Quantcast
Channel: tyler durden
Viewing all 129 articles
Browse latest View live

SEÇİM

$
0
0
Selam.

İnsan hayatını en çok etkileyen şey her zaman ''seçim'' olmuştur. İlk seçim ilk insanla başlamıştır hatta. Allah, yaratılanların en şereflisi olan insana seçim hakkı, irade vermiştir. Bu yüzdendir ki insan, meleklerden üstündür. Zira meleklerde irade yoktur, yalnızca itaat üzere yaratılmışlardır. Kendisini engellemeye çalışan bir nefis sahibi değildir melekler.


Fakat insanoğlu nefis sahibidir. Nefis arzudur. Ve kendisini diğer seçeneklere yönlendirmeye çalışan nefse galip gelip, diğerini seçmek insanın nefsini yenebileceğinin kanıtıdır. Önündeki engeli aşarak itaat eden insanoğlu, önünde engel olmadan itaat eden meleklerden işte bu yüzden üstündür.


İlk seçimi, ilk insan Hz. Adem yapmıştır. Fakat Adem yanılmıştı. Yanlış olanı seçmişti. Çünkü şeytan ona gelip, aslında kendisinin dost olduğunu ve o elmayı yiyerek güzel bir seçim yapacağını söylemiştir. Yani şeytan, Adem'in seçimini etkilemiştir, ona yeni bir fikir vermiştir.


Daha insanoğlu yeryüzüne gönderilmeden başlayan sistem, o gün bugündür hiç değişmedi. Hala insanların seçimlerini etkilemek için birtakım müdahaleler söz konusu. Hatta dünya üzerinde öyle bir sistem kurulmuş ki, neredeyse her yerde insanların seçimlerini etkilemek ve bir algı oluşturmak üzere dizayn edilmiş.


Her şey aslında fikir ve algıya yöneliktir ciğersizler. Kızlar, etrafına güzel görünmek için aynanın karşısında saatlerce kendilerine bakarlar, makyajlar kokular elbiseler vesaire ile zaman harcarlar.. Hepsi insanların algısında ''güzel, bakımlı, çekici'' diye mesaj bırakmak içindir.


Erkekler saçlarını keser, sakallarına şekil verir, kas yapar. Herkeste aynı şuur mevcuttur, çünkü insanoğlu bilir ki algı her şeydir. İnsanlar, kendileri üzerindeki algıları etkilemek ve yönlendirmek için, babasının yanında ''Allah'' derken, üniversite ortamında ''tanrı'' der. Bir erkek, kızların yanında fashion tv'deki modayı eleştirirken, erkeklerin yanında ''fernandes ne çalım attı olum lan'' der.


Çünkü insanların gözünde kendisine bir yer edinmeye çalışır. Bu yüzden sınıf içinde sesli espriler yapar ki, herkes onun komik biri olduğuna kanaat getirsin. Güzel görünmek için gecesini gündüzüne katan bir kız, güzelliğinin sırrı sorulduğunda ''doğal halim ya hiçbi şey yok yani'' der, çünkü insanların kafasında ''doğal güzelliğe sahip bir kız'' imajı bırakmak ister.


Otobüse binen erkek, otobüsteki kızları gördüğünde kendisini onlara gösterecek şekilde bir yer yere geçer. Eğer telefonu çalarsa, her zamankinden daha sesli konuşur ; böylece dikkati üzerine çekeceğini bilir.


Otobüse binen kız, otobüsteki erkekleri gördüğünde kendisini onlara gösterecek şekilde bir yere geçer. Eğer telefonu çalarsa, o da her zamankinden daha sesli konuşur ; böylece dikkati üzerine çekeceğini bilir. Saçlarını düzeltir, üstüne başına bakar. Otobüsteki en dikkat çekici insanın kendisi olmasını ister.

Sesli espriler, sesli konuşmalar, dikkat çekici hareketlerin ardı arkası kesilmez. Çünkü insanların dikkat çekme istekleri asla değişmez, bir sebebi de olması gerekmez ; insan yalnızca bunu ister. Çünkü kendisini iyi hissettirir.


Bazen bir film izler ve o filmin karakteri çok hoşuna gider. Kendi kendine ''ben de böyle olacağım'' dersin. O film karakteri gibi konuşmaya, giyinmeye hatta düşünmeye başlarsın. Fakat gerçek hayat hiç öyle değildir. Sen kafandan ''hadi ama bu çok saçma'' gibi cümleler kurarken, yanındaki arkadaşın ensene vurarak ; ''uuuoopp kanka naber lan hıaa haa'' deyiverir ve bir anda filmdeki karakter olamayacağını, gerçek hayatın çok farklı olduğunu anlarsın.



Hoca derse kaldırınca ''lan yanlış bişey söylersem herkes gülcek anasını satayım şimdi yaa'' diye bir korkuyla kalkarsın.

Konu biterken ''anlamayan var mı?'' diye sorulduğunda, bütün sınıf susuyorsa sen de susarsın. Çünkü anlamadığını söylersen tüm sınıf tarafından ''geri zekalı'' olarak yaftalanabileceğin düşüncesine sahipsindir. Fakat işin aslı onlar da bir bok anlamamıştır; ama asosyal varlıklar haline getirilip, başkalarının düşünceleri senin için kendi düşüncelerinden daha önemli olduğu için susarsın.


Yerinde ve zamanında soru soramayan, yanlış anlasa da ''hımmm evet şimdi anladımmm'' diyen, dünyayı bırak kendisine bile faydası dokunmayan bireyler yetişir böylelikle. İnsan pasifleşir.


Şeytan da zaten bunu yapmak istemiştir. Kendisine güveni olmayan, hiçbir şeyi beceremeyeceğini düşünen, kendisini sürekli aciz sanan bir insan güruhu. Zira o, ''ben insan ırkından daha iyi, daha zeki, daha üstünüm''
diye isyan etmişti.

Hz. Adem'e de düşman gibi yaklaşmamıştı. Zira karşısında düşman gören insan zırhını bürünürdü, bunu iyi biliyordu. Fakat kendisine dost gibi yaklaşırsan, tüm savunma mekanizmasını kapatırdı. Zırhını indirir, kendini savunmayı düşünmez. Böylece bu savunmasız insanı kandırabilirsin.


Bu garip medeniyette şeytan insana hep sağ tarafından yaklaştı. ''Seni özgür bırakacağım'' diyerek, beynini ve vücudunu kendisine satmasını sağladı. Kadınlara vücutlarını göstererek özgür kalabileceklerini, gençlere sokak ortasında öpüşerek özgürleşeceklerini söyledi.


Halbuki bununla, sokak ortasında hiç çekinmeden sevişen ; her yerini açan insanlar meydana getirerek onları hayvanlardan farksız hale getirdi. Hayvanlarda haya duygusu olmadığı için sokak ortasında çiftleşir, daima açık gezerler. Şeytan, sonunda ''işte sizi hayvanlardan bile farksız hale getirdim'' deyip kısır kısır sırıtırken ; insan ''özgürüümm'' diye bu köleliği kabullendi.


Seçim yapmayı etkileyerek, tüm insanlığı ve dünyayı daha önce rastlanılmamış şekilde değiştirdiler. ''Pornoma dokunma'' diyen zihniyetler peydah oldu, fakat kendisinde bu özgürlüğü görenler, başkalarının ''ben de İslami tesettür ile örtünmek istiyorum'' isteklerine karşı çıktılar. Peki bu özgürlük değil miydi?
Yoksa özgürlüğün tanımını yalnızca onlar mı yapıyordu?


Bu Allah'ın emriydi ve karşı çıkılması gerekiyordu.
Bunun için ünlü ettikleri insanları daima açık saçık yaptılar ki ; rol modelleri bu olsun.
Fakat Kur'an'da Allah kadın ve erkeklerin rol modellerini sürekli anlatıp duruyordu ; ''Hz. Meryem gibi ol..'' , ''Hz. Yusuf gibi ol..'' , ''Hz. İbrahim gibi ol..'', ''Hz. Hacer gibi ol..''

Kurban bayramına karşı çıkıp, yılbaşında hindi yeyip; çam ağacı süsleyen insanlar peydah oldu.
Kutlu doğum haftasına karşı çıkıp, St. Valentine's Day'i kutlayan insan sürüleri peydah oldu..

Sana dinlettikleri şarkılarla seni dininden çıkaran bir sistem söz konusu bugün.
Filmlerle senin kişiliğini ağ gibi ören, dinsiz hayatın güzelliklerini ve hazlarını anlatan bir sistem var.
Ha tabi bir de ''kahrolsun sistem'' diye bağırıp, bu sistemin dışına çıkanları çağdışı diye yaftalayan beyni kelepçelenmiş köleler var. Sokaklarda nara atıp kendilerini özgür zanneden tipler var mesela, kapitalizme karşı ayaklanıp yanına kapitalist oyuncu güruhunu alan insanlar da var.
Varoğlu var..


İşte böle be hacı, napalım..


ABDÜLAZİZ DÜŞERKEN

$
0
0


Sultan II. Abdülhamid çok karışık bir dönemde geçmişti devletin başına.
Onun tahta çıkmasından üç ay evvel, amcası Sultan Abdülaziz bir darbe ile tahttan indirilmiş, ardından bir suikast ile öldürülmüştü.


Sultan Abdülaziz, tahttayken dünyanın en güçlü ordusunu kurmuştu. Dünyadaki tüm modern silahlar ve donanımları ordusuna katmış, baştan sona modern ve süper güçlü bir ordu meydana getirmişti. Bazıları  cahilliklerinden Osmanlı'ya ''gerici, yobaz, cahil'' der, bazıları ise art niyetinden.. Fakat Sultan Abdülaziz dönemi biraz incelenirse, geri kaldığı söylenilen dönemde dahi Osmanlı'nın ne derece ileri bir medeniyete kavuştuğu görülür.


15 yıllık saltanatında ülkenin her alanda gelişimi için gecesini gündüzüne katan, ilerleyen Avrupa'daki gelişmeleri bizzat gidip kendi gözleriyle gören Sultan Abdülaziz, Osmanlı'yı bu şekilde geliştirmesinin ve tekrar dünyaya hakim olma planının bedelini ne yazık ki hayatıyla ödedi.


Hani ülkemizde her on yılda bir darbe yapan batı var ya, işte bu işe Sultan Abdülaziz ile açıktan başlamışlardı. Sebep de asla değişmedi ; Güçlü bir Osmanlı, güçlü bir Türkiye, güçlü bir Müslüman birliği istemiyorlardı.


Sanayi devrimi adında bir şey gerçekleşmişti İngiltere'de, ve bu sanayinin yürümesi için enerjiye ihtiyaç vardı. Fakat sanayi devrimini başlatan Avrupa'da hiçbir enerji kaynağı yoktu. Dünyadaki tüm enerji kaynaklarının üzerinde ise ''Osmanlı'', yani ''İslam Birliği'' oturuyordu.


''Osmanlı, İslam birliği miydi?''

Evet.

Hatta birçok resmi yazışmada ''Devlet-i Aliye-i Muhammediye'' olarak geçerdi. Zira kendilerini, Hz. Peygamber'in Medine'de kurduğu devletin devamı olarak görüyorlardı. ''Bizi yükselten gücümüzün kaynağı, dinimize olan bağlılığımızdır.'' diyorlardı.


Avrupa, ihtiyaç duyduğu enerjiyi elde etmek ve ardında kendileri için her zaman tehdit olmuş ve olacak bir Osmanlı bırakmamak için masa başında toplandı ve o güne kadarki en büyük haçlı seferini yapma kararı aldı. Tabi enerji kaynaklarına talip çoktu, bu yüzden diğer taliplerle de savaşılması gerekiyordu. Kazanan enerjiyi kapacaktı, ayrıca yeni kurulan dünya düzeninin de lideri olacaktı.


Fakat 600 yıl Avrupa'ya dayak atmış bu köklü devleti yıkmak hiç kolay olmayacaktı. Hele ki dışarıdan yıkılması, savaşta yıkılması falan söz konusu dahi olamazdı. Birileri Osmanlı'nın yıkılıp parçalara ayrılacağını söylese, duyanlar buna bir taraflarıyla gülerlerdi. Bugün tarih kitaplarının ''yıkılmaya yüz tutmuş'' diye anlattıkları, ''geri kaldığı için yıkıldı'' diye lanse ettikleri Osmanlı'dan bahsediyorum.


Yıkılmaya yüz tutmuş, çökmek üzere dediğiniz devlet 1796 yılında Amerika'yı haraca bağlamış.

Trablus Antlaşması
Denizlerde Osmanlı bayrağını gören korsanlar, o gemiye saldırmayı hayal dahi edemezken,
Amerika'nın tarihinde yabancı bir dille (Türkçe) imzaladığı tek anlaşma Osmanlı ile iken,
O gün masonlar tarafından dünyanın yeni süper gücü olarak hazırlanan Amerika'nın sürüyle gemisi, Osmanlı donanmalarının eline geçmişken,
O kadar dost ve müttefik Avrupa Devleti dururken, Amerika Osmanlı'dan yardım istemişken,
sen hangi yıkılmaktan, hangi geri kalmışlıktan, hangi çöküşten bahsediyorsun arkadaşım?
Okul kitaplarından öğrendiğin tarihle gelip ahkam kesme bana.


Yıkılmaya yüz tutmuş veya geri kalmış bir Osmanlı'da, darbeler yapmaya, askerleri paşaları satın almaya, tüm dünyayı üstüne salmaya gerek olmazdı di mi?
Zira Sultan Abdülaziz ile başlatılan modernleşme ve ilerleme hamlesi, tüm dünyanın tabiri caizse ''ödünü koparmış'' idi. Ve Osmanlı'nın bu şekilde büyümemesi gerektiği için, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi şarttı.


Bu köklü imparatorluğu dışarıdan yıkmak imkansız olduğu için, tek umut içerisi idi. Ve içeriye öyle güzel sızmışlardı ki, ordu komutanlarından, paşalarına, sadrazam (başbakan)larına kadar her yerdeydiler. ''Bu Osmanlı'yı savaşta yenemezsiniz. Fakat zayıf bir yönleri vardır; sonradan Müslüman olanları başlarına taç ederler, bunların aralarına yalandan din değiştirmiş adamlar sokun, içten yıkın.'' dediler.


Nitekim de öyle oldu, Osmanlı'nın içine gerçek kimliklerini gizleyerek, ''Müslümanız'' diyerek sızdılar. Çünkü Osmanlı'da gayrimüslimler ne askere, ne de devlete kabul edilirdi. Elbette bunun dışlama ile bir alakası yoktu, onlar gayrimüslimleri ''misafir'' olarak adlandırırlardı. Gayrimüslimlerin malı, canı ve tüm hak ve özgürlükleri devletin koruması altındaydı. Ayrıca bir gayrimüslimin devlette veya orduda yer alması, her zaman bir potansiyel tehlike demekti. Nitekim ne zamanki gayrimüslimler orduya ve devlete alınmaya başlandı, o zaman devletin adım adım yıkılışı vuku buldu.

Hüseyin Avni Paşa
Osmanlı'da gayrimüslimlerin devlet ve orduya alınmaları, Sultan Abdülmecid zamanında imzalan Islahat Fermanı ile başlamıştı. Avrupa, Osmanlı'ya baskı yaparak hazırlattığı bu fermanı, elbetteki insan haklarını düşündükleri için değil, Osmanlı'nın içine sızmak için hazırlatmıştı.

Midhat Paşa
Zaten yeterince hain kaynayan devlet ve ordu, bu fermanla daha da ateşe atılmıştı. Öyle hainler, öyle kilit makamlara gelmişti ki, tüm plan tıkır tıkır işliyordu.


Ta ki Sultan Abdülaziz tahta geçip olağan dışı bir büyüme gösterene dek..
Acilen bir şeyler yapılmalı, Osmanlı'nın büyümesi durdurulmalı, Abdülaziz tahttan indirilmeli ve hedeflenen işgal için uygun ortam hazırlanmalıydı.

Mehmet Rüşdi Paşa
Plan ilk önce ekonomik yönden darbeler vurmaktı, bu, gelişimi yavaşlatacak ve halkı huzursuz edebilecekti.
Daha sonraki plan isyanlar çıkarmaktı.
1875 yılında aniden Balkanlar ve Mısır'da çıkan isyanlar, buralarda öldürülen Müslüman halk, Osmanlı'yı zor bir duruma sokmuştu.


Gerekenler yapılmış ve Sultan Abdülaziz üzerinde bir baskı oluşmuştu.
Fırsat bu fırsattı.
Tüm bu planlı ve dış kaynaklı olaylardan hükumetin sorumlu olduğu söylenmiş ve 12 Mayıs 1876'da sadrazam Mahmud Nedim Paşa görevden alınmış, yerine Mütercim Mehmet Rüşdi Paşa,
Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi görevden alınmış, yerine Hasan Hayrullah Efendi ,
Seraskerliğe (genel kurmay başkanı) de Hüseyin Avni Paşa getirilmişti.


Ve bu geniş kadro değişikliğinden sadece 18 gün sonra, yani 30 Mayıs 1876 'da Sultan Abdülaziz, bir hükumet darbesi ile tahttan indirildi.


Tabi bu arada yerine geçecek veliaht şehzadeyi de olabildiğince bu görev için hazırladı Avrupa devletleri. Şehzade V. Murat, İngiliz veliahdı 7. Edward ile tanıştırılmıştı. Veliaht Edward'ın görevi, şehzadeye kendi fikirlerini empoze etmekti.

VII. Edward
Sosyal bir kulüp diye tanıttığı bir mason locasına kendisini üye yaptı. Fakat Edward, şehzadenin yakında padişah olacağını bildiğinden, kendisini daha ilk günden 33. derece üstad mason yapmıştı.

Artık şehzade de hazırdı.
V. Murad
30 Mayıs 1876 günü, isyanlar çıkarılmış ve sarayın etrafı ablukaya alınmıştı. Padişahı indirmek için gelen kadro işini yapmış ve padişahı tahttan hal etmişlerdi. Midhat Paşa ve avenesi mutluydu artık, Avrupalılar da öyle..


Fakat İngiltere, tahttan indirilmesine rağmen Abdülaziz'i hala bir tehdit olarak görüyordu.
Kendisini III. Selim'in boğdurulduğu odaya hapsetmişler ve dış dünya ile tüm bağını kesmişlerdi.
Fakat bu İngiltere için yeterli değildi.
Abdülaziz'in elbette seveni çoktu, ve böyle haşmetli bir padişahı elbet birileri tekrar başa getirmek isteyebilirdi.


İngiltere, tarihin en büyük sömürüsünü başlatmak için katettiği bu kadar yolu asla riske atamazdı.
Abdülaziz'in tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu.


Hal edilişinden beş gün sonra, tutsak bulunduğu Fer'iye Sarayında Kur'an-ı Kerim okurken kapıya Fahri Bey isimli baş hizmetkar ile üç pehlivan gelir. Abdülaziz olacakları anlamıştır.
Kloroformlu bir bez ile ağzı kapatılır ve yarı baygın hale getirilir.
Dördü birlikte Abdülaziz'in üstüne çullanırlar ve bileklerini keserler.
Abdülaziz yerdedir, fakat henüz ölmemiştir. Saatlerce yarı baygın halde kalmış ve acı çekerek vefat etmiştir.
Hüseyin Avni Paşa içeri girip cesedi kontrole geldiğinde, Abdülaziz ile göz göze gelmiş fakat odadakilere öldüğünü söylemiştir. Günlerce doktor çağırılmamış, otopsi yapılmamıştır.


Ne acıdır ki, Midhat Paşa önderliğinde yapılan bu suikaste ''intihar'' süsü verildi.
İngilizlerin ölmesini istediği bir adam, nasıl olmuştu da kendiliğinden intihar etmişti zaten?
Bu suikastin hemen ardından da eşi aynı şekilde bilekleri kesilerek katledilip ve ona da intihar süsü verildi.


Sultan Abdülaziz saltanatı boyunca vatanı ve milleti uğruna ne yapmamıştı ki...?
Hayatı boyunca zemzem suyu içen, Mekke ve Medine kutsal topraklarından gelen mektupları dahi, hasta yatağından kalkıp abdest alarak ayakta dinleyen, Çeçenistan'da Rus işgali ve zulmüne karşı direnen Şeyh Şamil'e yardım eden, bu uğurda Rusya'ya tehditler savuran, ülkenin her tarafını demir yollarıyla sarmaya başlayan ''gerekirse sırtımdan geçsin'' diyen, Osmanlı ordusunu ve donanmasını dünyanın en büyük ve modern ordularından biri yapan, halkı için her şeyi yapmaktan çekinmeyen bir sultan, böyle düşmüştü...


Allah tarafından mübarek kılınan Osmanlı hanedanının, mason yapılan padişahına bile ülkesine ve dinine ihanet etmek nasip olmamıştır. V. Murad, Midhat Paşa ve avenesine dolayısıyla Avrupa devletlerine verdiği hiçbir sözü ve vaati ''hatırlamıyorum'' diyerek yerine getirmemiştir. Bunun sonucunda da yalnızca 3 ay kalabilmiştir tahtta.


Abdülaziz düşerken büyük bir devlet bırakmıştır ardında. Ama ne var ki büyük devletin hainleri de büyük olmuştur.



CANVAS, OTPOR, OCCUPY VE GEZİ

$
0
0

Selam ciğersizler.

Yazının başlığı sizi ürkütmesin, oldukça anlaşılır bir yazı olacak.
Konu hakkında yeterince konuştuğum, yeterince bilgi ve belge gösterdiğim için, bu ve eğer olursa bundan sonraki yazılar yalnızca teferruat olacaktır.


İlk yazıdan bu yana, bu olaya dahil olan uluslararası örgütlerden, yapılardan ve ittifaklardan bahsettim.
İsrail Filistin'i kan gölüne çevirirken, ''İsrail kendini savunuyor'' diyen Amerika'nın, gaz yiyen insanlara gösterdiği anne şefkatini sorgulamaya çalıştım. LinkLinkLink

''alo, kendinizi mi koruyosunuz şekerim, tamam ben şimdi açıklama yaparım bebişim''
Mavi Marmara'da yardım için toplanan ve ellerinde bir tek silah bulunmayan insanların üzerine ateş açıp, onlarcasını öldüren İsrail'i yalnızca ''kınama'' kararı alan Avrupa Parlamentosunun, aynı kınama kararını gazla müdahale eden Türkiye'ye de yapmasını sorgulamaya çalıştım acizane. LinkLink


Sahi Mavi Marmara'da ölen o kadar masum insan hakkında, bizim ağaç, demokrasi, özgürlük ve insan hakları aşığı ünlülerimizden hiç ses çıkaranı duydunuz mu hacılar? Merak ettim şimdi lan.

Neyse.

Geçenlerde bir de Obama'nın yardımcısı Biden açıklama yaptı Gezi olayları ile ilgili ; LinkLink


Uluslararası medyanın bu olay hakkında ne denli büyük bir ilgisinin olduğunu da merak etmiş ve sizlerle paylaşmıştım. Başta CNN olmak üzere, Amerikan medyası 9 saatten fazla canlı yayın yaptı Taksim'den.

Ve şunu bile yaptılar ;


Gaz maskesiyle dünyaya haber pazarlama.

Ha şimdi diyeceksiniz ki ; ''adam napsın olum gaz mı yesin anasını satayaam yua''

Ben de sana diyecem ki ; ''Lan haberi yapacak yer mi kalmadı anasını satayım, illa gidiyo gazın içinde yapıyo?''

Bu şekilde haber yapılmasının tek sebebi, dünyaya bu görüntüyü sunmaktır ve bir algı oluşturmaktır. Biraz beyni olan varsa bunu anlar zaten. Madem gaz var, 5 dakka sonra yap haberi embesil herif.


Medya manipülasyonun dışında, bu hareketin beynelmilel olduğunu söylemiştim. Ve biraz araştırınca kesinlikle öyle olduğunu gördüm.


Bakın Sırbistan'da Otpor ve Canvas adında sivil toplum örgütleri kuruldu.
Otpor, Sırpça ''diren'' manasındadır.
Bu örgüt daha sonra, ''şiddetsiz direniş merkezi'' anlamına gelen ''Canvas'' adında yeniden yapılandırıldı.
Görevleri gayet basitti, şiddet kullanmadan hükumetleri devirmek. Halkı örgütlemek ve bir toplu eylem başlatmak. Daha sonra gerekli abilerin yardımıyla ülke ve dünya basınında, ve sosyal medyada eylemler hakkında haberler yaymak. Tabi yalan haber de bunun en büyük parçası.


Halkı olabildiğince örgütleyip, eylemi olabildiğince kalabalıklaştırmak için bu gibi her türlü yönetme başvururlar. Aylar, bazen de yıllar öncesinden, eylem yapılacak olan ülkelerdeki kilit isimleri özel bir eğitime alırlar. Bazen bu kişiler, Canvas'ın merkezi olan Sırbistan'a gelir, bazen de eğitimciler planlanan ülkeye giderler.


Yugoslavya'nın dağılması sürecinde ilk kez kendini gösterdi Otpor. Ama konuyu biraz araştırırsanız, bu olayda zaten küresel ellerin olduğunu şıp diye anlarsınız ciğersizler.


Yugoslavya'nın dağılışı çok kilit bir olay oldu bu yüzyıl için. Tüm insanlığa bir narkoz uygulandı ; demokrasi. İnsanlık bu uğurda her şeyi yapar hale getirildi. Ve Otpor'un, koca bir devleti parçalamada gösterdiği başarı, bu örgütün daha çok işe yarayacağını gösterdi insanlara. Bu sebeple de tüm dünyaya yayılmaya başladılar.


Canvas'ın başkanı ''bazı ülkelerde çok iyi iletişim kurduğumuz gruplarımız var, ve yakında işe koyulacaklar'' diyor.


Sekiz ya da dokuz ülkeden bahsedebilecek seviyeye gelmiş durumdalar. Yani tüm dünyadaki emperyal, kapital ve sömürücü eller, kurdukları düzeni sizin yıkmanıza izin mi veriyor?


Burada ne gibi bir tehlikeden bahsettiğini ben çözemedim mesela. Gruplarının isimlerini çekinerek vermiyor. Fakat bu grupların varlığından bahsediyor. Çekindiğiniz şey halk olamaz, zira siz halk için eylem yapan sevgi pıtırcıklarısınız, onlara özgürlük vaat ediyorsunuz. Küresel güçler demeyin sakın bana, zira dediğiniz gibi sadece özgürlük arayan birkaç yeni yetmenin hükumetleri ve devletleri yıkabildiğini yalnızca embesil ergenlere yutturabilirsiniz.


Bakın Sırbistan devriminden sonra tam 37 ülkeyle çalışmışlar. Sizce bu küresel bir proje değil mi?
Nedeni de çok açık.
Yaklaşık 100 yıl önce ''ulus devletler'' diye bir düzen kurulmuştu. Buna ''yeni dünya düzeni'' dediler.
Fakat David Rockefeller şöyle dedi ; ''Dünyada 200 civarı olan ulus devlet sayısı, yakın tarihte 1000'e çıkacaktır. Dünyada ulus devletlerin modası geçmiştir. Gelecekte, devletler finans sektörü tarafından idare edildiğinde, dünyaya barış ve huzur gelecektir.''


Şimdi bir virgül atıp, hemen başka bir pencereden gidelim. Dünyaya haber pazarlama demişken, bunu biraz örneklendirelim. Örneğin Mehmet Ali Alabora, CNN International'a röportaj verdi ;


Sonra Okan Bayülgen ;


Tabi olaylar sadece bunlarla sınırlı değil ;


CNN, Kazlıçeşme mitingini ''hükumet karşıtı protesto'' olarak gösterdi.


 Ünlülerimiz, İngilizce tweetler atmaya başladı.


Amanpour denilen kadın bir CNN spikeri, Gezi olayları hakkında senden benden çok haber yaptı kendisi. Ve Akp danışmanı İbrahim Kalın canlı yayına bağlanıyor ;


İbrahim Kalın ''ellerinde molotoflarla ve taşlarla Beyaz Saray'a yürüyen bir grup olsa siz ne yapardınız?'' diyor, ve Amanpour bacı ''Mr. Kaliiin, show is over'' diyerek programı kapatıyor panpa.
Tamamı için ; Link

Okan Bayülgen ve Mehmet Ali Alabora'nın konuşmasını da keseydin ya abla..
A pardon, onlar özgürlük ve demokrasi adına konuşan sevgi kelebekleriydi di mi, özür dilerim..


Ve bu olayla ilgili şöyle bir şey de söyleyeyim; Taksim'de olaylar daha başlamadan, Amerikan basın organları yayın aracı kiralamışlar. LinkLinkLink
Zaten olayları ilk günden beri vermeleri, şüpheye yer bırakmıyor.


Sonra aklıma Kemal Kılıçdaroğlu geliyor, ''Bu hükumete saldıracağız ve bu hükumeti düşüreceğiz'' diyor bizim kestaneci Kemal. LinkLinkLink


Lan hani o zaman demokrasi anasını satayım?
Bir kemalist için demokrasi yalnızca parti içinde kimin seçileceği derecesindedir. Bu ülkede bir parti yüzde elli değil, yüzde doksan oy alsa, bu herifler gene ''demokrasi isterüüüüükk, biz halkıııııızzz...'' derler.

KeMal ne biliyordu da bunu söyledi acaba?

Sonra, Suriye'de binlerce insan ölmüşken ve hala da ölürken, ''Suriye'nin iç işine karışmayalım'' diyen bu Kemal, Alman başbakanı Merkel'e Gezi hakkında mektup yazıyor ; LinkLinkLink


Fakat hızını alamıyor, bir de Hollanda'ya mektup gönderiyor ; LinkLinkLink


Tabi merdivene ters binen Kılıçdaroğlu vitesi boşa almış, kaptırdı gidiyor. Yabancı basına ''bakın Türkiye'de neler oluyor yaa'' diye bir basın toplantısı yapıyor ; LinkLinkLink


Şöyle bir düşünelim şimdi ciğersizler;
  • Kemal Kılıçdaroğlu Almanya başbakanına mektup gönderiyor,
  • Kemal Kılıçdaroğlu Hollanda başbakanına mektup gönderiyor,
  • Kemal Kılıçdaroğlu yabancı basına bu olayı reklam ediyor,
  • Kemal Kılıçdaroğlu yabancı basına Türkiye'deki olayları haber yapmaları için telkinde bulunuyor,
  • Mehmet Ali Alabora İngilizce tweetler atıyor,
  • Mehmet Ali Alabora CNN'de röportaj veriyor,
  • Okan Bayülgen CNN'e röportaj veriyor,
  • Tüm ünlüler konu hakkında onlarca tweet atıyor,
  • Tüm ünlüler Taksim'de toplanıyor,
  • Madonna, Bruce Willis, Moby gibi dünyanın takip ettiği ünlüler Gezi için tweetler atıyor,
  • CNN, Taksim'de 9 saatten fazla canlı yayın yapıyor,
  • Tüm dünya medyasında, dünyanın bir numaralı gündemi Gezi oluyor,
  • Taksim'den Amerikan savaş muhabirleri maskeler takarak hükumet aleyhinde haber yapıyor.
  • Avrupa Parlamentosu Türkiye'yi kınıyor.

Yani ciğersizler, bu olayın dünyaya pazarlanması isteniyor.
Ve işin içinde kimlerin olduğunu da görün.
Bir bankanın genel başkanı bile oradayken, başka söze ne hacet.


Bu arada banka demişken, Chp'nin İş Bankası ile ortak olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. LinkLinkLink

Sosyalist olduğunu söyleyen bir parti, halkın partisi olduğunu söyleyen bir parti, bir banka ile ortak. Zaten Chp'nin milletvekillerine bakıyorsun, neredeyse yarısı İş Bankası'nda yöneticilik yapmış. Bankacılık demek, halkı soymaktan başka bir şey değildir ciğersizler.


Bu olaylar çerçevesinde veya başka zaman, Chp'nin hiç faiz sistemini, sömürü düzenini, bankacılığı eleştirdiğini gördünüz mü?


Bir de aklıma gelmişken, Tayyip Erdoğan'ın yaptığı bazı hatalı açıklamalar olmuştu. ''%50'yi zor tutuyoruz'' falan yanlıştı örneğin, ve bunu dile getirenler oldu, eyvallah.
Fakat aynı kişiler Kılıçdaroğlu'nun kışkırtıcı sözlerini neden hiç ağızlarına veya yazılarına almadılar merak ediyorum.
Lan adam ''ikinci bir kurtuluş hareketini, kurtuluş savaşını başlatmalıyız'' dedi olum lan.
Şahsen ben hiçbir partiye oy vermeyen ve İslam'dan başka siyasi bir görüşe sahip olmayan biriyim ve yanlış gördüklerimi söylerim.

''ya anne kameralar çekiyooooo''
Ben şunu da hatırlıyorum, şuan gaz yiyen insanlar için tüm dünyayı ayağa kaldıran insanlardan, kısa bir süre önce ; ''İsrail kendini savunuyor. 3 çocuk öldü diye politika oluşturulmaz.'' gibi bir yorum da gelmişti. LinkLink


Farklı bir pencere daha açalım.
Şimdi bazılarınız merak etmiş olabilir, ''dünyanın dört bir yanından bu kadar insan, gezi için nasıl ayaklanabildi?'' diye.


Olay aslında çok basit ciğersizler.  Bahsettiğimiz Otpor, Canvas örgütlerinin, başkanın ağzından duyduğunuz gibi birçok ülkede faaliyet merkezleri var. Bunlar, ayaklanma için gittikleri yerde uzunca bir süre çalışıp, oluşum için insan topluyorlar. Ve bu insanlar ne yazık ki, tek merkezden yönetiliyor. Böylelikle, Türkiye'de bir eyleme kalkıştıklarında, diğer ülkelerdeki faaliyet merkezlerine haber yollayıp, oradaki insanları da aynı anda sokağa dökebiliyorlar.


Gezi için ayaklananları bir düşünün; İsrail'den Amerika'ya, Almanya'dan İngiltere ve Fransa'ya, Kore'den Japonya'ya kadar bir sürü ülke insanı Gezi olayları için ayaklandı. Çünkü işin başındaki abileri, ''etkin bulunduğumuz tüm ülkelerdeki insanları burası için ayaklandırın'' diye bir emir verdi onlara.


Tabi bu işin basın ve sosyal medya ayağı da vardı.
Türk basını 28 Şubat darbesinde çok fena mimlendiği için, bu olaya eli mahkum tedbirli yaklaştı.
''Basın sansür uyguluyo yaaa'' diyen embesillere söylüyorum;
Sansür uyguladığını söylediğiniz basının ''Gezi parkı'' adında bölümleri var, tüm bir haber programları bu konuya ayrılmış durumda.
Fakat onların sansürden kastı şu ; ''Aylin isimli bir kızı panzer ezdi ve öldü.'' haberini medyanın haber yapmasını istiyorlar. Medya, yalan olduğunu bildiği için bu haberi yapmıyor. Çünkü yalan haber yapma hakkını 28 Şubat'ta fazlasıyla kullandılar. Bu kez de aynı şeyi yapmaları, medya patronlarının kellelerini vermeleri anlamına gelir. Bunu göze alamazlar.


