martin Luther King'i, Malcolm X'i öldürüyordu. Darbeleri yalnızca iyi kalpli askerler, ülkelerini kurtarmak için yapıyordu. Aslında Gargamel bile yoktu bu dünyada, yalnızca şirinler vardı.


Ve siyonist sistem Kennedy'lerden o kadar korkar oldu ki, sonunda neredeyse tüm ailenin kökünü kazıdılar. Kennedy'lerin lanetini duymuşsunuzdur. Birkaç örneğine bakın; LinkLinkLink

Kennedy ile irtibatı olan Paul Findley; ''They Dare To Speak Out'' adlı kitabında, Yahudi lobisinin seçim kampanyasında sıkıntı yaşayan Kennedy'e gelip;

''Kampanyanızda bazı ekonomik sıkıntılar yaşadığınızı biliyoruz. Fakat orta doğu politikamızda bize yardım eder ve bizimle iş birliği yaparsanız tüm sorunlarınızı çözeriz ve daima arkanızda olur sizi koruruz....'' dediğini yazar.


Nitekim Jacqueline Kennedy de suikastten sonra yaptığı ve kendisinin ölümünden sonra yayınlanmasını şart koştuğu röportajında ''Suikasti planlayanlardan birinin Lyndon Johnson olduğunu, Küba füze krizinden sonra John'un sürekli olarak tehditler aldığını ve ''Biri beni vuracaksa, o gün bugündür'' dediğini, kendisine suikast yapılacağından sürekli bahsettiğini'' söyler. LinkLinkLink


Yani olayların doruğa ulaştığı nokta buradan da anladığımız gibi Küba Füze Krizidir. Çünkü bu krizden sonra Kennedy'nin açıkça lobiye karşı muhalif olduğu görülür. Fakat Küba Füze Krizinin bizim açımızdan da önemi çok büyüktür. Yalnızca biraz dikkatli bakmak gerekir. Küba Füze Krizi dediğimiz olay; Amerika'nın ''Türkiye'ye'', Sovyetlerin de Küba'ya füze yerleştirmesiyle ortaya çıkmış bir krizdir.
Bu durum şunu gösterir;
Küba, Rusya'nın kuklası iken; Türkiye de Amerika'nın kuklasıdır.
Küba, Rusya'ya bağlı iken; Türkiye Amerika'ya bağlıdır.


Ve düşünün ki, adamlar kendi ülkelerinin güvenliğini bizim gibi küçük ülkelerin üzerinden sağlıyorlar. Bildiğiniz üzere 1960'da Cemal Gürsel isimli şahıs Demokrat Parti hükumetine darbe yapmıştı. Darbenin ardından da kendisini cumhurbaşkanı ilan etmiş, Milli Birlik Komitesi, Anayasa Mahkemesi gibi kurulları da kendisi kurmuştu.

Bu adam Küba Füze Krizi'nde bizzat Amerika'nın bölgedeki güvenliğini sağlamak üzere teminat vermiş ve Amerika'nın isteği üzerine Amerikan füzelerini Rusya'ya çevirmiştir. Küba Füze Krizinde, Amerika'nın Türkiye komutanıdır kendisi. Ve darbe öncesi çok ilginçtir ki, Kennedy'nin yardımcısı olan Lyndon Johnsson ile görüşmüşlerdir. Kısa süre sonra da Lyndon Johnsson Amerikan başkanı, Cemal Gürsel de Türkiye Cumhurbaşkanı olmuştur. İngiltere savaş uçaklarının, Türk hava sahasını kullanmaları için yasa çıkarmıştır.

''Süleyman Demirel devletin başına geçerse her şeyi sorunsuzca hallederiz. Aydın adamdır, yobazlığa yüz vermez. Onu başa geçirirsek sorun kalmaz'' diye bir söylemi vardır.

Ve bu Cemal Gürsel, bugün cumhuriyetin ikinci kurucusu diye anılır. Cumhuriyetin kurtarıcısı diye anlatılır bugün. Cemal Gürsel hakkındaki bilgiler ortada, açın kendiniz de bakın. Neyin ne olduğunu çok rahat çözersiniz. Tüm bunlardan sonra o darbeyi Amerika'nın yapmadığını söyleyebilir misiniz? Kennedy'leri ortadan kaldıranlar, buraya da el attılar elbet.

Neyse.
John ve Robert Kennedy suikastleri neredeyse birbirinin kopyası. Hakkında çok okudum, araştırdım zamanında. Şimdi her olayı ince ince konuşmak istemiyorum uzamasın diye. Fakat birkaç kelam edelim hacı cavcav.

Lee Harvey Oswald, zamanında Amerikan ordusunda ve haber alma teşkilatında görev almış bir adam. Görev sırasında Rusya'ya gitmiş ve bu yüzden de kurban olarak seçilmiş, hepsi bu. Sorunları olan bi adam. Suikastle alakası yok. Zira Kennedy'e üç taraftan ateş ediliyor ve sekiz-dokuz tane kurşun giriyor. Aynı anda üç yerde olabilme yeteneğine sahip değilse, bu adamın bu suikasiti yapma ihtimali benim yapma ihtimalimle aynıdır. Zavallı herifin üzerine atıyorlar ve konuşmasın diye de ertesi gün herkesin önünde öldürüyorlar.


