Quantcast
Channel: tyler durden
Viewing all 129 articles
Browse latest View live

ABDÜLAZİZ DÜŞERKEN

$
0
0


Sultan II. Abdülhamid çok karışık bir dönemde geçmişti devletin başına.
Onun tahta çıkmasından üç ay evvel, amcası Sultan Abdülaziz bir darbe ile tahttan indirilmiş, ardından bir suikast ile öldürülmüştü.


Sultan Abdülaziz, tahttayken dünyanın en güçlü ordusunu kurmuştu. Dünyadaki tüm modern silahlar ve donanımları ordusuna katmış, baştan sona modern ve süper güçlü bir ordu meydana getirmişti. Bazıları  cahilliklerinden Osmanlı'ya ''gerici, yobaz, cahil'' der, bazıları ise art niyetinden.. Fakat Sultan Abdülaziz dönemi biraz incelenirse, geri kaldığı söylenilen dönemde dahi Osmanlı'nın ne derece ileri bir medeniyete kavuştuğu görülür.


15 yıllık saltanatında ülkenin her alanda gelişimi için gecesini gündüzüne katan, ilerleyen Avrupa'daki gelişmeleri bizzat gidip kendi gözleriyle gören Sultan Abdülaziz, Osmanlı'yı bu şekilde geliştirmesinin ve tekrar dünyaya hakim olma planının bedelini ne yazık ki hayatıyla ödedi.


Hani ülkemizde her on yılda bir darbe yapan batı var ya, işte bu işe Sultan Abdülaziz ile açıktan başlamışlardı. Sebep de asla değişmedi ; Güçlü bir Osmanlı, güçlü bir Türkiye, güçlü bir Müslüman birliği istemiyorlardı.


Sanayi devrimi adında bir şey gerçekleşmişti İngiltere'de, ve bu sanayinin yürümesi için enerjiye ihtiyaç vardı. Fakat sanayi devrimini başlatan Avrupa'da hiçbir enerji kaynağı yoktu. Dünyadaki tüm enerji kaynaklarının üzerinde ise ''Osmanlı'', yani ''İslam Birliği'' oturuyordu.


''Osmanlı, İslam birliği miydi?''

Evet.

Hatta birçok resmi yazışmada ''Devlet-i Aliye-i Muhammediye'' olarak geçerdi. Zira kendilerini, Hz. Peygamber'in Medine'de kurduğu devletin devamı olarak görüyorlardı. ''Bizi yükselten gücümüzün kaynağı, dinimize olan bağlılığımızdır.'' diyorlardı.


Avrupa, ihtiyaç duyduğu enerjiyi elde etmek ve ardında kendileri için her zaman tehdit olmuş ve olacak bir Osmanlı bırakmamak için masa başında toplandı ve o güne kadarki en büyük haçlı seferini yapma kararı aldı. Tabi enerji kaynaklarına talip çoktu, bu yüzden diğer taliplerle de savaşılması gerekiyordu. Kazanan enerjiyi kapacaktı, ayrıca yeni kurulan dünya düzeninin de lideri olacaktı.


Fakat 600 yıl Avrupa'ya dayak atmış bu köklü devleti yıkmak hiç kolay olmayacaktı. Hele ki dışarıdan yıkılması, savaşta yıkılması falan söz konusu dahi olamazdı. Birileri Osmanlı'nın yıkılıp parçalara ayrılacağını söylese, duyanlar buna bir taraflarıyla gülerlerdi. Bugün tarih kitaplarının ''yıkılmaya yüz tutmuş'' diye anlattıkları, ''geri kaldığı için yıkıldı'' diye lanse ettikleri Osmanlı'dan bahsediyorum.


Yıkılmaya yüz tutmuş, çökmek üzere dediğiniz devlet 1796 yılında Amerika'yı haraca bağlamış.

Trablus Antlaşması
Denizlerde Osmanlı bayrağını gören korsanlar, o gemiye saldırmayı hayal dahi edemezken,
Amerika'nın tarihinde yabancı bir dille (Türkçe) imzaladığı tek anlaşma Osmanlı ile iken,
O gün masonlar tarafından dünyanın yeni süper gücü olarak hazırlanan Amerika'nın sürüyle gemisi, Osmanlı donanmalarının eline geçmişken,
O kadar dost ve müttefik Avrupa Devleti dururken, Amerika Osmanlı'dan yardım istemişken,
sen hangi yıkılmaktan, hangi geri kalmışlıktan, hangi çöküşten bahsediyorsun arkadaşım?
Okul kitaplarından öğrendiğin tarihle gelip ahkam kesme bana.