Fakat yalan haber yaymanın tek yolu medya değildir; ''ünlüler'' vardır.
''Madem medya ile yapamıyoruz, biz de ünlüleri kullanırız.''



Ünlüler demişken de Mehmet Ali Alabora'yı ayrıca konuşmamız lazım bence.
Ben pek yorum yapmadan sadece olaylar ve haberler üzerinde duracam.
Mehmet Ali Alabora, olaylar başlamadan önce Londra ve Mısır'a gitmiş, haberlerde görmüşsünüzdür. LinkLink

Daha sonra ''mi minör'' adlı bir tiyatro yönetmişti kendisi. Şuradan kendi yorumlarını dinleyebilirsiniz.


Bu video da iki yıl öncesinin videosu.
Mehmet Ali Alabora, tıpkı Gezi'deki gibi ''özgürlük,insan hakları'' gibi cibi laflar ediyor.
Yani bu olay çok daha öncesinden yürütülmeye başlanıyor gördüğümüz gibi.


Ne garip tesadüftür ki, Mehmet Ali Alabora önce bu konuları işleyen bir oyun yapıyor, Londra ve Mısır'a gidiyor ve Gezi Parkı olaylarının bir numaralı ismi oluyor, ''sen hala anlamadın mı arkadaş, hadi gel'' diyor, CNN'e röportaj veriyor, İngilizce tweetler atıyor.


Düzenin değişmesini isteyen, kapitalizmi eleştiren adam kalkıyor ve bu düzenin yürümesinin en büyük sebebi olan bankaların reklamından trilyonlar alıyor anasını satayım. Hangi düzeni değiştirecen olum sen?
Bu dünyanın kanını emen kurumlardan trilyonlar alan biri bana ''düzen müzen'' ayakları yapmasın, ayağına bacağına sıçtırmasın. Millet  ''daha önce nerdeydin, biz zulüm görürken niye sesini çıkarmadın'' deyince, utanmadan sıkılmadan ''bi çekilin ya işimiz var'' diyecek kadar bu düzenin kölesi olmuş birini dinleyen ve onunla aynı yolda yürüyenlerin ağzına ayrıca sıçayım.

''ben de yürürken sakız çiğneyebiliyorum''
Halkız diye ayaklanan adam, sana imza vermeye burun kıvırırken, hangi halktan bahsediyorsun lan sen?
Bu ülkede başörtülüler sokaklarda sürüklenirken sesini çıkarmayan döl israfları, itler ve hayvan artıkları, uğruna kıçlarını başlarını açtıkları batıdan alkol yasası gelince ''özgürlüğe müdahaleeee'' diye ayaklanıyor ve kendilerini özgürlük savaşçıları ilan ediyor. Halk partisi adındaki bir parti, halkı sömüren bankalardan biriyle çalışıyor.. Bu ne iki yüzlülüktür, bu ne şerefsizliktir arkadaşım ya.

Bu eylem hareketleri tüm dünyaya yayılmış durumda. Hatta zamanında Hugo Chavez için de böyle bir ayaklanma oldu ve Hugo Chavez, olayların Otpor adındaki bu küresel örgütün işi olduğunu basının önünde söyledi.


Emperyal güçlere karşı direnen adam olarak bildiğimiz ve hiçbir şeyi söylemekten çekinmeyen Hogo Chavez de bu örgütün kurban listesinde yer almış anlayacağınız.

Chavez, Otpor'un simgesini basına gösterirken
Bu örgüt Arap Baharı'nda da kendisini göstermişti. Zira bu olayın altında bizzat kendileri vardı.



Ve hep aynı sembolü görürüz, sıkılı bir yumruk ;


Aklıma da şeyi getirdi bu ;
hmmm, ilginç şimdi yani ne diyim panpa
Başkanları şöyle bir şey söylüyor ;


Gezi'de de bunlar çıkıyor karşımıza;




Hatta Halk Tv bu işe epey bir gayret harcadı ;


Takım çalışması için de birtakım taktikler varmış ;



Now here we are, in Gezi Parki ;




Son olarak Le Monde' un karikatürüyle bitiriyoruz ciğersizler;


Şu karikatür, batının düşüncesini net olarak kanıtlamakta.
Türkiye'nin İslam'a dönmesi, kendilerinin en büyük korkusu zira.
Çünkü İslam'a dönen bir Türkiye'nin, İslam dünyasını tekrar birleştireceğini biliyorlar.
Yavuz Sultan Selim zamanında kurulan dev İslam birliğini, I. Dünya Savaşı'nda tüm güçlerini seferber ederek dağıtmışlar, çeşitli yalan efsanelerle, propagandalarla Müslümanları birbirlerine düşman etmişler, yani kısaca bölüp, parçalayıp yönetmişlerdi.


İşte tam da bu nedenle Türkiye'deki laikliğin koruyucusu, bir asırdan beri batı dünyası olmuştur.
Fakat Allah'ın vaadi gerçektir, ve İslam birliği kurulacaktır. İslam, kıyametten önce dünyaya son kez hakim olacaktır. Ve elbette diriliş, İslam'a en çok hizmet eden bu millet tarafından başlayacaktır.


2023'te sömürü anlaşmaları resmen bitecek ciğersizler. Bu tarih, bu yüzden önemli.


Mesele sadece gezi değil arkadaş, sen hala anlamadın mı..?


AYASOFYA

$
0
0

Cümleten selam ciğersizler.

Malumunuzdur ki, ülkelerin kendilerini anlatan, kendilerine has özellikleri vardır. Sembolleri..


Bazı ülkelerde, ülkelerin ismiyle özdeşleşmiş olan şeyler, ülkelerin bağımsızlık sembolü haline gelmiştir.


Tabi her ülkenin milli eseri konusunda söylenemez bu, örneğin Türkiye'ye gelip peri bacalarından bir tanesini balyozla kırarsan, ülkenin bağımsızlık sembolüne hakaretten kimse seni hapse atmaz. Veya Çin Seddi'nden birkaç taş çalarsan, ülkeye savaş ilan etmiş olmazsın. Kimse sana hain gözüyle bakmaz. Ama gelir de dozerlerle ''çok eski bişey bu yaa, gerici misiniz siz, yıkıyoz bunu'' derseniz, bir buçuk milyar Çinlinin ağzınıza etmeye başladığını görürsünüz.


Fakat Amerika'ya gidip, Manhattan'daki Özgürlük Heykeli'ne elindeki sopayla vurmaya başlarsan, bu, Amerika'nın bizzat kendisine, bağımsızlığına ve tüzel kişiliğine yapılmış bir hareket olur ve seni oracıkta anandan doğduğuna pişman ederler.


Keza benzer bir şeyi Brezilya'daki meşhur İsa heykeline yaparsanız, yine aynı sonuçla karşılaşırsınız. Kısaca hiçbir ülke kendi milli sembolüne kesin suretle zarar verdirmez, onları her pahasına korurlar. Ülkedekilerin hangi ideolojiye sahip olduğu önemli değildir, zira görüş farklı olsa bile, milli duygu ve kültür aynıdır. Bu nedenle bu milli simgeler, ulusların hazineleridir.


Ülke isimlerini duyunca aklımıza hep belirli resimler gelir. Örneğin ;


Amerika deyince aklımıza Özgürlük Heykeli gelir. Amerika'nın sembolüdür.


Brezilya deyince akla İsa Heykeli gelir.


Hindistan deyince ; Taç Mahal.


İtalya deyince ; Kolezyum.


Çin deyince ; Çin Seddi.


Fransa deyince ; Eyfel.


Mısır deyince ; Piramitler.


Avustralya deyince ; Sidney Opera Binası.


Suudi Arabistan deyince ; Kabe.


Rusya deyince ; Kremlin Sarayı.


Yunanistan deyince ; Parthenon Tapınağı akla gelir.

Türkiye deyince kimsenin aklına Anıtkabir gelmez ama, onu söyleyeyim. Zira yukarıdaki Yunan tapınağından farkını söyleyin bana? Ya da Washington'un anıtından..
Washington, Tapınak Evi
Türkiye deyince akla Ayasofya gelir, Sultan Ahmet gelir. Süleymaniye gelir, Selimiye gelir, Topkapı Sarayı gelir, Kız Kulesi gelir. Yani yaparsanız yapın, bugün bizi Osmanlı'nın eserleriyle tanırlar. Bu topraklardaki tüm özgün eserler Osmanlı ürünüdür çünkü. Cumhuriyet dönemi şöyle iyi, böyle güzel diye övenlere soruyorum, cumhuriyet tarihi boyunca ne yapıldı? Hangi özgün bir eser meydana getirildi?

Neyse.
Ayasofya  ''İstanbul'un fethinin'' sembolüdür. ''Burası artık Türklerindir'' demektir işte bu. Eğer sen tarihinin en özel sembolünü kalkar da müzeye çevirir ve aslından uzaklaştırırsan ne olur?


Şimdi sakın bana ''amaaaaann nolcak yeeaa sen de heee'' falan diye kaz kafalılık yapmayın anasını satayım. Bu ülkenin bağımsızlık sembolüdür Ayasofya. Ne senin anayasandır, ne de milli marşın. Bugün işgal altında olan ülkelerin hangisinde anayasa ve milli marş yok onu söyleyin bana.


Biz ülkemizi her türlü işgalden kurtardıysak eğer, neden bağımsızlığımızın sembolünü kaybettik onu düşünün. Neden ülkedeki Hristiyanların kullandıkları kiliselere bir şey olmadı da, ülkenin bağımsızlık sembolü olan Ayasofya'ya dokunuldu onu düşünün.


Yeni bir özgün eser yapılsa idi, hadi neyse değiştirdiler diyecektik. Zira geçmişle olan tüm bağlarımızı yine cumhuriyet koparmadı mı... Nedeni bugün asla mantık çerçevesinde açıklanamayacak şekilde ülkedeki camilere savaş açılmadı mı.. Her 500 metrede birden fazla cami varsa, biri kapatılacak diye bir kanunname yapılmadı mı bu ülkede.. İyi de ne zorunuz vardı onu anlamak mümkün değil işte.


Şöyle düşünün, biri gelip Vatikan'daki Sistine Şapeli'ni müzeye çevirse ne olur?
Veya Manhattan'daki özgürlük heykelini, ''boşuna orada duruyor'' diyerek alıp bir yere kapatsa?
Ya da Brezilya'daki İsa heykelini beğenmeyen biri, o heykeli kaldırsa..
İşte tüm bunlar Ayasofya'nın ibadete kapatılması ile eşdeğerdir. Diğer eylemleri yapmak nasıl ülkelere yapılmış birer hakaret olarak algılanıyorsa, Ayasofya'nın ibadete kapılması da aynı şekilde algılanır.


Zaten dikkat ederseniz nerede din düşmanı, nerede kemalist var, hepsi aynı şeyi söyler ; ''amaaaaaaannnnnn bırakınn yeeaaa, nolcak yanee cami işte, bi sürü cami vaaarrr zateeeeennn''


O gavatlara ''o zaman anıtkabiri de boşaltalım, müze yapalım '' deyin, oldukları yerden Jüpiter'e kadar zıplayarak ''ne diyosuuuunnn laaaannn seeeennnn!!! haiiiiinnnnnnn.....nnn!!!!'' derler.


Çünkü bazı insanlar gavatlıkta master professionel'dir. Bu insanların asıl karşı çıktıkları şey, Müslümanların isteklerinin yerine getirilmesidir. Bu sebeptendir ki, Müslümanlar ne isterlerse karşı çıkarlar. Fakat kendileri bu ülkenin bağımsızlık sembolüne karşı çıkarak, aslında zavallı insanlar olduklarını ispatlar ve bununla gurur duyarlar. Bunların ellerinde ''kahrolsun Amerikan emperyalizmi'' yazılı pankartlar, ayaklarında ise konvers ayakkabı vardır. Protestodan sonra da gidip Mc Donalds'tan yemek yerler. Halk içinde entel ve modern görünür, tek başlarına kaldıklarında burunlarını karıştırıp koltuğun kenarına sürerler. Sümüklerini kollarına siler, peçeteyi de boş yere buruştururlar.


Fakat aynı insanlara bir Atatürk heykelini yıkmayı teklif dahi edemezsin. Merak etmeden duramıyor insan, neden onca cami ve kilise varken, özel anlamı ve yeri olan Ayasofya seçildi bu iş için? Zaten olayın püf noktası da budur işte.


Ve şunu da biliyorum ki, Ayasofya'nın tekrar ibadete açılma olasılığı oluştuğu anda, bu olay aleyhinde çook fazla spekülasyon yapılacak, itirazlar olacak. ''Taksim'deki AKM'ye dokunmayııın'' diye kıçlarını yırtanlar, Ayasofya'nın açılmasına karşı çıkacaklar. Çünkü Müslümanları sevindirecek bir olay, bu insanları daima üzmüştür ve üzecektir. Sözcü gibi gazeteleri takip ederseniz, bunu anlarsınız.
Ama öyle veya böyle, Ayasofya ibadete açılacaktır.


Necip Fazıl Kısakürek'in sesinden Ayasofya meselesini dinlemek ve biraz olsun üzerinde düşünebilmek için;  Link


UEFA'NIN MEN KARARI HAKKINDA

$
0
0


Bildiğiniz gibi UEFA, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı Avrupa kupalarından men etti.

Men etme olasılığı haberlerinin ilk çıktığı günlerde arkadaşlarıma şöyle dedim ;

''Bak görürsünüz ikisini de men edecekler.''

Daha takımlarımızın men edileceği kesinleşmemişken, bu olay ilk çıktığında aynen de bunları söyledim arkadaşlarıma. Çünkü bu çok aşikardı.


Arkadaşlarım ''ne alaka, nerden biliyosun olum?'' dediler.

Ben de onlara ''çünkü'' dedim,
''Amerika, Gezi olaylarını bahane ederek üstümüze gelmeye başladı. Avrupa, da Gezi olaylarını bahane ederek üstümüze gelmeye başladı. Avrupa Parlamentosu, üyesi olmadığımız halde bizi kınama kararı aldı. Başbakanlar yüklenmeye başladı.


İşte bu yüzden, vurabildikleri her alanda darbe vuracaklar bize. Bu ister ithalat, ihracat olsun, ister medya olsun, isterse futbol olsun, olimpiyat olsun.

Yani diyecekler ki ''bütün güç bizim elimizde. İstesen de, istemesen de her şey bizim elimizde. Biz ne istersek onu yaparız. Biz istemeden basit bir futbol maçına bile katılamazsın.''


Şimdi bazılarınız ''sen de abartma amağa ğoyum yaa'' falan diyecek, eminim. Büyük resmi göremeyen at gözlüklüler cirit attıkça, şu interneti sadece porno izlemek için kullananlar oldukça, biz kızı etkilemek uğruna ''ben çok koyu taraftarımdır ya, maçta kafayı yerim kırıp dökerim yani o derece :))'' diye olmadığı kılıklara giren iki yüzlü sümsükler oldukça, bu tür yorumlar daha çok gelir.


Ben, beş yazıdır söylüyorum ''her şeyi deneyecekler'' diye.
Ne tesadüftür ki, Canvas isimli örgüt ''irtibatta olduğumuz gruplarımız var, yakında eylemler başlayacak'' diyor. Ardından bir takım devrimci olduğunu söyleyen lapacı ergen ''Mayıs ayında çok büyük eylemler olacak, hazırlanın'' diyor.


Mehmet Ali Alabora, ''bir diktatörün halkın isyanlarıyla devrilmesi'' konulu bir tiyatro yapıyor.
Ülkede demokrasiye yıllarca darbe vurmuş olan ''darbeci generaller, askeri darbeler'' hakkında tek kelime haber yapmayacak kadar bu ülkedeki demokrasiyi önemsemeyen Amerikan medyası, Taksim'den 9 saatten fazla canlı yayın yapıyor.
Mehmet Ali Alabora ve Okan Bayülgen gibi eylemlerde kışkırtıcılık yapmış insancıklar, CNN'e röportaj veriyor.
Dört koldan ülkenin üzerine geliniyor.


Tüm bunlar yapılırken ''futbol başka babaa'' mı diyeceklerdi?
Orada dönen parayı bazılarının beyni bile almaz, o kadar söyleyeyim.


Bu adamlara bir telefon gelir, ''şunu şunu yap'' denir, ve ertesi gün o iş yapılır. Futbolla uğraşan insanların küresel sömürücülerden farklı olduğunu falan düşünmeyin. O kadar çok paranın olduğu her yerde yolsuzluklar, haksızlıklar ve sömürüler her zaman olur.


Ve bugün, aradan iki yıl geçmesine, şike olaylarının kapanmasına, Fenerbahçe'nin zaten 1 yıl men edilmesine, ve UEFA ile CAS'taki davayı geri çekme koşulu ile anlaşılmasına rağmen, ne tesadüfse tam da ülke küresel bir oyunun içindeyken, takımlarımızın Avrupa'dan men edilmesi, yalnızca vurulmuş bir diğer darbeden başka bir şey değildir.


Hala bu işin içinde küresel güçlerin olmadığını düşünenlere şunu sorarak bitireyim;
İsrail diye bir ülke var, bilirsiniz.
Bu ülke nerede?
Bilmeyenler için, buyurun harita ;


Daha yakından bakarsak ;


Gördüğünüz üzere İsrail denilen ülke ''Asya Kıt'ası''nda, Arap yarımadasında. Hatta bakın yanında Mısır, Ürdün ve Suriye var.
Peki tamamıyla Asya Kıt'asında bulunan İsrail, nasıl oluyor da Avrupa kupalarında oynayabiliyor?

Avrupa yakınlarında dahi toprağı olmayan bir ülke..?

hatta alın kıtalar haritası anasını satayım
Sonra Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Asya'nın yalnızca birkaç kilometre ötesindeyken, Avrupa ile uzaktan yakından alakası yokken ve hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, devlet olarak dahi tanınmazken nasıl oluyor da Avrupa kupalarında oynayabiliyor?

Önce kendinize bunların cevabını verin, sonra da bu işin içinde de birtakım ellerin olabileceğini düşünün.
Dünya petrol zenginlerinin neden sürekli futbola yatırım yaptıklarını düşünün.


Ve de kendinize iyi bakın ciğersizler.
Hadi selametle.

MISIR'DAKİ ASKERİ DARBE

$
0
0

Selam ciğersizler.

Hiç dünyaya şöyle bir bakıyor musunuz?

Orta doğunun neredeyse her ülkesinde ayaklanmalar var. Dünya bir hayli karıştı yine, tabi özellikle de Müslüman coğrafya.


Tüm bu ayaklanmaların aynı noktadan planlandığını anlamak çok mu zor ciğersizler?
bu harita, Haçlı seferleri haritası. Şimdiyle bir farkı var mı?
Dünyaya dayatılan demokrasinin nasıl bir yalan olduğunu, elitlerin insanları daha iyi yönetmeleri için demokrasi denilen şeyin mükemmel bir araç olduğunu anlamak bu kadar zor mu?


Hele ki her ülkede seçim sonuçlarını etkileyen, darbeler yapan Amerika'nın, tüm dünyaya demokrasi dersi vermesi?


Hele ki, her 10 senede bir darbe yapılan Türkiye'de, bu darbeleri savunan insanların bugün çıkıp ''demokrasiii, insan haklarııııı'' diye kıçlarını yırtmaları?


Bu ülkede, Adnan Menderes ülkenin başına seçimle gelmiş ve demokrasinin ilk meyvesi olmuşken, 1960'da askeri darbeyle indirilip asıldıktan sonra, kendilerini bu ülkenin bir numaralı vatanseverleri olarak gören CHP'liler, İnönü'nün evinin bahçesine gelip bu olayı alkışlamadılar mı? Adnan Menderes'in indirilmesi ve asılmasını kutlamadılar mı? Daha sonra Demokrat Parti'nin başına, kendi içlerinden biri olan Süleyman Demirel'i getirip, ülkedeki muhalefeti yine asker süngüsüyle ve danışıklı dövüşle yok etmediler mi?


Amerika, Irak'a demokrasi götürme sloganıyla ülkenin tüm petrolünü sömürüp, milyonlarca insanı öldürüp, kadınlarına kocalarının önünde tecavüz etmedi mi?


Dünyada kimsenin demokrasi isteme hakkı yoktur bu nedenle. Kimsenin demokrasi çağrısı yapma hakkı yoktur. Çünkü bu konuda herkesin elleri kirlidir. Bazı embesil kırması moronlar ''tarih boyunca insanları din sömürdü yeeaa'' der, insanları sömürmek için insanların dine ihtiyacı yokmuş gördüğünüz gibi. Tüm dünya laik ve seküler olmuşken, dünya bugün ''demokrasi'' adı altında sömürülmekte.


Her şeyden önce şunu söyleyeyim, bu, hak ile batıl arasındaki savaş durumuna gelmiştir nihayet.


Gelelim konunun başlığı olan Mısır ve Mursi'ye..

Bildiğiniz gibi Arap Baharı sırasında, 1981'den beri ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek görevi bırakmıştı. Mübarek tam 30 yıl laiklikle yönetmişti ülkeyi. Hani sizin ''ayyy arap ülkesi işte yeaa, şeriat meriat ahahahaa :)))'' gözüyle baktığınız Mısır var ya, işte ondan bahsediyorum. Anayasasında laiklik diye bir madde olmamasına rağmen öyle hem de. Arap Baharı'nda buna isyan edilmişti zaten.


Mübarek'in gidişinin ardından, Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşlerin adayıydı ve %52 ile iş başına gelmişti.

Fakat geleli daha bir yıl kadar olmasına rağmen, bugün bir askeri darbe ile ülkenin başından indirildi. Biraz önce Mısır genelkurmay başkanının darbe konuşmasını canlı dinledim, tıpkı bizim Kenan Evren'in yaptığı konuşma gibiydi.

Ordu, Mursi'ye ultimatom vermişti geçenlerde. Mursi de ''canımız pahasına direneceğiz'' demişti. LinkLinkLink


Peki ordunun Mursi'yi indirme sebebi ne olabilir? Link
Yani Amerika, artık kendi işine yaramayan Mübarek'in inmesine evet demişti.
Yeni bir hükumet, seçimle başa gelmişti ve ülkenin %52 oy almıştı.


Amerika'nın yapması gereken şey, yeni seçilen başkanı kendi tarafına çekmekti. Çünkü ordu, medya, finans hepsi onun elindeydi. LinkLinkLinkLink


Amerika ''Mübarek bir diktatör. Mısır'a demokrasi gitmeli'' demişti. Fakat şimdi gelen demokrasiyi korumak için en ufak bir ses çıkardığını duydunuz mu? LinkLink

Gezi Parkı eylemlerinde gaz yiyen insanlar için 17 kez resmi açıklama yapan ve medyasını seferber eden Amerika, neden Mısır'daki demokrasiyi korumak adına tek bir açıklama yapmadı sizce?


Gaz yiyenlerden endişelenen Amerika, Mısır'da tanklar yürürken, halkın iradesine karşı silahla darbe yaparken hiç endişelenmediler mi acaba?

Madonna, Bruce Willis gibi ünlüler, insanların hakları ellerinden giderken neden suskunlar?


Mısır genelkurmay başkanı Sisi (o da nası bi isimse anasını satayım) ''anayasayı askıya alıyoruz''dedi biraz önce. Demokrasi uğruna yapılmış koskoca bir Arap Baharına karşı bunu nasıl söyleyebildi? LinkLink


Demokrasi diye orta doğunun kafasına vuran Amerika'ya rağmen bunu nasıl söyleyebildi?

Mursi ''Anayasamız Kur'an'dır.'' demişti. LinkLinkLinkLink


Fakat, şaka yapar gibi, alay eder gibi, dalga geçer gibi hala ve hala Amerika'nın duruşu ''Mursi diktatördür''şeklinde. Vay anasını yaa.. Size hizmet etmeyen herkes diktatör. Müslüman olan herkes diktatör. Amerikan karşıtı herkes diktatör. İşinize yaramayan herkes diktatör anasını satayım. Diktatör diye başınıza taş düşsün, tipiniz kaysın, gözünüz çıksın, prostat olun anasını satayım. Link


Dikkat ettiyseniz Müslüman ülkelerin neredeyse hepsinde sekülerizme karşı gelme ve Allah'ın koyduğu kanunlara geri dönme mücadelesi var. Hem de acayip derecede aşikar bir olay bu. Hani size hak ile batıl arasında bir olay demiştim ya, işte şimdi taraflar belli olmaya başlıyor bence. Dünyada çok yakında sadece iki kutup olacak ciğersizler, İslam birliği ve emperyal-kapitalist-siyonist birlik. Allah, hilafet için, İslam Birliği için dünyayı hazırlıyor ciğersizler. Hak ile batıl kesin olarak ayrılıyor.


İşte tam da bu yüzden, Müslüman ülkelerin birleşmesini istemiyor, engel oluyorlar. Çünkü sekülerizmi bırakıp İslam'a dönen tüm bir Müslüman coğrafya, elbet eskiden olduğu gibi bir birlik kuracaktır. Son İslam birliği Osmanlı'yı parçalamak için az emek sarf etmediler, bir daha birleşmelerine izin veremezler.


Ve şuan Mısır'da Mursi yanlısı yayın yapan kanallar kapatıldı. Başbakan hakkında tutuklama kararı çıkarıldı ve gazeteciler göz altına alınmaya başlandı. (canlı haberleri izliyorum hacular)
Haber alma özgürlüğü denilen şeye tamamen orduya el konulmuş durumda örneğin.
Mursi ve Müslüman kardeşlere seyahat yasağı getirildi.
Çok sert, çetin bir harekat söz konusu anlayacağınız.
Mursi karşıtları da var sokaklarda, tabi onların şöyle bir de marifeti var ; LinkLinkLink
Fakat Mısır'ın en az %60'ı sokaklara dökülmek üzere, Mursi çağrıda bulunuyor sürekli. Ve Arap Baharından tecrübeli olan halk, tekrar sokağa dökülmüş durumda sanırım. Bu iş darbeyi ve batılıları zora sokar ciğersizler.
Bir de Obama ve saz arkadaşları toplantı yapıyormuş şuan, en geç yarın öterler konu hakkında.


Haa, sizlere bir de darbe tarihçesini vereyim ciğersizler ; Link


Öküz değilseniz dikkatinizi çekmiştir, darbe olan ülkelerin hepsi üçüncü dünya ülkesi. Kendilerini laik oldukları için modern, çağdaş bir ülkede yaşadıklarını sanan geri zekalılara da buradan selam söylüyorum. Tüm bunları bilip de hala darbeleri savunan ve ''gerekliydi abüü'' diyen ama ''demokrasiii'' diye bağıran iki yüzlü sahtekarlara söylüyorum. Sizin modanız geçti be anam..


Avrupa'da hiç darbe olduğunu duydunuz mu canlar?
Gelişmiş ülkelerde?


Lafın kısası Mursi, üzerine geldiği askeri, finansal ve medya cuntasının kurbanı olmuştur. Bu arada ''darbeyi kabul etmiyorum'' diyor şu anda, tabi ne olur bilemeyiz. Ama şu durumdan dönülmesi de pek kolay değil. Ama Allah dilerse, olmaması da mümkün değil.


Mısır'ın başında, halkın yarısından fazlasının oyunu alarak, demokratik şekilde gelmiş bir lider vardır.
''Demokrasi Mısır halkının hakkıdır'' diyen Amerika'nın, halkın hakkının elinden alınması karşısında hiçbir şey yapmadığını gördük. Ha bundan sonra ne olur bilemeyiz, çünkü Mursi taraftarları tamamıyla sokaklara dökülmüş durumda. Bu olay, şuanki gidişatı ekleyebilme gücüne sahip gibi görünüyor.


Yarın öbür gün Amerika ve Avrupa'dan ''keşke olmasaydı, demokraside bunlar olmamalı, üzgünüz'' vb. açıklamalar duyarız. Olay olmuş bitmiş, ve bu işle alakaları yokmuş gibi davranmaları lazım. Bakalım gidişat ne gösterecek..


Tabi dünyanın karışmasıyla zevkten dört köşe olan Esed de oraya buraya ''istifa''çağrısı yapıyor sırıta sırıta.
Önce Gezi olayları ile ilgili Türk hükumetine istifa edin demişti ; Link
Şimdi de kendisini tanımayan Mursiye (LinkLinkLink) ''istifa et lan hadi ahahaa'' diyor ; Link
Ayrıca ''siyasal İslam çökmüştür'' de diyor ; LinkLink


Bakın yakında bu olayla bağlantılı başka olaylar meydana gelmesi bana çok muhtemel geliyor. Mısır ordusu Gazze şeridini kapatmış durumda. Başka ülkelerde de kilit olaylar olabilir. Zaten gidişat onu gösteriyor. Ordu tüm İslami kanalları yasaklamış durumda zira şuan. Kaos yöntemi iş başında anlayacağınız.


Bu arada, ben ünlülerimizden ''diren Mursi'' diye tivitler bekliyorum şahsen.(!)

Olaylar üzerinden biraz zaman geçip, her şeyi daha net görebilme temennisi ile.

Mesele sadece demokrasi değil arkadaş.
Sen hala anlamadın mı?
Hadi gel.

#DİREN MURSİ

$
0
0

Darbe canlı yayınlanırken yazmıştım bu yazıyı. Daha o zaman işin amacını ve iç yüzünü tahmin etmek zor değildi çünkü.

Nasıl oluyor bilmiyorum ama, dünya ciddi anlamda iki kutba ayrılıyor şuan. Her yerde hem de.
Örneğin bize bakıyorum, daha iki gün önce biber gazına ''polis terörü'' diyen ünlüler olsun, medya olsun, partiler olsun, bugün Mısır'da eylem yapan insanlara ateş açılıp öldürülmesi karşısında tek kelime etmiyor. Herkesin içi, gönlü gayet rahat.


Demokrasi diye insanların kafasına vuran Amerika ve batı dünyası, Mısır'da insanların özgür iradeleriyle seçilen, demokrasinin meyvesi olan Mursi'nin indirilmesi karşısındaki olaya ''darbe'' bile diyemedi. Hani Taksim'deki gaz yeyip gözleri yaşaran insanlar için yapmadığı çığırtganlık kalmayan, yapmadığı açıklama kalmayan batı dünyası var ya panpa, hah işte o batı Mısır'daki ölümler ve demokrasiye darbe üzerine tek bir makul açıklama yapmadı.


Gazdan gözü yaşaran insanları Amerika'ya şikayet eden Mehmet Ali Alabora, Okan Bayülgen, Kemal Kılıçdaroğlu gibi sevgi pıtırcıkları, Mısır'da eylem yaparken ölen insanlar için nedense bir öküz gibi susmayı yeğliyorlar. Adamın dibisiniz be.
Gezi'ye destek vermeyeni yalaka diye fişleyenler de bu adamlar değil miydi lan?


Şuana kadar 17 kişi öldü Mısır'da. 30 milyondan fazla insan sokaklara döküldü. Mursi karşıtları ise, bu kalabalıktan ürktüğü için evlerine döndü. Ve yalnızca şimdilik 17 kişi öldürüldü, çünkü milyonlar sokaktan gidecek gibi görünmüyor.


Bakın çok açık ve net bir soru sormak istiyorum ;

''Gezi'deki insanlar için dünyanın birçok yerinde, birçok yabancı ülkede destek eylemleri gerçekleşti. Peki Mısır'daki vahşet ve demokrasiye açık müdahale karşısında bu demokrasi ve insan hakları aşığı insanlar nerede?''


Tüm bir dünya Gezi için üzerimize çullanırken, aynı dünya Mısır için nerede?


Lan bakıyorum ülkeye 100 trilyondan fazla zarar verenlere biber gazı sıkıldı diye tüm dünyaya reklam yapan, sosyal medyada, kanallarda kıçlarını gere gere bağıranlar, şimdi Mursi''nin gidişine göbek atıyor anasını satayım. İyi de Mursi hakkında ne biliyorsunuz da, gitmesine bu kadar seviniyorsunuz olum? Sizin insan haklarına, halkın iradesine olan saygınız şimdi nerede ağzına bacağımı soktuğumun iki yüzlüleri?
Sizin ağzınıza seçim sandığı büyüklüğünde sıçayım ben. Gezi Parkındaki ağaçlar büyüklüğünde sıçayım.
Samimiyetsiz, iki yüzlü, önüne koyulandan başkasını yemeyen kafadan bacaklı bok böcekleri sizi.

ağza bak ağzaa
İşinize gelince ''hayatımıza müdahale ediyolar yuaa :(('' diye duygu sömürüsü yapan gavatlar, bugün insanların kendi seçtiği liderinin, dolayısıyla kendi iradelerinin asker eliyle indirilmesine seviniyor anasını satayım. İşte tam da bu yüzden bu dünyada gavatlık asla bitmeyecektir. Böyle gavatlar sürülmeye hazır koyunlardır. Çünkü nerede ünlülerin, popüler insanların, elitlerin ve basının desteği vardır, oraya destek verirler. Yetmiş yedi göbek Yahudi olan Koç ailesinin isteklerini yerine getirmek için sokaklarda tencere tava çalarlar.


Bugün İsrail ve Amerika Mısır'da bir darbe yapmışken, halkın seçtiği adam başa geleli daha bir sene olmuşken, Mısır'ın başına yüzlerce yıl sonra bir gayrimüslim asker eliyle getirilirken, ordu Filistin kapısını kapatıp, giriş-çıkışı yasaklarken, ülkedeki televizyon yayınlarını keserken, karşı eylem yapanların üzerine ateş açarken, tüm bir batı dünyası konuyla ilgili sessiz kalarak destek olurken, sen nasıl oluyor da Gezi için senin yanında yer almalarından kıllanmıyorsun benim düşünmekten ve sorgulamaktan ödü bokuna karışırcasına tırsan geri zekalı arkadaşım?

you're also a  ''şakşakçı''
Bu tür, kendini elitler için bir şeyler yapmak uğruna satan herifler, ''kahrolsun emperyalizm'' diye bağırıp Mc Donalds'tan çıkmayan, ''Coca Cola'dan başkasını içmem abüü'' diyen, her bankadan bir kredi kartı olan, aldığı faizlerle halkın kanını emen, emeğini sömüren adamlarla yan yana poz verip ''biz halkııııızzz :))'' diyen, insan içinde temiz görünüp, odada tek kalınca burnunu karıştırıp koltuğa süren herifler, hepiniz mide bulandırıcı derecede şerefsiz ve karaktersiz döl israflarısınız.


Türkiye'de halkın gözünü yaşartan polisler terörist, halkından binlerce kişiyi öldüren Esed'in askerleri kahraman di mi kafadan bacaklılar?


Ölenler, indirilenler Müslümansa çıt yok, fakat laiklerin gözü yaşarırsa tüm dünya ayağa kalkar he mi.

İsrail çıkarları doğrultusunda Amerika'nın yaptığı askeri darbeye #direnmursi..