Bobby Kennedy'nin katil zanlısı Sirhan Bişara Sirhan ise tamamen ajayip bir olay. Zira Sirhan Sirhan hala hapiste ve hala Kennedy'i kendisinin vurmadığını söylüyor. Bu suikasti anlatan bir belgesel vardı ama yutub kapalı olduğundan adres veremiyorum. Sirhan Sirhan'ın ağır hipnoz altında olduğunu kanıtlayan birçok belge yayınlamışlardı o belgeselde. Ve bugün hala kabul etmemesi, kesinlikle böyle bir şey yapmadım demesi de bunu daha da kuvvetlendiriyor.


John F. Kennedy suikasti hakkında Oliver Stone'nun yaptığı, Kevin Costner'ın oynadığı mükemmel bir film var; JFK isimli. Bu suikast hakkında bilmek istediğiniz, dahası Amerika'daki lobiler hakkında bilmek istediğiniz neredeyse her şeyi özetleyen harika bir film bu. Kesinlikle kendinize zaman ayırın ve saçma sapan macera ya da aşk filmleri izleyeceğinize bu ve bu gibi filmleri izleyin. Ki bu filmi izledikten sonra kafanızda bir şeylerin değişeceğini ben size garanti ediyorum. (Fragmanı; Link)


Robert Kennedy hakkında da Bobby isimli bir film var. Suikaste pek girmiyorlar ama suikast öncesine kadar olanları, Bobby Kennedy'nin hayatına dokunarak anlatıyorlar. Ama Bobby'i tanımak için çok güzel bir film, bunu da izleyin.

Dünya üzerine kurulu bu düzeni fark eden ve bu düzene karşı bir şeyler yapmaya çalışan, bunu da hayatlarıyla ödeyen adamlar daima oldu. John ve Bobby Kennedy kardeşler de onlardan iki tanesiydi şüphesiz. Çok yakında bu gibi adamlar o kadar çoğalacak ki, bu düzen daha fazla cinayet işleyemeyeceğini anlayacak ve yıkılacak. Para, petrol ve altın için birbirlerini öldüren insanlar yakında kendi kendilerini çökertecekler. Bu düzen yıkıldığında ise, Kennedy kardeşleri de saygıyla yad etmek bizlerin görevi olacak.

Selam ve saygı ile..

DUYGUSAL KAPİTALİZM

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

Kapitalizm denilen şey sizi sömürür.

Kapital büyük manasına gelir ve büyüğün küçüğü yemesi, onunla beslenmesi ve küçük olanın daha da küçülürken; büyük olanın daha da büyümesi demektir.


Bu çarkın nasıl döndüğüne ve paranın ne olup ne olmadığına dair yüzlerce şey söyleyebiliriz. Siyasi ve ekonomik bir sürü izahı var bu çarkın. Ben bu yazıda yalnızca duygusal olanından bahsetmek istiyorum. Zira bu çark, her biri birbirine bağlı ve her biri birbirini besleyen bir sisteme dayalıdır. Biri çalışırken diğerini çalıştırır ve ona zemin hazırlar. Böylece dönüş hızı ve kuvveti çok yüksek olan bir sistem ortaya çıkar.


Bu çarklı sistemin herhangi bir dişlisi zarar görürse, otomatik olarak diğer dişliler de bu zararı görecek ve sonunda da sistem kendiliğinden çökmüş olacaktır. Fakat bahsedilen çarkın herhangi bir dişlisine zarar vermek, düşünülenden veya hayal edilenden çok ama çok daha zordur. Daha doğrusu pratikte kolay, düşünce bazında zordur. Ya da bunun tam tersi olarak düşünce bazında kolay; uygulamada zordur. Çünkü birine sahip olan insanlardan neredeyse hiçbiri, diğerine sahip değildir.

Bu da tek bir şey oluşturur; kısır döngü.


Kapitalizm denilen şeye karşı çıkmak için yapılması gereken ilk şey asla ve asla hükumetlere başkaldırmak, siyonist-kapitalistleri her fırsatta eleştirmek, sokaklarda kapitalizm-emperyalizm-faşizm karşıtı çığlıklar atıp; pankartlar açmak değildir. Bunlar yalnızca insanların kendi kendilerini bir şeyler yapıyor olduklarına ikna etmek için yaptıkları küçük, basit ve etkisiz icraatlardır. Bu gibi icraatlar, ancak ve ancak harekete geçen insanların bu hareketlerini desteklemek ve pekiştirmek için yapabilecekleri ek girişimlerdir. Aksi halde sizi bir noktadan başka bir noktaya asla götürmez.