Yıkılmaya yüz tutmuş veya geri kalmış bir Osmanlı'da, darbeler yapmaya, askerleri paşaları satın almaya, tüm dünyayı üstüne salmaya gerek olmazdı di mi?
Zira Sultan Abdülaziz ile başlatılan modernleşme ve ilerleme hamlesi, tüm dünyanın tabiri caizse ''ödünü koparmış'' idi. Ve Osmanlı'nın bu şekilde büyümemesi gerektiği için, Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi şarttı.


Bu köklü imparatorluğu dışarıdan yıkmak imkansız olduğu için, tek umut içerisi idi. Ve içeriye öyle güzel sızmışlardı ki, ordu komutanlarından, paşalarına, sadrazam (başbakan)larına kadar her yerdeydiler. ''Bu Osmanlı'yı savaşta yenemezsiniz. Fakat zayıf bir yönleri vardır; sonradan Müslüman olanları başlarına taç ederler, bunların aralarına yalandan din değiştirmiş adamlar sokun, içten yıkın.'' dediler.


Nitekim de öyle oldu, Osmanlı'nın içine gerçek kimliklerini gizleyerek, ''Müslümanız'' diyerek sızdılar. Çünkü Osmanlı'da gayrimüslimler ne askere, ne de devlete kabul edilirdi. Elbette bunun dışlama ile bir alakası yoktu, onlar gayrimüslimleri ''misafir'' olarak adlandırırlardı. Gayrimüslimlerin malı, canı ve tüm hak ve özgürlükleri devletin koruması altındaydı. Ayrıca bir gayrimüslimin devlette veya orduda yer alması, her zaman bir potansiyel tehlike demekti. Nitekim ne zamanki gayrimüslimler orduya ve devlete alınmaya başlandı, o zaman devletin adım adım yıkılışı vuku buldu.

Hüseyin Avni Paşa
Osmanlı'da gayrimüslimlerin devlet ve orduya alınmaları, Sultan Abdülmecid zamanında imzalan Islahat Fermanı ile başlamıştı. Avrupa, Osmanlı'ya baskı yaparak hazırlattığı bu fermanı, elbetteki insan haklarını düşündükleri için değil, Osmanlı'nın içine sızmak için hazırlatmıştı.

Midhat Paşa
Zaten yeterince hain kaynayan devlet ve ordu, bu fermanla daha da ateşe atılmıştı. Öyle hainler, öyle kilit makamlara gelmişti ki, tüm plan tıkır tıkır işliyordu.


Ta ki Sultan Abdülaziz tahta geçip olağan dışı bir büyüme gösterene dek..
Acilen bir şeyler yapılmalı, Osmanlı'nın büyümesi durdurulmalı, Abdülaziz tahttan indirilmeli ve hedeflenen işgal için uygun ortam hazırlanmalıydı.

Mehmet Rüşdi Paşa
Plan ilk önce ekonomik yönden darbeler vurmaktı, bu, gelişimi yavaşlatacak ve halkı huzursuz edebilecekti.
Daha sonraki plan isyanlar çıkarmaktı.
1875 yılında aniden Balkanlar ve Mısır'da çıkan isyanlar, buralarda öldürülen Müslüman halk, Osmanlı'yı zor bir duruma sokmuştu.


Gerekenler yapılmış ve Sultan Abdülaziz üzerinde bir baskı oluşmuştu.
Fırsat bu fırsattı.
Tüm bu planlı ve dış kaynaklı olaylardan hükumetin sorumlu olduğu söylenmiş ve 12 Mayıs 1876'da sadrazam Mahmud Nedim Paşa görevden alınmış, yerine Mütercim Mehmet Rüşdi Paşa,
Şeyhülislam Hasan Fehmi Efendi görevden alınmış, yerine Hasan Hayrullah Efendi ,
Seraskerliğe (genel kurmay başkanı) de Hüseyin Avni Paşa getirilmişti.