Hani bazı blog yazarları var ya (siz kimden bahsettiğimi anladınız), ''Müslüman kardeşler silahlı terör örgütü'' diyen, kendi halkından 100 bine yakın insan öldüren Esed'e karşı direnen Özgür Suriye ordusuna terörist diyen.. Lan sen Müslüman Kardeşler hakkında kıçıkırık batılı medya haberleri dışında ne biliyorsun da yok efendim terör örgütü falan diyebiliyorsun anasını satayım?

asılan Müslüman Kardeşler önderi Seyyid Kutub
Mısır'da tüm Müslüman Kardeşler üyeleri için tutuklama kararı çıkartıldı şuan, ondan haberin var mı bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ukala arkadaşım?

Öldürülen Müslüman Kardeşler kurucusu Hasan el Benna
Dünyada meydana gelen Müslüman yükselişinin önüne geçilmek isteniyor ciğersizler.
Batı medyasının sürekli İslami yönetim şeklini eleştirmesi, dünyadaki her halkın laik ve seküler olduğunu ama yönetimlerin onlara dini idareyi dayattığı haberleri de, Mursi'nin indirilmesi de bunun yegane kanıtıdır.

Amerikaya, İsrail'e ve Siyonizme karşı diren Mursi..


Mesele sadece Mısır değil arkadaş. Mesele hak ile batıl meselesi.
Sen hala anlamadın mı?
Hadi gel.
Diren Mursi, kardeşlerin seninle.

TAHRİF HAREKETLERİ

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

Malumunuz Ramazan ayına girdik. Bu arada da hepinizin Ramazan-ı Şerif'i hayırlı olsun ciğersizler. Seviyorum sizin kedi canınızı. Very big cat, you.


Ramazan ayına girmişken, yüzeysel olarak birkaç şeyden bahsetmek istiyorum siz ciğersizlere.
Daha önce dikkatinizi çekmiştir muhtemelen, ne zaman Ramazan ayı gelse medyada bu konuda bir hareketlenme olur. Ana haber bültenlerinde, yılın 11 ayı neredeyse hiçbir dini motif, dini haber falan yer almazken, Ramazan ayında en çok yapılan haberler dini haberlerdir.


Ha şimdi çıkıp da ''niye yapıyonuz lan malak mısınız'' falan demicem tabi. Acizane birkaç saptamamı söyleyecem, sonra da konuya kafa atacaz.


Ramazan ayı, tüm Müslümanların dine biraz daha yakınlaştığı dönemdir. Hiç namaz kılmayanlar namaza başlar, hiç camiye gitmeyenler 33 rekat kılmak için teravihe giderler, günde 10 öğün yemek yiyenler, 2 paket sigara içenler, yemeği sigarayı bırakır ve oruç tutarlar.


Yani insanların dine en yatkın olduğu dönemdir Ramazan ayı. Ve medya da popülerlik üzerine kurulu olduğu için, bu ayda dini haberlere ağırlık verirler. Çünkü buna ağırlık vermezlerse, halkın ağırlık veren kanallara gideceğini iyi bilirler. Medya için reyting her şeydir. Halkın neyi görmek isterse, onu gösterirler. Fakat yüksek tirajlı kanallar, bu olayı da kendi vizyonları doğrultusunda kullanırlar.

Nasıl mı?
Önce sağa, sonra sola, biraz da ortada çalkala.

Tamam, şaka yaptık bitti, cıvımayın hehe.

bakınız; Doğan Medya Center
Bu yüksek tirajlı ve Doğan menşeili kanallarda ve gazetelerde çıkan hocalar her zaman aynıdır;

Yaşar Nuri Öztürk,
Zekeriya Beyaz,
Abdülaziz Bayındır,
İhsan Eliaçık...

Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem, bu adamlar sürekli bu gibi çizgisi belli olan seküler kanallarda kendilerine yer bulurlar. Fakat dini kanallara, muhafazakar kanallara bakarsın, bu adamların esamesi okunmaz. Neden?
Yani bu seküler kanallar, muhafazakarlardan daha mı çok insanlara İslam'ı anlatmak istiyor yani?


Aranızda o kadar da Polyanna kafalılar yoktur herhalde. 28 Şubat darbesini yapan bu medya değil miydi lan? O zamandan bu zamana bir şey mi değişti, yoo. Sahipleri hala aynı. Aydın Doğan bey hala kıravatıyla orada bakın, sizlere el sallıyor, kucak dolusu sevgiler gönderiyor. ''Slm aydncmmmmm :))''


Bu gibi kanalların misyonu ve vizyonu, insanları kendi anlattıkları din etrafında toplamaktır. İnanç manipülasyonu yaparlar. Cübbeli Ahmet Hoca gibi hocaların yerine, sizlere Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk gibileri önerirler. Sebepleri basittir. Cübbeli Ahmet Hoca gibi hocalar, adı üzerinde cübbelidir bir kere, sakallıdır ve sarıklıdır. Kur'an ve hadislerden bahsederek müdellel konuşurlar. Söyledikleri her şey kitaba dayanır. Fakat Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz gibiler takım elbiseli ve sakalsızdırlar. Ayrıca başları da açıktır. Medyanın insanlara vermek istediği görüntü de budur zira. Ve bu gibi hocalar ''balıktan da kurban olur'' gibi şeyler diyerek insanların kafalarını karıştırır, İslam'ı tahrif etmeye çalışırlar.


Medya da, bu tahrifi halka pazarlar. Zaten kendi eserleri olan bu hocaları sürekli haber yapar. Ana haber bültenlerine çıkarır, gazetelerinde manşet yaparlar. Böylelikle bu bilgilerin herkese ulaşmasını sağlarlar. Sonra da bu sözde hocaların sayısını artırırlar ve aynı şeyleri söyletirler. Al sana inanç manipülasyonu, al sana fikir pazarlama, al sana İslam tahrifi anasını satayım.


Sizlere konunun aslını özetleyecek bir video vereyim ciğersizler ; Link


Sizlere daha önce CIA Türkiye İstasyon şefi Graham Fuller'dan bahsetmiştim. Kurtlar Vadisi'nde de bu rolün Aron Feller olarak oynandığından. Bizlerin zaten malumatı olan bir konu zaten bu tahrif konusu. Zira Vahhabilik diye bir mezhep nasıl çıktı anasını satayım.

Arabistanlı Lawrence
İsterseniz Vahhabilik hakkında birkaç kelam edelim ciğersizler.
Vahhabilik 18. yüzyılda ortaya çıktı. Aslında biraz olsun tarih biliyorsanız eğer, bu yüzyılın Osmanlı coğrafyasında ajanların taraftar toplamaya başladıkları yüzyıl olduğunu bilirsiniz. Yani 1200 yıl ortada Vahhabilik diye bir olay yok, tam Osmanlı'yı bölmek ve paylaşmak için ajanlar işbaşı yapıyor, birdenbire ortaya Vahhabilik diye bir mezhep çıkıyor.


Vahhabilik mezhebininin fikir babası da, bugünkü Suudi kraliyet ailesinin kurucularından Muhammed bin Abdülvahhab. İlginç di mi. Bu adam bu fikri ortaya atıyor ve kısa süre sonra Osmanlı'ya karşı ayaklanıyor. Hatta bir ara Mekke ve Medine'yi bile işgal edip İlk Suud Devleti'ni kuruyor. Bu mezhebin kuruluşunun bir ajan işi olmasının kanıtı, mezhep kurulur kurulmaz Osmanlı'ya yani İslam birliğine karşı ayaklanmalarıdır. Ve o gün İslam birliğine karşı ayaklananlar, bugün Suudi Arabistan'daki kraliyet ailesindekilerin büyük büyük dedeleri.. Link , Link


Şuan da Suudi Arabistan'ın resmi mezhebi Vahhabilik'tir zira. Vahhabiliğin asıl kurucusu ise, biraz önce bahsettiğim gibi bir İngiliz Ajanı Hempher'dir. Şuradan Hempher'in itiraflarına ulaşabilirsiniz. Hakkında daha fazla bilgi için ; Link, youtube'da ; Link,  özet ; Link


Yani bugünkü Suudi ailesinin nerelere dayandığını anlamış olduk tekrar. Suud ailesinin Hempher'le, daha sonra da Arabistanlı Lawrence'la neden iş birliği yaptıklarını düşünün. Keza size bir soru sormak istiyorum aklıma gelmişken;


''Amerika dünyadaki tüm petrol yataklarına saldırırken, neden dünyanın 1 numaralı petrol yataklarına sahip olan Suudi Arabistan'a bugüne kadar savaş açmadı?''

Yani Irak'taki, Libya'daki, Mısır'daki petrole kavuşmak için milyonları öldüren Amerika, neden Suudi Arabistan'a savaş ilan edip dünyanın en zengin petrol rezervlerini eline geçirmiyor?

Bunu düşünün ciğersizler.


İki gün önce Mısır'daki darbe nedeniyle Sisi'yi tebrik eden de Suudi ailesi değil miydi...


Neyse, konumuza devam edelim.

O gün Vahhabiliği kuranlar, Şiiliği ortaya atanlar, sizce bugün dut yemiş bülbül gibi boş boş oturuyorlar mı?
İş başında oldukları çok aşikar. Zira şuan medyada gördüğünüz ne kadar vaiz edalı sapık varsa, bilin ki aynı güç tarafından desteklenmekte.


Ben size birkaç örnek vereyim ve bitirelim.

Zekeriya Beyaz ile başlayalım, gerçi bu adamın söylediklerini izaha bile gerek yok ama, yine de biz sağduyulu olalım ve aramızda sığırlar olduğunu unutmayalım. Şu adama bile inananlar vardır elbet.

Bakınız Zekeyiya denilen herifin birkaç incisi ; LinkLinkLink


Ayakkabıdan kurban olur diyen bir adam, sizce bunu komik olmak için söylüyor, bunu düşünecek kadar saf mı, yoksa birileri onun bunları söylemesini mi istiyor sizce.. Ha şunu da söyleyeyim, ben gözümle şahit olmadığım için ''bu adam amerikadan para alıyo lan'' diyemem, fakat şunu rahatlıkla derim ''aynı güç bu adamı destekliyor ve reklam ediyor.''


Tabi biraz dikkatli bakınca, garip bir şeyler olduğunu görürsünüz zaten.
Halk Tv ve Ulusal Kanal gibi, İslam'ı irtica, Müslümanları yobaz diye yaftalayan kanalların bitmek tükenmek bilmeyen bir Zekeriya Beyaz aşkı var ; LinkLink


Sonra yine ilginçtir, bir sol parti olan Dsp, kendisini aday yapar ; LinkLink


Bi dakka ama panpa, az daha atlıyorduk lan. Halk tv, ''diren razaman halk tv seninle'' diye reklamlar yayınlamaya başladı hehehe. Lan harbi komiksiniz olum ya. Bunlar da İsmet İnönü'nün yolundan gidiyorlar anasını satayım, o da çok koyu din aleyhtarı iken, seçimler öncesi imam hatip okulları açmıştı hehe. Bilmiyor olabilir, hatta şaşırabilirsiniz de fakat Türkiye'deki ilk imam hatip okulunu İsmet İnönü açmıştır. Oy toplamak için şunu bile yaptı ama millet o kadar da salak değildi hacı hehe.


Tabi Halk tv'nin İslam'dan bahsedecek insanları da çağdaş bir görünüm vermekle yükümlü ; Link


Adamlar takmış hacı, o saç görünecek ahahahaa.


Bu ruh mu panpa ;

Yıllarca sol kemalist kesim Müslümanlara ''dini siyasete alet ediyolar'' dedi ya hani, bilakis bunu her zaman kendileri yaptı. Şuan da canlı olarak görüyoruz keza. İsmet İnönü örneği gibi keza. Kemal Kılıçdaroğlu'nun hadis okuması gibi, ama diğer yandan da içki yasasına karşı çıkması gibi keza.


Sonra Yaşar Nuri'den bahsedelim ve programı kapatalım ciğersizler.
Ben yalnızca bir örnek verecem bu heriften ; Link


Yani yolda gördüğün kızla ilişkiye girmek isteyip, ona teklif götürürsen ve o da kabul ederse bu zina olmazmış hacı. Yani istediğin herkesle ilişkiye girebilirsin, zina falan olmaz ele mi? Umarım bu herifi daha da dinlemezsiniz anasını satayım.

Şimdi siz bana bu herifin çok masum ve bilgili bir Müslüman olduğunu söyleyebilecek misiniz?
Adam Kur'an'daki zinayı bile değiştirmiş, namazları inkar etmiş, bilmem daha ne boklar yapmış, ve bu medya da bu adamı Müslümanlara pazarlıyor. Tıpkı biraz önce Aron Feller'in dediği gibi ; ''Onların ayetleri, ama benim yorumlarım.''


21 Aralık 2012 yani bazı gavatlara göre kıyametin kopacağı tarihte, binlerce yabancı gibi bu herif de Şirince'ye gitmemiş miydi anasını satayım.. Link


Bu gibi vaiz edalı sapıklar, bu medyada her zaman kendilerine yer buldu ve bulacak. Halk tv bile İslami program yapıyorsa, ben dediğimi kanıtlamışım demektir zaten. Ve haberlerde ''sayın seyirciler Zekeriya Beyaz yine bir ezber bozdu'' diye haberler yapılmadı mı bu ülkede? Yine yapılacak. Ve ne kadar sapık varsa, hepsi halkın önüne sunulacak. Link



Bu Yaşar Nuri herifine bakıyorsun, adam zamanında Chp milletvekili idi.
Medyanın manipülasyonuna gelmeyin ciğersizler. Onlar size hangi hocayı izlemeniz, hangi dini bilgilere sahip olmanız, nelere inanmanız gerektiğini dikte eden bir sınıf takım elbiseli kodomandan başka bir şey değil. 28 şubatta Müslümanları fişleyen medya, iki tane duygusal dizi yaptı ve bunu size unutturdu. Koyun olmayın. Önünüze bu koyuldu diye, at gibi yemeyin.

ülkenin en popüler şovunda bir güdümlü dinci reklamı...
Tahrif hareketleri 300 yıldır var, ve gördüğünüz gibi hala devam ediyor. Bu adamların servis edilmesi de, aynı gücün aynı oyunundan başka bir şey değil ciğersizler. 1400 yıllık İslam uleması yanlış yapmış, bu gibi izansızlar doğruyu bulmuş yani he? Oldu canım, görürsem söylerim.

indir o eli
Tahrifin üzerinde daha fazla durmanız ve bu gibi sapıklardan ve medya dayatmasından korunmanız dileğiyle, hepinize hayırlı Ramazanlar ciğersizler. Seviyorum sizin kedi canınızı. Civcivnen minik kedi garışımı bişey.



HRİSTİYANLIK, MİTOLOJİ VE PAGANİZM III

$
0
0


''Tanrı üçtür'' diyen bir dini, tek tanrılı dinlerden sayanların yaşadığı bir dünyadaki tüm canlara selam.

İlk iki yazıya olan ilgi ve olumlu mesajlar nedeniyle, serinin üçüncü filmini de çektim. Hazır Ramazan ayına da girmişken ve insanların dine olan ilgileri daha da artmışken, güzel bir zamanlama olacağı kanaatindeyim. Zira Müslümanların hayatlarına ve fikirlerine Hristiyanlıktan geçmiş bir sürü şey varken, Hristiyanların adetleri Müslümanlarca benimsenmişken ve durumdan kimsenin şikayeti yokken, hiçbir bahis edilmezken, bu konuyu konuşmak zaruret olmuştur benim için.


Bu duruma bir örnek verip sonra devam edelim ciğersizler.
Sevgililer Günü diye bir gün vardır hani, her sevgilisi olanın mutlaka kutladığı, iştirak ettiği bir gün. Sevgililer gününün aslında ne olduğu hakkında her hangi bir bilginiz var mı?

ülkemizin espri anlayışı
Orjinal adı St. Valentine's Day 'dir. Ve Roma Katolik Kilisesinin inancına dayanır. Bir Hristiyan azizi olan Valentine'a adanmış gündür. Yani biz Müslümanlar, Hristiyanların kutsal saydığı bir günü kutluyoruz. Soruyorum, kafirlerin özel ve kutsal saydığı bir günü kutsamak ve buna göre amel etmek şirk değil midir ciğersizler...?

Tekrar konumuza kafa atalım.
Bundan önceki yazılarda Hristiyanlığın, pagan dinlerinin modernize edilmiş ve biraz da tek tanrılı dinlerle harmanlanıp insanlara pazarlandığını söylemiştim. Hristiyanlıkta olan neredeyse her ritüel, kadim pagan dinlerine uzanır. Pagan dinlerinin temelinde de gök cisimleri yer aldığı için, aynı olay Hristiyanlıkta da söz konusudur.

Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in ve havarilerin her resimde kafalarında güneş ile tasvir edilmesi, Hristiyanlığın simgesi olarak bir balık betimlemesi kullanılması, papanın giydiği cübbeler, taktığı başlıklar ve tuttuğu sopaya kadar her yerde, tarihten beri kullanılan pagan ögelere yer verilmesi gibi.


Ve bugün paganizmin izleri, dünyaya tamamen yayılmış haldedir. Pagan dinlerinde özellikle gök cisimlerine tapınıldığı için, bugünkü gök cisimleri de bu pagan tanrılarının isimleriyle anılır. Örneğin gezegenler. Bugün kullandığımız gezegen isimleri, aslen pagan tanrılarının isimleridir.


Örneğin Uranüs, bir yunan mitoloji tanrısıdır.
Aynı şekilde ; Neptün deniz ve deprem tanrısı ; Jüpiter, Zeus gibi bir baş tanrı ; Mars, savaş tanrısı ; Merkür, kazanç tanrısı ; Venüs, aşk ve güzellik tanrıçası ve Satürn de zaman tanrısı ismidir.


Bununla birlikte cüce gezegenler, uydular ve diğer gök cisimleri de yine mitoloji tanrılarının isimleriyle anılır ;

Cüce gezegen sayılan Plüton, Roma mitolojisinde yeraltı dünyası tanrısıdır.
Plüton'un uydularından biri olan Nix, Yunan mitolojisinde gece ve karanlığın tanrıçasıdır.
Plüton'un bir diğer uydusu olan Hydra, yine Yunan mitolojisinde yeraltı sularını bekleyen canavarın ismidir.
Yine cüce gezegen sayılan Eris, fitne ve fesat tanrıçasıdır.
Cüce gezegen Ceres, anne sevgisi ve büyüyen bitkilerin tanrıçasıdır.


Bugün hava yolu şirketi olarak bildiğimiz Pegasus, aynı zamanda bir takımyıldız adıdır ve Yunan mitolojisinde kanatlı atı ifade eder.
Bir yapay uydu olan Juno, mitolojik bir tanrıçanın ismidir.
Filmlerde de çok duyduğumuz Apollo uzay aracı, mitolojideki en ünlü tanrılardan biridir. Güneş, müzik ve şiir tanrısıdır kendileri.
Cüce gezegen Makemake, bereket tanrısının adıdır.
Haumea cüce gezegeni, adını Havai doğum tanrıçasından alır.
Haumea'nın 2005'de keşfedilen iki uydusunun isimleri, Havai mitolojisinde Haumea'nın iki kardeşi olan Namaka ve Hi'iaka'dır.


Ayrıca bugün kadın simgesi olarak kullanılan simge, aslında Venüs sembolüdür.
Diğer cinsiyet simgeleri de yine mitolojik tanrıların simgeleridir. Mars sembolü erkeği, Merkür sembolü ise cinsiyet değiştirenleri simgeler.


Star Trek'te adı geçen bir ırk ve gezegen olan Vulcan, Roma mitolojisinde yanardağ dağ tanrısının ismidir.
Türk müzik grubu olan Athena, mitolojide zeka ve sanat tanrıçasıdır.
Bugün Keltler'in kullandıkları Kelt haçı da, Hristiyanlık öncesi paganist döneme ait bir figürdür.


Olayların tarihsel sıralamasıyla ilgilenen bilim dalı olan kronoloji de, Titanların ilk tanrısı olan, zaman tanrısı Kronos'tan gelir.


Tabi hayatımıza yerleşen paganizm ögeleri bununla sınırlı değil. İngilizce'deki gün ve ay isimleri de yine mitolojik ve paganist ögelerden gelmekte.

Örneğin, Monday olarak bildiğimiz Pazartesi günü, Moon day yani Ay günü anlamına gelir.
Salı günü anlamına gelen Tuesday, İskandinav tanrısı olan Tyr'a adanmış gündür.
Çarşamba günü yani Wednesday, yine İskandinav tanrısı olan Woden  ve Wodanaz olarak da bilinen Odin'in günüdür.


Perşembe günü yani Thursday, geçenlerde filmi de yapılan İskandinav tanrısı Thor'un günüdür; Thorsday.
Cuma yani Friday, bir başka İskandinav güzellik ve aşk tanrıçası olan Frigg'e adanmış gündür.
Cumartesi anlamındaki Saturday, ismini Saturn gezegeninden alır; Saturn günü.
Pazar günü olan Sunday'in, Sun day yani güneş günü olduğunu daha önce söylemiştim zaten.
Gün isimleri ayrıca gezegenlerin hareketlerini de gösterir ; Link


Ay isimlerinde de aynı olaya rastlıyoruz ; January dediğimiz Ocak ayı, Roma tanrısı Janus'tan gelir. Janus'un iki yüzü vardır, Ocak ayı da hem bir önceki yıla hem de sonraki yıla geçiş yılı olmasına ithafen bu ad verilmiştir.


Şubat ayı olan February, eski Roma'da düzenlenen Februa isimli ayine ithafen verilmiştir.
Mart ayı olan March, ismini Roma savaş tanrısı Mars'tan almıştır.
Nisan anlamına gelen April, orjinalde Aprillis'tir ve güzellik tanrıçası Aphrodite' ten gelir.
Mayıs anlamındaki May, ismini Yunan tanrısı Maia'dan alır.


Haziran ayı olan June, mitolojik doğum tanrısı Juno'dan gelir.
Temmuz anlamına gelen July aralarında biraz farklı kalmış, Roma imparatoru Julius Cezar bu ayda doğduğu için ''Sezar'ın ayı'' manasında July ismini vermişler.
Ağustos ayı olan August da, yine Sezar'ın ailesinden gelen imparator Augustus'tan gelir. Hatta bu bizde bile aynı kalmış.
Diğer aylar da sayısal isim alarak devam eder, örneğin September, seventh'tan türetilmiştir.

Tüm bu pagan ögeleri, ilginçtir diğer medeniyetlerin mitleriyle aynıdır. Akad'larda İştar, Mezopotamya'da MardukBaalTammuz (Temmuz ayı, ismini bu tanrıdan alır) gibi daha birçok mitoloji tanrısı, diğer tanrılarla aynıdır. Sonra, Mısır mitolojisindeki İsis, İslamiyet öncesi Arap mitolojisindeki El Uzza'dır. Hatta birçok araştırmacıya göre İsis, El Uzza ve Afrodit aynı tanrıçalardır.
Sanki hepsi aynı kaynaktan çıkmış gibi yani...


Bunların yanı sıra Cadılar Bayramı da bir pagan kutlama günüdür. Fakat hala Hristiyanlarca kutlanmaktadır. Tabi batılılar bu pagan bayramlarını kutlar da bizim çakma Türkler aşağı kalır mı?
Haşaaaa.. Olur mu öyle şey.. LinkLink, Link.


Kutlu Doğum Haftası kutlanırken ''vay efendim biz arap mıyız bu ne böle'' diyen hayvan artıkları, batıdan gelen her boka ''eyvallah''çeker. Öyle ya, batıdan bok gelse makbuldür. Ve bunu ''çağdaşlık'' adı altında pazarlarlar bizim gibi sözde Müslüman ülkelere.

ileri götürüp sayfa açanlar bile var bu ülkede ; Link

Neyse.
Daha önce dediğim gibi, tüm pagan dinlerinin ortak noktası gök cisimleridir. Güneş'ten Ay'a, gezegenlerden yıldızlara neredeyse her gök cismi hakkında inanılmaz saptalamar yapılmış tüm pagan dinlerinde. Merak edenler için birkaç örnek vereyim ; Antik Mısırlılar Sirius takımyıldızını o dönemlerde gözlemlemişler. Babilliler Procyon isimli parlak yıldızı gözlemlemişler.
Takımyıldızların çoğunu Roma ve Yunan mitolojileri adlandırmıştır, biraz önce saydığımız Merkür, Venüs, Neptün gibi gezegen isimleri..


Ha tabi şimdi bana ''abi uzaylılarla konuşuyodu işte bunlar yea'' gibi mesajlar atmayın lütfen iftarda ciğerini yediklerim. Hepsi aynı uzaylıyla falan mı konuşuyodu anasını satayım? Bu gibi saçma salak fikirlerle bir bok açıklayamazsınız ciğersizler. Zira olayın boyutu çok daha farklı. Ben epey uzunca yaptığım araştırmalar sonunda, doğruluğunu tartışmayacağım bir sonuca ulaştım. Ama şimdiden olayın temelini anlatmadan o konuya girersem, saçmalıyor gibi dururum karşınızda. Teori üreten bir malak olup çıkıveririm. Onu başka bir yazıda konuşuruz inşallah.


Uzun lafın kısası, modernize edilmiş bir pagan dini olan Hristiyanlık, içinde bu kadar açık ve net pagan ögeleri taşıyor hala. Ve zamanın alimleri olsun, imparatorları veya aydınları olsun bu konulara müdahale etmemişler gördüğümüz gibi. Yani hayatlarının her noktasında pagan figürlerinin yer almasından hiç de rahatsız olmamışlar.


Anlayacağınız, Hristiyanlık adı altında hala ve hala gök cisimlerine tapınma devam etmekte bugün.
Saygı ve sevgi ile ciğersizler, Ramazan'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..

TAHRİF HAREKETLERİ II

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

Tahrif hareketlerinden kısaca bahsetmiştik. 300 yıldır gerek ajanlarla, gerekse medya gibi çeşitli yöntemlerle tahrif pazarlanmakta İslam coğrafyasına. Asimilasyonda dil ve dinin ne derece önemli olduğunu anlatmıştım. Afrikalıların sömürülmesi için önce dillerini ellerinden almışlar, daha sonra da onları Hristiyan yaparak dinlerini ellerinden almışlardı. Neticede de topraklarını ve zenginliklerini..


Tahrif hareketleri günümüzde hala revaçtadır. Ben elimden geldiğince konu hakkında acizane birkaç yorum daha yapmak istiyorum. Faydalı olabilir, bir şeylerden sakınmanızı veya bir şeylere sarılmanızı sağlayabilirsem ne mutlu bana.


Bazı hocalardan bahsedelim ciğersizler, ve görüşlerini mantıklı olarak irdeleyip, reddiye yapalım.


Öncelikle çölde bir vaha gibi olan Abdülaziz Bayındır'dan bahsedelim. Kendisi İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi, hatta bölüm başkanı. Şimdi kendisini çöldeki bir vaha gibi gören bu adamın bazı görüşlerine bakalım, bunlardan ilk bahsetmemiz gereken bence ''Allah gaybı bilmez'' söylemidir. LinkLink


Bayındır Bey diyor ki ; ''Allah bekar birinin gelecekte kiminle evleneceğini bilmez. Sen bir şeyi yapmadan, bir olay olay olmadan onu önceden bilemez.'' ve devam ediyor ;

''Eğer bilseydi seni neden bundan sorumlu tutsun ki?''

Bir başka programda  da ;

''Eğer biz Allah'ın yazdığı kaderi yaşıyorsak, bundan nasıl sorumlu tutulacağız?'' diye gayet de mantıklı bir soru soruyor.

Şimdi gelin bunu mantıklı ve müdellel bir şekilde ele alalım ciğerler.

Öncelikle zaman kavramından başlayalım. Zaman kavramı hakkında biraz fikir sahibi olmanız için birkaç kısa ve yararlı video öneriyorum ; LinkLinkLink


Zaman, mekan ile birlikte var olmuştur ciğersizler. Yani Allah, yarattığı kullar için bir mekan ve bu mekan için de zaman yaratmıştır. Zamanın ne olduğu ise bugün bu kadar ilerlemiş teknolojiyle bile çözülememiştir, insanlar bu konuda yalnızca belli yerlere kadar gözlem yapabilmiş ve fikir sahibi olabilmiştir.


Zamanı düz bir çizgi olarak düşünürseniz, geçmişten geleceğe doğru akar. Fakat şunu unutmayalım, bu çizgiyi var eden de zaten Allah'tır. Dünya ve uzay arasında bile zaman kavramı değişirken, zamanın etkisinin kaybolduğu gözlenirken, sen nasıl olur da Allah'ı zamana hapsedebilirsin?

Hatta sonra bu konuda biraz ağız değişikliği falan yapıyor ; Link


İşin bilimsel boyutunu uzun uzun konuşurduk ama, konumuz o değil maalesef.
Zamanın mekan ile var olduğunu biliyoruz, yani mekan olmazsa zaman da olmaz. Bu demek oluyor ki, sen Allah'a zaman atfedersen, mekan da atfetmiş olursun. Yani Allah'ı hem zaman, hem de mekana koymuş olursun ki, işte bu da insanın ayağının kaydığı yerdir. Bu görüş Vahhabilik görüşüdür. Bir numaralı maddesidir Vahhabiliğin hatta; ''Allah somut bir varlıktır, ve bir yerde bekler.''


Vahhabiliğin nasıl ortaya çıktığını ilk yazıda söylemiştim zaten. Abdülaziz Bayındır'ın görüşlerinin ekserisi de Vahhabi kaynaklıdır.


Bakın şu videoda kendince zamanı açıklamaya çalışıyor, fakat ben izlerken gülmekten bir taraflarım ağrıdı. Bir insanın ne derece aciz duruma düşebildiğini, yaptığı saçmalıkları kanıtlamak için daha fazla saçmalayabileceğini gördüm.


''Musa ile 30 günlüğüne sözleştik'' ayetini  ''aha bakın 30 gün sözleşmişler, demek ki Allah katında zaman varmış yeaa gördünüz müü canıma değsiiiinnn '' şeklinde yorumladı adam resmen.
Yani bunu anlamak için Einstein olmaya gerek yok ama ben gene ufak bir açıklama yapayım siz ciğersizlere, aranızda bunu kaale alanlar falan olabilir.


''Musa ile 30 günlüğüne sözleştik'' demek, ''Musa için 30 gün uzunluğunda bir süre zarfı için sözleştik'' demektir.Yani Musa için 30 günlük bir süre geçtiğinde, Musa bu 30 günü yaşadığında, söz yerine getirilmiş olacaktır. Bu, Allah'ın 30 gün beklediğine zinhar delalet olamaz, zira bunu savunmak saçmalığın daniskasıdır.


Bir de şöyle diyor ''Rab'binin verdiği süre diyor, Allah'ın süre verdiyse demek ki onun katında da var.''

Oha anasını satayım artık ya. Ben hemen araya gireyim;

Allah'ın, kullarına verdiği nimetlerin hepsi Allah katında var mı?

Allah insana yiyecek ve içecek de verdi değil mi?


''Şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur.''

''Rab'binin verdiği süre, Rab'binin verdiği yemek, Rab'binin verdiği su, Rab'binin verdiği yağmur.....''

Yani şimdi Allah'ın katında yemek, su ve yağmur da mı var?

''Rab'binin verdiği'' cümlesiyle başlayıp, nasıl bunu Allah'a atfedersin anasını satayım?

Var olan her şeyi yaratan zaten Allah değil mi, ve zaman da, süre de yine Allah'ın yarattığı bir yaratılmış değil mi? Peki sen Allah'ın yarattığını kendisine nasıl bir zorunluluk olarak algılarsın?


30 gün örneği çok daha komiktir. Allah katında zaman yoktur, peki dünya için var olan zamanı, insanlara nasıl anlatacaktı Allah?

Hz. Musa, Allah ile konuşmak için Tur Dağı'na çıkmıştı, yani bu durumda Allah Tur Dağı'nda mı olmuş oldu? Allah'ın bir mekanı olduğunu anlamana mı gelir bu?


Eğer zaman ve mekan örnekleri ile konuşmasaydı Allah, biz hiçbir şey anlamayacaktık. Çünkü insan beyni zaman ve mekanın olmadığını hayal edemez, kafasında canlandıramaz. Size şöyle söyleyeyim, ''hiçbir şeyin olmadığını hayal edin. Hiççççbir şey.. ''

Aklınıza muhtemelen bir karanlık gelmiştir, fakat karanlık da yok. Veya beyaz bir ortam gelmiştir, beyaz da yok. Zamanın olmadığını hayal edin, asla edemezsiniz. Çünkü insan beyni buna müsait değildir. Sen Allah'ı kendi kafanın aldıklarına sığdırmaya çalışırsan, işte böyle dar bakış açısı ortaya çıkarırsın, ve senin kafanda olan şeylerle düşünmeye çalıştığın o tanrının, mutlaka eksiklikleri olur. Zamana sığdırırsın, mekana sığdırırsın, geleceği bilmez dersin..


Zaman denilen şeyin bir yaratılmış olduğunu bilmezsen, Allah'a zaman atfedersin.
Peki Allah yarattıklarına muhtaç mıdır?
Haşa ve kella.

Sen Allah'ı zamana hapsedersen, Allah'ı yarattığına muhtaç etmiş olursun. Allah'ı yarattığına muhtaç edersen de küfre girmiş, şirke düşmüş olursun.


Şunu sormak istiyorum bi de, filmlerde zamanda yolculuk diye bir şey vardır bilirsiniz. Mesela bu konuda en sevdiğim olan Geleceğe Dönüş serisinde, adamlar geleceğe de geçmişe de gidebiliyordu. Ki bugün bile geçmişe gidilebilir mi diye araştırmalar yapılmakta, zira hayat bir enerjidir ve enerji asla kaybolmaz. Yani bizim yaşadıklarımızın, konuştuklarımızın hepsi uzay boşluğunda bir yere gidiyor. Bilim adamlarının da geçmişe gidilebilir mi diye düşünmeleri de bu yüzden zaten, ''madem enerji kaybolmuyor ve uzay boşluğuna gidiyor, o halde o enerjiyi bulabiliriz.'' mantığı..


Zamanı yalnızca geçmiş ve gelecekten ibaret olmadığını anlarsak, Allah'ın zamandan münezzeh olduğunu da anlarız ciğersizler. Bakın uzay zaman diye bir teori vardır. Mekan ve zaman birbirine bağlanmış birer bütündür, ayrılamazlar. Fakat mekanda yer değiştirilebildiğine göre, zamanda da değiştirilebilir gibi bir mantıktır bu. Mekanı kısaltmak, zamanı bükmek gibi.


Demek istediğim şu aslında, bir bilim kurgu filmi bile zamanda yolculuk yapabiliyor, geleceğe gidebiliyorsa, Allah bir bilim kurgu filminin yaptığı şeyi yapamaz mı yani??

Filmlerdeki medyumlar, kürelere bakıp geleceği söyleyebiliyorken, Allah geleceği bilemez mi? Kıçıkırık bir insan beyninin yaptığı bir olayı Allah yapamaz demek insanı küfre ve şirke sokmaz mı ciğerler?