Kapitalizme karşı gelmek isteyen insanlar ilk olarak bu sistemi beslemeyi, ona para kazandırmayı kesmelidir. Çünkü, büyük bir musluğun sürekli doldurduğu havuzun suyunu boşaltmak için, sürekli olarak kovayla su çekmeyi bırakıp öncelikle musluğu kapatmak gerekir. Eğer musluk açık kalmaya devam ederse, siz bir yandan kovayla suyu boşaltırken; diğer yandan musluk doldurmaya devam eder. Yani yaptığınız her hamle boşuna gider. Çabanız da yalnızca havuzun taşmasını engeller. Hakeza, zaten havuzun da taşmaması gerekir. Aksi halde düzen tekrar bozulur.

İşte kapitalizme karşı olduklarını düşünen günümüz insanlarının durumu aynen budur. Yapmaları gereken şeyi değil, kendilerine yapmaları söylenen şeyi yaparlar. Yaptıkları eylemlerle çarka karşı olduklarını gösterdiklerine inanan insanlar, havuzdan kovayla su çeken insanlardır. Dünyaya ''insanlar koyun değilmiş, sisteme karşı ayaklanıyorlar'' mesajı verirler, böylece havuzun suyu taşmamış olur.

Fakat musluk hala açıktır.
Manidar tarafı ise, musluğun suyunun kaynağı ona karşı geldiklerini düşünen insanlardır.
Çok bilinmeyenli denklem gibi.


Benim kitabımda anlattığım konu da bu. Kapitalizme karşı olan insanlar, kapitalizmin ne olduğunu bilmeyen insanlardan daha fazla kapitalizmi beslerler. Bu dünyada her şey göründüğünün tam tersidir.

Bu sömürü sistemi, -adı üzerinde- bir şeyleri sömürerek kendisini ayakta tutar. Bu sömürülen şeylerin başında da duygular gelir. Çünkü insanların duygularını sömürürsen, ceplerini de sömürürsün.


Duygusal bir filme, duygusal bir şarkı veya duygusal bir dizi insanları çeker. Kendisini izlettirir, dinlettirir kısaca kendisini sattırır. Tabi duygusaldan kasıt yalnızca insanları hüzünlendiren şeyler değildir. Gülmek de bir duygudur, ağlamak da, korkmak da. İnsanlar kendilerine bir şeyler hissettiren şeyleri severler. Bu da insanların duygularını en çok sömürülen şey haline getirir.


Birtakım günlere, birtakım duygusal isimler takarak, o günlere insanlar tarafından rağbet edilmesini sağlarlar. Verilen isimler, insanların kafalarında duygusal çağrışımlar yaptığı için, uygulanan harekete icabet edilmesi gerektiğini düşünürler.

Olay da budur.

Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü, yılbaşı, kadınlar günü gibi duygusal ve anlamlı görünümlü gün isimleri insanlara kendisini sattıran duygusal kapitalizme en iyi örneklerdir.


Malum, bugün anneler günü. Ülkemiz de bu günü en çok kutlayan ülkelerden biri. Kendi kültürümüze ait bir gün olsaydı, bu şekilde kutlanmayacağına dair bahse girebilirim. Fakat kaynak batı olunca kendi kültürümüzün de, inancımızın da önüne geçer. Onu kutlamanın bizlere modern, çağdaş ve batılı yapacağını düşündüğümüzden, tıpkı Amerika'daki gibi, İngiltere, Fransa'daki gibi bizim insanlarımız tarafından kutlanır.


Fakat dikkat ettiyseniz, önce çağdaş ve modern olmak gerektiği fikri insanlara dayatılır. Sonra da bunların gerekleri olarak da; birtakım şeyler satın almak ve belirlenen şekilde yaşamak gerektiği fikri dayatılır. Yani kısacası çağdaş ve modern olmak için, bir şeyler satın almak zorundasınızdır. İşte bahsettiğimiz bu şeyler de tam olarak kapitalizmdir. İşte kapitalizm denilen şey bu şekilde çalışır. Size önce bir fikir verirler, sonra bu fikirle uyumlu olmanız için para harcamanız gerektiğini dayatırlar.


Gelelim bu kapsamda anneler gününe. Ki dolayısıyla devamında babalar günü, sevgililer günü gibi sektör günlerine.


Televizyonda, gazetelerde, dergilerde ve sokaklardaki, caddelerdeki tabelalarda neredeyse tamamen anneler günü üzerine reklamlar var malumunuz. Birkaç hafta öncesinden, hatta bazı markalar birkaç ay öncesinden anneler gününde alınabilecek ürünler reklamı yapmaya başlarlar. Zaten bu tür olayları toplumda bu şekilde yaygınlaştırırlar ve benimsetirler. Bir şeyin reklamı çok yapılırsa, insanların ilgilerini çeker. Bu ilginin sonucunda da toplumda gelenek haline gelirler. Daima reklamı yapıldığı için de, daima revaçta olurlar.