Ve bu geniş kadro değişikliğinden sadece 18 gün sonra, yani 30 Mayıs 1876 'da Sultan Abdülaziz, bir hükumet darbesi ile tahttan indirildi.


Tabi bu arada yerine geçecek veliaht şehzadeyi de olabildiğince bu görev için hazırladı Avrupa devletleri. Şehzade V. Murat, İngiliz veliahdı 7. Edward ile tanıştırılmıştı. Veliaht Edward'ın görevi, şehzadeye kendi fikirlerini empoze etmekti.

VII. Edward
Sosyal bir kulüp diye tanıttığı bir mason locasına kendisini üye yaptı. Fakat Edward, şehzadenin yakında padişah olacağını bildiğinden, kendisini daha ilk günden 33. derece üstad mason yapmıştı.

Artık şehzade de hazırdı.
V. Murad
30 Mayıs 1876 günü, isyanlar çıkarılmış ve sarayın etrafı ablukaya alınmıştı. Padişahı indirmek için gelen kadro işini yapmış ve padişahı tahttan hal etmişlerdi. Midhat Paşa ve avenesi mutluydu artık, Avrupalılar da öyle..


Fakat İngiltere, tahttan indirilmesine rağmen Abdülaziz'i hala bir tehdit olarak görüyordu.
Kendisini III. Selim'in boğdurulduğu odaya hapsetmişler ve dış dünya ile tüm bağını kesmişlerdi.
Fakat bu İngiltere için yeterli değildi.
Abdülaziz'in elbette seveni çoktu, ve böyle haşmetli bir padişahı elbet birileri tekrar başa getirmek isteyebilirdi.


İngiltere, tarihin en büyük sömürüsünü başlatmak için katettiği bu kadar yolu asla riske atamazdı.
Abdülaziz'in tamamen ortadan kaldırılması gerekiyordu.


Hal edilişinden beş gün sonra, tutsak bulunduğu Fer'iye Sarayında Kur'an-ı Kerim okurken kapıya Fahri Bey isimli baş hizmetkar ile üç pehlivan gelir. Abdülaziz olacakları anlamıştır.
Kloroformlu bir bez ile ağzı kapatılır ve yarı baygın hale getirilir.
Dördü birlikte Abdülaziz'in üstüne çullanırlar ve bileklerini keserler.
Abdülaziz yerdedir, fakat henüz ölmemiştir. Saatlerce yarı baygın halde kalmış ve acı çekerek vefat etmiştir.
Hüseyin Avni Paşa içeri girip cesedi kontrole geldiğinde, Abdülaziz ile göz göze gelmiş fakat odadakilere öldüğünü söylemiştir. Günlerce doktor çağırılmamış, otopsi yapılmamıştır.


Ne acıdır ki, Midhat Paşa önderliğinde yapılan bu suikaste ''intihar'' süsü verildi.
İngilizlerin ölmesini istediği bir adam, nasıl olmuştu da kendiliğinden intihar etmişti zaten?
Bu suikastin hemen ardından da eşi aynı şekilde bilekleri kesilerek katledilip ve ona da intihar süsü verildi.


Sultan Abdülaziz saltanatı boyunca vatanı ve milleti uğruna ne yapmamıştı ki...?
Hayatı boyunca zemzem suyu içen, Mekke ve Medine kutsal topraklarından gelen mektupları dahi, hasta yatağından kalkıp abdest alarak ayakta dinleyen, Çeçenistan'da Rus işgali ve zulmüne karşı direnen Şeyh Şamil'e yardım eden, bu uğurda Rusya'ya tehditler savuran, ülkenin her tarafını demir yollarıyla sarmaya başlayan ''gerekirse sırtımdan geçsin'' diyen, Osmanlı ordusunu ve donanmasını dünyanın en büyük ve modern ordularından biri yapan, halkı için her şeyi yapmaktan çekinmeyen bir sultan, böyle düşmüştü...


Allah tarafından mübarek kılınan Osmanlı hanedanının, mason yapılan padişahına bile ülkesine ve dinine ihanet etmek nasip olmamıştır. V. Murad, Midhat Paşa ve avenesine dolayısıyla Avrupa devletlerine verdiği hiçbir sözü ve vaati ''hatırlamıyorum'' diyerek yerine getirmemiştir. Bunun sonucunda da yalnızca 3 ay kalabilmiştir tahtta.