Kur'an-ı Kerim, neredeyse her ayetin sonunda ''Allah her şeyi bilir'' der. Yani Kur'an, Allah'ın her şeyi bildiğini özellikle anlamamızı istiyor. Bunu bu yüzden çok fazla tekrar ediyor. Olur da Allah'a bir noksanlık atfederler diye yapıyor bunu. Fakat bizim her şeyi kendisinin bildiğini sanan hoca kılıklı şarlatanlarımız, ''Allah geleceği bilmez'' diyor. Ve bu adam bir üniversitede hocalık yapıyor. Yani üniversiteye dinini öğrenmek için giden insanlar, bu gibi sapıkları dinliyor. Ondan sonra yok efendim ''bu millet niye sürekli bozuluyo, Zekeriya Beyaz gibi sapık hocalar nasıl çıkıyo'' deriz anasını satayım.


Yazının başlarında bahsettiğim ''Eğer biz Allah'ın yazdığı kaderi yaşıyorsak, bundan nasıl sorumlu tutulacağız?'' sorusuna dönelim ve bitirelim ciğersizler.


Bi kere soru gayet mantıklı ve güzel bir soru.
Fakat tabi karşıda cevap veren insan Abdülaziz Bayındır olunca, sinir küpüne dönmemek veya gülmekten karnına ağrıların girmemesi elde değil.


Ben cevap vereyim ciğersizler.
Biraz önce zamandan bahsetmiş, ve bizim düşündüğümüzün çok daha ötesinde bir kavram olduğunu söylemiştim.
Kader de aynen böyledir. Ve evet, bizim kaderimizi yazılmıştır. Fakat....


Allah, bizim ne yaptığımızı da, ne yapacağımızı da bilir. Fakat ne yapacağımızı bildiği, buna müdahale ettiği anlamına kesinlikle gelmez.

Bayındır bey ''biliyorsa neden bizi bundan sorumlu tutsun'' diye saçma salak bir soru soruyor. Şimdi ben de soruyorum, medyumlar fala bakıp bir şeyleri görebiliyorsa, Allah geleceği bilemez mi?

Allah'ın biliyor olması, müdahale ettiği anlamına mı gelir?


Bir baba düşünün, oğlunu çok iyi tanıyor. Arabalardan hoşlandığını biliyor. Ve oğlunu alıp bir oyuncakçıya gidiyor. Sağ tarafta oyuncak arabalar varken, sol tarafta da oyuncak bebekler var. Baba, oğlunun aslında ne alacağını adı gibi iyi biliyor. Fakat bildiği halde ona sormadan arabayı almıyor. Çocuğa seçmesi için fırsat veriyor. Ve çocuk da arabayı seçiyor.


Şimdi bu baba, çocuğunun neyi seçeceğini gayet iyi biliyordu. Peki ona müdahale etti mi?
Neyi seçeceğini biliyor olması, çocuğun seçimini etkiledi mi?
Baba bu konuda çocuğa her hangi bir baskı yaptı mı?
Hayır.

İşte olay aynen böyledir ciğersizler. Allah bizim evvel yaptıklarımızı da bilir, gelecekte ne yapacağımızı da. Zira Kur'an'da gayb hakkında ayetler vardır ;

''Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak o bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. Düşen hiçbir yaprak ve yerin karanlıklarında hiçbir tane yoktur ki Allah onu bilmesin. ''  Enam, 59


''De ki; göklerde ve yerde Allah'tan başkası gaybı bilmez.'' Neml, 65


''Allah:  ''ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim. Sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim dememiş miydim?'' dedi ''  Bakara, 33

''Allah gaybı da, açık olanı da bilir.'' Muminun, 92

''Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir.'' Fatir, 38


Allah, kalbimizden geçeni dahi biliyorken, geleceği bilemeyecek mi? Kur'an-ı Kerim'de çok açık bir şekilde Allah'ın gaybı bildiği defalarca söylenirken, bunu inkar eden Darwin gibi kafir olmaz mı?


Hem Allah'ı tenzih edelim, peygamberlere bile gayb bilgisi verilmedi mi? Gelin birkaç örnek verelim;

Peygamber Efendimize Miraç günü, kıyamette neler olduğu gösterildi.
Peygamber Efendimiz, cennete girerken Hz. Bilal'in ayak seslerini duyduğunu söyledi.
Peygamber Efendimiz, kıyamet günü şefaat ettiği ve etmediği insanları ashabına anlattı.
Ahir zamanda ümmeti bekleyen tehlikeleri tek tek sıraladı.
Kıyamet alametleri, Peygamberimize gösterildi, Peygamberimiz de onu ashabına anlattı.


Buna çok güzel bir başka örnek de, Hz. Adem'in, ''beni son peygamber hürmetine affet'' diye Allah'a yalvarmasıdır. Eğer Allah geleceği bilmiyorsa, daha ilk insan olan Hz. Adem, son peygamberden nasıl haberdar oldu?


Hz. Musa zamanında Mısır Firavunu rüyasında bir bebeğin doğduğunu ve bu bebeğin krallığını yıktığını gördü, bunu kahinlere yorumlattı ve kahinler ''rüya doğru, bir bebek krallığınızı yıkacak'' dedi. Nitekim öyle de oldu, Hz. Musa onu ve krallığını yok etti. Firavunun rüyasına giren benim inancıma göre şeytandı, ve ona bildiği bir şeyi haber verdi. Fakat Firavun bunu bilmiyordu, çünkü gelecekte olacaktı.


Sonra Hadislere bakalım ;

''Bir zaman gelecek insanlar yalnız parayı düşünüp, hiç helal haram düşünmeyecekler.'' Buhari

''Din alimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek ve herkesi yoldan çıkarmaya çalışacak.'' Buhari


''İstanbul elbet fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askeri ne güzel askerdir.'' Hakim, İ. Ahmet, İ. Süyuti

''Köpek beslemek evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.'' Hakim

''Kadınlar çoğalıp, zina bir toplumda yayılırsa, halk içinde daha önce görülmemiş hastalıklar çıkacak. Tartıda adaletsizlik olursa, geçim sıkıntısı baş gösterecek. (AIDS ve dünya genelinde krizler) ''  Beyheki

''Sonra gelenler önceki alimleri cahillikle suçlayacak.'' Asakir



Kur'an, ''gaybı yalnız Allah bilir'' diyor, ve ekliyor ''istediklerine o bilgiyi verir.''

''İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir.'' Yusuf, 102

''Gaybı bilen O'dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez.'' Cin, 26-27

''Bu, gayb haberlerindendir, bunları sana vahyediyoruz.'' Ali İmran, 44


Nitekim, Hz. Yakub da, rüyasında on kurdun oğlu Hz. Yusuf'a zarar verdiğini görür. Bu rüya gerçekleşir ve Hz. Yusuf'un on ağabeyi, kendisini kuyuya atar. Yani Allah, Hz. Yakub'a gelecekten haber vermiştir.


Abdülaziz Bayındır, İhsan Eliaçık, Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk, Ubeydullah Arslan, Mustafa İslamoğlu, Haydar Baş gibi adamlar nedense hep aynı şeyleri savunurlar. Bunlar gerek Vahhabilikten, gerek Şiilikten aldıkları şeyleri, insanlara ''gizlenmiş gerçek'' olarak sunarlar. Doğruyu ancak kendilerinin bildiklerini sanırlar ve halka da aynen böyle anlatırlar. Eğer benim acizane tavsiyemi dinleyecek olursanız, haddim olmayarak sizlere bir tavsiye verebilirim; Bu adamlardan uzak durun. Zira sonra aklınızda ''acaba''lar cirit atar.


Elinizden geldiğince çok araştırın, bu adamların birbirlerini hep desteklediklerini görürsünüz. Belirli bir çizgileri vardır zira. Eğer şu interneti feysbuka girmekten başka şeyler için de kullanırsanız, kazanacağınız çok şey olur.


Delil göstererek tahrif üzerinde durmak ümidi ve selam ile ciğersizler.
Seviyorum sizi.
Ramazan'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..

TAHRİF HAREKETLERİ ; ABDÜLAZİZ BAYINDIR VE ZAMAN KAVRAMI

$
0
0

Herkese hayırlı Ramazanlar.

Ramazan ayındayız, fakat öyle şeyler cereyan ediyor ki, bu güzel ayın maneviyatına adeta gölge düşürüyor. Dikkat ettiyseniz, medya size en çok Ramazan ayında dini haberler sunar. Ana haber bültenlerinde ''flaş flaş flaş! Bilmem kim hoca yine ezber bozdu! '' diye haberlerin ardı arkası kesilmez bu ayda.


Tabi bazı sevgi kelebekleri, mutluluk pıtırcıkları, hiçbir şeyin altında hiçbir şey aramayan Polyanna sevenler derneği gibi kişiler ''ya nölcek hajı yaa, adamlar ifade özgürlüğünü kullanıyo işte ya, halkı bilinçlendiriyo daha ne istiyon hıha hahu müee :))'' gözüyle bakıyor olaya. Yani bizim medyamız, bizi o kadar düşünüyor ki halkın bilinçlenmesi için bunları haber yapıyor öyle mi?

Baba tamam, tamam.
Tamam baba, tamam.
Baba tamam, sakin ol baba.
Baba!
Tamam!

Bu cevap sizin için yeterlidir umarım.
Daha önceki yazılarda söyledim, fakat tekrar ve tekrar söylemek istiyorum ciğersizler; ''medya tahrif pazarlıyor!''
Tıpkı bir zamanlar Zekeriya Beyaz'ı ülkenin en çok konuşulan, en çok haberi yapılan ve en çok programlara davet edilen adamı yaptıkları ve bugün de aynı şeyi hala ve hala Yaşar Nuri Öztürk ile denedikleri gibi. Hatırlayın bir ara her kanalda, her haberde Zekeriya Beyaz denilen tombalacının ismi geçerdi, hatta Beyaz şova bile katılmıştı bu adam.


Balık hafızalı olmayın, dünkünü unutup bugünün güdülmeye hazır koyunları olmayın ciğersiz arkadaşlarım benim. Kedi ciğerinizi sizin.


Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra konumuza doğru giden otobüse binelim ve son durakta inmek üzere yayılalım arkamıza. Geçen yazıda anlattıklarıma birazcık eklemeler yapacam izninizle. ''Allah geleceği bilmez'' diyen Abdülaziz Bayındır'a biraz daha dokandıracaz.


Öncelikle gelecekten haber veren ayetlerden bahsedelim.

Bedir Savaşı'ndan önce sayı olarak çok üstün olan müşriklerin, Müslümanlara karşı her konuda zafere olan inançları tamdır, fakat bir ayet inmiştir ;

''Yoksa onlar ''biz birbirimize kuvvet veren yenilmez bir topluluğuz'' mu diyorlar? Onların topluluğu yakında hezimete uğrayacak, arkalarını dönüp kaçacaklar. Fakat onlara asıl vaad olunan azap, kıyametin azabıdır. Kıyamet günü daha dehşetli ve daha acıdır.'' Kamer 45-46


Gördüğümüz gibi bu ayette çok açık bir şekilde gelecekten bahsetmekte ve yakında yenilip kaçacaklarını bildirmektedir Kur'an. Daha savaş başlamadan, Allah onların arkalarını dönüp kaçacaklarını bildiriyor. Şimdi kalkıp bu ayete ''canım Allah yardım edecek işte savaşta, Allah yardım edince de müşriklerin yenilecekleri kesin '' diye bir yorum gelebilir sevgili Bayındır'dan.


Hemen cevaplayalım;
Böyle bir yorum saçma olacaktır. Zira madem Allah geleceği bilmiyor, Müslümanların yardıma ihtiyaç duyacağını da bilemez. Hadi diyelim Allah öyle veya böyle yardım etmeye karar verdi, ve yenilmelerini sağlayacak. Peki arkalarını dönüp kaçacaklarını nereden biliyordu geleceği bilmiyorsa?


Hatta Hz. Ömer bu konuda şöyle der ;

''Bu ayetler indiğinde bundaki muradın ne olduğunu bilmiyordum. Ta ki Bedir günü Rasulullah'ın zırhını giyip bu ayetleri okuduğunu görünce, muradın ne olduğunu anladım.''

Yani Allah, Bedir Savaşı'nı Müslümanların kazanacağını önceden haber veriyor.

Devam edelim ;

''Sizden öncekilere kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve korunursanız, işte bu büyük işlerdendir.'' Ali İmran, 186

 Çok açık bir ayet yine, ''incitici şeyler işiteceksiniz'' denilmiş. Bu, gelecekten haber değil midir?


''Rumlar pek yakın bir yerde mağlup oldu. Fakat onlar bu mağlubiyetten sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir.'' Rum,1-2

''İşte Allah sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de, ondan (Mekke'nin fethinden önce) önce (size) yakın bir fetih verdi.'' Fetih, 27

Daha Mekke fethedilmeden, Allah bu fethi haber vermiştir gördüğümüz gibi..


Devam edelim, Yusuf Suresi 100. ayet ;

''Ey babacığım. İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın te'vili. Rabbim onu gerçek kıldı.''


Hz. Yusuf, çocukken rüyasında 11 yıldız ve güneş ile ayı kendisin secde ederken görür ve bu rüyayı babasına anlatır. Bunun üzerine Yusuf Suresi 6. ayet der ki ;

''Rabbin böylece seni seçkin kılacak. Sana rüyaların yorumunu öğretecek ve bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine nimetini tamamladığı gibi, senin ve Yakub oğullarının üzerine de nimetini tamamlayacaktır. Muhakkak ki Rabbin alimdir, hakimdir.''


Yani Hz. Yakub, oğlu Hz. Yusuf'un gelecekte peygamber olacağını biliyordu. Zaten Hz. Yusuf da, Yusuf Suresi 100. ayette ''Rabbim bu rüyayı gerçek kıldı'' diyerek bunu kastediyor. Hz. Yakub ve Yusuf gelecekte bunların olacağını nereden bildiler sence sevgili Bayındır?


Sonra Yusuf Suresi'nde şunu görürüz, Hz. Yakub, oğlu Yusuf'un rüyasını kendisine anlattığında ''bunu kardeşlerine anlatma'' der. Diğer oğulları Yusuf'un da kendileriyle gelmesini istediklerinde Hz. Yakub onlara güvenmez, çünkü bir şeyler olacağını bilir. Bunun sebebi gece gördüğü rüyadır. Rüyasında on kurdun Yusuf'u parçaladığını görür ve bunu ''on kardeşinin Yusuf'a zarar vereceği''şeklinde yorumlar. Yani Allah, Hz. Yakub'a gelecekten haber vermiştir.


Hatta Hz. Yakub, Yusuf Suresi'nin 13. ayetinde şöyle der ;

''Doğrusu onu götürmeniz beni üzer. Siz ondan habersiz iken onu kurt yer diye korkuyorum.''

Bunun ardından oğullarının ağlayarak ; ''

''Ey babamız. Biz yarışa gitmiştik. Yusuf'u eşyalarımızın yanında bırakmıştık, onu kurt yemiş.''

Yani Hz. Yakub'a gösterilen gelecek birebir gerçekleşmiş oluyor sevgili Bayındır, okey?


Ayrıca rüyaların bazıları gelecekten haber verir, nitekim Hz. Yusuf rüyaları nasıl yorumladıysa hep aynı şekilde olaylar vuku bulmuştur. Rüyalar bile gelecekten haber verebiliyorken, Allah nasıl gelecekten habersiz olacak be hey şaşkın?


Ve gelelim konu hakkındaki en güzel ve can alıcı örneğe..

Tebbet Suresi.

Tebbet Suresi, Rasulullah'ın amcası olan Ebu Leheb hakkında inmiş bir suredir. Meali şöyledir ;

''Ebu Leheb'in elleri kurusun. Kurudu da. Ne malı, ne de kazancı kendisini kurtarmadı. Alevli bir ateşe girecektir o. Karısı da odun taşıyan bir hamal olarak ateşe girecektir; omuzunda hurma lifinden bir ip olduğu halde..''


Bu sure indiğinde, Ebu Leheb ve karısı hala hayattaydı. Fakat Allah ''o ve karısı cehenneme girecektir'' diyerek şunu demek istemiştir ; ''o ve karısı asla iman etmeyecek.'' Yani Ebu Leheb daha hayattayken Allah onun iman etmeyeceğini bildirmiştir tüm Müslümanlara. Peki geleceği bilmiyorsa Ebu Leheb'in iman etmeyeceğini nereden bildi? Burada Ebu Leheb şakadan bile olsa ''hadi iman ediyorum lan o zaman'' dememiştir, zira Allah geleceği görür, geleceği bilir ve bu yüzden de Ebu Leheb'in iman etmeyeceğini bilmiş ve bildirmiştir sevgili Bayındır.


Sonra Hz. İbrahim'den Hz. İsmail'e, Hz. Yakub'dan Hz. Yusuf'a, Hz. Davud'dan Hz. Süleyman'a tüm peygamberler son peygamberin geleceğini biliyorlar mıydı?
Evet.

Peygamber gelmesi için toplumların bozulması gerekir, ve böyle bir durumda onları Allah'ın yoluna ve dinine çağıracak bir peygamber gelir. Son peygamber gelecek demek, insanların yine bozulacağı ve bu yüzden Allah'ın peygamber göndereceği demektir. Eğer Allah haşa geleceği bilmiyorsa, insanların bozulacağını nereden biliyor ve bir peygamber müjdeliyor sevgili Bayındır?


Cin Suresi 26. ve 27. ayette şöyle der Allah ;

''O, bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak seçtiği elçiye açar.''

Şu apaçık ayete rağmen ''Allah gaybı bilmez'' diyen insan, bu ayet gibi apaçık bir şekilde ''kafir'' olur.
Kur'an'da sürekli olarak ''Allah her şeyi bilir'' , ''Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir'' der. Sen kalkıp ''Allah geleceği bilmez'' dersen ne olursun sevgili Bayındır?


Zamanı da yaratan zaten Allah'tır sevgili Bayındır, sen kendi yarattığı şeyden bihaber olduğunu söylüyorsun Yaradanın.. O'nun katında da zaman varsa, bu zamanı kim yarattı peki olum?  Allah'ın ilmini bizim küçük beyinlerimize sığdırmaya çalışırsan, böyle küçük bir sonuç elde edersin.


''Bekar bir kimsenin ileride kiminle evleneceğini Allah bilmez'' safsatasına da güzel bir örnek vererek bitirelim ciğersizler ;

Hz. Aişe, Rasulullah'tan şöyle rivayet ediyor ;

''Ey Aişe seni rüyamda gördüm. Bir melek ipekten bir parça içinde senin suretini gördüm, bana ''bu senin müstakbel zevcendir'' diyordu. Şimdi anlıyorum ki o suret sendin. Allah, bana bunu Cebrail ile bildirdi.''

Sanki tam da bizim Bayındır'a cevaben bir olay olmuş di mi ciğersizler hehe.


Zaten bu adamın zamanla ilgili epey bir sorunu var anasını satayım, yok efendim imsak vakti de yanlışmış, kendisi doğrusunu bulmuş falan filan. Size bu ve bu gibi adamları televizyonda daha çok pazarlayacaklar ciğersizler, benim aciz ve naçiz tavsiyem şudur ki, bu adamlara itibar etmeyin.


Ramazanın bereketi ve rahmeti sizinle olsun.

ORYANTALİZM, SAMİMİYETSİZLİK VE İKİ YÜZLÜLÜK

$
0
0


Lafa gelince klavye milliyetçiliği yapıp, isminin başına TC ekler, icraata gelince anti-milliyetçilik yapıp Galatasaray-Real Madrid maçında Madrid'i, Fenerbahçe-Benfica maçında Benfica'yı destekler.


Kurban bayramında hayvan kesiyorlar diye tepki koyar, gider bin dolara tilki kürkü, yedi yüz dolara yılan derisi ayakkabı satın alır, en sevdiği yiyecek ıstakoz, hamburger ve piknikte yapılan kanattır.


İngilizce konuşanı duyunca ''cool'' der, Kürtçe konuşanı duyunca ''ıyh kıroo'' der.

''Arap harflerini niye kullanalım biz Arap mıyız?'' der, fakat kullandığı alfabe ''Latin alfabesi''dir.


Taksim meydanına çıkıp ''kahrolsun Amerikan emperyalizmiii'' diye kıçını yırtar, fakat ayağında Converse, üzerinde Tomy Hilfiger, Abercromibie, içinde Victoria Secret iç çamaşırı vardır. Yürüyüşten sonra da Mc Donalds'a, oradan da Starbucks'a gider, eve gelince Gossip Girl'i izler, reklam arasında da BBC'ye bakar. Odasında 50 Cent'in posterleri vardır, en sevdiği oyuncu Robert Pattinson'dır, ''Hollywood'dan başkasını izlemem aga'' der, konuşurken ''hey adamım lanet olsun'' der, en sevdiği içecek Coca Cola'dır.


Etiketinde ''sosyal paylaşım sitesi'' yazan sitelerin hepsine üye olur, feysbuk ve twitter'da aynştayn gibi konuşur, yüz yüzeyken otistikten farksızdır.


7/24 İsmail Yk dinler, fakat kendisini daha elit gösterebilmek ve kız tavlayabilmek için feysbukta Lady Gaga hayranı olur. Dilekçede imzanın nereye atılacağını bilmez, gelir feysbukta 5 kitap, 4 yönetmen, 3 senarist, 2 piyanist, 1 tane de haber spikeri fanı olur. Sanarsın Haydarpaşa'ya, Los Angeles'ten zembille gelmiş.


Satanizmde, ayinlerin tersten yapıldığını bilir, Obama'nın ''Yes we can'' deyişinin tersten okunuşunu ''thank you satan'' olduğunu söyler,  fakat Coca Cola'yı tersten okuyunca İslam'a hakaret eden bir yazı belirdiğini kabul etmez.


Hollywood filmlerinde kiliselerde yapılan nikahları görünce ''ay ne romantiiik'' der, yanı başındaki komşusu camide imam nikahı kıydırınca ''ay yobazlar'' der.


Doğudaki insanların polise, askere taş atıp saldırdığını görünce ''vay şerefsizlerr yaaa!!!'' der, fakat o haberi izledikten 10 dakika sonra, Taksim'de kaldırım taşlarını söküp polise atar ve ''faşist poliiisss'' diye kıçını yırtar.


''Arabesk yavşaklıktır, arabeskçiler yavşak ve vatan hainidir'' der, içinde bulunduğu ülke insanlarının neredeyse hepsinin arabesk dinlediğini ve çok tepki aldığını görünce Müslüm Gürses'in cenazesine çelenk gönderir, ''Müslüm baba çok büyük adamdı'' der. Bale seyredilmezse çağdaş olunamayacağını savunur.


Hristiyan futbolcu gol atıp ıstavroz çıkardığında kimsenin gıkı çıkmaz, Müslüman futbolcu gol atıp secdeye vardığında gerici ve yobaz ilan edilir.


''Üniversiteye başörtülü girilemez, din sembolüdür'' der, yanı başındaki arkadaşının boynunda haç, arkasındakinin tişörtünde satanizm sembolü vardır, çıtını çıkarmaz.


''Sarışınlardan hoşlanmam'' der, odasında eşşek kadar Kıvanç Tatlıtuğ, Brad Pitt, David Beckham, Leonardo DiCaprio, Paul Walker posterleri asılıdır.


Kuzey kutbunda ölen kutup ayıları adına türlü etkinlikler düzenler, türlü gösterilere katılır, sokak köpekleri için binlerce insanla birlikte yürüyüş düzenler; fakat her gün Afrika'da, Filistin'de, Suriye'de, Çeçenistan'da, Türkistan'da ve daha nice yerlerde insanlar açlıktan, savaştan ve daha nice sebeplerden ölürken ağzını bile açmaz. Açanlara da ideolojisi nedeniyle saldırır.


Koç Üniversitesi binlerce ağaç keserken gıkını çıkarmaz, Taksim'de 3-5 ağaç kesilmemesi için tüm Türkiye'yi ayağa kaldırır.


Taksim'de tomaların yürümesine ''terör'' der, Mısır'da tankların yürümesine alkış tutar.


Gezi'de polise taş, sopa, çivi top, kaldırım taşı atanlar, biber gazı yeyip gözleri yaşardığı için, tüm dünyaya ''bu terördür, polis terörü'' diye haber yapar, röportaj verir; Mısır'da eylemciler namaz kılarken üzerlerine ateş açılmasına ''asker görevini yapıyo'' der.


''Biz halkız. Demokrasi istiyoruz'' der, Mısır'da halkın iradesinin tescili olan, %52'nin oyunu alan ve başa geçeli daha 1 sene bile olmayan Mursi'nin asker tarafından indirilmesinin ve halkın iradesinin çiğnenmesinin arkasında olur, darbeyi savunur.


Türkiye'de halka gaz sıkan Türk polisi terörist, Suriye'de halkına füze atan Esed'in askerleri kahraman olur.


Kemalist olduğu için dindarı sevmez, fakat ''insanları ırk bir arada tutaaarrr, ırk çok önemliiii'' der. Irkın insanları birleştirdiğine inanır ve savunur, fakat aynı ırktan olan karşı ideolojideki insandan nefret eder, onunla her konuda savaşır.


Mustafa Kemal'i kötüleyen bir belgesel çekildiği zaman ''Amerikan oyunu'' der, Osmanlı'yı kötüleyen bir dizi çekildiği zaman ''gerçekler abii'' der.


Ünlüler, kendi adlarına sosyal paylaşım siteleri kurulması ve yalan yanlış şeyler paylaşılması konusunda televizyonlarda ''bu sosyal medyaya bir düzenleme getirilmesi lazım'' der, davalar açar. Fakat aynı ünlüler Gezi Parkı vesilesiyle hakaretler yiyen devlet görevlilerinin, bu konuda harekete geçmesine ''diktatörlük'' der.


Bir taraftan ''Osmanlı çok yobazdı, kadınlarla erkekler aynı yerde bile oturmuyoduuu, kadınlar çok kapalıydı, millet çok muhafazakardı ve yobazdıııı'' der, diğer taraftan ''Osmanlı çok uçkuruna düşkündüüü, kadınlar erkekler falan oouu hehehehe :))'' der.


Son Samuray'ı izleyen adam ; ''Ya Japonya batılılaşmaya çalışıyo, ama geleneklerine, kültürlerine bağlı Japonlar buna karşı çıkıyo falan, çok duygusal yaa, adamlar kendilerini asimile ettirmiyoo, süper filmmm'' der.
Adama sorulan soru ; ''Şapka inkılabı için binlerce insan asıldı bu konuda ne diyosun?'' olunca
Cevabı ''Ya bırak onları, onlar gerici yobazdı, hatta İngiliz uşağıydı hepsi onların.'' olur.


Türkçe ezan mevzu bahis olunca ''biz Arap mıyız niye Arapça okunsun, Türküz biz Türkk'' der,
konuşmasını bitirdikten sonra Rihanna'dan Shine bright like a diamond'ı dinler.
Türkçe Kur'an mevzu bahis olunca yine ''biz Türküz Türkçe olmalı'' der, konuşurken ''havalı'' yerine ''cool'' der, ''karıştırmak'' yerine ''mix'' etmek der, ''gerçek'' yerine ''reel'' der, sorduğunda da ''bilimin dili olmaz'' der. Aynı gavata ''o zaman ezan arapça okunmalı'' dediğinde ''biz arap mıyız lan! biz türküz türkçe okunsun'' der.


Müslümanım der; laikliği savunur, başörtüsüne karşıdır, sakallı ve cübbelileri görünce ''gerici'' der.
Lafa gelince ''elhamdülillah Müslümanız '' der, ''öyleyse Allah'ın kurallarıyla yönetilelim'' deyince ''orta çağda mıyız ya ne diyosun sen'' der.


Bir bankanın genel başkanı ''ben de çapulcuyum, halktanım'' der, aynı adam yanı başındaki halkı soyar. Yanındaki adamın etiketi ''anti-kapitalist''tir, fakat 2 metre ötesindeki banka başkanına selam durur.


Beş yaşında matematik problemi çözen çocuğu her gazete, her kanal gösterir; üç yaşında hafız olan bir çocuğu hiçbir gazete ve kanal göstermez ve bunun adına ''tarafsız yayıncılık'' denilir.


Tüm Türk filmlerinde sakallı hacı hocalar soytarıdır, kapalı kadınlara verilen en büyük rol temizlikçiliktir, başörtülü kızlar okullara, başörtülü kadınlar devlet dairelerine, yemin törenlerine alınmaz, ama lafa gelince ''herkes inancında özgürdür'' denilir ve özgürlükler ülkesinde yaşadığına inanır.


Yabancı filmde papaz sorun çözer, yerli filmde hoca sorun çıkarır.


Kemalist arkadaşının yanında şeriata söver, dindar arkadaşının yanında ''benim kalbim çok temiz''le başlar,  ''dedem hacıydı'' diye bitirir.

Eteğimin boyuna dokunma der, yanındakinin başörtüsünü kabul etmez. Elin üniversitelisi uzaya mekik gönderir, bizim bidon kafalı üniversitelilerimiz okuldan başörtülü kızları gönderir. ''Batıyı yakalamamız lazım'' der, fakat yakalamaktan kastı kıçını biraz daha açabilmek ve karşısındakinin dini inanışlarını biraz daha aşağlayabilmektir, batılı öğrenciler atomu parçalar, bizimkiler atomu parçalamanın yolunu başını açmak sanır.


Yıl olmuş 2013, hala ''din bilime engeldir'' der, ''yani aynştayn öğle yemeği arasında iki rekat namaz kılsa atomu parçalayamayacaktı demeye öle mi?'' dersin, mal gibi kalır.


Bu anasını sattığımın dünyası her zaman bu gibi iki yüzlülerin fink attığı bir yer olmuştur işte.


GEZİ GÜNLÜKLERİ

$
0
0

Kısa bir aradan sonra tekrar selam ciğersizler.


Biraz tatil yapıp kafa dinlerken, bildiğiniz kafamı dinledim hakkaten. Kendi kendime şuanki olayların çok daha önce, defalarca yaşanmasına rağmen nasıl hala yaşanabildiğini sorup durdum. Ama çok geçmedi, cevabı bulmak kolaydı zira.


Çünkü bizlere tarih yerine anlaşma maddelerini ve senelerini öğrettiler. ''Kanuni Avusturya-Macaristan'a neden gitti?'' yerine, ''Savaşın sonunda hangi anlaşma ve kaç tarihinde imzalandı, maddeleriyle yazınız.'' denildi. Haçlı Seferlerinin asıl nedenleri yerine, tarihlerini ve sözde sebeplerini öğrettiler.


Her neyse. Bu konuyu zaman zaman yine konuşacaz inşallah, fakat şimdi kameralarımızı Tyler'ın Gezi Günlükleri adlı belgeseline çeviriyoruz.


Gezi olaylarından bugüne, ülke içinde fark edilmemesi sığırlıktan öte sığırcılık olan olaylar cereyan edip duruyor. Önceki yazılarda gezi olaylarına inanılmaz bir beynelmilel destek verildiğini göstermiştim acizane elimden geldiğince, elbette daha birçoğu mevcuttur ama ben sadece bir fikir beyan etmek ve görüş oluşturmak için kısa tuttum.

algı oluşturma
Fakat istiyorum ki, olayları topluca bir değerlendirelim birlikte. Biraz değişken ve farklı pencerelerin olduğu bir yazı olacak. Öncelikle merak ettiğim bir şeyle başlayalım, batı medyası, Türkiye'de otuz yıldan fazladır devam eden bir pkk terörü hakkında neden bu kadar sustu da, Gezi'de devlete karşı ayaklanan grupların gözlerinin yaşarmasına bu derece inanılmaz bir destek verdi? Şunu bi düşünün ciğersizler.


Ülkede teröre 40 bin şehit verilmiş ve 400 milyar dolar su olup akmışken, batı medyasından bu denli bir duygusallık görmek isterdim ben. Veya teröre karşı yürüyen milyonları görmek isterdim Taksim'de, New York'ta, Münih'te, İsrail'de.. Ne kadar salakça olduğunu içinizden geçirmenize gerek yok ciğerler, zaten öyle.


Lafı fazla uzatmadan olayı heyecanlandıralım. Çeşitli konuşmalar, harika resimler, güzel karikatürler, sıcak dokunuşlar, inceden kıpırdanmalar görelim birlikte.


Bakınız bu adam John McCain ;


Kendisi Amerika'da senatördür, en sevdiği şarkıcı Kahtalı Mıçı'dır, ve arada bir ''yatcaz kalkcaz uop uordayım'' diye mırıldandığı ve kendinden geçtiği görülmüştür.

nöbet hallerinden biri
Sevgili McCain abinin şöyle bir konuşmasını göstermek istiyorum sizlere ;


Açamayan olursa ; LinkLink

Bu konuşma olaylar devam ederken yapılıyor ve senatör McCain, medyanın kullandığı her suçlamayı ve her kelimeyi neredeyse aynen kullanıyor.


''Diktatör'' kelimesini yeterince vurguluyor ve olayı ''İslami hareket''e getirerek, halkın aslında buna direndiğini söylüyor kendileri. Tıpkı gazetelerin yazdığı, televizyonların söylediği gibi. Hatta Le Monde'un çizdiği gibi.


Bu çok ilginç çünkü alkol yasası Amerika'dan alındı. Link, Hatta muasır medeniyet dediğiniz Avrupa'da daha sert ; LinkLink LinkLinkLink

Yani demek istediğim, kendi ülkesinde ve neredeyse tüm AB ülkelerinde bu yasa olmasına rağmen, neden bu yasanın Türkiye'ye gelmesine diktatörlük diye bir değerlendirme yaptı? Yoksa bizi kendi yasalarına layık görmüyorlar mı..


Amerikan senatörleri, Beyaz Saray basın sözcüleri, dış işleri bakanları bu konu hakkında neden birinci ağızdan konuşma yaptılar hiç mi düşünmediniz anasını satayım. Tutuklu gazetecilerden falan da bahsediyorlar ya hani, gelin sizi biraz geriye götüreyim ;


Bundan birkaç ay önce Abd'nin Türkiye elçisi Riccardione ''içerideki askerlerin tutuklanma sebebi bile yok'' diyerek hem Türkiye, hem de dünya medyasında gündem oluşturmuştu. LinkLink

Hemen ardından Almanya başbakanı Merkel de ; ''tutuklu gazeticiler'' den bahsetmiş ve aynı şekilde hem Türkiye, hem de dünya medyasının gözünü buraya çevirtmişti. LinkLinkLinkvideo

Ve Gezi olayları sırasında aynı elçi Riccardione inanılmaz bir oyunculuk sergiledi ; Link


Riccardione, Atatürk'ten sözler söyleyerek Türkçe mesajlar verdi Gezi hakkında. Ve şimdi buraya kadar olan küçük kısmı toparlayalım.