Fakat aslında bu tür günler, halk tarafından algılandığının aksine bir sektördür. O güne kadar satılmayan ürünleri sattırmak için harika bir fırsattır bu tür günler. İnsanların kendilerine geleceklerini bildikleri için de, fiyatları daima yüksek tutarlar. Böylece, Kanlı Elmas'ta denildiği gibi, bazı aptallar bir hediye uğruna üç aylık maaşlarını harcarlar. Ve bu tür günler asla bitmez. Sevgililer günü, babalar günü, yılbaşı ve doğum günü... Hediye üzerine kurulu bir sektör.
Etiket beyinli insanlar; hayatlarındaki en önemli amaç istediği şeyin etiketi olan insanlardır, kapiş?

Konuyu biraz değiştirmek adına olaya İslami bakış açısı getirirsek, anneler günü diye adlandırılan bu gün bir Antik Yunan geleneğidir. Paganizmden gelir. Ve tahmin ettiğiniz üzere de, paganizmin modernize edilmiş hali olan Hristiyanlığa geçmiştir. Link

Bizim kültürümüze girişi de, Anna Jarvis'in bu kültürü Amerika'da başlatmasıyla olmuştur. Bu gibi kültürlerin veya alışkanlıkların bizim gibi sömürge ülkelerde kabul görmesinin nedeni, bu batılı ülkelerde kabul görmesidir. Kapitalizm önce fikir pazarlar. Sonra bu fikre sahip aydınlar türetir. Sonra da halkı bu fikir ve aydınlar etrafında toplar. Tabi bu arada bu fikre ve aydınlara karşı çıkanlar sistem tarafından ''çağa ayak uyduramamakla'' yaftalanır ve dışlanırlar. Popülaritenin gerisinde kalmak insanları kamçılar. İnsanlar, herkesin yaptığı şeyleri yapmak ve normalleşmek isterler. Bu da içinde bulunduğumuz çağda, neden tüm insanların birbirine benzediğini açıklar.

Olay da budur zira
Anneler günü bir pagan geleneği olarak başlamıştır. Ardından Hristiyanlığa geçmiştir. Günümüzde de Amerika'nın pazarlamasıyla dünyaya yayılmıştır. Tıpkı babalar günü gibi.

Babalar günü de ilk kez Amerika'da kutlanmıştır. Hatta bu günü kutlanma ilan eden kişi, Kennedy suikastinin baş zanlılarından olan ve ardından başkan yapılan Lyndon Johnson'dır. Johnson, her yıl haziran ayının üçüncü pazar gününün babalar günü olarak kutlanılması için bir bildiri yayımlar. Hatta bir sonraki başkan Richard Nixon bu günü ''resmi tatil'' ilan etmiştir.


Peki biz nasıl oluyor da bu günü kutluyoruz?
Bizimle ne alakası var bu tür günlerin?

Alakası şu; kapitalizm denilen şeyin kölesiyiz.

Kültürümüz, dilimiz, dinimiz kısacası tüm hayatımız bu sistem tarafından tahrif edildi ve gördüğünüz gibi hala ediliyor. Bugün sokaktaki insanlara ''anne ve babalar gününü kutlamayın, bu Hristiyan, pagan ve batılıların adeti'' derseniz, size ilk verecekleri cevap; ''sizin gibi kafalar yüzünden gelişemiyoruz'' gibisinden bir cümle olacaktır. Zira bu gibi kafaların gelişmekten anladığı; batılılar gibi giyinmek, düşünmek, şarkı dinlemek ve kutlama yapmaktır. Bilim ve teknoloji adına, kültür adına, medeniyet ve tarih adına hiçbir şeyi gelişme olarak kabullenmezler. Çünkü onların istedikleri asıl şey, aslında gelişmiş bir hayata sahip olmak değildir; yalnızca batılılar gibi bir hayata sahip olmaktır.


Batılılar gibi yaşar, konuşur ve inanırsanız; batılıların sizi işgal etmeye ihtiyaçları kalmaz. Zira onlar sizlere; ''moda, trend, çağdaşlık, çağın gerekleri'' isimleri altında kendilerine para kazandıracak ve aynı anda da sizi sömürecek şeyler satarlar. Bir ülkeye girip petrolünü almak yerine; bir giyinme tarzı, bir müzik türü ve fikir aşılamak onların cebine yine para sokar. Petrolden kazanamadıkları parayı, sizin yediklerinizden içtiklerinizden ve giydiklerinizden kazanırlar. Öyleyse kalkıp da sizi askeri olarak işgal etmeleri gerekir mi?


İşin İslami boyutuna gelelim tekrar.

Sevgililer Günü; St. Valentine adında bir Hristiyan rahibinin günü.
Yılbaşı; Hristiyanların, öncesinde ise paganların kutladıkları gün.
Anneler Günü; Geçmişte paganların, günümüzde ise Amerikalıların ortaya çıkardıkları gün.
Babalar Günü; Amerika'da ortaya çıkan ve Amerikan başkanları tarafından kutlanılması emredilen gün.