Abdülaziz düşerken büyük bir devlet bırakmıştır ardında. Ama ne var ki büyük devletin hainleri de büyük olmuştur.




CANVAS, OTPOR, OCCUPY VE GEZİ

$
0
0

Selam ciğersizler.

Yazının başlığı sizi ürkütmesin, oldukça anlaşılır bir yazı olacak.
Konu hakkında yeterince konuştuğum, yeterince bilgi ve belge gösterdiğim için, bu ve eğer olursa bundan sonraki yazılar yalnızca teferruat olacaktır.


İlk yazıdan bu yana, bu olaya dahil olan uluslararası örgütlerden, yapılardan ve ittifaklardan bahsettim.
İsrail Filistin'i kan gölüne çevirirken, ''İsrail kendini savunuyor''  diyen Amerika'nın, gaz yiyen insanlara gösterdiği anne şefkatini sorgulamaya çalıştım. LinkLinkLink

''alo, kendinizi mi koruyosunuz şekerim, tamam ben şimdi açıklama yaparım bebişim''
Mavi Marmara'da yardım için toplanan ve ellerinde bir tek silahları bulunmayan insanların üzerine ateş açıp, onlarcasını öldüren İsrail'i yalnızca ''kınama'' kararı alan Avrupa Parlamentosunun, aynı kınama kararını gazla müdahale eden Türkiye'ye de yapmasını sorgulamaya çalıştım acizane. LinkLink


Sahi Mavi Marmara'da ölen o kadar masum insan hakkında, bizim ağaç, demokrasi, özgürlük ve insan hakları aşığı ünlülerimizden hiç ses çıkaranı duydunuz mu hacılar? Merak ettim şimdi lan.

Neyse.

Geçenlerde bir de Obama'nın yardımcısı Biden açıklama yaptı Gezi olayları ile ilgili ; LinkLink


Uluslararası medyanın bu olay hakkında ne denli büyük bir ilgisinin olduğunu da merak etmiş ve sizlerle paylaşmıştım. Başta CNN olmak üzere, Amerikan medyası 9 saatten fazla canlı yayın yaptı Taksim'den.

Ve şunu bile yaptılar ;


Gaz maskesiyle dünyaya haber pazarlama.

Ha şimdi diyeceksiniz ki ; ''adam napsın olum gaz mı yesin anasını satayaam yua''

Ben de sana diyecem ki ; ''Lan haberi yapacak yer mi kalmadı anasını satayım, illa gidiyo gazın içinde yapıyo?''

Bu şekilde haber yapılmasının tek sebebi, dünyaya bu görüntüyü sunmaktır ve bir algı oluşturmaktır. Biraz beyni olan varsa bunu anlar zaten. Madem gaz var, 5 dakka sonra yap haberi embesil herif.


Medya manipülasyonun dışında, bu hareketin beynelmilel olduğunu söylemiştim. Ve biraz araştırınca kesinlikle öyle olduğunu gördüm.


Bakın Sırbistan'da Otpor ve Canvas adında sivil toplum örgütleri kuruldu.
Otpor, Sırpça ''diren'' manasındadır.
Bu örgüt daha sonra, ''şiddetsiz direniş merkezi'' anlamına gelen ''Canvas'' adında yeniden yapılandırıldı.
Görevleri gayet basitti, şiddet kullanmadan hükumetleri devirmek. Halkı örgütlemek ve bir toplu eylem başlatmak. Daha sonra gerekli abilerin yardımıyla ülke ve dünya basınında, ve sosyal medyada eylemler hakkında haberler yaymak. Tabi yalan haber de bunun en büyük parçası.


Halkı olabildiğince örgütleyip, eylemi olabildiğince kalabalıklaştırmak için bu gibi her türlü yönetme başvururlar. Aylar, bazen de yıllar öncesinden, eylem yapılacak olan ülkelerdeki kilit isimleri özel bir eğitime alırlar. Bazen bu kişiler, Canvas'ın merkezi olan Sırbistan'a gelir, bazen de eğitimciler planlanan ülkeye giderler.


Yugoslavya'nın dağılması sürecinde ilk kez kendini gösterdi Otpor. Ama konuyu biraz araştırırsanız, bu olayda zaten küresel ellerin olduğunu şıp diye anlarsınız ciğersizler.