Öncelikle şunu söyleyeyim ciğersizler, bu yüksek derecede kapitalist ülkelerin, yani kısaca tüm dünyaya etki eden kişiler ve başbakanların her bir konuşması, kişilik ve iletişim uzmanları tarafından önceden hazırlanır. Ve konuştukları her bir kelime, yaptıkları her bir hareket, her bir mimik kendilerine bu kişiler tarafından deklare edilir. Yani bu gibi önemli adamlar kameraların önüne geçip doğaçlama konuşmazlar ve akıllarına geleni katiyen söyleyemezler. Çünkü ağızlarından çıkan her bir kelime belli bir kuralla ve cımbızla seçilen kelimelerden oluşmalıdır. Obama'nın ellerini kaldırarak yaptığı konuşmayla, ellerini kullanmadan yaptığı konuşma aynı değildir yani. Başka bir yazıda bu konu üzerinde dururuz inşallah, ama şimdi konumuza dönelim canlar. Seviyorum sizi. Oyyy.


Demem o ki, bir büyük elçi ve başbakanın bu konuya değinmesi, kesinlikle plansız değildi. Ardından da Gezi olaylarına ne derece planlı bir destek vardı yazdık zaten. Dünya kamuoyuna, ''Türkiye'de bir şeyler ters gidiyor'' imajı verilmek istendi ve çok da başarılı olundu.


Sonra olaylar sırasında dünya yıldızlarından konu hakkında tivitler gördük. Daha da ileriye gidildi hatta, dünya devlerinden The Times gazetesi, altında bir sürü dünya yıldızının imzası bulunduğu bir yazı yayınladı ; LinkLinkLink


Fakat olay bununla bitmedi, sanki el sıkışmış gibi, bizim Gezici ünlülerimiz de aynısını yaptı ; LinkLinkLink


Sonra Gene Sharp'ın 198 direniş metodu aynen uygulandı. LinkLinkLinkLink
Medyanın rolü, olayı dünyaya servis etmek tabiki. Link


Ama tarih yine tekerrür ediyordu, çünkü bu olaylar çok daha önce, çok fazlaca olmuştu. 27 Mayıs 1960 darbesi yapıldığında, Menderes aleyhinde gösteriler, eylemler, tv programları, yazılar ve demeçler etrafta fink atıyordu. Hani geçen yazılarda göstermiştim ya, dünyanın çeşitli ülkeleri -ki ilginçtir bunların hepsi batılı ülkelerdir- Gezi için destek mesajları ve eylemleri yapıyordu, bunun gibi ;


Bu olayın birebir aynısı 27 Mayıs darbesinden önce de yaşanmış ve batının demokrasi ve insan hakları aşkıyla yanıp tutuşan insanları ''diktatör Menderes'i indirin, Türkiye'ye demokrasi! '' diye eylemler düzenlemişti.

şekil A ; Avrupa'da Menderes karşıtı gösteriler
Bu batılıların da sevgi ve şefkat duygularının ne zaman kabaracağı hiç belli olmuyor anasını satayım. Bu herifler için bir ülkenin başına sözüm ona bir diktatör geçmesi, halkın öldürülüp katledilmesinden çok daha vahim galiba.. Neyse.

O sırada yurtta da eylemler devam etmekteydi ki, en meşhuru 555K'dır.


Ve bugün nasıl anlaşılması güç bir şekilde üçüncü köprüye karşı çıkıldıysa, dün de aynısı yapıldı ve Boğaz Köprüsüne karşı çıkıldı ;



Tabi bugün sosyal medyada var olan yalan haber pazarlama, o dönem bizzat basın tarafından yapılmaktaydı ;



Yalan haber yapılır onu biliyoruz, ama boku nasıl çıkarılır onu da öğrenmiş olduk sayelerinde. Hadi bizim gezici ünlülerimizin yediği boklar ortada, ama koskoca gazeteler şunu nasıl yapar anasını satayım. Hatta gelin karşılaştırma yapalım ;


Al birini, vur ötekine.

Öğrenci hareketleri o gün de, bugün olduğu gibiydi ;






Tabi Menderes'in darbeden önce bir uçak kazası geçirmesi de ilgi çekici bir olaydır. Link
14 kişinin öldüğü kazada Menderes sağ kurtulmuştu, demek ki kaderi idam sehpasında can vermekmiş..


Zira kendisi yalan haberler ve eylemler düzenleneceğini çok daha önceden söylemiş, dikkatle dinlerseniz bugünkü olaylarla benzerliğini kavrayabilirsiniz ; Link



Dün gezide başlayan ve bugün hala devam eden bu eylemler silsilesi, tarih boyunca kullanılmış en zekice ve etkili hükumet devirme ve rejim değiştirme stratejisi olmuştur.

Hatta ''tesadüfler''le dolu bir oyunda da bu konu sıkça işlenmiştir.


Dünyada bu yüzyıl en çok işe yarayan yöntem, kitleleri ayaklandırma yöntemidir. İngilizler, I. Dünya Savaşında orta doğuyu tamamen işgal etmiş ve ellerindeki 30 santimlik cetvellerini kullanarak buraya yeni devletler kurmuşlardı. Gözünüzün önüne önce Amerikan haritasını getirin ;


Sonra da orta doğu haritasını ;


Eğer iki ş' li eşşek değilseniz, ne derece benzerlik gösterdiklerini anlamışsınızdır. Zira her iki harita da aynı yöntemlerle çizilmiştir. Vatan kavramıyla değil, siyasi çıkarlar doğrultusunda çizilmişlerdir. Tabi bu devletleri kurarlarken en büyük pay Fransız ihtilali ile başlayan ve dünyaya pazarlanan milliyetçilik kavramıydı. Elbette pazarlanan fikirler bununla sınırlı kalmadı, artık hükumetler, devletler ve rejimler yeni bir stratejiyle devrilecekti ; kitlesel ayaklanma.


Kitlesel ayaklanmanın temelinde de komünizm vardır. Komünizmin kurucusu sayılan Karl Marx ise bir yahudi ve yüksek konsül (sion tarikatı-masonluk gibi gizli örgüt) üyesidir. Ne gariptir ki bu düşüncenin diğer temsilcileri olan Friedrich Engels, Karl Kautsky, Vladimir Lenin, Rosa Luxemburg, Karl Kosch, Antonio Gramsci gibi isimlerin tamamı Yahudidir. Yani ilginç bir ''tesadüf'' daha işte ne diyelim ciğersizler, olur öyle.
Biraz uzun ama konuyla ilgili bir fikir edinebileceğiniz iki yazı ; LinkLink


Neyse.
Devam edelim biz. I. Dünya Savaşı sonrasında batının tamamen rahat bir şekilde doğu ülkelerini ve halklarını sömürebildikleri bir dönem başlamıştır. Petrol, altın, elmas, kauçuk, fildişi, doğal gaz ve daha nice ham madde ihtiyacı, doğu ülkelerinden elde edilmiştir. Fakat bir insan topluluğunu bu kadar uzun süre, onlara çaktırmadan asla sömüremezsiniz. Bunun için çeşitli yöntemler kullanır ve halka ''kontrol sizde'' mesajı verirseniz, istediklerinizi elde etmeye devam edersiniz.


Bunun için birinci yöntem demokrasidir. Belli aralıklarla ülkede seçimler yapar ve ''istediğiniz kişiyi seçmekte özgürsünüz'' dersiniz. Fakat seçilen adamlar zaten önceden seçilmiştir. Kapiş?
Eğer bu sistemin dışında biri ülkelerin başına geçerse, ikinci plan devreye girer ; askeri darbe. Çünkü şu orta doğuda ne kadar devlet varsa, bilin ki ordusunda bir batı cuntası vardır. Başa geçen adama ''ya istediklerimizi yapar ve başta kalırsın, ya da asker seni indirir'' dersin.


Bu da işe yaramazsa, işte o zaman üçüncü plan devreye girer, ki bu dönemde en etkilisi ve en çok kullanılan bu olmuştur. Zira 90 yılın ardından orta doğu ülkeleri yavaş yavaş askeri tasfiye yoluna gitmişlerdir. Üçüncü plan kitlesel ayaklanmadır. Halkı, hükumeti kendilerinin devirdiği ve rejimi kendilerinin değiştirdiğine inandırırsan, plan tıkırındadır.


Gelin kitlesel ayaklanmalara birkaç örnek verelim ciğerini yediklerim ;

Beynelmilel destekli ilk kitlesel ayaklanma, bugünkü gibi bir öğrenci gösteri bazında, 10 Mayıs 1876'da yapılmış ve Osmanlı sadrazamı Mahmud Paşa görevinden indirilmişti. Link


Ve öğrenci eylemlerinin ne kadar işe yaradığı görülünce, eylemler devam ettirilmiş ve olay Sultan Abdülaziz'i devirmeye kadar gitmiştir. Link


Eylemlerin ve darbenin arkasında olan ise İttihat ve Terakki'nin atası sayılan ve yedi göbek Yahudi, aynı zamanda mason olan Midhat Paşa idi. Abdülaziz'in tahttan indirildikten sonra öldürülmesi ve cesedin ilk olarak İngiliz elçisine gösterilmesi  ve elçinin ''çok fazla kloroform kullanmışsınız'' demesi, olayın zaten açık olan iç yüzünün daha da açılmış halidir.


Bir sonraki eylemler ise Sultan II. Abdülhamid döneminde çıkar ve 31 Mart Vak'ası olarak tarihe geçer. Sanırım Sultan Abdülhamid'i kimlerin, hangi çıkarlar için devirdiğini söylememe gerek yoktur ciğersizler. Ama Abdülhamid ile ilgili müstakil bir yazı düşünüyorum inşallah. Neyse.


31 Mart Vak'ası, yine kitlesel eylemlerin gücünü göstermiştir. Ama kitlesel ayaklanma bununla bitmemiştir Osmanlı döneminde. Abdülhamid'in hal edilmesinden 4 yıl sonra, yine toplu bir eylem ile Bab-ı Ali baskını yapılmıştır İttihat ve Terakki tarafından.


Darbe sonrası İttihat Terakki hükumetin başına geçmiştir. Yabancı değil ya, hani bugün okullarda cumhuriyet kahramanı olarak gösterilen İttihat ve Terakki'den bahsediyorum.


Baskın gününü birazcık okursanız ne derece hürriyet sevdalısı, cumhuriyet aşığı, demokratik ve sevgi dolu kalplere sahip olduklarını görebilirsiniz.


Bundan sonraki darbeler sırasıyla 1960, 1971, 1980 ve 1997 yıllarında gerçekleşmiştir ve istisnasız olarak hepsinin meşrulaştırıldığı nokta toplumun ayaklanmasıdır. Tabi bu anlattıklarım yalnızca bizim tarihimizde olanlar, başka ülkelerde de onlarca örneği vardır bunun. Yakın zamandaki -Canvas ve Otpor'un bizzat üstlendiği- Yugoslavya'nın dağılışı, Kiev'deki Turuncu Devrim, ve en yakın bildiğimiz Arap Baharı, insanların sokaklara dökülmesiyle vuku bulmuştur.


Çünkü insanların, devletlerin, toprakların sömürülmesi, eninde sonunda o insanları isyan ettirecektir. Bu yüzden yapılacak en zekice şey, onları kendi çıkarları doğrultusunda isyan ettirmektir. Tam da bu yüzden Birleşmiş Milletler tüm dünyaya, maddi ve manevi içerik taşıyan bir bildiri olan  İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni kabul ettirmişlerdir.

oy sevgi kelebeklerinize kurban siziiiinn
Dünyayı yönetmek için ihtiyaç duyulan şey tez, antitez ve sentezdir. Batı dünyası sömürgecidir ve doğuyu sömürür, bu birinci tezdir. Doğu dünyası ise sömürülür ve insanlar hiçbir zaman emeklerinin karşılıklarını alamaz, bu da ikinci tezdir. Halkın sürekli ayaklanıp özgürlük istemesi, ve hükumet devirmesi, rejim değiştirmesi de onlara yapmak istediklerini yapmış olduklarına inandırır, ki bu da sentezdir.


Yani kapitalist olan batı için, kendi kontrollerinde bir de karşı düşünce gerekiyordu. Bu da komünizmdi. Bu konuda o kadar iyi çalıştılar ki, dünyayı kapitalist batı yani Amerika, ve komünist doğu yani Rusya diye iki bloka ayırdılar.


Batı ülkelerinin hiçbirinin komünist olmaması, doğu ülkelerinin de hepsinin komünist olması tesadüf mü sizce?
Böylece özgürlük arayan ve bir şeyleri değiştirmek, devrim yapmak isteyen gençleri, aslında tamamen kendi çıkarları için eğitmiş ve kullanmış oluyorlar.


Sevmedikleri bir devlet yöneticisi, ilerleyen bir ülke veya kendileri için tehdit oluşturabilecek olan herhangi bir durumda ''işte bu adam diktatördür, işte bu rejim baskı rejimidir, işte bunlar özgürlüklerimizi kısıtlıyor'' diye yaftalarlar ve %99'unun samimi duygularla iştirak ettiği o gösteriler, sonunda yalnızca kuklacıların işine yarar.


Ve bunun önemli bir getirisi de, halkın başarılı olduğunu düşünmesi ve bir süre daha kontrol altında tutulabilmesidir. Demokrasiyi çağımızın putu yapan batı, tıpkı çağlar öncesinde insanların acıktıklarında yaptıkları putları yediği gibi, kendi çıkarlarına ters geldiğinde onu, yani kendi putu olan demokrasiyi yemiştir. Mısır'da Mübarek'i indirirlerken ''halk kendi yöneticisini kendisi seçmeli'' diyen Amerika, halkın kendi seçtiği Mursi'yi, askerin indirmesine darbe bile diyememiştir. Demokrat Parti devrildikten hemen sonra, yeni kurulan hükumeti ilk tanıyanlar yine batılı ülkelerdir.


Demokrasi, insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar, bu yüzyılın seyrini etkileyen en etkili müdahalelerin tetikleyicisi olmuştur. İnsanların ellerindekini alıp, onları, ellerinden alınanlar için ayaklandırmaya çalışmakla geçti bu yüzyıl.


Karl Marx'ın Komünist Manifesto'su, Das Kapitol'ü, Gene Sharp'ın Pasif Direniş ve Diktatörlükten Demokrasiye kitapları, bu ideolojinin en büyük sermayeleri oldu. Fakat bunlar, insanlara sadece ''kahrolsun Amerikan emperyalizmi, kahrolsun kapitalizm, kahrolsun faşizm, diktatörlüğe hayır, tam bağımsız Türkiye, katil devlet hesap verecek, insan haklarına saygı'' gibi sloganlar attırabildi. Devrilen hükumetler ve değişen rejimler, aslında bizzat kendilerine karşı direndikleri kapitalist, emperyal ve siyonist güçler tarafından atandı ve onlara hizmet etti. Halk kendisini başarılı ve mutlu addetti, çünkü özgür olduğunu, özgürlüğünü kazandığını sandı.


Fakat hiç kimse özgür olduğunu sananlar kadar köle olamazdı.


Selam ve saygı ile..

MUHTEŞEM YÜZYIL HAKKINDA

$
0
0


Cümleten selamün aleyküm ciğersizler.


Muhteşem Yüzyıl denilen bir dizi var bugün. Reyting rekorları kıran, çok fazla reklamı yapılan, neredeyse tüm dünyaya pazarlanan ve her sahnesi gündem olan bir dizi bu. Hakkında bir sürü eleştiri, reddiye fazlaca yapıldı bu dizinin. Kimileri çok eleştirdi, yerden yere vurdu; kimileri de savundu ve ''bu sadece bir dizi'' dedi.


Yeterince konuşulan bu dizi hakkında çok fazla konuşmak istemiyordum, fakat öyle şeylerle karşılaştım ki, bu konu hakkında konuşmamayı insanlığıma yediremedim. Onun için fazlaca uzatmadan direk konuya girelim ciğersizler, ben size lafın gelişi şeylerle ve sloganlarla eleştiri veya reddiye yapmayacam her zamanki gibi. Ne konuşacaksak hepsini delile bağlayacaz inşallah.


O zaman bizi serbest bırak da gidek hacı.

İsterseniz biraz eskiye gidip oradan başlayalım canlar, size birkaç flaşbek yapacam şimdi ;


1970'li yılların başı, film serisinin adı ''Keloğlan''. Geriye baktığımızda çok güldüğümüz, eski olduğu için çok sevdiğimiz, bize sıcak gelen, Türk sinemasının ilk ve en ünlü eserlerinden biridir Keloğlan serisi. Hatta benim de geçenlerde arşivime koyduğum bir film serisi bu, fakat tekrar izlerken çok acayip bir şekilde şaşırdım. Film bana hiç olmadığı kadar itici geldi bir anda. Zira bugüne kadar hiç bu gözle izlememiştim, herkes gibi.


Bizlere komedi adı altında neler yutturduklarını yeni fark ettim. Filmde, yukarıdaki resimde olduğu gibi, çıplak dansöz kadınlar padişahın önünde dans ediyorlar. Hatta padişahın hemen arkasında da şöyle bir manzara mevcut ;


Yelpaze sallayan, hatta üzerilerinde koca birer haç taşıyan gayri ahlaki giyinimli kızlar. Yabancı değil, yıllarca izlediğimiz ve hala da izlemekten keyif aldığımız bir filmden bahsediyorum. Belki sizin de dikkatinizi daha önce çekmemiş olabilir, zira o zamanlar hiçbir şeyin altında hiçbir şey aramayan, hayata tozpembe bakan, sevdiği kız için romantik şiirler yazan, yüzündeki sivilceleri gizlemek için şapka takan, biri sorduğunda da ''ya saçlarım bozuluyo da ondan yani :))'' diyen, topun sahibi olan fakat oynamayı bilmeyen çocuğu, topu alıp gitmesin diye kaleye sokan, kızların gözünde karizmatik ve güçlü görünmek için yanlarında eliyle sigara söndüren ve parmakları yandığı için kıçından oluk gibi ter akan ama acımamış gibi yaparak yüzlerine mal gibi gülümeseyen çocuklardık.

çizgi filmlerde bile kötü kalpli padişahlar izledik hatta
Fakat sonra gördük ki, hiçbir şey öyle değilmiş aga. Meğer bu herifler sinema, dizi, popüler kültür, elitlik ayaklarına yatıp ebemizi bellemişler yıllarca. Ot gibi yetişen, sığır gibi güdülen sürüler haline sokmuşlar bizi.
Neyse. Şimdi dert yanmayacam size, sonra o.



Keloğlan filmlerine kısa bir değinip bitirmeye çalışırsak eğer; Bu filmlerde sürekli Keloğlan padişaha karşı laflar sokar, yeniçeriler halka eziyet eder, vezirlerin işi yalnızca katakullidir, padişahlar çok zalim ve acımasız insanlardır ve ''kestikleri kellelerden kule olur'', Keloğlan filmlerin sonunda padişaha inceden mesajlar giydirir, ha bir de hiçbir dini motife rastlanmaz tüm Yeşilçam filmlerinde olduğu gibi.


Velhasıl kelam, Osmanlı'ya sövmeyi bize düstur edindirmişlerdir. O yaşlardaki çocuğa ne verirsen onu alır zira, sonradan da tabularını kırmak zor olur.

tüm halk şarap içer falan filan
Gelelim şimdi Muhteşem Yüzyıl denilen günümüz projesine..
Usul gereği isterseniz bu dizideki saçmalık ve hatalardan bahsedelim ;


Bu diziyi yapanların tarih bilgisini sorgulayacak nitelikteki hatalardan bir tanesidir bu ; başı açık olmak.
Osmanlı'da erkekler hiçbir zaman başı açık bir şekilde gezmezlerdi, hatta gece yatarken bile ''gece takkesi'' adında bir serpuş takarlardı. Hele ki bir vezirin padişahın yanına başı açık gelmesi hayal dahi edilemeyecek bir şeydir. Aynı hataları Fetih 1453'te de yapmışlardı keza.

Yani bu derece ciddi bir hayat kuralını diziye yansıtmamaları, bu diziyi oyun hamuruyla oynayan çocukların yapmış olduğu ihtimalini getiriyor benim aklıma.. Padişahların saçlarını hayatları boyunca ya eşleri görmüştür, ya da çocukken anneleri, ha bir de berberler görmüştür tabi.


Bir diğeri de, padişahın sürekli yanında bulunan iki has ağanın dizide kırk yılda bir görünmesidir. Halbuki has oda ağaları olan bu iki ağa padişahın yanından bir an bile ayrılmazlar, stajlarını direkt olarak padişahtan alırlardı. Bu da ikinci büyük hatadır.


Başka bir inanılması güç hata daha vardır, dizide bir tane bile kara ağa yoktur.


Sarayda harem bölümünden mes'ul olanlar daha önce hadım edilmiş olan kara ağalardır. Osmanlı'da hadım etme yoktur yalnız, daha önce hadım edilen adamlardır bunlar. Link
Bu ağalar kapılarda nöbet tutarlar, giriş-çıkışları kontrol ederler ve içeriye kimseyi sokmamakla görevlidirler. Orta yaşın üzerindedirler ve hareme en yakın olanlar onlardır, lakin onlar da en fazla şu gördüğünüz ayrım noktasına kadar gelebilirler ;

kara ağalar taşlığı

Haremden sorumlu olan ağalar dahi, buradan ilerisine geçemezlerdi. Harem ağaları bırakın buradan ileri geçmeyi, haremdeki kadınların isimlerini bile bilmez, yüzlerini dahi göremezdi. Kara ağalar odası, haremin girişindeki bir nevi güvenlik timi idi.


Fakat bu dizinin tarih danışmanı kimse, nasıl bir tarih bilgileri varsa artık, filmdeki ağalar ak ağa anasını satayım.


Ak ağa olmayı bir kenara bırak, haremden çıktıkları yok anasını satayım lan. Bir ak ağanın, haremin içine girme olasılığı, alışveriş merkezlerindeki güvenlikli kadınlar tuvaletine erkeklerin girmesi olasılığından daha azdır. Ya daha bugünkü kız öğrenci yurdundaki güvenlikleri atlatıp, o yurda girilemezken nasıl olacak da bu derece katı kurallara sahip bir eğitim yuvasına erkek girebilecek? Sizin kızlar yurdundaki erkek görevliler içeri girip sizinle dalavere çeviriyor muydu kız?
Neyse, sakinim.


Diğer bir büyük hata, olmazsa olmazdır zaten bu kafadaki adamlar için. Zira tüm dizi bu kafa üzerinde yapılmıştır ; yarı çıplak kadınlar.

Saray kadınlarının bu şekilde giyinmeleri mantıken aptalcadır, bunun en büyük sebeplerinden biri ise Topkapı Sarayı'nın tamamen bir taş yapı oluşudur, ısınması inanılmaz zordur. Hatta bugünün imkanlarıyla bile ısınması acayip güçtür. Saray kadınları kürkleri içlerine giyerdi bu yüzden, kat kat giyinirlerdi.


İkinci bir yüksek dereceli geri zekalılık ürünü ise, artık geri zekalılık boyutunun biraz dışına çıkarak tamamen art niyet sınırlarına girmiştir. Fotoğrafa bakarsanız, bu kıyafetle orada duran kadının hemen arkasında iki erkek vardır.


1. Hiçbir kadın o kıyafetle sarayın her hangi bir yerinde kesin suretle dolaşamaz.
2. Üzerinde hangi kıyafet olursa olsun, hiçbir kadın haremden çıkıp sarayın başka bir yerini dolaşmaya gidemez.
3. Bir kadının haremden çıkıp, her istediğinde, elini kolunu sallayarak padişahın huzuruna gelmesi imkansızdır.
4. Padişahın devlet işlerini gördüğü yer, Birun bölümündedir. Birun ile harem arasında, bu kadar katı kurallar varken dolaşmak imkansızdır.
5. Bir kadının gizli de olsa haremden çıkması için, güvenlikleri atlatmaları gerekir ki, tek yolun kara ağalar taşlığı olduğunu düşünürsek, bu yine imkansızdır.


Fakat nasıl oluyorsa Hürrem ile İbrahim Paşa sürekli ve sürekli karşılaşmakta, sürekli orada burada konuşmakta, sürekli atışmakta falan filan. İbrahim Paşa ömrü hayatında Hürrem Sultan'ı görmüş müdür acaba?


Sonra, Hürrem Sultan bir devşirmedir evet, fakat dizide gösterildiği gibi yirmili yaşlarında köyünden zorla alınıp getirilmemiştir. Zaten devşirme sisteminde kimse o yaşta devşirilmez. Hürrem Sultan saraya getirildiğinde 7 yaşlarındadır. Ve tüm eğitimini -sıbyan mektebinden üniversiteye- burada almıştır.


Yani dizide gösterildiği gibi abuk subuk, kırma bir Türkçe ile konuşmaz. Eğer zahmet edip Hürrem Sultan ile Kanuni arasındaki mektuplara baksalardı, Hürrem Sultan'ın ne derece iyi bir Türkçe'ye sahip olduğunu görürlerdi. Kadın şair anasını satayım.

mayo yeterdi aslında, bu kadar kapatırsanız irtica, şeriat falan gelir...
Ayrıca internete Hürrem Sultan diye yazınca karşınıza çıkan şu resim tamamen hayal ürünüdür ;


Bu gibi şeylere yabancı kaynaklardan bakarsanız gerçeğe yaklaşamazsınız bile. Zira Anton Hickel, Hürrem ve Kanuni tasvirini şu şekilde yapmıştır ;


O adamın Kanuni'ye benzeyen tek bir yanı yoktur, Hürrem Sultan'ı bir yabancının görmesi ise imkansızın ötesindedir. Zira Hürrem Sultan'ın mektupları ve kendi adına yaptırdığı cami ve külliyelerden dolayı böyle bir kişinin var olduğunu biliyoruz, aksi halde haremdekilerin isimleri, cisimleri muammadır, kimse bilmez.


Bir başka saçmalık ve cahillik de şehzade Mustafa'nın dizide sakallı olmasıdır.


Şehzadeler sakal bırakmazlar. Sakal bırakmak, tahtta gözüm var demektir. Şehzade Mustafa yalnızca öldürmesinden hemen önce sakal bırakmıştır ki, öldürülme sebeplerinden biri de budur. Fakat dizide başından itibaren sakallı bir şehzade Mustafa var, babasının yanında bile sakallı görünmekte ki bu, saçmalığın daniskasıdır.

padişahın kafası açık, şehzadenin sakalı var.. ben neresini düzelteyim bunun anasını satayım
kızlar, erkekler yan yana, el ele, göz göze.. ayy çok romantik cnm yaa :))) 
Bir başka hata ; padişahlar eşleriyle yemek yemezler. Fatih'le gelen bir devlet kuralıdır.


Ve masada yemek yedirecek kadar geri zekalı insanların yaptığı, geri zekalı bir dizidir bu ;


Mumlu, masalı yemekler, 19. yüzyıl sürahileri, fırından alındığı 200 km öteden belli olan 20. yüzyıl ekmekleri.. Şu diziyi ben yapsaydım, en azından bu kadar hatalı ve saçma salak bir dizi olmazdı anasını satayım. Hatta sokaktan geçen bir embesile yaptırsak, bundan kötüsünü yapamazdı herhalde..


Bu heriflerin tarih bilmediklerine veya bildikleri halde değiştirerek gösterecek kadar ağır gavat olduklarına bir örnek daha.. Padişahlar eşleriyle yatmazlar, tek başlarına yatarlar.

Hatta Topkapı Sarayı'nda kalındığı sürece padişahların yatakları da olmamıştır, aşağıdaki resimde gördüğünüz kutsal emanetlerin olduğu bir mekandır, padişah zamanının çok büyük çoğunluğunu bu emanetlerinin yanında geçirir, ve gece de bunlar kenara alınır yere serilen minderlerden yatak yapılırdı ;


Görüntülü ve anlaşılır anlatım için kısacık bir video ; Link

Fakat dizideki Kanuni'nin yatağına bakıyorsun ;


10 kişilik ailenin tamamını içine alabilecek kadar büyük anasını satayım. Siz Roma filmlerini izleyerek mi yapıyosunuz şu dizileri anlamıyorum ki.


Şimdi isterseniz biraz pencere değiştirelim, soluklanalım, çayımızı içelim, elimizi yüzümüzü yıkayalım ve arkamıza yaslanıp uçuşun tadını çıkartalım. Birazdan bitirecez çünkü.


Biraz haremden bahsedelim mesela, ama yabancı kaynaklardan gidelim ki, bazı gavatlar ''e Osmanlı'yı övüyo işte bee amaann !!! '' demesinler.

1960'lı yıllarda haremin restorasyonunda yer alan Fransız Mualla Anhegger harem hakkında şöyle der ;

Fark ettim ki yüzyıllar boyu Avrupalıların çizdiği haremin gerçekle ilgisi yoktur. Harem, sultanın istediği kadınlarla beraber olması için kurulmuş bir düzen değildir ve Haremin mimarisi de buna göre düzenlenmemiştir. Sultanın haremdeki kadınları görüp, içlerinden birini seçmesi mümkün değildir. Kapılar, odalar ve geçişler bu amaca göre planlamamıştır. Sultanın kadınların bölümüne geçmesi için kanatları olmalıydı. 


Mualla Anhegger'in bir başka röportajı da şöyledir ;

Harem, padişahın dilediği kadınla birlikte olması için düzenlenmiş bir kurum değil. Mimarisi bile buna göre düzenlenmemiş. Padişahın cariyeleri görebilmesi ve aralarından birini seçebilmesi mümkün değildir. Harem bir üniversite gibi düşünülmüş, cariyeler ise öğrenci. Çünkü cariyeler köle değil. Padişahın cinsel kölesi hiç değil. En doğru deyim, cariyenin padişahın evlatlığı olduğudur.


İngiliz elçisinin eşi Lady Montagu ise harem hakkında şöyle der ;

Öyle zannediyorum ki, bütün bunları okurken, bilmedikleri şeylerden bahsetmek için kendilerini bir türlü tutamayan basit seyyahların hatıralarından büsbütün farklı şeyler gördüğünüze hayret edersiniz. Oysa ki seçkin bir zümreye dahil olmadıkça veya olağanüstü bir fırsat çıkmadıkça, hiçbir Hristiyan Osmanlı'da kibar bir adamın evine giremez. Özellikle harem tamamen yasaktır. Bu yüzden basit seyyahlar içeriye nüfuz edemedikleri için , evlerin ancak fazla gösterişli olmayan dış kısımlarını anlatabilmektedir. Zaten haremler arka tarafta olduklarından sokaktan görülemezler. Dışarıdan yalnızca yüksek duvarlarla çevrilmiş bahçeler görülebilir.

Lady Montagu
Başka bir oryantalist konu hakkında da şöyle devam ediyor ;

Biz Avrupalıların düşündüğümüz gibi padişahın istediği kıza bir mendil atması, kat'iyen doğru değilmiş.

Ki hemen konuyu Muhteşem Yüzyıl'daki şu sahneyle bağlayalım ;


Bir Avrupa geleneği olan kralın önünde dans eden kızlar, tıpkı daha önce Keloğlan serilerinde olduğu gibi burada da işlenmiş. Ve olay tahmin edebileceğiniz üzere padişahın mendil atmasıyla bitiyor.


İşte bir Avrupalı, bu olayın tamamen saçmalık olduğunu ve gerçek olmadığı söylüyor, bunun bir Avrupalı oryantalist icadı olduğunu anlatıyor fakat dizide üzerine basa basa işleniyor bu sahne. Olur öyle ama, işlerler.


Fransa'ya dansı yasaklatan (Link,Link) Kanuni, fakat dizide önünde dans edilen yine Kanuni. Bu diziyi yapanların annelerine selam söylüyorum.


Osmanlıyı ziyaret eden başka bir gezgin Edmondo de Amicis, haremdeki kadınlar hakkında şunu der ;

''Bu kadınlar kesinlikle hürdür. Bu, her yabancının buraya gelir gelmez eliyle tutabileceği bir hakikattir.''


Çok müstesna bir Amerikalı tarihçi olan Leslie Pierce, Türkiye'de iken Harem-i Hümayun adlı kitabı için araştırma yapmaktadır. Yıl 1983'tür, ve darbe yönetiminin başında Kenan Evren vardır. Pierce'la karşılaşan Evren, ''ne yapıyorsunuz Topkapı arşiv binasında?'' diye sorar. ''Osmanlı'da harem üzerine çalışıyorum'' der Pierce. Evren de ''entrika var mı entrika?'' diye sorunca Pierce,
''Yanılıyorsunuz sevgili cumhurbaşkanı, onlar birer hanımefendi idi'' der. Darbeci Kenan, bu kez şartların olgunlaşmasını beklemeden basar gider.  Link


Başlıca bilgi, belge, elle tutulur gözle görülür delil, akademik bilgi, manevi bilgi ve daha ne isterseniz hepsini bulabileceğiniz birkaç video öneriyorum siz ciğersizlere ;

LinkLinkLink

Videolardaki ağabeyimiz Talha Uğurluel. Kendisi tarihçi, yazar, sanat tarihçisi ve tur rehberi. Gösterdiği ve anlattığı her şeyi delillendiren, içi dolu bilgicik bir ağabeyimiz. Takip etmenizi şiddetle tavsiye ederim şekerlerim benim.


Ek not ; Bu diziyi yapan Meral Okay işçi partili.

Hadin kendinize iyi davranın canlar..


ALGIYI ETKİLEME VE FİKİR DAYATMA

$
0
0

Herkese selamın aleyküm.

Daha önce ''medyatik olan her şeyde bir hile vardır'' demiştim. Yine farklı örneklerle bu konunun üzerinde durmak istiyorum. Çünkü her yeni gün bir medya hilesine, insanların algılarını nasıl etkilediklerine, ve bir fikri nasıl dayattıklarına biraz daha şahit oluyorum.


Etrafımızda olan her şey masum olsun ya da olmasın, algılarımızı etkilemekte. Dünyanın en büyük reklam şirketleri her zaman toplum bilimcilerle çalışırlar. İnsanların genel psikolojisi, bir reklamın yapımında en büyük role sahiptir.


Fakat bu taktik yalnızca reklamlarda kullanılmaz. Filmler, diziler, çizgi filmler de aynen bu şekilde hazırlanır. Milyon dolarlık filmler yapan adamlar elbette bunu kullanmak isterler. Bir fikri dayatmanın en iyi yolu insanların en çok odaklandıkları, en çok izledikleri ve dinledikleri, kısaca popüler şeyleri kullanmaktır. Bu da günümüzde tabiki televizyondur. Ve bu toplum bilimci arkadaşların da yardımıyla, bu işlerin başlarındaki takım elbiseli kodomanlar bunu çok iyi kullanırlar.


Önce masum algı etkileme yöntemleriyle başlayalım.
Dikkatinizi çekti mi bilmem, her kozmetik ve giyim markası, reklam yüzü olarak sarışın ve mavi gözlü insanları kullanır. Bunun da elbette bir sebebi vardır. Milyar dolarlık sektörler yaptıkları hiçbir şeyi sebepsiz yapmazlar.


Yaz geldiğinde insanın içi garip bir mutlulukla dolar ya hani, yazın bir enerjisi vardır. Güneş çıktığı zaman insanın içi açılır, yağmurlu ve kasvetli bir havada ise olumsuz bir hava oluşur insanın kafasında. İnsanın bilinçaltında güneşi simgeleyen sarı renk ve deniz ile gökyüzünü simgeleyen mavi rengin bu nedenle özel bir yeri vardır. Pozitifliği çağrıştırır bu renkler.