Peki bir Müslümanın bu kutlamalarla ne işi olabilir?
İlla da bir şeyler kutlamak istiyorsanız, kutlamadan duramıyorsanız gidin Kutlu Doğum Haftasını kutlayın. Kandilleri kutlayın.

Ama hayır.
Çünkü bu kutlamaların hepsi Kur'an'la namazla yapılan kutlamalar.
İslam'da haddi aşmak yoktur.
Dünyada bu kadar kardeş kanı akarken, bunların hiçbiri yokmuşçasına ''hunharca eğlenmek'' yoktur.
Kadınlı erkekli yerde, içkili şarkılı yerde bir şeyler kutlama söz konusu değildir.

İşte insanları bu çılgın çağın çılgın eğlence ve hazlarından kısıtladığı için bu tür kutlamalar yerine; batı tarzı kutlamalar tercih edilir.

çok derin bir resim
Sizlere, cebinizi boşaltan şeyleri bir canavar olarak gösterecek değiller elbette. Bunu size duygusal ve şirin göstermek zorundalar. Bu sebepledir ki size; ''aa neden olmasın. Anneler günü, babalar günü, yılbaşı, sevgililer günü, kadınlar günü, öğretmenler günü, şu günü bu günü, çok duygusal. Bunları hatırlamamız gerekk'' dedirttirirler. Tıpkı dünyadaki tüm sömürü sistemlerinde olduğu gibi. Önce duygularınızı, sonra da cebinizi sömürürler.

Ben hem bir Müslüman, hem de bana kafayı yedirten bu takım elbiseli canavarlar sistemine karşı olan sıradan bir insan olarak, gerek bu günü gerekse bu gibi diğer tüm günleri tanımıyorum. Sapına kadar da karşıyım. Ve acizane elimden geldiğince, beni takip eden kardeşlerime de bunları anlatmak istiyorum. Onların da bu gibi saçma salak şeylere karşı gelmelerini tavsiye ediyorum. Televizyonda çıkan duygusal şeylere aldanmayıp, ''canı cehenneme bu gibi günlerin'' demenizi öneriyorum.

Tabii ki zor olacaktır. Şahsen bugün ablam bize geldi ve anneme hediye verdi. Sarıldılar, öpüp koklaştılar falan. Ve ben orada hiçbir reaksiyon göstermedim. Hediye almamıştım, ''anneler günün kutlu olsun anneciiiim'' de demedim. Fakat televizyonda iki dakikada bir çıkan anneler günü reklamları ve programları nedeniyle, biliyordum ki annemin bugünden beklentisi vardı. Onlar daha duygusal oldukları için, bu gibi şeyleri gördüklerinde tepki veremeden veya kendilerini kaptıramadan edemiyorlardı. Çok da doğal. Her anne ''herkesin çocuğu annesine şunu almış, şunları demiş, benim çocuğum da desin'' der elbette.


Ben ''anne bu Hristiyanların, gavurların adeti'' dediğimde, yine hafif bir kırılganlıkla ''haa öyle mii, tamam o zaman afedersin'' dedi bana. İçten içe istiyordu elbette kutlamamı. Çünkü çok fazla duygu sömürüsü reklamı ve programı yapılmıştı haftalarca. Yarından itibaren de ''benim oğlan bana şunu aldı, senin ki?'' diye cümlelerle karşılaşacağını da biliyordu. Tüm bunlar, insan hayatını gereksiz ve aptalca tuhaflaştıran birer ilüzyondu işte.

Buna çok güldüm yaa ahahaa
Sıradan bi günden hepinize selamlar söylüyorum.
Selam ve saygı ile.

FİLİSTİN

$
0
0


Cümleten selamın aleyküm.

Epey uzun bir zaman oldu farkındayım. Ben de yazmayı özlemişim.
Hayattan, her şeyden ve herkesten nefret eden bir insan olarak tekrar elime bilgisayarımı almam epey bi zor oldu. O yüzden yavaştan yazmaya başlamak en mantıklısı dedim. Yavaş yazıcam, durağan yazıcam, sakin yazıcam.


Müslümansanız eğer, Müslümanlık bilincinden birkaç kelime ile dem vuracam mesela.
Değilseniz sorun değil, siz de insansınız, elbet pay alırsınız.


Günlerdir şu bombalama haberlerini izliyorum. Filistin, Gazze bombalanıyor. Havadan gelen saldıraların yanı sıra bir de kara harekatı başladı malumunuz. Olayın ince teferruatını, oradaki direniş gruplarının kim olduklarını ve yapabileceklerini diğer yazılarda konuşuruz Allah'ın izniyle.


İki şeyden bahsetmek istiyorum bu yazıda.
Birincisi; Kendisine Müslüman diyen, kendisini böyle tanımlayan, hatta ve hatta beş vakit başını secdeden kaldırmayan münafık ruhlu ve kalpli iki yüzlüler. Tabi bunun yanında bir de iki ağacın ölümüne engel olmak için ülkeyi ayağa kaldıran, dünyaya ''katliam vıııaarr''çağrısı yapan, kendilerini ''çevresever ve hümanist'' olarak tanımlayan fakat; ne Mısır!da, ne Suriye'de, ne de bugün Filistin'de haksızca, masumca ve şerefsizce yapılan ''insan katliamı''na zerre kadar sesini çıkarmayan, sözde çevreci ve insancı; özde ise paracı olan bu gavat döllerini konuşmak istiyorum.