Yugoslavya'nın dağılışı çok kilit bir olay oldu bu yüzyıl için. Tüm insanlığa bir narkoz uygulandı ; demokrasi. İnsanlık bu uğurda her şeyi yapar hale getirildi. Ve Otpor'un, koca bir devleti parçalamada gösterdiği başarı, bu örgütün daha çok işe yarayacağını gösterdi insanlara. Bu sebeple de tüm dünyaya yayılmaya başladılar.


Canvas'ın başkanı ''bazı ülkelerde çok iyi iletişim kurduğumuz gruplarımız var, ve yakında işe koyulacaklar''  diyor.


Sekiz ya da dokuz ülkeden bahsedebilecek seviyeye gelmiş durumdalar. Yani tüm dünyadaki emperyal, kapital ve sömürücü eller, kurdukları düzeni sizin yıkmanıza izin mi veriyor?


Burada ne gibi bir tehlikeden bahsettiğini ben çözemedim mesela. Gruplarının isimlerini çekinerek vermiyor. Fakat bu grupların varlığından bahsediyor. Çekindiğiniz şey halk olamaz, zira siz halk için eylem yapan sevgi pıtırcıklarısınız, onlara özgürlük vaat ediyorsunuz. Küresel güçler demeyin sakın bana, zira dediğiniz gibi sadece özgürlük arayan birkaç yeni yetmenin hükumetleri ve devletleri yıkabildiğini yalnızca embesil ergenlere yutturabilirsiniz.


Bakın Sırbistan devriminden sonra tam 37 ülkeyle çalışmışlar. Sizce bu küresel bir proje değil mi?
Nedeni de çok açık.
Yaklaşık 100 yıl önce ''ulus devletler'' diye bir düzen kurulmuştu. Buna ''yeni dünya düzeni'' dediler.
Fakat David Rockefeller şöyle dedi ; ''Dünyada 200 civarı olan ulus devlet sayısı, yakın tarihte 1000'e çıkacaktır. Dünyada ulus devletlerin modası geçmiştir. Gelecekte, devletler finans sektörü tarafından idare edildiğinde, dünyaya barış ve huzur gelecektir.''


Şimdi bir virgül atıp, hemen başka bir pencereden gidelim. Dünyaya haber pazarlama demişken, bunu biraz örneklendirelim. Örneğin Mehmet Ali Alabora, CNN International'a röportaj verdi ;


Sonra Okan Bayülgen ;


Tabi olaylar sadece bunlarla sınırlı değil ;


CNN, Kazlıçeşme mitingini ''hükumet karşıtı protesto'' olarak gösterdi.


 Ünlülerimiz, İngilizce tweetler atmaya başladı.


Amanpour denilen kadın bir CNN spikeri, Gezi olayları hakkında senden benden çok haber yaptı kendisi. Ve Akp danışmanı İbrahim Kalın canlı yayına bağlanıyor ;


İbrahim Kalın ''ellerinde molotoflarla ve taşlarla Beyaz Saray'a yürüyen bir grup olsa siz ne yapardınız?'' diyor, ve Amanpour bacı ''Mr. Kaliiin, show is over'' diyerek programı kapatıyor panpa.
Tamamı için ; Link

Okan Bayülgen ve Mehmet Ali Alabora'nın konuşmasını da keseydin ya abla..
A pardon, onlar özgürlük ve demokrasi adına konuşan sevgi kelebekleriydi di mi, özür dilerim..


Ve bu olayla ilgili şöyle bir şey de söyleyeyim; Taksim'de olaylar daha başlamadan, Amerikan basın organları yayın aracı kiralamışlar. LinkLinkLink
Zaten olayları ilk günden beri vermeleri, şüpheye yer bırakmıyor.


Sonra aklıma Kemal Kılıçdaroğlu geliyor, ''Bu hükumete saldıracağız ve bu hükumeti düşüreceğiz'' diyor bizim kestaneci Kemal. LinkLinkLink


Lan hani o zaman demokrasi anasını satayım?
Bir kemalist için demokrasi yalnızca parti içinde kimin seçileceği derecesindedir. Bu ülkede bir parti yüzde elli değil, yüzde doksan oy alsa, bu herifler gene ''demokrasi isterüüüüükk, biz halkıııııızzz...''  derler.