Psikoloji ve toplum bilimlerinden azıcık da olsa anlayan varsa, bu olayı çözmüştür zaten. İşe bir de bilim girince olayı siz düşünün. İşte tüm bu olumlu mesajlar dolayısıyla markalar her zaman bu gibi insanlara modellik yaptırırlar.


''İşe yarıyor mu?'' diye sormayın, Reklam hileleri 'nde bahsetmiştim nasıl işe yaradığını. Bilinçaltına yönelik çekiciliktir işte bu. Masum olanlar içinden en etkilisidir. Popülerlik ve bilinçaltına yönelik çekicilik.


Zira dikkat ederseniz, dünyada en çok kullanılan boya rengi sarıdır. Herhangi bir meydanda yürürken saçını sarıya boyayan onlarca insan görürsünüz. Kadınların en çok kullandıkları boya rengi sarıdır. Bu da, bu adamların yaptıkları işte ne derece iyi olduklarını gösterir.


Tabi bir de hem açık, hem de bilinçaltı mesaj veren reklamlar mevcuttur. Bu yöntem daha çok işe yarar. Açıktan verilen mesaj, o an aktif olan beyninize iletilir. Bir de bilinçaltı mesajı verilirse aynı reklamda, hem beyninize hem de bilinçaltı biriktirme deponuza gönderim yapılır. İki yönlü mesaja maruz kalırsınız, ve hopp, potansiyel bir müşterisiniz.


Şimdi isterseniz art niyetli olanlara geçelim. Fransız Devrimi ile başlayan süreçten bu yana insanlar hep kendi düşüncelerini ihraç etmişlerdir. Bir fikir ortaya atmışlar, sonra bu fikri tüm dünyaya pazarlamışlardır. Zira milliyetçilik fikrini pazarlayarak ulus devletleri kurduklarını hepimiz biliyoruz.


Tabi sonra Amerika, kendisine düşman ilan ettiği fikirleri, ideolojileri karalama projesine gitmiştir. Soğuk savaş yıllarında komünist aleyhtarı olan batı medyası, Sovyetler Birliği yıkılır yıkılmaz hedefine İslam'ı almıştır, dünya medyası şimdilerde İslam aleyhtarıdır. Dünyayı daha iyi bir yer yapmaya çalışan sevgi kelebeği Amerikalılar, kötü kalpli teröristleri yakalarlar filmlerde. İşin içine bir de kahramanlık, fedakarlık gibi duygular ekleyerek Müslümanlara bile ''iyi film yaa'' dedirtmeyi başarırlar. İşte bu olay medyanın, sinemanın ne denli etkili kullanıldığına en güzel örnektir.


Mesela Yeşilçam filmlerini hatırlayın. Her filmde hacılar, hocalar ve şeyhler dolandırıcı rolündedir. ''Sürekli sorun üretirler, kendilerine asla güven olunmaz'' mesajı işlenmiştir yıllarca. Fakat batılı filmlerinde rahipler tam tersine sorun çözerler. İşte bu bir propagandadır. Sizin hacı, hocalara olan algınızı etkilemek ve size ''bunlar dolandırıcıdır'' fikrini dayatmak için yapılmış filmlerdir.


Nitekim çok da işe yaramıştır. Bugün ülkemizde şeyh kelimesi telaffuz edildiğinde herkeste aynı resim, aynı fikir uyanır. Cübbeli birini gördüğümüzde ağzımızı burnumuzu büzeriz. Bir insanı sürekli bir fikre tabi tutar, sürekli başına kakarsanız, kişi mutlaka sonunda ona inanır. Ve Müslüman olduğunu söyleyen bir ülkede, Müslümanlık en büyük tehlike haline gelir. ''Müslümanım ama şeriata lanet olsun'' diyen kafalar yetişir o propaganda ile.


Dikkat etmişsinizdir, meydanda saat satan bir Afrikalı gördüğümüzde ''Arap'' deriz.
Neden?
Halbuki Araplar beyazdır.

bir Arap kadın
bir Arap adam
bir başka Arap kadın
Karmaşık kurmaşık bir yazı gördüğümüzde ''Arapça mı lan bu :))'' deriz.
Neden?
Oysaki Latin alfabesi ile Arap alfabesinin uzaktan yakından alakası yoktur.


Yeşilçam filmlerinde köpeklerin ismi genelde Arap'tır.
Neden?
Halbuki gerçek hayatta o güne kadar bunun bir örneği yoktur.


Tüm bunlar ''alay etme ve aşağılama'' amaçlıdır. Ve bu fikir dayatmalarını Müslümanlar dahi kullanmakta bugün. Kişinin alay etme gibi bir şey aklının ucundan dahi geçmese bile, bu alayın ürünü olan tabirleri kullanmakta herkes. Propaganda bu derece önemli bir yer tutar insan hayatında. Siz, size empoze edilen fikirleri, kendi fikrinizmiş gibi benimsersiniz.



Sonra, ''Michael Jackson nasıl beyazladı?'' diye sorsam ne dersiniz?
%90'ınız  ''ameliyat oldu'' cevabını verecektir.


Fakat ben de size ''hayır'' derim. Michael Jackson, deri hastalığı nedeniyle beyazlamıştır. Hastalığın adı da vitiligodur. Fakat medya bazlı bir fikir dayatmayla Michael Jackson'ın ameliyat olarak deri rengini değiştirdiğine inandırılmıştır insanlar. Ve hepsi gibi bu da işe yaramıştır. İnsanlara aksini söylediğinde inanmayacakları derecede hem de. Bizzat arkadaşımı inandıramadım, oradan biliyorum.

hatta oğlunda da bu hastalık görülmekte şuan ; Link
Sonra, Hz. İsa'nın son 12 saatini anlatan bir film çekilmişti, Tutku; Hz. İsa'nın Çilesi adında. Ve o filmde Magdalalı Meryem'i  ''Monica Belluci'' oynamıştı. Sizce neden o kadar uygun oyuncu varken, bir sex ikonunu oynattılar?


Çok basit. Çünkü kilise Hz. İsa'nın bir kadınla evlendiği ve soyunun devam ettiği fikrine şiddetle karşıdır. Düşünsene, tanrının soyu devam ediyor anasını satayım, bu her anlamda istenmeyen bir durumdur. Fakat tarihte Magdalalı Meryem'in varlığına dair su götürmez deliller bulunduğu için, kilise tek bir şeye yönelmiştir ; ''Magdalalı Meryem bir fahişeydi.''


İşte bu sebepten dolayıdır ki, filmde Magdalalı Meryem'i bir sex ikonu oynamıştır. İzleyenlerin beynine ve bilinçaltına bu mesajı vermek için. Aynı filmde bir havari olan Barnaba'yı da pis bir zorba olarak gösterdiler. Çünkü yakın zamanda, Hristiyanlığın tüm temellerini sarsacak bir Barnabas İncili bulundu. Kilise buna da el atmış ve insanlara ''Barnaba aşağılık bir adamdı'' fikri dayatılmıştır.   (video)


Sizlere ''Hz. İsa kim?'' diye sorsam, bazılarınız ''Hristiyanların peygamberi'' cevabını verecektir. Hatta bazıları ''çarmıha gerildi'' bile diyecektir. Çünkü çocukluğundan bu yana buna inanan, bunu anlatan filmleri ve dizileri izledi. Hatta din kültürü ve ahlak bilgisi denilen, din öğretmenleri yerine matematik öğretmenlerinin girdiği derslerde ''Hristiyanların peygamberi Hz. İsa'' diye başlayan cümleler duydu.

hatta aklına hep bu resimler geldi
Halbuki Hz. İsa bir İslam peygamberi idi. Diğer tüm peygamberler gibi. Hz. İsa'ya Hristiyanlık diye bir din indirilmedi. Tıpkı Hz. Musa'ya Yahudilik diye bir din indirilmediği gibi. Fakat okul kitaplarımıza kadar girmiş olan batı, bize bunları verdi aklımıza sokmamız için. Bunlara inanmanın bizi dinimizden çıkaracağını bilerek yaptılar bunu, saman altından su yürüttüler.


Türkiye'nin bayrağı ve Mehmetçik hikayesi..
İlkokulda hocama sormuştum; ''Hocam bizim bayrağımızı kim bulmuş?'' Hocam da bana aynen şunu söylemişti ; ''Bi savaşın sonunda, askerlerimizin kanından toprak kırmızı olmuş, tam o sırada toprağa ay ve yıldız ışığı vuruyormuş, diğerleri de demiş ki ''aneaa la bu bizim bayrağımız olsun amağa ğoyum''.

Hatta merak edip vikipedi'ye bile baktım, yeminle onlar da aynısını söylüyor anasını satayım ; Link

Hadi toprağın kandan kırmızı oluşunu kabul ettik, peki siz çocuk musunuz ayın toprağa hilal şekliyle yansıyacağını düşünüyorsunuz? Ay hilal şeklindeyken, yeryüzünde hilal şekli mi bırakır? Öyleyse dolunay şeklindeyken de yuvarlak bir şekil bırakması lazım, değil mi?


Hadi diyelim hayal gücümüzü zorladık ve buna da inandık. Peki yıldıza nasıl bir açıklama yapacaksınız?
Biz yıldızları şu şekilde görürüz değil mi ;


Yani defterimize çizdiğimiz, beş tane çubuğu olan bir yıldız görmeyiz. Zira yıldızların öyle bir şekli yoktur. Peki nasıl olmuş da, o kırmızı toprağın üzerine beş çubuklu bir yıldız şekli çıkmış anasını satayım? Yıldızların yeryüzünde öyle bir şekil oluşturabilme ihtimali var mı Allah aşkına..


Bugün bizim Türk bayrağı olarak kullandığımız bayrak Osmanlı bayrağıdır. Ve bu bayrağın mimarı da bizzat Fatih Sultan Mehmet'tir. Link


Fikrin başlangıcı ise, İstanbul'un fethinden önce Fatih, Rumeli Hisarını yaptırırken Akşemseddin hz. ; ''Sultanım, küffarın karşısına efendimizin imzasını atıp, mührünü bastıralım'' der, bunun üzerine de Rumeli Hisarı Peygamber Efendimiz s.a.v.'in ismi şeklinde yapılmıştır ;


Dikkat ederseniz eğer, beş tane ayırt edilir çubuğu vardır ve bugün kullandığımız yıldızı andırır. Zira bu beş köşeli yıldız hem peygamberimizi simgeler, hem de İslam'ın beş şartını.
Bildiğiniz üzere hilal de İslam'ın simgesidir. ''Hilal ve yıldız'',  ''Allah ve Muhammed (s.a.v.)'' manasına gelir.

Tabi bir de neyin kafasını yaşadıkları belli olmayanlar var anam, bakınız ;

ahaha   puhaha   zuhaha   hahıı    yüeee
Hatta bu bayrak hariçten bile İslam'ı çağrıştırdığı için Mustafa Kemal değiştirmek istemiştir ; LinkLinkLink


Gelelim Mehmetçik' e.
Meraklı bir kerata olduğum için hocama bunu da sormuştum. Pardon öğretmenime. İlk okulda öğretmendir, ortaokula geçince birden hoca olur o, çok ani olur yani. Neyse, aldığım cevap şuydu ; ''Kahraman bi asker varmış, adı da Mehmet'miş. Savaşta ölmüş, herkes de ''biz de Mehmetiz o zaman lan hadi anasını satayım'' demişler.''


Ve yine vikipediye baktım, yine aynı hikayeyi gördüm, ama bu sefer gerçeğinden de bahis vardı birazcık ; Link

Bu bilgilerin bu şekilde dolaşmasının sebebi, cumhuriyet kurulduktan itibaren öğrencilere bu şekilde anlatılmasıdır. Halbuki olayın gerçeği şudur ; Osmanlıca'da sesli harfler yazılmaz ve Muhammed de ''M-h-m-d''şeklinde yazılır, yani ''Mehemmed'', bu da kısaca ''Mehmet'' olmuştur. Osmanlı, asker ocağına peygamber ocağı dediği ve kendilerini İslam Devleti'nin askerleri olarak gördükleri için ''Mehmetçik'' yani ''Küçük Muhammed'' denmiştir. Batılı kaynaklarda da bunu görebilirsiniz ; ''Muhammed Peygamber'in yardımcı kuvvetleri''


Yavuz Sultan Selim...
Osmanlı'nın ilk halifesi. Halifeliği ve kutsal emanetleri buraya getiren padişah. Kendisi tarihteki en özel padişahlardan biridir. Peki Yavuz Sultan Selim deyince aklımıza hangi resim gelir?

Bu mu?
%99, insanların bu resim aklına gelir. Çünkü okul kitaplarında dahi Yavuz Sultan Selim bu resimle gösterilmiştir. Fakat bu resmin Yavuz'la uzaktan yakından bir alakası yoktur. Osmanlı'nın padişahları ehli sünnet mezhebine mensuptur ve küpe takmak caiz değildir. Keza Yavuz Sultan Selim, Osmanlı padişahları arasında en sade giyinendir. Kendisinin resmedildiği onlarca minyatür vardır, fakat hiçbirinde zinhar küpesi yoktur.

O resim kesin suretle Şah İsmail'e aittir.
1. Hiçbir Osmanlı padişahı taç takmamıştır. Resimde taç var.
2. Hiçbir Osmanlı padişahı küpe takmamıştır. Eğer takan olsa idi, diğer nesiller için de örnek teşkil edeceğinden bir başka padişahta da görürdük. Ki dediğim gibi, Yavuz en sade giyinen padişahtır.
3. Ne Yavuz, ne başka bir padişah, bu derece süslü ve gösterişli bir kolye kullanmamıştır.
4. Şiilerde küpe ve benzeri aksesuara cevaz vardır. Gösterişli, şaşalı giyinmeyi severler.
5. Osmanlı'nın kabul ettiği ehli sünnet mezhebinde ise bu pek hoş görülmez.
6. Resimdeki kırmızı börk de Şiilerin alametifarikasıdır.

bir başka Şah İsmail tasviri
bu, kafasında tavus kuşu taşıyan arkadaş da Şah İsmail'in oğlu Tahmasb
Bu da gördüğünüz gibi bir fikir dayatmadır. O resmin Yavuz'a ait olmadığı bilindiği halde, ısrarla öyle kabul edilmiştir. Yavuz ve Kanuni dönemi, Osmanlı'da minyatürün altın dönemidir. Bana Yavuz Sultan Selim'in bir tane küpeli minyatürünü gösterin, ben de size mutluluğun resmini çizeyim. Her öğrenciye bu resmi Yavuz Sultan Selim diye gösterirsen, elbette sorgulamayı bilmeyen bu insan nesli, bunu kesin ve değişmez doğru olarak kabul edecektir. Ehli sünnet mezhebinde hoş görülmeyen ve gerçekte de var olmayan bu olayı Yavuz gibi bir padişaha yamamak art niyetten başka bir şey hiçbir şey olamaz.


Nitekim Muhteşem Yüzyıl denilen salaklık gösterisinde de Yavuz'u küpeli göstermediler mi?
Bu diziyi yapanlar ya şu kadarcık bile tarih bilmeyecek kadar geri zekalılar, ya da bildikleri halde yapacak kadar şerefsiz. Net.


Medyanın fikir benimsettiği ve dayattığı fikirlerden biri de aşkın tanımıdır. Film ve dizi sektörleri, kurulduklarından bu yana insanlara ''aşk=sex'' mesajını vermişlerdir. Tüm dizi ve filmlerde evliliğe yer verilmeden, karakterlerin bir birlikteliği söz konusudur. Ve cinsel ilişki kurulduğunda, yabancı filmlerde ''olması gerektiği gibi olmuştur umarım'' veya ''bundan sonra ne olacak bakalım'' teması işlenir, Türk filmlerinde ise ''biz yanlış bir şey yapmadık'' veya ''sevmek suç mu''şeklinde işlenir. Yani film ve diziler, hitap ettikleri toplumun algıları üzerine giderler ve onları belli düşünceleri ileri sürerek değiştirmeye çalışırlar.


Toplumda gerekli etki sağlandığı ve artık neredeyse tüm dünya tarafından aşkın sex anlamına geldiği kabul edildikten sonra, şimdi sıra ''aldatma'' propagandasında. Tüm dizi ve filmlerde temel konu ''aldatmanın heyecanlı, maceralı ve olağan bir şey'' olduğudur. Gazete ve televizyonlarda sürekli aldatma haberi çıkması ve bu olayın pazarlanması, bunu kanıtlar. İnsanların hayat tarzlarına, basın yoluyla müdahale edildiği ve bunu kabullenmeyenlerin eski veya geri kafalı olarak yaftalandığı bir dünya meydana getirilmiş durumda şuan.


Hatta insanların hayatları başkaları tarafından o kadar yönlendiriliyor ki, insanlar kendi inançlarını bu dayatmalara göre şekillendiriyor. En basit şekilde örneklendirelim ; banka reklamları.


Bildiğiniz üzere İslam'da faiz haramdır. Hatta bu konuda oldukça ciddi hükümler de mevcuttur. Fakat halkının %99'unun Müslüman olduğu bir ülkede banka reklamları en yüksek tirajlı ve televizyonlarda en çok gösterilen reklam türü olma özelliğini taşımakta. Tabi sadece bizim için değil, neredeyse tüm Müslüman ülkelerde de böyle durum. Hatta ve hatta Hristiyanlıkta da faiz yasaktır.


Fakat banka reklamları, tarihten bu yana o kadar çok reklam yapmıştır ve bu reklamlarda o kadar çok ünlü ismi oynatmıştır ki, sürekli tekrarlanan bu reklamlar ve sempati duyulan insanlar sebebiyle Müslümanlar, kendilerine haram olan faizi artık benimsemişler ve hayatın zorunlu bir şartı olarak görmüşlerdir.

  

Doğan medyasına geçelim mesela.
28 Şubat dönemini hatırlayın. Medyanın ne derece büyük bir güç olduğunun en güzel kanıtlarındandır. Medya darbesi yapılmadı mı bu ülkede? Peki sonra ne oldu? Aynı Doğan medyası birkaç tane duygusal film yaptı ve bu ülkenin insanlarına o darbeyi kendilerinin yaptığını unutturdu. Hatırlarsanız o sıralarda dünya tarihinde bir ilk gerçekleşmiş ve bir mason ayini kayıt altına alınmıştı.


Fakat o haberi Kanal 7 dışında hiçbir medya organı yayınlamamıştı hatırlarsanız. Ertesi gün derhal bir çözüm üretilmişti ama, hedef şaşırtılacaktı. İnsanların ilgisini başka bir odağa çekeceklerdi. Nitekim öyle de yaptılar, ortaya bir Fadime Şahin ve Müslüm Gündüz attılar, insanlar bir anda mason ayinini unuttu. Hatta çoğu bunu görmedi bile. Zira Doğan medyası ve yan kuruluşlarının başındaki herkes üst dereceli masondu, kendi ritüellerinin ifşasına izin veremezlerdi. Keza darbenin ikinci paşası Çevik Bir, Selanik Yahudisiydi. Hatta darbeyi İsrail için yaptıklarını da itiraf etti.


İnsanların ülkedeki Müslümanlara bakışlarını değiştirtecek, hükumeti devirecek başarı bir hamle yaptılar. Yine bir fikri daha medyayla dayattılar. Bu olay da, bu kanalların kimlerin elinde olduğunun kanıtı olsun size ciğersizler. Sizce o zaman bunu kullanan insanlar, şimdi kullanmıyor mu? Kendinize bunu sorun..


Tabi bir de tüm bunları bildiği halde  ''bakın Erbakan gerçekten bir yobazdııı, çok yobaz bir cemaati de vardııı :)))'' diyen, gözünün önünde bir komplo olduğunu bildiği ve kabul ettiği halde, o komplonun başarılı bir ürünü olan kafalar da mevcut bu ülkede. Yobaz dediğin adamın yazdığı kitaplar hala Almanya'da okullarda okutuluyor anasını satayım. Senin yobazlıktan anladığın ne hıyar ağası?


İsrail Gazze'yi bombalar, ''kendimizi koruyoruz'' der. Amerika ''İsrail kendisini savunuyor'' der. Ve bizim neye inandığı belli olmayan insanlarımız da ''sivillerin üzerine ateş açan, sivilleri öldüren Hamas'ı da desteklemem ben tabüü  iiiii eee hehe'' der. Lan Hamas'ın İsrail'e saldıracak bir gücü, bir takati mi var da sivillere ateş açsın mal herif. Adamlar ''silahlar sussun, çünkü hep biz zararlı çıkıyoruz'' mantığıyla bölgede kıçlarından soluyor. Sen Kudüs'te, Gazze'de nasıl şartlar olduğu hakkında ne biliyorsun da kıçından element uyduruyorsun anasını satayım. Hamas'ın saldırı yapma gücü olsa, üstlerine misket bombaları yağarken yapardı di mi? Bir Yahudi öldürse, kendi halkından binlerce insanın öldürüleceğini o adamlar senden benden daha iyi biliyor emin ol.

Neyse.
Tamam sakinim.


''Mesela bu resimdeki yer neresidir?'' diye sorduğumda herkes ''Mescid-i Aksa'' diyecektir.


 Fakat burası Mescid-i Aksa değil, Kubbetüs Sahra'dır.


Mescid-i Aksa burasıdır. Fakat televizyonlarda, gazetelerde bizlere sürekli Mescid-i Aksa diye Kubbetüs Sahra gösterilir. Kimse bunu yanlışlıkla yapacak kadar cahil değildir ciğersizler, bu işin tek açıklaması kasıtlı bir dayatmadır. Art niyettir.


Böylelikle İsrail Mescid-i Aksa'nın altını kazarken, insanlara  ''everything's okey'' mesajı veriliyor. Daha önce de dediğim gibi İsrail, Süleyman Tapınağı'nı tekrar yapmak için gerekli çalışmaları çoktan başlattı zaten, şuan Mescid-i Aksa'nın altından tüneller geçmekte. LinkLinkLink Fakat bizim medyamızda en ufak bir haber çıkmaz bu konuda. Müslümanları kıllandırmanın bir alemi yoktur çünkü. Onların Survivor'ı izlemesi ve yazın form tutmak için neler yapılması gerektiğini öğrenmeleri lazımdır..


Şöyle devam edelim; Hepiniz izlemişsinizdir mutlaka, bir yerde kötü insanlar, katiller cirit atıp insanları katlederken, kahraman Amerikan askerleri çıkagelir ve herkese barış ve huzur getirir. Arada askerlerin iç dünyalarına yolculuklar yapılır, aslında hepsi birer hümanist ve karakterli insanlardır falan. Yasalara aykırı bir şey yapmazlar, insanlara işkence etmek akıllarının ucundan dahi geçmez, hele ki kadınlara tecavüz falan hiç yoktur. Birkaç tane güzel kız ve yakışıklı erkek de koydun mu tamam.. Al sana mükemmel bir fikir pazarlama örneği. Amerikan askerlerine olan bakış açısını değiştiren filmler.


Bu tür filmlerin asıl mesajına ve çıktıkları zaman dilimlerine hiç dikkat ettiniz mi?


Bu filmler yalnızca ve yalnızca propaganda amaçlıdır. Çok duymuşsunuzdur CIA'in kendisi bizzat Hollywood'a filmler yaptırır. Çünkü bildiğiniz gibi Amerika'nın dünyadaki tüm petrolü sömürmek için savaşa, savaş için de askerlere ihtiyacı vardır. 11 Eylül sonrası yapılan tüm bu terörist filmlerini de bizzat CIA kendisi yapmış ve yaptırmıştır, net. Bu gibi filmlerle askerliğin aslında ne denli şiirsel, ne denli fantastik, ne denli çekici bir meslek olduğunu aşılamak isterler. Böylece orduya adam çekmek = tereyağından kıl çekmek..


Bu yüzden filmlere çeşitli kahramanlıklar, şiirsel olaylar eklerler. Savaşmanın ne kadar güzel bir şey olduğu mesajını verirler beyinlere. ''Ülkeniz için savaşırsanız, daima kahraman olarak anılırsınız'' teması üzerine yapılır bu gibi filmler. Hareketli, maceralı bir hayat tarzı... Savaştığın için sana minnettar olan insanlar... Bir kahraman olmak... Bu fikirler her dizide ve filmde mutlaka yer alır.


Bu filmlere Oscar'lar verirler.. Oscar harika bir reklam olur film için. İnsanlara ''sizin hayatınız da Oscar'lık bir film olabilir'' mesajı verilir. Sürekli reklamları yapılır, medyanın gündemine oturur bu filmler.
Böylelikle asker olmaya can atan binlerce genç, ordunun kapısını çalar.
Tabi bir de maddi manevi inanılmaz imkanlar verilir askerlere Amerika'da, o da cabası..


Bu olayın ne derece önemli bir mesai gerektirdiğini anlamak için şu videoyu kesinlikle izleyin ciğersizler ;


Cidden harika bir anlatım olmuş. Filmi yapan her kimse, olayı iyi analiz etmiş ve cesur davranmış doğrusu. İşte tüm düzen aynen de böyledir. Tüm dünyada belirli aileler, ülkedeki tüm büyük medya organlarını satın alır veya bizzat kendisi kurar. Medyanın toplumların üzerinde ne derece etkili olduklarını bilirler çünkü. Sonra da belirlenen misyona göre ''bir toplum oluşturulur''. Bu, tek tip bir toplumdur. Aynı filmleri izleyen, aynı şarkıları dinleyen, aynı konserlere giden, aynı kitapları okuyan bir toplum.


Çünkü bu işin başındaki beyaz yakalı, takım elbiseli kodomanlar, insanlara bu fikri empoze ederler. Kendileri aleyhinde asla haber çıkmaz. Bir ünlü köşebaşında gizlice burnunu karıştırsa bile onu bulup magazin haberi yapanlar, bu adamları asla haber yapamazlar.


Siz hiç '' Flaş flaş flaş, Aydın Doğan ve Vehbi Koç kaydıraktan kayarken objektiflerimize yakalandııı!!! '' diye bir haber gördünüz mü televizyonda? Fakat medyanın ortaya attığı ünlüler ne yapsa anında magazinlerdedir. İnsanların tüm hafta sonlarını ünlülerin hangi mekanda yeyip içtikleriyle, kimin kiminle el ele yakalandığıyla, kimin kime sataştığıyla doldururlar. Üzerine de iki tane Hollywood filmi koydun mu tamam.. Al sana düşünmeyi bırakıp, televizyondaki ile tatmin ve mutlu olan bir insan topluluğu. Ünlülerin dertleri, kendi dertlerinden daha çok önem kazanmaya başlar.


İnsanlar bunlarla meşgul edilirken yanı başımızdaki Suriye'de, Filistin'de binlerce insanın öldürüldüğü ve dünyanın gittiği inanılmaz uçurum hakkında hiçbir fikirleri olmaz. Dizi izlerken ağlayan insanlar, binlerce insanın öldüğü haberini duysalar dahi umursamayacak hale getirilir.


Şimdi yukarıdaki videonun bir sağlamasını yapalım ve bu işin ne boyutlara vardığını görelim ;  LinkLinkLink
Hasan Hüseyin Ceylan'ın konudan geniş çaplı bahsettiği programın tamamı ; Link
Önce linklerdeki haberlere bir göz atın, ardında da dönemin kültür bakanı İsmail Kahraman'ın olayı teyit edişine ; Link


28 şubat döneminde, paşalardan biri Refah Partisi milletvekiline o sıralarda kimse tarafından pek tanınmayan Mirkelam'ın klibini gösteriyor. Olayın geçtiği yer ''psikolojik harp dairesi''. Paşa, vekile ; ''yarın Türkiye'nin en çok konuşulan adamı bu olacak'' diyor ve gerçekten de ertesi gün tüm gazeteler ve haberler Mirkelam'dan bahsetmeye başlıyor. Asker, ''işte bizim gücümüzün hudutları'' demenin en pratik yolunu kullanıyor yani.


Mesela Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde inanılmaz bir komünizm propagandası vardı dikkat ettiyseniz. LinkLinkLink   ;  LinkLinkLinkLink
Daha önce de Hatırla Sevgili diye bir dizide de yapılmıştı aynı yöntem. Önce diziyi normal seyirde sevdirip, dizi yeterince izlendiği zaman başlıyorlar yapmak istedikleri propagandaya. LinkLink


Hatırla Sevgili bir aşk dizisi olarak başladı mesela, fakat sonra birden bambaşka bir dizi oluverdi. Acayip bir komünizm propagandası vardı dizide. (Bu ne lan ; Link)   Link
Aynısı Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisinde de vardı. Önce Osman karakterini millete sevdirdiler, sonra çocuğu büyütüp bir komünist yaptılar. Koyu yeşil parkesine kadar hem de. Dizideki bütün komünistler yakışıklı ve iyi karakterleri canlandırırken, sağcıların alayı katil, barzo ve kötü insanlar falan filan.


Keza bütün diziler propaganda üzerine kuruludur ciğersizler, istisnasız. Cinsellik teması üzerine kurulmuş yan senaryolar vardır her dizide. Olaylar bunun üzerinde döner. Bu yüzdendir ki, istisnasız her dizide aldatma vardır.


Böylelikle evlilik para, araba ve lükse; güzellik dekoltelere, açık göğüs ve bacaklara indirgenir. Evlilik dışı ilişki toplumun en doğal olayı olarak empoze edilir. Aldatmanın aslında o kadar da kötü olmadığı, her insanın macera yaşamaya hakkı olduğu lanse edilir. Her karaktere aynı tür elbiseler giydirilerek, toplumdaki elbise algısını tek bir yöne çekmeye çalışılır.


Kızının evlilik dışı ilişkisinden olan çocuğuna tepki gösteren aile bireyleri kötü rollerde oynar, geri kafalı imajı oturtulur, ve kendi kızlarını gözlerinden kıskanan ailelere ''ya bu adam da çok vicdansız, olan olmuş bi kere, kızın sonuçta'' dedirtilecek noktaya gelinir.


Koç ailesini aklınıza getirin. Medyada Koç ailesi hakkında gördüğümüz tek haberler ne kadar çok vergi verdikleri ve yaptıkları hayır işleri. Çok vergi vererek devlete fayda sağladıkları, okullar açıp öğrencilere burs vererek eğitime önem verdikleri, hastaların sırtını sıvazladıklarını, gazı olanların gazını aldıkları haberleri çıkar sürekli medyada.


İnsanların Koç ailesiyle ilgili tüm bildikleri bu haberlerden ibaret. Yani gören de bu adamların hayatlarını hayır işlerine adamış sevgi pıtırcıkları olduklarını sanar. Halbuki bu ülkeyi 100 senedir soyan ve yöneten bizzat Koç ailesidir. Bu adamların sokağa atacakları tek bir kuruş bile yokken, insanlara günahlarını dahi vermezken, nasıl oluyor da bu kadar hayır işine bulaştıklarını sanıyorsunuz anasını satayım.


Bakın medyada her zaman şunu görürsünüz ; ''Koç ailesinden örnek davranış, Aydın Doğan bir okul daha açtı, Rahmi Koç vergi rekortmeni oldu ve çocukları çok sevdiğini söyledi... ''


Peki neden bu kadar çok hayır işi haberi? Neden yaptıkları her hayır işi mutlaka basına yansıyor?
Çünkü bu işi yapmalarının tek sebebi, bunu insanlara duyurmak. Halk üzerinde böyle bir imaj oluşturmak. Zira yaptıkları yasa dışı olayları, ülkeyi nasıl sömürdüklerini, nasıl yönettiklerini gizlemek anca hedef şaşırtmakla olur. Ülkenin en büyük teröristleri, hırsızları ve yolsuzları, televizyon ve medya vasıtasıyla ülkenin en hayır sever insanlarına dönüştürülür.


Bu yöntem öyle işe yarar ki, insanlar haklarındaki gerçekleri duyduklarında ''yok canııım, bu adamlar bi sürü öğrenciye burs veriyo, okulları varr, ülkeye hizmet ediyo bunlaarr'' der. Haklarında çıkan binlerce yolsuzluk iddiası asla medya organlarında yer almazken, nerede bu isimleri görsen yanlarında ''hayır işi' yazar. İşte bu, harika bir hedef şaşırtma, algıyı yönlerdirme metodudur. Ve en çok işe yarayanıdır.


Koç ailesinin sevgi kelebekliği ;

Hayra mevcut kaynaklarla devam

Koç ailesi hayır için hisse satışından vazgeçti

Hayır işi için milyarlık hisse satışı


Coca Cola, Mc Donald's ve gıda sektörünü düşünelim.
Dünyanın en büyük içecek ve yiyecek markası Coca Cola ve Mc Donalds' tır.. Bu şirketler o denli büyüdü ki, bundan sonra reklam yapmalarına dahi gerek yok. Alanlarında dünyanın en büyük abileri bunlar. Fakat aynı zamanda dünyanın en büyük katliam müesseseleri yine bunlar.


Domuz eti yiyen ve bu tadı aldığında ayırt edebilecek insanlar, ''Mc Donald's 'ta domuz eti var lan, resmen tadını aldım'' derken, bu sistemin özgür köleleri olan ve 3 öğün oralardan çıkmayan bazı entel kafalılar ''ya domuz eti türkiyede çok pahalı, nie koysunlar kiee  ehe hüee :))'' diye garip bir savunma mekanizması geliştirmişlerdir. ''Mc Donald's 'taki kızları kesmeye gidiyorum'' demiyo da gavatlar..


Tabi şu da var, üzerine en güzel elbisesini giyen soluğu Mc Donalds' ta alıyor bu ülkede, yanlış mı? Haliyle orası artık hem kendini elitlere kanıtlama, hem de güzel kız ve yakışıklı erkekleri kesme yeri olmuş durumda.. Orta durumdaki bir genç, zengin çocukların sürekli Mc Donalds'ta yemek yediğini bildiği için, oraya gittiğinde kendisini bir level atlamış sayar bu yüzden. Buralar tüm bu sebeplerden dolayı çekici yerler olmuştur.


Bu nedenle sürekli müşterisi olduğu bir yer hakkında bir söylenti çıkınca, kendi dükkanlarıymış gibi savunmaları normaldir. Zira bahsettiğimiz, dünyanın en büyük yiyecek markası.. Fakat etiketin arkası hep farklıdır.

İşin etiketi budur.
Büyük, görkemli reklamlar, ihtişamlı binalar.


Gayet temiz ve lezzetli görünümlü menüler..


Zaten bir markadan reklam için başka ne yapması beklenirdi ki? Hangi marka olursa olsun, hangi ürün olursa olsun reklamı mutlaka insanda temizliği, lezzeti ve çekiciliği sağlayan şeylerle dolu değil mi? Hamam böceği satan bir marka olsa dahi, şirin bir hamam böceği çizip ''hamam böcekleri dostunuzdur ihi ihiiii :))'' yazılı reklamlar yaparlar. Fakat dediğim gibi, bu sadece etikettir. İnsanların akıllarında iyi bir intibah bırakma zorunluluğu için yapılan bir etiket.