İkincisi de; İsrail nasıl oluyor da Filistin'e saldırabiliyor. Bunu konuşmak istiyorum kısaca.

Hani biz Müslümanlar şu son yüzyılı saymazsak, son bin yılın süper gücüydük hatırlar mısınız?
400 sene Selçuklu, 600 sene Osmanlı bu dünyaya hükmetti.
Dünya üzerindeki her bir devlete, her bir olaya müdahale edebilirlerdi.
Cennetmekan Kanuni Sultan Süleyman bir mektupla, dönemin Avrupa'daki en büyük ittifak devleti olan Kutsal Roma Cermen İmparatoru Şarlken'e her bir dediğini tek tek yaptırması, yine yalnızca bir mektupla Fransa'ya dansı 100 yıl yasaklatması, Avrupa'nın ortalarına kadar girerken tek bir ama tek bir Avrupalının karşısına çıkmaya cesaret edememesi bunun en ufak, en basit ve en bilindik örnekleri.

Peki biz Müslümanlar nasıl oldu da dünyaya hükmederken bugün şamar oğlanına döndük?
Elimiz kolumuz nasıl bağlandı?
Nasıl bu kadar gamsız, dertsiz, tasasız gavatlar olduk?
Nasıl bu kadar şerefsiz olabildik?
Hiç kusura bakmayın, bu yazıyı okuyan güzel kardeşlerim, abilerim, ablalarım, öğretmenlerim, profosörlerim, kardeşlerimizin ırzına geçilir ve canları alınırken yeryüzündeki hiçbir Müslüman ''Ben şerefliyim''diyemez. Önce kabullenmekle başlayalım. Hepimiz şerefsiziz.


Bugün geldiğimiz, düştüğümüz durumun sebebi de bu zaten.
Bakın Müslümanlar hala namaz kılıyor, oruç tutuyor, Kur'an okuyor. Fakat bir şey kaybettiler;
Cihad şuurlarını.

Çünkü İslam tamamıyla cihad şuuru üzerine kuruludur. İslam'dan cihad şuurunu kaldırırsanız, geriye Hristiyanlık gibi içi bomboş bir din çıkar. Laik, seküler, etliye sütlüye karışmayan bir din. Yalnızca ibadet dini.
İslam yalnızca bir din değil, bir hayat tarzıdır. Bir yaşama biçimidir. Her anını belirler. Nasıl yaşayacağını, nasıl yemek yiyeceğini, nasıl oturacağını, anne babanla nasıl konuşacağını hatta nasıl tuvalete gideceğini belirler İslam. Bu yüzden İslam'a yalnızca namaz ve oruç gibi ibadet dini gözüyle bakanlar, yarın mezara girdiklerinde Müslüman olmadıkları sürpriziyle karşılaşabilirler.


Müslümanlar yavaş yavaş cihad şuurlarını yitirmeye başladılar. İnsanlar dünyayı sevmeye başladı.
 ''Nasılsanız öyle idare olunursunuz''
Halk bozulmaya başlarsa, otomatikman yukarısı da yani devlet de bozulmaya, güç kaybetmeye başlar.

Müslümanlar namaz kılmaya devam edip, oruç tutmaya devam edip yanıbaşlarındaki insanlara yapılan zulümlere ''ama ben ne yapabilirim ki?'' demeye başladıklarında, küffarın dünyaya hakimiyetinin işaret fişeği atılmış oldu. Tarihte her zaman Müminler ile kafirler arasında mücadele olmuştur. Bir Müminler galip gelmiş, bir de küffar galip gelmiş, hükmetmiştir. Ve bizler ne yazık ki küffarın hükmettiği bir dönemin insanlarıyız.


Sebebi de biziz. Çünkü sinir uçlarımız, beyinlerimiz ve kalplerimiz öyle bir uyuşmuş ki, üzerimizde canlı canlı ameliyat yapılmasına rağmen tepki veremiyoruz. Gözlerimiz görüyor, kulaklarımız duyuyor bu ameliyatı. Biliyoruz. Bedenimiz kesiliyor, biçiliyor. Fakat uyuştuğumuz için hiçbir şey yapamıyoruz. Ama çekilen acı arttıkça ve zaman geçtikçe Allah'ın izniyle narkozun etkisi de azalacak. Hakeza şuan azalmakta ve yakında bu ameliyata tepki verebilecek kadar kendimize geleceğiz.