KeMal ne biliyordu da bunu söyledi acaba?

Sonra, Suriye'de binlerce insan ölmüşken ve hala da ölürken, ''Suriye'nin iç işine karışmayalım'' diyen bu Kemal, Alman başbakanı Merkel'e Gezi hakkında mektup yazıyor ; LinkLinkLink


Fakat hızını alamıyor, bir de Hollanda'ya mektup gönderiyor ; LinkLinkLink


Tabi merdivene ters binen Kılıçdaroğlu vitesi boşa almış, kaptırdı gidiyor. Yabancı basına ''bakın Türkiye'de neler oluyor yaa''  diye bir basın toplantısı yapıyor ; LinkLinkLink


Şöyle bir düşünelim şimdi ciğersizler;
  • Kemal Kılıçdaroğlu Almanya başbakanına mektup gönderiyor,
  • Kemal Kılıçdaroğlu Hollanda başbakanına mektup gönderiyor,
  • Kemal Kılıçdaroğlu yabancı basına bu olayı reklam ediyor,
  • Kemal Kılıçdaroğlu yabancı basına Türkiye'deki olayları haber yapmaları için telkinde bulunuyor,
  • Mehmet Ali Alabora İngilizce tweetler atıyor,
  • Mehmet Ali Alabora CNN'de röportaj veriyor,
  • Okan Bayülgen CNN'e röportaj veriyor,
  • Tüm ünlüler konu hakkında onlarca tweet atıyor,
  • Tüm ünlüler Taksim'de toplanıyor,
  • Madonna, Bruce Willis, Moby gibi dünyanın takip ettiği ünlüler Gezi için tweetler atıyor,
  • CNN, Taksim'de 9 saatten fazla canlı yayın yapıyor,
  • Tüm dünya medyasında, dünyanın bir numaralı gündemi Gezi oluyor,
  • Taksim'den Amerikan savaş muhabirleri maskeler takarak hükumet aleyhinde haber yapıyor.
  • Avrupa Parlamentosu Türkiye'yi kınıyor.

Yani ciğersizler, bu olayın dünyaya pazarlanması isteniyor.
Ve işin içinde kimlerin olduğunu da görün.
Bir bankanın genel başkanı bile oradayken, başka söze ne hacet.


Bu arada banka demişken, Chp'nin İş Bankası ile ortak olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. LinkLinkLink

Sosyalist olduğunu söyleyen bir parti, halkın partisi olduğunu söyleyen bir parti, bir banka ile ortak. Zaten Chp'nin milletvekillerine bakıyorsun, neredeyse yarısı İş Bankası'nda yöneticilik yapmış. Bankacılık demek, halkı soymaktan başka bir şey değildir ciğersizler.


Bu olaylar çerçevesinde veya başka zaman, Chp'nin hiç faiz sistemini, sömürü düzenini, bankacılığı eleştirdiğini gördünüz mü?


Bir de aklıma gelmişken, Tayyip Erdoğan'ın yaptığı bazı hatalı açıklamalar olmuştu. ''%50'yi zor tutuyoruz'' falan yanlıştı örneğin, ve bunu dile getirenler oldu, eyvallah.
Fakat aynı kişiler Kılıçdaroğlu'nun kışkırtıcı sözlerini neden hiç ağızlarına veya yazılarına almadılar merak ediyorum.
Lan adam ''ikinci bir kurtuluş hareketini, kurtuluş savaşını başlatmalıyız'' dedi olum lan.
Şahsen ben hiçbir partiye oy vermeyen ve İslam'dan başka siyasi bir görüşe sahip olmayan biriyim ve yanlış gördüklerimi söylerim.

''ya anne kameralar çekiyooooo''
Ben şunu da hatırlıyorum, şuan gaz yiyen insanlar için tüm dünyayı ayağa kaldıran insanlardan, kısa bir süre önce ; ''İsrail kendini savunuyor. 3 çocuk öldü diye politika oluşturulmaz.'' gibi bir yorum da gelmişti. LinkLink


Farklı bir pencere daha açalım.
Şimdi bazılarınız merak etmiş olabilir, ''dünyanın dört bir yanından bu kadar insan, gezi için nasıl ayaklanabildi?'' diye.