Etiketin altında ise şunlar vardır ;


Daha fazla video ; LinkLink, (+18)LinkLinkLink
Haber ; Link , LinkLink,

Bakın işte bunlar etiketin arkasındaki gerçeklerdir. Reklamlarda ve menülerin üzerinde ''sterilize ortamlarda hazırlanmıştır, sağlıklı ettir, ne yediğinize burdan bakabilirsiniz, sağlığınızı düşünüyoruz, sizi çook seviyoruuuzzz :))) '' yazılarının yazılma nedeni, sizi buna inandırıp, aksi yolda çıkan haberlerden etkilenmemenizi sağlamaktır. Size menünün üzerinde sahta bir sağlık garantisi, güvencesi gösterirler. Ve siz de  ''bu kadar büyük marka kötü mal kullanmaz zaten yaa, zaten bak temiz ortamda yapılıyomuşşşşş, adamlar yalan mı sölicek abi yaa''
 dersiniz.


Şimdi soruyorum ; reklam, propaganda ve etiket işe yarıyor muymuş? Sadece markanın büyük olmasından ve yaptığı reklamlardan dolayı milyonlarca insan güven ve mutluluk içinde Mc Donalds'tan ailecek yeyip içiyor.

Dubai'de bile
''Dönercide, kebapçıda böcek görüldüüüü, kokoreçler bağısakdan yapılıyooo'' haberlerini izleyip dönerci, kebapçı, kokoreççilere gitmeyen beyinler, sağlık katliamının ağa babasını yapan Mc Donadls'a hiç çekinmeden gider. Çünkü dönerciyi reklamlarda görmez, fakat televizyonu her açtığında karşısında Mc Donald's reklamı vardır, ve bu bir Amerikan markasıdır.


Ülkemizin yemeklerinde çıkan böcekleri haberlerde izlerken, bu markaların marifetlerini asla bizlere izletmezler.


Mc Donalds'tan tavuk kafası çıkar, fakat dönerde böcek çıkmasının yarısı kadar bile hit haber olmaz.


Tavuk kafası lan, tavuk kafası boru değil. Yukarıdaki videolarda gördünüz zaten nasıl yapıldıklarını, böyle bir hatanın olması çok normal haliyle.


Mc Donalds'ın bu işteki en büyük ortağı Coca Cola'dır. Zira Coca Cola, elde ettiği gelirin çok büyük bir kısmını Mc Donald's ile birlikte satılması ile sağlar. Yani Mc Donalds'ın kötü şöhret yayması Coca Cola'nın da işine gelmeyecektir. İki büyük firma birleşip böyle bir haberi tabiki olabildiğince gömerler.


Coca Cola meselesi ayrı bir olay zaten. Hakkında en ufak bir şey bilmediği şeyi  ''Coca Cola'dan başkası yalan olum yeaa :)))'' diye içen ve savunan insanları görünce ağızlarına oracıkta balgam atasım geliyor, zira onun da tadı başka. Tat istiyorsan al sana tat anasını satayım.


Tadını överler ama ilk bulunduğu zamanda eczanelerde ilaç olarak kullanıldığını bilmezler. Samimiyim işte kanıtı ; The Coca Cola Company

Mucidi John Pemberton bir Yahudidir ; LinkLinkLinkLink

İçinde kokain olduğu kesin olarak kanıtlıdır ve formüllerde dahi geçer ; LinkLinkLink



Coca Cola'nın kanserojen madde içerdiği ve deneye tabi tutulan fareleri kanser yaptığını görmüş müydünüz o çok güvendiğiniz medyada, gazete ve haberlerde?


LinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLink

Yoksa size bu haberler yerine hangi azgın dedenin, hangi azgın kadına servet gösterisi yaparak onu evlenmeye ikna ettiğini mi?


Son olarak kürklerden bahsedelim ve bitirelim ciğersizler. Kürk giysiler özellikle yüksek sosyetenin ve kendini yüksek sosyeteden ya da elitlerden göstermek isteyenlerin vazgeçilmezidir. Giydiklerinde herkesin görmesini sağlamak için 5 dakikalık yolu 25 dakikada geçerler.


Fakat her güzel ambalaj gibi, bu ambalajın altında da bir katliam, bir yalan, bir melek görünen şeytan vardır. Görünürde hümanist olan bu elit kafalı insanlar, katliamı finanse eden birer iki yüzlüden başka bir şey değillerdir aslında. Kanıtı şurada ikamet eder ; LinkLinkLinkLinkLink



Özellikle yaşadığımız şu zamanda, şu çağda size bir şeyler vasıtası ile dayatılan fikirler, kendi fikirlerinizmiş gibi empoze edilir. Televizyonlarda reklamı yapılan şeylerin ardında kesinlikle görmek istemeyeceğiniz şeyler vardır. Tükettiğiniz malların üzerilerinde, güzel çiftlikler ve mutlu hayvan resimleri vardır, fakat elinizde tuttuğunuz şey, kanlar, pislikler ve çığlıklar içindeki bir yolculuktan geçerek oraya gelebilmiştir, ve sizlere kendini temiz göstererek sofranıza, oradan da midenize gitmeyi bekler.


Tarihi yalnızca okul kitaplarından ibaret sanmamız için bizlere hayatımızın en önemli sınavlarında daima o okulların öğrettikleri şeyleri sorarlar ve gerçeği bilseniz bile, alay edercesine sizden yalan olanı isterler. Aslında öyle olmadığını bile bile, öyleymiş gibi o şıkları işarettirirler size.


Bir şeyleri savunmaya kalkınca, sizi hemen bir şeylerin şakşakçılığını yapmakla suçlarlar. Onlara göre mutlaka bir şeylerin sempatizanısındır. Sadece doğruyu söylemek için araya girdiğine inanmazlar.


Kendi doğrularınıza saygı duymanız dileğiyle..




SİZ YOKSA OSMANLI'YI MI DİRİLTİYORSUNUZ?

$
0
0

Selamın aleyküm.

Dış basında ve gündemde çokça zikredilen bu konu hakkında, küçük bir toparlama ve üzerine kısa bir-iki kelam etmek istedim. Sizlere sadece dünyada çıkan haber ve demeçleri bir arada vereceğim, almanız gereken mesajı kendiniz alıp, kendi yorumunuzu getirin.


Gezi olayları sırasında, benim de sizinle paylaştığım bir konuşma.. Rus politikacı ; ''Türkiye İslam'a dönüyor. Batıya yeni Osmanlı lazım değil, güçsüz bir Türkiye lazım.'' dedi ;

LinkLinkLink

İsrail altyapı bakanı Silvan Şalom ; '' Türkiye'yi yeni Osmanlılardan kurtaracak her türlü gelişmeyi memnuniyetle karşılarız.'' dedi.     LinkLinkLinkLinkLink


Baba mesleğini devam ettiren Esed ; ''Tayip Erdoğan kendisini yeni Osmanlı sultanı sanıyor.'' dedi. LinkLinkLink


Dünyaca ünlü The Economist ; ''Demokrat mı, yoksa Sultan mı?'' diye bir kapak yaptı. Link

The Washington Times ; ''Türkiye'deki ayaklanmalar ne anlama geliyor?'' başlığı altında koca bir yazı yayınladı, bu ayaklanmanın aslında İslamcılar ve sekülerler arasında olduğunu, Erdoğan'ın da bir Sultan gibi davrandığını söyledi. LinkLink


Aynı gazete bir başka haberinde, Erdoğan'ı dört Osmanlı padişahına benzetti. Link


World News Today' de ''Türkiye'deki karışıklık ; Yeni Osmanlılar'' başlığı altında 23 dakikalık bir program yaptı. Link


Fransız Le Monde şöyle bir karikatür yayınladı ;


Ardından Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan basını, Osmanlı temalı karikatürleri devam ettirdi ;


Gezi Parkı olaylarına Avrupa'dan destek veren bir grup, şaşırtıcı bir şekilde yine Osmanlı'ya atıf yaptı ve ''Sultanları istemiyoruz'' yazılı pankartlarla eylem yaptı ;


Gazeteler yine ''Osmanlı geri mi dönüyor'' teması altında onlarca haber yaptı ;

The Guardian ; ''Türkiye, Balkanlara Osmanlı'yı geri getiriyor.''  Link

BBC ; ''Türkiye ; Yeni Osmanlılar'' Link

The Forbes ; ''Yeni bir Osmanlı İmparatorluğu mu?'' Link

The Toronto Star ; ''Türkiye yeni bir Osmanlı İmparatorluğu mu inşa ediyor?'' Link

The Atlantic ; ''Sultan Erdoğan, eski Osmanlı'yı yeniden inşa ediyor.''  Link

The Epoch Times ; ''Türkiye ; Yeni Osmanlı mı?'' Link

The Gates Institute ; ''Türkiye, Yeni Osmanlı bölgesi'' Link

The Daily Beast ; ''Türkiye'nin önderliğinde yeni bir Osmanlı'nın canlandığını görebiliriz'' Link

Newsweek ; ''Osmanlı yeniden canlanabilir'' Link

BBC, Ak Partinin yükselişini ''Türkiye ; Yeni Osmanlılar'' adını taşıyan bir belgesel ile ele alıyor. LinkLink


Hadi bizdeki kesimi biliyoruz, peki Avrupa, Amerika, İsrail ve Rusya neden Osmanlı düşüncesine bu derece karşı?

Ben sadece sizlerin bir fikir sahibi olabilmesi için küçük bir toparlama yaptım. Gözüme çarpan şeyi, bir de sizlere sunmak istedim. Yorum sizin.

Saygı ve selam ile.



BARNABAS İNCİLİ

$
0
0

Selamın aleyküm.

Öncelikle attığı mesajlarla beni gerek uyaran, gerek destek olan, gerekse eleştiren arkadaşlara teşekkür ediyorum. Sayelerinde yaptığım hataların farkında olabiliyorum.


Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuza girelim.
Barnabas İncil'ini uzun zamandır bilirim ve araştırmışlığım da vardır. Fakat son araştırmalarımda, yine olay hakkında kafamda bir toparlama yaptıktan sonra ilginç kareler oluştu, ve ben de bunu siz ciğersiz arkadaşlarla paylaşmak istedim. Sizin de kafanızda bu bilgilerin yer etmesinin zararı yoktur kanaatimce.


Önce Barnabas İncili nedir, kimdir ona bakıp, devamında bu İncil etrafında cereyan eden ilginç olaylar silsilesini konuşalım.

Asıl adı Yusuf olan, Kıbrıslı bir Yahudi ailesinin oğludur Barnaba. Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur. Fakat benim burada düzeltmek istediğim önemli bir nokta var. Barnabas İncili tabiri, yazımın da başlığı olmasına rağmen, bana göre yanlıştır.


Çünkü bu kitabı alıp okursanız, aslında Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır. Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der. Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir. Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.


Yani Barnabas İncili denilen bu kitap, aslında tam anlamıyla İncil değildir. Tıpkı şuan kanonik kabul edilen dört İncil'in, İncil olmaması gibi. Barnaba'nın nüshalar halinde yazdığı bu kitap, aslında ''hadis'' ve ''ayetleri'' barındıran bir kitap olarak adlandırılabilinir. Çünkü İncil denilmesi için, içinde Allah'ın kelamından başka tek bir söz olmaması gerekir.


Fakat Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır. ''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.


Bu küçük girizgahtan sonra konumuzun asıl bölümüne gelelim.
1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.


Buraya kadarki en ilginç nokta, olaya Özel Harp Dairesinin müdahil olmasıdır. Özel Harp Dairesi hakkında minicik bir bilgi sahibi olmak için şu kısa videoyu izleyebilirsiniz. Hakkında iki saat konuşabileceğim bir konudur ama, konumuz o değil.


Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir. Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir. Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.


Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı. Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir?


Devam edelim.
Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''
Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşer ve iki tanesini bulur. Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.


Victoria Rabin, içinde yazanları gördükten sonra Müslüman olur.Tevrat ve Zebur'a da ulaşılabileceğini umarak kazı çalışmalarına devam eder. Fakat tam o sırada bir Etiyopyalı tarafından öldürülür.


İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir. Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur.


İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte. İlginç olaylar silsilesi başlıyor. 1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor. Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor. LinkLinkLink


Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.


Fakat Adalı'dan olsa gerek, bu olaydan Abdullah Çatlı haberdar oluyor ve Kıbrıs'a geliyor.
Adalı'nın öldürülmesinden 4 ay sonra da bilindik bir vakıa meydana geliyor ;

''Susurluk''

Bildiğiniz gibi Abdullah Çatlı ve birkaç önemli isim, Susurluk'ta bir kamyonun araçlarını linç etmesiyle ölmüşlerdi. Ve herkesin konuştuğu bir konu vardı ; ''Kayıp çanta''


Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda. Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın''.  LinkLink


Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.


Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil.
Genelkurmay, bu nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.

Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir.


Yani Susurluk'tan sonra genelkurmay, yani Veli Küçük nüshayı eline geçirmiş. LinkLinkLink

Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.'' Link


Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir. Link


Katıldığı, Ülke Tv'deki  Sıradışı programında ;

''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor. Link


Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.'' LinkLinkLinkLink


Ve üç sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti. Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp''öyle gittiler. Link


Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;


''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'' LinkLinkLink


Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor. LinkLinkLink, LinkLinkLink


Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı. Link


Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. '' LinkLinkLink


Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor. Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var.


Barnabas İncili'nde ;

Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.


Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;

''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.'' 
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.

Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;
''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''


Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.

diğer haber gömülürken, bu haberin ne kadar çok servis edildiğini anladınız sanırım
Barnabas İncili'nin orjinal nüshaları, bildiğimiz kadarıyla şuan hala gizli tutulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Vatikan, elbette şirketlerinin ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci olamayacaktır. Ayrıca, tamamen Hristiyan olan batı nüfusunun, bu İncili okuyup İslam'a geçtiğini  ve tüm batının Müslüman olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu, elbette önüne geçilmesi gereken bir durumdur batı için.


Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.


Selam ve saygı ile.

KUR'AN VE SÜNNET

$
0
0

Selamın aleyküm.

İslam dini apaçık mucizelerle doludur. Kur'an'a baktığınızda görürsünüz ki, daha birkaç yıl önce keşfedilen şeyler barındırır içinde. Ve bu Kur'an mucizelerine artık her yerden kolayca ulaşabilirsiniz. Zira dini sayfaların dışında, kendisini dine yönelten kişiler de ''işte Kur'an mucizeleri'' içerikli yazılar yazmakta.


Fakat benim dikkatimi çeken bir şey oldu bu konuda. Kendisini sonradan İslam'a döndüren bu insanlar, yalnızca Kur'an mucizelerinin üzerinde durmakta. Ve hatta bazıları da resmen sünneti ve hadisleri reddetmekte.


Tabi bu gibilerin dinledikleri adamlar Yaşar Nuri, Abdülaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu, Edip Yüksel veya İhsan Eliaçık gibiler olunca, bunun olması elbette kaçınılmaz. Zira bu adamların hepsinin hadislerle ilgili sorunları vardır. Hatta bazılarının ayetlerle bile vardır.


Ben bu yazıda biraz farklı davranıp, Kur'an mucizeleri yerine hadislerden bahsetmek istiyorum. Yazmayı düşündüğüm diğer yazıda da ''hadis ve sünnet mucizeleri''ni konuşmayı planlıyorum Allah'ın izniyle.


Geçenlerde bir takipçim de bu konuda güzel bir soru sordu ;

''Bizim için kaynak Kur'an evet, peki hadislerin yeri ve önemi nedir?'' dedi ve devam etti ;
''Bazı arkadaşlarım hadislerin güvenilir olmadığını söyledi ve yalnızca Kur'an'a bakılmalı dedi''

Şimdi isterseniz biz de önce Kur'an'a bakalım, ve Kur'an'da sünnetin yeri neymiş onu görelim ;

''Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa da ondan sakının.'' Haşr,7

Şimdi bu ayeti açıklamaya çalışalım biraz.

Peygamberin bize verdiğini almamızı ve yasakladığından da sakınmamızı istiyor Allah Kur'an'da. Ve bizim bildiğimiz üzere İslam ve Kur'an hem evrenseldir, hem de ayetlerin geçerliliği sonsuza dek işlevini sürdürecektir.


Yani Peygamberin emrettiği, tüm Müslümanlara emredilmiştir ; ve yasakladığı da yine tüm Müslümanlara yasaklanmıştır. Ve Hz. Muhammed s.a.v. son peygamber olduğu için, O'nun mesajı kıyamete kadar sürecek ve O'na tabi olan herkesi bağlayacaktır.

Peki O'nun mesajı sonsuza dek ulaşacaksa, biz mesaja nereden ulaşacağız?
Aklınıza ilk gelen şey  ''e Kur'an var ya'' demek olmuştur büyük ihtimalle. Fakat bizzat Kur'an'da ''Onun size verdiği alın ve yasakladığından sakının'' diyorsa, demek ki Peygamberin bize verdiği her şey Kur'an'da  yok. Eğer Peygamberin verdiği her şey Kur'an'da olsaydı, böyle bir ayet herhalde gereksiz olacaktı. Zira Kur'an'da birçok şey yasaklanmış ve birçok şey de helal kılınmıştır.


Ve eğer Peygamberin verdikleri ve yasakladıkları biz Müslümanlar için Kur'an ile sabit bir bağlayıcı kural ise, Resülullah zamanında yaşamayan ve O'nu göremeyen Müslümanlar için ne bağlayıcı olacak? Yine ''sadece Kur'an olacak o zaman'' gibi bir yorum gelebilir aklınıza. Fakat bizzat Kur'an, Peygamberin verdiği başka şeyleri de bize emrediyor.


Diyelim ve devam edelim Kur'an'dan örnekler vermeye ;

''Andolsun ki Resülullah, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.''  Ahzap, 21


Yine bu ayette de bizlere Hz. Muhammed sav.'in güzel bir örnek olduğu söyleniyor. Ve ben de yine soruyorum ; ''Bizim için güzel örnek olan Hz. Muhammed'in yaptıkları ve söylediklerine nereden erişeceğiz?'' Allah, Hz. Muhammed'i bizlere örnek olarak gösterdiğine göre, biz Müslümanların da aynen O'nun gibi olmamazı istiyor demektir. Ve Resülullah gibi olmak demek, O'nun gibi ibadet etmek, konuşmak, giyinmek ve hatta yemek yemek, su içmek yani kısacası her şeyde O'nun gibi olmak demek değil midir?


Nisa Suresi'nden devam edelim ;

''Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan yöneticilere de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız, onu Allah'a ve Peygamberine götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.'' Nisa, 59


Ayette ''anlaşmazlığa düştüğünüz konuyu Allah'a ve Resulüne götürün'' diyor. Anlaşmazlığa düşülen konuyu Allah'a götürmekten kasıt, bu konuda ''Kur'an'a başvurmak''tır. Zira Kur'an, direk Allah katından indiği için, bir konuyu Kur'an'a götürmek, o konuyu Allah'a götürmektir.


''Allah'a ve Peygambere'' diye ayrıldığına göre, demek ki Kur'an'da olmayan bir meseleyi çözmek için bunu Allah'ın Resulüne götürmemiz gerekiyor. Peygamberimiz zamanında yaşayanlar bunu bizzat Resulullah'a götürmüşlerdir, Kur'an'a binaen.

Peki O'nu göremeyen bizler ne yapacağız?
Peygamberi göremediğimiz için bu ayetin hükmü mü değişecek?
Elbette hayır.
Çünkü Kur'an hem evrensel, hem de kıyamete kadar hükmünü sürdürecek bir kitaptır.

Biz göremeyenler için bu ayetin açıklaması ''O konuyu Kur'an'a ve sünnete'' götürün''dür. Ve bizler, sünneti yani Peygamber sav.'in söylediği ve yaptığı şeyleri de ''hadisler''den öğreniyoruz. Böylelikle bu ayetin hükmü anlaşılıyor.


''Bizim için yalnızca Kur'an yeter, ben hadise madise inanmam'' diyenler için bu ayet yeterince yerinde bir cevap olmuştur ve bir başka ayette de şöyle der ;

''Hayır! Rab'bine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda, seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümlerden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, onu tam manasıyla kabullenmedikçe gerçekten iman etmiş olmazlar.''  Nisa, 65


''Peygamberin verdiği hükmü kabul etmemeyi bırak, kabul ettiğini söyleyip, içinden buna razı olmamak Allah indinde ''iman etmiş sayılmamak'' anlamına geliyor apaçık Kur'an'da.
Bu da demek oluyor ki, bir anlaşmazlık çıktığında önce Allah'a, sonra da Peygambere başvurulmalıdır.
Ve o da demek oluyor ki, anlaşmazlıkta önce Kur'an'a, sonra da hadislere başvurulmalıdır.


Ve yine bir başka ayette aynı konudan bahsediyor ;

''De ki ; Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez.'' Ali imran,32

Burada hem Allah'a, hem de Peygambere itaat etmek gerektiği anlatılırken, diğer cümle yüz çevirenlerin kafir olduklarını söylüyor. Yani sadece Allah'a iman etmeyen kafirdir değil, aynı zamanda peygambere itaat etmeyen de kafirdir. Allah'a itaat etmeyenlerin yanında, Peygambere itaat etmeyenler de ''kafir'' olarak adlandırılıyor bizzat Kur'an'da. ''Yalnız Kur'an yeter'' diyenlere buradan bir selam daha gönderiyoruz.


Bu ayetlerin manasının devamı niteliğinde bir başka ayet de şudur ;

''Kim Allah'a ve Resule itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddikler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.'' Nisa 69

Hz. Muhammed sav.'e itaat etmeyenlere kafir denmişken, bu ayette de Hz. Muhammed sav.'e itaat edenlere cennetin en güzel makamları vaad edilmiş.


Başka bir ayete bakarsak eğer ;

''''Çünkü ümmilere içlerine, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Şüphesiz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.'' Cuma,2


Ayette ''onlara kitabı ve hikmeti'' denilmekte. Burada kitaptan kasıt elbette ki Kur'an-ı Kerim. Peki hikmet ne? Burada çok aleni bir şekilde Kur'an'dan başka güzel bir kaynak olduğu zikrediliyor. Sanki her ayeti anlıyormuşcasına yalnız Kur'an'ın yeteceğini söyleyen arkadaşım, burada bahsettiği diğer kaynak ne peki? İşte bu kaynak Peygamber sav.'in yaptıkları ve söyledikleridir ; yani sünnettir, yani hadislerdir.
Çünkü hadisleri reddetsek bir sürü ayet gibi bu ayeti de reddetmemiz gerekecek. Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? (En'am, 21) 

Nisa Suresi'nin 80. ayeti de bu bahsi desteklemektedir ;

''Kim Resulullah'a itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur.''


Enfal Suresi, 21. ayet ; 

''Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kur'an'ı ve Resulullah'ın öğütlerini işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin.'' 

Bize çok açık bir şekilde ''Kur'an'dan ve Peygamberin sözlerinden'' yüz çevirmeyin diyor Kur'an'da Allah. Peki bu yüzyılda Kur'an'a sahip olan bizler, Peygamberin sözlerinden nasıl yüz çevirmemeyi becereceğiz? Yani bu ayet hükmünü mü yitirmiş? Haşa.
Bu demek oluyor ki, Kur'an'ın yanında sizin rehberiniz Peygamber sav'in hadisleridir.
Bir başka ayet ;

''Allah ve Resulü, herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.''  Ahzap, 33-36


Burada ''Allah ve Resulü hüküm bildirdikten sonra'' demiş Kur'an. Yani herhangi bir meselede, Allah'ın belirttiği bir hüküm yoksa ; başvurulacak yer Peygamberin hükmüdür. Bu konuya örnek olarak, dövme yapmak hakkında Kur'an'da bir hüküm bulunmamasına rağmen, Peygamber sav. ''yapmayın'' demiştir. Ve bir insan ''Kur'an'da yok, peygamberin demesi önemli değil, önemli olsa Kur'an'da yazardı'' deyip, Peygamberin hükmünü saymazsa ''kafir'' olur. Zira bu, Peygamberin yalan söylediği veya söylediğinin bir önemi olmadığını savunmaktır. Bu konuda Kur'an'ın tutumu da çok açıktır.


Son olarak Nisa Suresi'nden şu ayeti açıklayalım ;

''Biz her peygamberi, -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de, Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.''  Nisa, 64


''Eğer peygambere gelip bağışlanmayı dilerlerse, ve Peygamber de onlar için af isterse, Allah onları fazlasıyla affeder.'' diyor ayet. Yani Peygamber duasının ne derece büyük etkiye sahip olduğunun kanıtı. Bu ayeti de şefaati reddedenlere ve Peygamber övgüsüne mazhar olmuş insanlara iftira atanlar için yorumlamış olalım ve hadislerle devam edelim.


Hadislere itibar etmeyen veya edilmemesini söyleyenlerin ağızlarından düşürmedikleri cümle şudur ;
''Hz. Muhammed sav. hadis yazılmasını yasaklamıştı!''
Bu cümleyi düstur edinmişlerdir kendilerine.


Şimdi gelin bu konuyu mantık çerçevesinde ve delilleriyle ele alalım.

Resulullah sav ; ''Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim Kur'an dışında bir şey yazdıysa bunu imha etsin'' demiştir. Yani hadis yazılmasını yasaklamıştır. Burası doğru.

Peki şimdi biz sadece bununla mı amel edeceğiz?
Kur'an'ın da tümünü okumadan sadece birkaç ayet okursanız, eksik veya yanlış hükme varabilirsiniz.


Örneğin Cin Suresi 26. ayeti okursanız ''Allah bütün gaybı bilir. Fakat onu kimseye açmaz.'' hükmüyle, hiç kimsenin asla gaybı bilemeyeceğine kanaat getirirsiniz. Fakat devamı okursanız ; ''Ancak seçtiği elçiye açar'' ayeti ile karşılaşırsınız, ve bütün hüküm değişir.


Şimdi gelelim konumuza.
''Hadis yazmayın'' hükmü, bir hadis kitabı olan Müslim'de geçer. Yani bu cümlenin kendisi aslında bir hadistir. Yani hadis yazımının yasaklandığına inananlar, bu olayın kaynağı olarak bir hadis kitabını ve bir hadisi gösterirler. İşte bu da insanoğlunun bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunun bir kanıtıdır.


Eğer gerçekten samimi iseniz ve kanıtınız da varsa, Peygamber sav'in  ''hadis yazmayın'' cümlesinin kaynağını bana gösterebilir misiniz? Yoksa bu cümle Kur'an'da mı geçiyor? Hani sizin için tek kaynak Kur'an'dı? ''Hadis yazmayın'' hükmüne inanarak, aslında bir hadise inanıyorsunuz halbuki. Bu cümle en sahih hadis kitaplarından biri olan Müslim'de geçmese, bu fikre ve inanca nasıl varacaktınız?


Sizler ya yalan söylüyor ve hadislere inanıyorsunuz, ya da hadislere inanmamamız için bizlere gösterdiğiniz sebep ve kaynak hakkında yalan söylüyorsunuz. Bu çok açık. Bu konuda bi anlaşalım. Eğer bana Kur'an'dan, hadislerin aleyhinde bir ayet söylerseniz ben de inanırım. Fakat biraz önce ben size hadislerin önemini belirten ayetler gösterdim.


O zaman bu hadisin anlamı ne ve neden söylenmiş onu konuşalım.
Peygamberimiz sav'in hadis yazmayı yasaklamasının sebebi, o sıralarda hala Kur'an ayetlerinin iniyor oluşudur. Bildiğiniz üzere ayetler ezber yoluyla akılda tutuluyor, zor şartlar altında veya sonradan yazıya geçiriliyordu. Ve sahabeler de hem Allah'tan gelen Kur'an ayetlerini yazıyorlar ve ezberliyorlar, hem de Peygamber sav.'in sözlerini yazıyorlar ve ezberliyorlardı.


Ezbere dayalı kayıt sisteminde, bir yandan Kur'an ayetlerinin ezberlenmesi ve yazılması ; diğer yandan da hadislerin ezberlenmesi ve yazılması elbette riskli olacaktır. Hz. Muhammed sav de, ayet ve hadislerin karışmasından korktuğu için, Kur'an henüz inerken bunu yasaklamıştır. Çünkü kağıt sıkıntısı olduğundan, bazı hadisler ayetlerin bulundukları sayfaların kenarına köşesine not ediliyordu.


Ve Peygamber sav, ayetlerle hadislerin karışmasının ne büyük bir tehlike olduğunu senden benden daha iyi biliyordu elbette. Zira Kur'an-ı Kerim'de Allah kelamından başka hiçbir söz yoktur. Aksi halde Peygamberden gelen Allah'tan gelen ile karışır ve bu en büyük şirk ve küfür olurdu. Durum bu kadar açık ve basitken, Hz. Muhammed sav. bu riski alır mıydı?


İşte tam da bu yüzden o dönem için hadis yazmak yasaklanmıştır. Bu konudaki bir diğer hadis de, bu olayı kanıtlar niteliktedir ;

''Hz. Peygamber sav dedi ki ; ''Allah'ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden önceki ümmetler Allah'ın kitabının yanına kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.''


Yani Kur'an'ın yanına hiçbir kelime, hiçbir nokta dahi insan tarafından eklenemez. Bu yüzden yasaklama kararı kadar tutarlı bir davranış olamazdı o dönemde. Bir sahabe, bir vahiy katibi hem ayeti hem de hadisi ezberinde tutarsa, ikisini birbirine karıştırma olasılığı elbette ki vardır.


Fakat bu tehlike geçince Peygamber sav, hadis yazma yasağını da kaldırmıştır. Buna kanıt olarak birkaç hadise göz atalım ;

''Resulullah sav'den duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Fakat Kureyş beni bundan nehyetti. Ben yazmayı bıraktım. Durumu daha Allah Resulüne açtım, o da bana ; ''Yaz'' dedi ve mübarek eliyle ağzını işaret ederek ''Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz''  Ebu Davud


''Resullah sav ashabında Abdullah b.Amr' hariç benden daha fazla hadis rivayet eden yoktur. Çünkü Abdullah yazar, ben ise yazmazdım.''  Buhari


''Benim sözlerimi işitip, iyice belledikten sonra başkalarına aktaran kişilerin Allah yüzlerini ak eylesin'' Ebu Davud ve Tirmizi


''Resulullah sav bir hutbe verdi ve hutbesinde bir kıssadan bahsetti. Bunun üzerine Ebu Şah ; ''Ey Allah'ın Resulü! Bana bu kıssayı yazar mısın?'' Resulullah da ''Ebu Şah için bunu yazınız'' buyurdu.'' Tirmizi


''Allah'ım! Benden sonra gelip hadislerimi ve sünnetimi rivayet ederek insanlara öğreten halifelerime rahmet et.'' Şereful Ashabi'l Hadis


Burada kendisinden sonra hadis ve sünneti insanlara öğretenlere ''halifelerim'' demiş ve açık bir övgü yapmıştır Allah'ın Resulü.

''Sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabı Kur'an'dır. Tutulup gidilecek yolların hayırlısı da Resülullah'ın yolu, yani sünnetidir. '' Müslim

Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi Peygamberimiz sav, hadis yazmayı bizzat teşvik etmiştir. Çünkü artık Kur'an ayetleri ile karışma söz konusu değildir. Hadis yazmanın bir diğer önemli noktası ise şudur;

Bildiğiniz gibi Kur'an-ı Kerim'de uzun uzun peygamber kıssalarından bahseder. İlk peygamberden, son Peygambere kadar birçok peygamberin hayat hikayeleri, yaptıkları ameller ve seçimler anlatılır. Çünkü daha önce yaşanmış olan bu olaylardan insanların bir ders çıkarması istenilmiştir.


Fakat malumunuz ki, Kur'an'da Hz. Muhammed'in kıssaları, yani hayat hikayesi geçmez. Peki O'nu göremeyen, yaşadıklarına şahit olamayan bizler, en son gönderilen Peygamberin kıssalarına nasıl ulaşacağız? O'nun yaşadıklarından, seçimlerinden ve amellerinden nasıl haberdar olacağız?

Kur'an'la mı?
Bunun olamayacağı aşikar.
Sadece Kur'an yeter'cilere soruyorum, Allah, peygamberlerinin hayatları üzerinde bu denli durmuşken ve bize bunları ders olarak vermişken, son gönderdiği Peygamberin hayatı bize nasıl rehber olacak? Kur'an'da bu denli peygamber kıssasının geçmesi, Hz. Muhammed sav'in kıssalarının da insanlara ulaştırılmasının ne derece önemli olduğunun kanıtıdır.


Bizler önce gönderilen peygamberlerin kıssalarını Kur'an'dan, son gönderilen Peygamberin kıssasını ise hadis kitaplarından öğreniyoruz.


''Hadis yazılması yasaklanmıştı'' deyip konuyu kapatanların bu bilgiyi edindiği yerin bir hadis kitabı olması inanılır gibi değildir. Peki hadis yazılması gerçekten kıyamete kadar yasaklanmış olsa idi, bir hadis kitabı yazılması Peygambere muhalefet etmek olacaktı. Allah da Peygamberin kararına uymayanı kafir olarak nitelendirmişti. İslam'ın yayılmasındaki en önemli unsur olan sahabeler, Peygamber için seve seve ölüme giden sahabeler bu küfre düşmekten hiç korkmamışlar mıydı? Ayrıca bu hadis kitabı yazan insanlar bu kadar salak mıydı ki, yasaklandığına dair olan hadisi bu kitabın içine koydular?


Bunu yapmak kitabın kendisini baştan yalanlaması demektir. Bu işi yapanlar ''hadis yazalım da çıkarımız olsun'' diye bir niyetle bunu yapsalardı, bu tür hadisleri kitaba elbette almazlardı. Fakat kitabın ortasından bir hadisi cımbızlayıp onunla hükmedenler, hadis yazılmasının yasaklandığı görüşüne elbet varırlar.


Bu tıpkı şu hikayeye benziyor ;

Bir gün Bektaşi'nin biri, hocaya gitmiş ;

''Hoca bak, Kur'an'da açık açık yazıyor ; namaz kılmayın! ''

Hoca köpürmüş ; ''Nerede yazıyor, göster bakayım? ''

Bektaşi, Nisa Suresini açmış ve hocaya ayeti göstermiş.

Hoca da demiş ki ; ''İyi ama bunun başında ''sarhoşken'' var. ''Sarhoşken namaz kılmayın'' yazıyor.

Bektaşi arkasına yaslanmış ; ''Valla ben o kadarını bilmem!''...


Yani kişi kendisini başta neye şartlamış ise, neye bakarsa baksın onu görür.
Sonra neden Hz. Peygamber sav, kendi ashabına anlattığı şeyleri onlardan sonra gelenlerin de duymasını istemesin ki? Bilakis ashabına verdiği öğütlerin tüm Müslümanlara iletilmesini ister elbette Peygamber sav.


Sonra bir de hadislerin yazıldığı metodu ve tarihi tenkit ederler. Yok efendim 200-300 yıl sonra yazılmış falan. Biraz önce gösterdiğim hadisler, Peygamber sav'in zamanında hadislerin yazıldığının en açık delilidir.