Bakın kafirin işgal ettiği toprakta cuma namazı kılmanın bile caiz olmadığı söylenir, bu iş bu kadar ciddidir. Fakat biz kafirin işgalini bırakın kabullenmeyi, onu seviyor hatta koruyoruz. Şu boykot meselesi de var tabi.
Kimi gezi zekalılar der ki; ''Ya Yahudi mallarını boykot etmek istiyosanız çıplak durun, araba kullanmayın, deterjan kullanmayın falan filan folan fulan... Siz etseniz nolcak kiee, İsrail mi çökceek''


Bakın, bu gibi denyolara rastladığınız saniyede, hemen o an bacağınızı o gavatın ağzına sokun.
''Noluyo lan?'' derlerse, ''Tyler dedi lan gavat!'' dersiniz.

Eğer bir şeyi deviremiyorsanız, o şeyin büyümesine katkı sağlamayın.
''Madem benim boykot etmen ve ürünlerini almamamla batmayacak bu İsrail, o zaman ben de onlara destek olayım'' mantığı nedir lan?

İçme şu koka kolayı, alma en bilindik Yahudi ürünlerini, ölecen mi?
Yoksa seni elitlikten uzaklaştıracağı ve dünya markalarını terk edip kıçıkırık yerli mallarına tamah edeceğin için mi bu boykota karşısın? Tabi koka kola içmekle, BİM'den aldığın Le Cola içmek bir değil di mi.. Elinde koka kola varken sokaktan yürüyüşünle, Le Cola varkenki yürüyüşün aynı olmaz çünkü. ''Ama koka kolanın tadı bi başka yııaaa'' diyen kardeşim, senden bir bok olmaz zaten merak etme. Sen hayatın boyunca feys ve twitırda ''Kahrolsun kapitalizzmmm, Katil İsraiiillll, Nerdesiniz Müslümanlaaaarr'' gibi mesajlarla kendi kibrini ve nefsini tatmin ededur. Gel bi eylem yapalım o katil dediğin İsrail konsolosluğunun önünde dersin, ''ama o gün çok önemli bi işim var yııaa'' diye bir cevap gelir. Ama sosyal medyada hayatını yalnızca buna adamış William Wallace gibisin, o ne ayak o?

Ah be kardeşim.
Eylem yapma sorun değil, ama en azından iki yüzlü olma be. Dürüst, karakterli ol. İnsanlara göstermek istediğin yüzün, gerçekten olduğun kişiye ait olsun. İnsanlar için kendi kıçından bir yüz uydurma. Bu en azından seni biraz daha karakterli yapar. Ve biraz karakter sahibi olmak, birazını daha getirir, sonra birazını daha. Sonra bakmışsın hakaten karakterli biri olmuşsun.


İki yüzlülük ve kendini her şeyi biliyormuş addetme olayı ne yazık ki her yerde..
Bak ben iki senedir şu Suriye konusunda bu Esed'in ne bok olduğunu yazmaktan bıktım usandım.
Ama bazı gezi zekalılar, sırf bu ülkedeki iktidar bu Esed'e karşı olduğu için Esed bayrakları açtılar ve desteklediler, keza hala destekliyorlar. Onlara göre Esed, Amerika ve emperyalistlere karşı direnen bir halk kahramanı.. Sizin kahramanlık anlayışınız pörsümüş be anam..

İki senedir Amerika girecek de girecek anasını satayım. Eee, hani? Nerde?
Ben bu herif yalnızca bir planın parçası olarak oraya konuldu derken, heyecanlı gençlik ve embesil ergenlik ''Amerika Esed'i sevmiyo olooom, daha nasıl gonuşabiliyon la?'' diyordu bana. Dedim dedim inanmadınız noldu şimdi?

Bi de bu konu var.. Yakında o da..
Dört senedir Amerika girecek diye bekleyedurun siz.
Hamas'a ''sivillerin üzerine ateş açıyo'' diye de durun.
Mısır'a bu darbe neden yapıldı onu da anlamaya çalışmayın.
Darbeden hemen sonra İsrail'in Filistin'e savaş açmasını da anlamaya çalışmayın.
Şuan Mısır'ın başında ''Anayasamız Kur'an'dır. İsrail terörist bir devlettir, Filistin'e dokundurtmayız.'' diyen Muhammed Mursi ne olurdu onu da anlamaya çalışmayın.
Mursi olsaydı, sınır komşusu olan bölgedeki en önemli devletlerden biri Mısır'a rağmen bu savaşa cesaret edebilecek miydi İsrail onu hiç anlamaya çalışmayın.
''Sisi'yle Mursi arasında bi seçim yapılır mı be aynı ikisi de'' diyen geri zekalılarla beraber oturun kalkın siz.

Neyse.
İkinci bölüme gelirsek..
Hadi şöyle düşünelim;
Bugün İslam birliği var dünyada.
Tüm Müslüman ülkeler tek bir yönetim ve devlet başkanı altında birleşmiş.
Tek ve kocaman bir devlet.

Bu devletin bir toprağı olan Filistin'e saldırmaya kim cesaret edebilir?
Ya da hadi İsrail gibi bir itler topluluğu buna cesaret etti, buna yalnızca Filistin'de oturan birkaç Arap mı tepki verir, yoksa koskoca İslam devleti mi?


Sanırım İslam birliğinin neden parçalandığını ve halifeliğin neden kaldırıldığını şimdi daha iyi anladınız.
Böylece işgal etmek veya sömürmek istediğin toprağı, küçücük bir ülkeyi karşına alarak yaparsın. O ülke zaten ufak olduğu için de hiçbir bok yapamaz sana. Fakat o toprak parçası koca bir imparatorluğun, bir birliğin toprağı olursa, saldırmaya kimse cesaret edemez.

İşte hilafet dediğimiz şey, İslam Birliği, İslam Devleti dediğimiz şey bu yüzden önemlidir.
Allah cc. bu yüzden ''Bölünmeyin, parçalara ayrılmayın, yoksa gücünüz kaybolur'' der.
Ulus devlet saçmalığına ve milliyetçilik denilen bu ucube kisve altında ırkçılığa kendisini kaptırmış insanlar elbette bunu anlayamaz ve anlayamayacaktır da.


Müslüman kardeşim, seni muhatap alarak konuşuyorum şuan;
Senin tek ırkın ''Müslümanlık''
Sana garanti veriyor ve yemin ediyorum ki, bu hayata gönderilme amacın hangi ırktan olduğunu kafa tasına bakarak anlamak değil. Sana gideceğin yerde sorulacak soruların içinde ırka dayalı bir tane soru da yok. Peki bir Müslüman, Allah'ın huzurunda sorguya çekilirken asla sual olunmayacak şeyi hakeza dünyada da yalnızca ayrılık ve düşmanlık getiren bu şeyi nasıl bu kadar önemser?


Bugün size Türkçülük taslayan dallamaların yüzde sekseninin aslında Türk olmadığını da biliyorsunuzdur sanırım. Ben soyumu merak ettiğimden araştırdım, kimlere gidiyor soy kütüğüm diye, yedi göbek değil yetmiş yedi göbek Türküm anasını satayım. Fakat şunu bile yapmamış olan dallamaların, hatta ve hatta insanların içinde ''biz de Bulgar göçmeniyiz, biz Arnavut göçmeniyiz, biz Fransa göçmeniyiz'' diye övünen bir takım gavatlar, gelirler sana Türkçülük oynarlar. Ben bugüne kadar hiçbir insana tutup da ırkını sormadım, bana ne lan? Papua Yeni Gine'li olsan ne olacak olum bana ne?


Ayrıca insanlar arasında ''ırk'' kavramı diye bir şey olamaz ya.
Irk dediğin şey, seni diğerinden ayıran belirgin özelliklerdir.
İnsanlar arasında bu denli ırka dayalı belirgin özellik var mı?
Örneğin bir kedi ile köpek farklı iki ırktır.
İnek ile eşek farklı iki ırktır.
Kuş ile maymun farklı iki ırktır.
Birinin kanadı vardır, diğerinin dört bacağı vardır, diğeri kördür, diğerinin kırk ayağı vardır falan filan.

İngiliz ile Amerikalının arasında böyle bir fark var mı lan?
Veya Türkün dört kolu varken, Arabın üç kolu falan mı var?
Hayır.
Yalnızca bulundukları coğrafi bölgeler nedeniyle biri diğerinden daha esmer, çünkü her gün güneşin altında. Biri daha uzun çünkü sürekli balık yiyor, biri daha kısa çünkü sürekli pirinç yiyor.
Fakat Türk'ün de uzunu kısası var, sarışını esmeri var.
Peki o zaman ırk nedir?
Irk insanlarda değil, hayvanlarda olur.
İnsan ırkı ve hayvan ırkı iki farklı ırktır mesela.

Demem o ki, birlik olmamızın önünde duran her şeyi yenmemiz lazım.
Allah inananları kardeş kılmıştır.
Birlik olmamızı emretmiştir.
Yalnızca ibadet etmemiz gerektiği fikrini unutup, elimizden gelen her şekilde küffara karşı savaş vermeliyiz.

Boykot et.
Bir taş at.
Eylem yap.
Sokağa çık.
İnsanlara mesaj at.
Profil resmini değiştir.
Tepki ver.
Bağır.
Her şeyi değil, bir şeyleri değiştirmeye çalış.
İki şeyi değiştiremiyorsan, bir şeyi de değiştirmekten vazgeçme.


Allah'ın izniyle güç tekrar batıdan doğuya kayıyor.
Müslümanlar o kadar dayak yedi ki, artık yavaş yavaş ölmediklerini yalnızca tüm vücutlarının uyuştuğunu anlıyorlar. Ve inanın ki, kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.


Allah'ın izni ve yardımıyla bu uzun bir aradan sonraki giriş yazısı oldu.
Biraz elim alıştı yazmaya.
Yakında çok daha uzun ve çok daha derin yazılar gelicek Allah'ın izni ve sizlerin dualarıyla.


Selam ve dua ile..
Viewing all 129 articles
Browse latest View live