Bunun en güzel kanıtlarından biri şudur ;

El Hasan İbnu Amr İbnu Umeyye ed Damri şöyle diyor ;

''Ebu Hureyre ra'ın yanında bir hadis rivayet ettim. Ancak o, ''Böyle bir hadis yok'' dedi. Bunu kendisinden işittiğimi söyledim. ''Bunu benden işitmişsen, o bende yazıldır.'' dedi ve elimden tutarak beni evine götürdü. Orada bana Peygamber sav'in hadislerinin bulunduğu pek çok kitap gösterdi. Rivayet ettiğim hadisi buldu ve ''Ben sana demedim mi, eğer ben bir hadis rivayet ettiysem, o bende mutlaka yazılıdır.''

Zira yine Hz. Ebu Hureyre, kendisinden daha çok hadis yazan Abdullah bin Amr'dan bahsetmişti. Yani hadis yazma Hz. Muhammed sav döneminde bizzat yürütülüyordu. Hatta Hz. Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr gibi bazı sahabe bizzat bu işi görev edinmişler idi. Sahabe bizzat Peygamber sav'in kendisinden duydukları şeyleri yazıya geçiyorlar ve bunları muhafaza ediyorlardı.


Peki sahabeler ''ben de şu hadisi duydum, bunu da yazın'' diyerek mi bunları kaynağa geçiriyorlardı?

Hadis rivayetinde çok titiz bir çalışma vardı o dönemde. Hadislerin nasıl yazıldıklarına Hz. Ömer ile bir örnek verelim ;

Ebu Sa'idil Hudri anlatıyor ;

''Ensarın bulunduğu bir mecliste oturuyordum. Ebu Musa el-Eşari beti benzi atmış bir şekilde çıkageldi. Korku içinde idi. Bize ''Hz. Ömer ra'ın huzuruna girmek için izin istedim. Üç sefer tekrar etmeme rağmen cevap alamadım, ben de geri döndüm. Arkamdan adam göndererek geri çağırttı ve ''Niye girmedin?'' diye sordu.

''Üç sefer izin istedim, cevap alamadım. Ben de geri döndüm. Çünkü Resulullah sav'in, ''Biriniz üç sefer izin istedikten sonra cevap alamazsa geri dönsün'' dediğini işittim.'' diye açıklama yaptım.

Bunun üzerine Hz. Ömer ; ''Allah'ın Resulü sav'in böyle söylediğine karşı delil getirirsin, ya da elimden çekeceğin var!''

Bunun üzerine ben de Ebu Musa ile beraber gittim ve Allah'ın Resulü sav'den bunu işittiğimi söyledim. Hz. Ömer de ; ''Ey Ebu Musa! Ben seni itham etmiyorum. Fakat halkın Resullah sav hakkında gelişigüzel konuşmasından korktum.'' dedi.


Hz. Ömer, ''Ben yeni bir hadis işittim ve tahkik edeyim dedim'' diye devam etti.

Devamında Hz. Ömer halka seslenerek ; ''Kim bir rivayet etmeye kalkarsa, bilsin ki şahit getirmedikçe rivayeti reddedilecektir! ''


Yani hadis rivayet etmek bazılarının sandığı kadar kolay bir iş değil, hele ki bunları yazmak hiç değil. Bazıları ''hadisler 200 sene sonra yazıldı'' der, fakat tüm bu bilgilerden bihaberdir. Hadisler 200 sene sonra yazılmamıştır gördüğümüz üzere, yalnızca tıpkı Kur'an'da olduğu gibi bir araya getirilip, kitap halini almaları daha sonra olmuştur.

O zaman aynı eleştiriyi Kur'an için de yapabilecek misiniz? Kur'an'ın kitap haline getirilmesi Peygamber sav'den sonra, Hz. Ebu Bekir zamanındadır. Çoğaltılması da Hz. Osman zamanında. Bu demek değildir ki daha önce yazılmamış olsun. Hadisler de sahabeler tarafından bizzat yazılmış, Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz döneminde bir araya getirilmiştir.


Bazı kıt zekalı blog yazarlarının dediği gibi 9. yüzyılda falan yazılmamıştır hadisler. Ömer bin Abdülaziz'in halifeliği 717 ve 720 yılları arasındadır. Peygamber sav'in vefatı 632 yılı olduğuna göre, aralarında 85 yıl vardır. Ve bu süre de Hz. Muhammed sav zamanında doğan çocukların hala yaşayabileceği bir süredir. Hangi 200 yıl sonrası, hangi 9. yüzyıl arkadaşım?


Ayrıca Peygamberin hadisine ve sünnetine uymamak, bu dini yaşamamaktır. Kur'an'da namaz kılın der, fakat namazın nasıl kılınacağı konusunda tek bir kelime var mı? Peki hadis inkarcılarına sorarım o zaman ben ;
''Namazını neye göre kılıyorsun? Kaç rekat kılıyorsun? Ne okuyorsun? Nasıl rüku ve secde yapıyorsun? Nasıl selam veriyorsun?'' Kur'an'da en çok üzerinde durulan şeylerden biri olan namazdır, fakat nasıl kılınacağı hakkında tek kelime geçmez. Bu da bizlerin sünnete ve hadislere ne derece muhtaç olduğumuzun kanıtıdır.


''Binlerce hadis var'' diyenlere de son olarak bir şeyler söyleyelim ve daha fazla uzatmadan bitirelim. Hz. Peygamber sav 23 yıl peygamberlik yaptı. Peygamberlik süresince de devamlı konuştu, vaaz ve hutbe verdi. Yalnızca Kur'an ayetlerini okumadı ; o ayetleri tefsir etti, yani açıkladı. Ayetleri yorumladı ve ashabına neyin ne olduğunu anlattı. 23 yıllık bu kutlu Peygamberlik süresince binlerce hadis olması bence az bile. Bizler birkaç ay içinde binlerce konu konuşuyoruz.

Kur'an bizlere imanın esaslarını anlatmış ve nasıl iman etmemiz gerektiğini öğretmiştir ; sünnet ve hadisler ise yaşam tarzımızın nasıl olacağını ve bizlere Kur'an ile öğretilen imanı hayatımıza nasıl uygulayacağımızı öğretirler. İşte bu yüzdendir ki, şeytan bizden nasıl yaşamamız gerektiğini anlatan şeyleri aldı ve yaşamımızı neye göre düzenleyeceğimiz konusunda bir rehberimiz kalmadı. İnsan girdiği kaba uyum sağlayan bir varlık olduğu için, hayat tarzına müdahale edildiğinde buna uyum sağlayacak ve artık ''inandığı gibi yaşamaya değil ; yaşadığı gibi inanmaya'' başlayacaktı.


Nitekim öyle de oldu. Müslümanlar, kafirlerden aldıkları yaşam biçimlerini kendi dinlerine uyarlamaya çalıştılar. Oysa ki Allah Kur'an'da, defalarca onlara örnek olarak Peygamber sav'i vermişti. Müslümanların bugün geldiği nokta ise ''biz Kur'an'dakine iman ediyoruz zaten, peygamber gibi yaşamaya gerek yok'' denilen seviye oldu. Çünkü şeytan biliyordu ki, onların yaşam tarzlarını ellerinden alırsan mutlaka imanları da zedelenecekti. Ve Müslümanlar sonunda Muhammed'in s.a.v. yolundan gitmeyi bıraktılar.


Bu konu üzerinde biraz daha durmak ve hadis ile sünnet mucizelerini konuşmak dileğiyle..
Allah'a emanet olun.

SEMBOLİZM III

$
0
0

Birkaç gün önce ölen Paul Walker için medyanın yas ilan ettiği, insanların ''ay canımm ya inanamıyoruum, çok üzüldüm ama şimdiiiiee'' ve ''Paul'cum huzur içinde yat aşkımm, kalbimizdesiinn'' diye mesajlar attıkları ; fakat İslam alimi olan Abdülkadir Molla'nın idam kararına zerre kadar tepki göstermeyen, kalbinde en ufak bir kıpırdanma olmayan, çünkü bu sırada noel kutlamak için planlar yapan, amma ve lakin kendisine Müslüman diyen beyin özürlülerin ülkesinde ve dünyasında yaşayan tüm ciğersizlere selam olsun.


Geri zekalılık popülarite getirdiği için, bu uğurda kendilerini satan insanlara da ''selametle'' diyorum.
Allah geri zekalılığınızı ve satılmışlığınızı artırsın panpalar.

Neyse hacı.
Biz kendi konumuza dönelim. Zira gösterdikleri geri zekalılık, satılmışlık ve çakmalıkla övünen insanlara ne söylesen az ve ne söylesen fayda etmez. Eşek yine eşek.


(Bu arada şu müzik de bi hoşuma gitti ya, alın siz de fon müzüğü falan yaparsınız ehe ; Link)
Bu arada birçok arkadaş ''feys veya twitter hesabın var mı'' veya ''hesap açsana'' diye mesaj gönderiyor. Fakat en azından şimdilik düşünmüyorum be hacılar. Geçenlerde konferans vermeye de başladım, kafa baya bi yoğun bu ara yani. Bi de ben habire nete girip de durum paylaşan biri de değilim hacı, ondan.
Ama açarsam haberiniz olur elbette.
Arada söylemek istediğim acizane şeyleri sayfanın sağ üstüne yazarım takip etmek isteyenler için.
Bi de cevap vermeyeceğimi sanıp mesaj atmayan arkadaşlar varmış, yok hacı burnum o kadar büyük değil. Siz benim yazılarımı okuyacaksınız, ben sizden gelen mesajları okumayacam mı, alla hallaa.
Bu tür mesajlar sık geldiği için ''hiçbir mesaj cevapsız kalmaz'' diye not düşmüştüm bi ara hatırlarsanız. Biz o taifeden değülük yanü hacu.
Seviyorum sizi.

Why so serious hacı?

Sembolizm demiştik, iyidir hoştur.
İlk iki yazıda genel olarak bir açıklama getirmiştik. Ama sonra bu konunun asıl başlangıcı ve önemli noktasını atladığımı fark ettim.

Aşırı derecede klişe bir konu olduğundan atlamıştım belki de bunu. Fakat bir kez de olsa bahsetmek gerek diye düşünüyorum.

Şu ''tek göz'' meselesi..

Benim de içine düştüğüm çok büyük bir hata var bu konuda. Etrafta dolaşan bilgi çöplüğüne, bilgi kirliliğine aldanarak ben de ''bu tek göz Horus'un gözüdür.'' demiştim. Fakat aslında mesele çok daha farklı.
Mesele sadece tek göz değil arkadaş, sen hala anlamadın mı?


Bugün her televizyon kanalında, her dizide, her filmde, her şarkıda ve daha başka her yerde karşımıza çıkan tek göz'ün hikayesi aslında hepimizin kıyıdan köşeden bildiği fakat bu kadarını bilmekle yetindiği, dahasını ve detayını hiç araştırmadığı ; araştırmaya da gerek duymadığı bir konu.

Ve dediğim gibi o bilgi çöplüğüne aldanan ve hata yapan kazmalardan biri de benim.
Allah müstahakımı versin emi.


Velhasıl kelam, konuya gelelim.
Hz. İbrahim'in hayatını az çok bilirsiniz. Kendisi ''Halilullah'' yani ''Allah'ın dostu,arkadaşı'' lakabına sahiptir. Ve kendisinden sonra gelen tüm büyük peygamberler onun soyundandır.


Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail'i kurban etmek için bir tepeye çıkarırken şeytan yollarına çıkar, kendilerine görünür ve Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'e bundan vazgeçmeleri için vesvese vermeye başlar. Hz. İbrahim as. da, yerden taş alır ve iblise fırlatır.


İblis, Hz. İbrahim ve İsmail'e ; tıpkı Hz. Adem'e olduğu gibi sağ tarafından yaklaşır ve ona ''ne tür vicdansız bir baba oğluna kıyar adamım, hadi ama kendine gel, come on man u cant do that!'' gibi duygusal ve dostça şeyler söylemeye başlar. Fakat Hz. İbrahim Halilullah'tır, haniftir, ve asla taviz vermez. Bunun üzerine yine taş atar, ve bu taş iblisin gözüne gelir ve iblisin gözü kör olur.

Hz. İbrahim bu sınavda hem Allah'a sadakatini kanıtlamıştır, hem iblisi yenmiştir, hem de iblisin bir gözünü çıkarmıştır. Ayrıca iblis, kendisine her taş isabet etiğinde toprağa gömülmüştür. Ve o yerlerde de ''şeytan taşlama dikili taşları'' dikilmiştir. Tabi iblisin evlatları tarafından Kabe'deki şeytan taşlama taşları kaldırılmış durumda ve biz bir duvarı taşlar durumdayız.


Yaşasın hilafetin ilgası ve İslam devletinin yıkılışı!

Neyse, devam edelim.
Yani biz şunu öğrendik ki, Hz. İbrahim şeytanı tek gözlü bıraktı.
Elde var bir.
Devamı var.
Bazılarının bu inanca sahip olmadığını biliyorum, bu yüzden bu konu hakkında müdellel ve müstakil bir yazı yazmayı düşünüyorum Allah'ın izniyle, şimdiden söyleyeyim.
İkincisi ''deccal''dir ciğersizler.
Şimdi hemen ''al işte yıaa, deccale inanıyomuş bu da biee, püf üf ğööö'' gözlüğüyle bakmayın, hadislerin bilimsel olsun, tarihsel olsun delillerini yazdığım gibi bunun da yazacam merak etmeyin.


Deccal hakkında o kadar çok sahabeden gelmiş o kadar çok kesişen hadis vardır ki tevatürdür artık bu konu. Onlardan bir tanesi Sahih-i Buhari'de geçer ki şöyledir ;

''İlk peygamber dahil, hiçbir peygamber yoktur ki ümmetini deccal hakkında uyarmış olmasın. Ben size onların haber vermediği bir şeyi haber vereyim mi? Onun tek gözü kördür! ''

Bir başkası Sahih-i Müslim'de şöyledir ;
''Deccalin tek gözü kördür.''

Deccal hakkındaki hadisler tevatür niteliğindedir. Yani o kadar çok sahabeden gelmiş ki, gerçek olmama imkanı yoktur.


Şimdi gelelim günümüzdeki bu sembolizm ile bağlantısına.
Bildiğiniz gibi Yahudilerin bekledikleri bir kral var. Hadislerden biliyoruz ki, deccal onların bekledikleri kral olarak gelecek. Bu yüzden ilimde derinleşmiş olanlar biliyor ki, o tek gözlü. ''Deccalin her yere işaretlerini bırakacağını'' bildiğimiz için, bu konuyu anlamak hiç de zor olmuyor zaten.

bu kadını da çok beğeniyom ya, damn it 
Görmekten artık bıktığımız ve midemizi bulandırmaya başlayan, her yerde karşımıza çıkan bu ''tek göz'' olayı, işte tam da bu temele dayanır. Hz. İbrahim iblisi tek gözlü bırakmıştır, bir başka veri de deccalin tek gözlü oluşudur.


Hadislerde bize ''tek gözlü tek gözlü'' diye 1400 yıldır anlatılıyor, ve içinde bulunduğumuz yüzyılda bakıyoruz ki her bir yanda ''tek göz'' sembolizmi var. Siz daha hadisleri reddededurun, biz olayı çözme aşamasındayız.


Bunları bilince, neden her yerde artık insanın midesini bulandırırcasına tek göz sembolü yaptıklarını anlamak hiç de zor olmuyor. Tabi bu Horus meselesi de elbette bununla alakalı. Yani düşünsenize, tamamen mitolojik tamamen efsanevi bir tanrı uyduruyorlar ve bu tanrının tek gözü kör oluyor, ve tek göz onun sembolü oluveriyor. Yani işin sonu her anlamda iblise ve deccale dayanmakta. Çözebilmek için ise biraz ilimle uğraşmaya ihtiyaç var.


Dünyanın her yerine taptıkları sahte tanrılarının (iblis) ve bekledikleri sahte krallarının (deccal) sembollerini koyuyorlar, böylece ''artık her şeye sahibiz'' demiş oluyorlar kendi hastalıklı beyinlerince işte.
Az salak herifler değiller yani.
Psikopatlık derecesinde bağlı oldukları inançları onları sonunda dünyayı ele geçirmeye kadir oldu.


Bu yazıyla hem kendi hatamı düzeltmiş, hem de başka bir yazının temelini atmış oldum.
Eğer Müslümansanız (eğer diyorum çünkü öyle olmayan okuyucularım da var), şuan dünyada dönen bu inanılmaz olayları, sembolleri, siyasetleri anlamak için İslami kaynaklara bakın.
Size bu yeter de artar bile.

Saygı ve selam ile canlar.

DİNLER ARASI DİYALOG

$
0
0

Selamın aleyküm.

Daha önce bu konu hakkında birkaç yazı yazmıştım. Fakat bir de olayı iyiden iyiye anlamak için, inceden inceye üstünde durmak gerektiğini düşündüm. Buna binaen de dinler tarihi başlıklı altı tane yazı yazdım.


Çünkü bir şeye karşı çıkacaksak, bunu körü körüne değil; sebepleriyle yapmamız lazım.
Müdellel olmamız lazım.
Olmamız lazım ki, biri çıkıp da ''gardeşim ne var bunda yıa siz de çok şieysiniez'' gibi muhalif tavırlar sergilerse, o sümsüklere ''al işte bu yüzden anasını satıyım! Kaybol şimdi! '' diyebilelim.


O zaman bizi serbest bırak da gidelim hacı.
Let us go.

Şimdi öncelikle bu diyalog meselesine mantıklı bir bakışla başlayalım.
Söz konusu olan şey, yani diyalog bence çok ama çok yararlı, ve eşi bulunmaz bir fırsata dönüşebilecek bir olay.

Bunun sebebi;
Çünkü bize diyaloğa girmemizi söyledikleri adamlar; Yahudi ve Hristiyanlar.
Yani bir yaratıcıya, başlangıç ve bitiş gününe, ölümden sonra tekrar dirilmeye yani ahirete, cennet ve cehenneme inanan insanlar.


Yani en temel noktaları çok sağlam.
Bu adamlara kalkıp da ''olum bak mal mısın sen? nasıl her şey tesadüften meydana gelir olum, ispirto mu içiyosun sen? keçi mi kemiriyosun anasını satıyım?'' demeye asla ihtiyacımız yok.
Adamlar 1-0 önde başlamışlar zaten.


Fakat tüm bunlara inanmalarına rağmen, işin sonunda hepsi başka bir yola sapmış ve haliyle sapıtmışlar.
Tam da bu yüzden diyalog, Müslümanlar için bulunmaz bir fırsat olabilir.


Zira bu adamların Allah inancı ve bununla birlikte en temel inançları var, sen zaten buna inanan adamlara bir de Kur'an'daki ve İslam'daki inanılmaz mucizeleri gösterirsen, kalbi taşlaşmamış ve gözleri körelmemiş ise, çok büyük ihtimalle Müslüman olacaktır.

Bunun için yapılması gereken şey de, bu insanlara İslam'ın ne olduğunu ve ne olmadığını anlatmaktır.
Ki benim gördüğüm birçok Hristiyan da bu yüzden Müslüman oldular zaten.
Hristiyanlık olsun, Yahudilik olsun inanılmaz çelişkiler ve akılla bağdaşmayan fikirler barındırdığı için, bu insanlar hem beyinlerini, hem de kalplerini tatmin edecek yegane şeyin İslam olduğunun farkına varıyor.

Şu Hristiyan klişesi vardır ya hani ;

-Peder, İncil'deki bu şey çok saçma ama, bu bilime aykırı!
-Bu noktadan sonra bilimi unutman lazım evladım, yalnızca kalbinle iman edeceksin.
-What the hell are you talking about right now man! That's crap!

amenoo
Bu kilise, bu adamları 2000 yıldır nasıl hala aynı saçmalıkla kandırabiliyo hacı ya?
Tanrı hata yapar mı lan?
Neyse.
Biz devam edelim.

Bahsettiğim şekilde yapılacak olan diyalog, elbette sakıncasız olmakla birlikte İslam adına yararlı olacaktır.
Fakat bahsettiğimiz ile yaşanan arasında, dağlar hatta okyanuslar var maalesef.
Şuan yürütülmekte olan diyalog faaliyeti, çok açık bir şekilde bir projeye hizmet etmekte ciğersizler.


Yapılan tüm faaliyetler, İslam kanunlarının dışına çıkmış durumda.
Fakat Hristiyanlar olsun, Yahudiler olsun kendilerinden zerre kadar taviz vermiyor.
Eğer diyalog olacaksa, İslam'dan taviz verilmemesi gerekmez mi peki?
Eğer taviz veriliyorsa bunun adı ''diyalog'' mudur, yoksa ''bir yerde buluşma'' mı?


Lafa dünya turu attırmadan, yapılan tavizlerden bahsedelim.
Mesela önce temelden başlayalım.
Bu iş medyaya ve halka sunulurken kullandıkları cümle şöyle başlar ; ''İbrahimi dinler...''
Balık baştan kokuyor gerçekten.
Yalnızca bu lafı söylemek bile bir Müslümanı dinden çıkarır hacı.
Bu Hz. İbrahim'in üç tane dine sahip olduğu veya üç dinin de onun dininden ortaya çıktığı veya üç dinin de atasının o olduğu yani tüm bu dinlerin hak din olduğu anlamına gelir; kimse zorlamasın veya itiraz etmesin, başka hiçbir anlam çıkmaz bu laftan.

Olay baştan yanlış bir kere. Baştan batıl.
Bakara Suresi bize der ki ;

''Rabbin, ona ''İslam ol!'' emrini verince, o ''Ben alemlerin Rabbine teslim oldum.'' dedi.
''Bu dini, İbrahim kendi oğullarına vasiyet etti, Yakub da öyle yaptı ; ''Ey oğullarım! Muhakkak ki, bu dini size Allah seçti, başka dinlerden uzak durun, yalnızca Müslüman olarak can verin!'' dedi.  ''131,132''


Bu ayetlerde ''İslam ve Müslüman'' kelimeleri açıkça zikredilmiş.
''İbrahimi dinler'' adı altında, diğer dinlerin de Hz. İbrahim'den türediğini söylemek de insanı dinden çıkarır, şöyle ki ;


''Yoksa siz İbrahim de,İsmail de, İshak da, Yakub ve onların torunları da hep Yahudi ve Hristiyan idiler mi demek istiyorsunuz? De ki: Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah'ın şahitlik ettiği hakikati bile bile inkar edenden daha zalim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gafil değildir.''


Yahudi ve Hristiyanlığın, Hz. İbrahim ve onun soyundan gelen peygamberlerle hiçbir alakası olmadığını bize bizzat Kur'an' söylüyor. Zaten ben de Yahudilik ve Hristiyanlık hakkında bu yüzden bu yazıları yazdım ki, nasıl ortaya çıktıklarını herkes bilsin.

Yahudilik de, Hristiyanlık da insan eliyle yapılmış dinlerdir.
Her peygamber kendilerine aynı mesajı getirmiş olmasına rağmen, bu mesaj insanlar tarafından tahrif edilmiş ve değiştirilmiştir.

Bu yüzden ''Önceden Hristiyanlık hak dindi'' demek de, yine İslam çizgisinin dışına çıkmak, yani dinden çıkmak, yani kafir olmaktır.

Sebebine gelince,
Kur'an'la sabit olduğu ve benim de delilleriyle gösterdiğim üzere, Hristiyanlık tamamen insan yapımı bir dindir. Bir toplantı salonunda, siyasi emeller için kurulmuştur. Ve insan eliyle kurulan hiçbir din, hiçbir zaman hak din olamaz. Buradaki ince olay şudur ; ''Hz. İsa zamanında ona inananlar, Hz. İsa'nın mesajına iman edip onunla amel edenler.'' Yani İsa'ya tabi olmak.


İşte bunun adı Hristiyanlık değil, İslam'dır.
Zira ilk peygamber dahil tüm peygamberler, insanlığa aynı mesajı vermişlerdir, bu mesaja din denir, ve mesaj tek olduğu için ; din de tektir. O din de İslam'dır. Bu dine inananlara da Mümin ve Müslüman denir.


Aynı durum Yahudilik, yani Musevilik'te de geçerlidir.
Kısacası Hz. İsa da, Hz. Musa da Allah'ın hak ile gönderdikleri ''İslam Peygamberleri''dirler.

Bu da şu demektir;
Ne Yahudilik, ne de Hristiyanlık asla ve asla hak din olmamıştır.
Hz. İsa ve Musa Müslümanlar iken, nasıl Yahudilik ve Hristiyanlık denilen insan uydurması bir isim ve din hak din olabilsin...?


''Hristiyanların peygamberi Hz. İsa, Yahudilerin peygamberi Hz. Musa'dır.'' ifadesi de en çok kullanılan ifadelerdendir. Fakat bu söz de insanı yine dinden çıkarır, sebebi ise aynı ;
''Tüm peygamberler İslam peygamberidir!''


Hz. Adem, oğullarına Allah'ın varlığını, birliğini ve kudretini anlatmıştı.
Onlara Allah'tan gelen her şeye şükür etmelerini, her şeyi yalnız Allah'tan istemelerini öğretmişti.
O'ndan başka hiçbir tanrı yoktu çünkü.


Fakat insanlar çoğalıp, dünyada farklı bölgelere yerleşince, şeytan onlara babalarının mesajını unutturdu.
Başka tanrılara tapmayı öğretti.
Allah'a şirk koştular.
En sonunda da Allah'ı unuttular.

Fakat Allah onlara, unuttukları şeyi tekrar hatırlatmak için tekrar peygamber gönderdi.
İnsanlar kısa bir süre için gönderildikleri bu dünyayı o kadar sevmiş, heva ve heveslerine o kadar kapılmışlardı ki, gönderilen peygambere inanmadılar. Onu yalanladılar.

Bunun üzerine Allah bu gibi birçok kavmi helak etti, çünkü yeryüzünde Allah'ın adı hiçbir insan tarafından anılmayacaksa, o insanların yaşamalarının ne anlamı vardı ki?
Allah insanları yalnızca kendilerine kulluk etmeleri için onları dünyaya göndermişti.

Her gönderilen peygamber, insanlara unuttukları şeyi hatırlatmak için gönderilmişti.
Fakat insanlar ve şeytanlar sonunda bu mesajı da tahrif etmeyi başardılar. (Yahudilik)
Mesaj tahrif olduğu, insanların yine haktan uzaklaştığı için Allah, bir kez daha peygamberler gönderdi.
Fakat tuttular bu kez bu mesajı da tahrif ettiler. (Hristiyanlık)


Ve bunu o kadar iyi yaptılar ki, ''İslam'' kelimesini dahi tarihten ve dinlerinden sildiler.
Dinin adına ''Hristiyanlık'' dediler, ''Yahudilik'' dediler.


Artık vaad olunan süre dolmak üzere olduğu için, son bir peygamber gönderildi Allah tarafından.
Son peygamber çünkü, O'ndan sonra kıyamet kopacak ve dünya hayatı sona erecek.
Ve ilk insandan bu yana sürekli insanlara hatırlatmak için gönderilen ve sürekli değiştirilen o mesaj, son peygamberle birlikte artık kıyamete kadar değişmeyecek.

İşte tüm bu sebeplerden dolayıdır ki, bu proje baştan çuvallamıştır. Ki zaten bu, siyonizmin Müslümanları bir kez daha yozlaştırma projesinden başka bir şey değildir. İnsanların imanlarını ellerinden almak için 200 yıldır yapılan projenin yalnızca çağdaş versiyonu.


Tüm bunların başında olaya ''ilahi veya İbrahimi'' dinler demek bile, bu yolun ne derece sapık olduğunun kanıtıyken devamı çok daha sapıkça ; ''Hristiyan ve Yahudiler de cennete girebilir''


Bakın en basitinden başlayarak bu işin ne boyutlara vardığını hatırlayalım.
Hristiyan olan Türk gençleri..
Müslüman olmak isteyen Hristiyanlara, ''gerek yok siz de cennete gideceksiniz zaten'' demek..
''Ehli kitapla amentüde ittifakımız var''demek..
''Bir Müslümanın bir Hristiyandan farklı söyleyeceği bir şey yok''demek..
Hakkında filmler yapmak..
Diziler yapmak..
Subliminaller vermek..
Gazete ve televizyonlarda haberler yapmak..
Muhammed'siz ezanlar okumak..
İmam, haham, müftülerle birlikte sırattan sembolik geçiş yapmak..
vs. vs..

Bakın Müslümanların çoğunluğu, bu saatten sonra ''hadi ben Hristiyan oluyorum'' demezler, arada elbet olanlar olur ama, toplumun ekserisi bunu yapmaz. Fakat ne olur biliyor musunuz, Müslümanları Hristiyanlardan ayıran hiçbir özellik kalmaz. Dinini kaybeden toplum, bağımsızlığını da kaybeder; Afrika örneğinde olduğu gibi.

Bazılarınız olayın boyutu hakkında fikir sahibi bile değildir.
Bunun ne derece ciddi bir konu olduğunu, gündemden düşmüş gibi göründüğünü fakat tam tersine tüm hızıyla devam ettiğini bilmez.
Çünkü bazılarının derdi din değildir, kendisi cumadan cumaya camiye gider, onda da ne yapılması gerektiğini bilmez; hutbeyi okumadan namazın kabul olmayacağını, cuma namazının 6 rekat değil 10 rekat artı hutbe olduğunu, hutbe okunurken de namazda gibi hareket edilmemesi gerektiğini bile bilmez. Fakat sorsan alimdir, İslam'ı da çözmüştür iki yüzlü orman çekirgesi!


Dünyanın her yerinde diyalog merkezleri açılıyor mesela, farkında mısın arkadaşım?
Ha senin için senden başkasının değeri yok tabi, o ayrı mesele.
Ama kıçıkırık kadın programlarında bile bu sapıkça diyalog mesajları insanlarımızın beynine çivi gibi çakılıyor, onun farkında mısın arkadaşım?

Amerika'da yaşayan kardeşlerimiz bile bunun farkında ve bu konuda bir şeyler yapmaya çalışıyorlarken, Latin harfleriyle iki tane ayet okudun diye kendini alim addeden arkadaşım, bunun farkında mısın şekerim?

Ha şeker parem?
Ha bal kabağım?

Bu zehirli projeyi yürüten de bizzat Zaman, Samanyolu ve bunların sahipleri.
Hani kaset çıkaracak kadar güçlü ve çirkin bir insan güruhu var ya, işte onlardan bahsediyorum.

Resmen Hristiyanlığı öven diziler yapmadılar mı?
İnsan iki dinli olur mesajı veren diziler?
Hem Hristiyan, hem de Müslüman başlıklı gazete haberleri..?


Müslüman bir kadının Hristiyan bir erkekle evlendirildiği haberini siz yaptınız mı yapmadınız mı kardeşim?
Orada haham, müftü ve papazın ne işi var peki?
Neden üçünün huzurunda yapılması gerekiyor bu işin?


Misyonerlik faaliyetleri inanılmaz dereceye ulaştı, bizim kendini alim sanan; her konuda yorum yapan ama Müslümanlar için kılını bile kıpırdatmayan moronlarımız var ya hani, işi de zaten onlar bozuyor hep.


Müslümanlarda birlik anlayışı kaybolmuş. Herkes kendisini dünyanın tek Müslümanı zannediyor, bu da zaten üzerimizde oynanan oyunun ne derece başarılı olduğunu gösteriyor. Yakında kiliselerde vakit geçiren Müslümanlar görürüz, ve buna şaşırmayız dahi. Çünkü biz birbirimizden uzaklaştıkça; onlar bize yaklaşıyor.
Hiç ''yok canm o kadar da dğlll'' falan demeyin, bundan 200 önce batılılar ''Müslümanları yenmek için hilafeti kaldırmamız lazım'' dediklerinde, bizimkiler yine ''yok cnmmm o kadar da dğllll bööö :))'' demişlerdi.
Geldiğimiz duruma bakın.

Şu videodaki adamın ne derece rahat ve kendinden emin konuştuğuna dikkat edin.

Bu tahminleri bu kadar açık ve net olarak nasıl yapabildiğini ben merak ediyorum doğrusu.

Ülkenin bir takım mecralarınca ''ünlü'' diye tanımlanan insanlarının, televizyonda veya üniversitelerde toplumun dini değerlerini mantık dışı bulduklarını söylemeleri, kimse tarafından dikkat çekmiyorsa, o toplum ''hasta adam'' olmuştur zaten.
Allah şifa versin.

Daha önce de karşılaştığımız gibi ; işin içinde her zaman ''para'' vardır.



Tüm dünyada sistem değişirken, en önemli unsur olan fikirler de değişmeli.
Fikirleri yönlendiren en önemli unsur da daima dinlerdir.
Yeni haçlı seferlerinin yine bu coğrafyaya yapılacağını hesap edersek, bu plan yine bize uygulanacak demektir.

Yeni bir din üretilmek isteniyor kısacası.
Yazıyı bitirmeden şunu da ekleyeyim.
Kimse ''La ilahe illallah'' derse Müslüman olmaz, Müslüman olmayan da cennete giremez.
Agnostikler de, deistler de ''tek bir yaratıcı var'' derler, bu onları cennete götürür mü şimdi?
Hz. İsa'nın tanrı veya tanrı oğlu olduğuna inanan her insan cehennemin dibinde yanacaktır arkadaşım, olay açık ve net. Nokta. Ünlem.


Aksini söyleyen de çok açık Kur'an'a ters düşer, İslam'a ters düşer ve bunlara ters düşen de ''Stalin gibi kafir olur, Ebu Cehil gibi kafir olur, Firavun gibi kafir olur...'' o kadar.
İndir o eli arkadaşım.
O kadar diyorum sana.


Kendisine ''cemaat'' diyen, Müslüman olduklarını söyleyen ve başlarındaki kişinin de ''hoca efendi'' diye anıldığı bir topluluk, sahibi oldukları medya organlarında hem dinler arası diyalog denilen sapıklığı finanse ve reklam ediyor; hem de dün ''haram'' dediklerini bugün ''helal''miş gibi gösteriyorlar.


Sevgililer Günü denilen bir rahibin gününü kutlayanları reklam etmekle kalmamış, ''Sevgililer Günü'' diye de güzel bir başlık atmışlar.


Dün haram dedikleri Coca Cola'nın bugün reklamını yapmaları ve bundan para kazanmaları nasıl açıklanır acaba, çok merak ediyorum ben hacı.


İşin kısası öyle bir devirde yaşıyoruz ki, devir evliya olmak değil; iman kurtarma devri.
Çünkü bütün saldırılar imanımıza yönelik.
Şeytan senin namaz kılıp kılmadığına değil, öncelikle imanına bakar, önce onu almaya çalışır ; böylece yaptığın her amel boşa gider. Sabaha kadar namaz kılsan da, yıllarca oruç tutsan da imanın olmadığı için gideceğin yer aynıdır.

Bu yüzden imanınızı kurtarın ciğerler.
Bilin, öğretin, yayın.
Al, ver, ekonomiye can ver yani.

Saygıyla selamlıyorum ve sizi seviyorum.
Esselamu aleyküm..

Viewing all 129 articles
Browse latest View live