Olay aslında çok basit ciğersizler.  Bahsettiğimiz Otpor, Canvas örgütlerinin, başkanın ağzından duyduğunuz gibi birçok ülkede faaliyet merkezleri var. Bunlar, ayaklanma için gittikleri yerde uzunca bir süre çalışıp, oluşum için insan topluyorlar. Ve bu insanlar ne yazık ki, tek merkezden yönetiliyor. Böylelikle, Türkiye'de bir eyleme kalkıştıklarında, diğer ülkelerdeki faaliyet merkezlerine haber yollayıp, oradaki insanları da aynı anda sokağa dökebiliyorlar.


Gezi için ayaklananları bir düşünün; İsrail'den Amerika'ya, Almanya'dan İngiltere ve Fransa'ya, Kore'den Japonya'ya kadar bir sürü ülke insanı Gezi olayları için ayaklandı. Çünkü işin başındaki abileri, ''etkin bulunduğumuz tüm ülkelerdeki insanları burası için ayaklandırın'' diye bir verdi onlara.


Tabi bu işin basın ve sosyal medya ayağı da vardı.
Türk basını 28 Şubat darbesinde çok fena mimlendiği için, bu olaya eli mahkum tedbirli yaklaştı.
''Basın sansür uyguluyo yaaa'' diyen embesillere söylüyorum;
Sansür uyguladığını söylediğiniz basının ''Gezi parkı'' adında bölümleri var, tüm bir haber programları bu konuya ayrılmış durumda.
Fakat onların sansürden kastı şu ; ''Aylin isimli bir kızı panzer ezdi ve öldü.'' haberini medyanın haber yapmasını istiyorlar. Medya, yalan olduğunu bildiği için bu haberi yapmıyor. Çünkü yalan haber yapma hakkını 28 Şubat'ta fazlasıyla kullandılar. Bu kez de aynı şeyi yapmaları, medya patronlarının kellelerini vermeleri anlamına gelir. Bunu göze alamazlar.


Fakat yalan haber yaymanın tek yolu medya değildir; ''ünlüler'' vardır.
''Madem medya ile yapamıyoruz, biz de ünlüleri kullanırız.''



Ünlüler demişken de Mehmet Ali Alabora'yı ayrıca konuşmamız lazım bence.
Ben pek yorum yapmadan sadece olaylar ve haberler üzerinde duracam.
Mehmet Ali Alabora, olaylar başlamadan önce Londra ve Mısır'a gitmiş, haberlerde görmüşsünüzdür. LinkLink

Daha sonra ''mi minör'' adlı bir tiyatro yönetmişti kendisi. Şuradan kendi yorumlarını dinleyebilirsiniz.


Bu video da iki yıl öncesinin videosu.
Mehmet Ali Alabora, tıpkı Gezi'deki gibi ''özgürlük,insan hakları'' gibi cibi laflar ediyor.
Yani bu olay çok daha öncesinden yürütülmeye başlanıyor gördüğümüz gibi.


Ne garip tesadüftür ki, Mehmet Ali Alabora önce bu konuları işleyen bir oyun yapıyor, Londra ve Mısır'a gidiyor ve Gezi Parkı olaylarının bir numaralı ismi oluyor, ''sen hala anlamadın mı arkadaş, hadi gel'' diyor, CNN'e röportaj veriyor, İngilizce tweetler atıyor.


Düzenin değişmesini isteyen, kapitalizmi eleştiren adam kalkıyor ve bu düzenin yürümesinin en büyük sebebi olan bankaların reklamından trilyonlar alıyor anasını satayım. Hangi düzeni değiştirecen olum sen?
Bu dünyanın kanını emen kurumlardan trilyonlar alan biri bana ''düzen müzen'' ayakları yapmasın, ayağına bacağına sıçtırmasın. Millet  ''daha önce nerdeydin, biz zulüm görürken niye sesini çıkarmadın'' deyince, utanmadan sıkılmadan ''bi çekilin ya işimiz var'' diyecek kadar bu düzenin kölesi olmuş birini dinleyen ve onunla aynı yolda yürüyenlerin ağzına ayrıca sıçayım.

''ay çok düşüncelisin mali'cim yaa cnm bnmmm muahh :)))''
Halkız diye ayaklanan adam, sana imza vermeye burun kıvırırken, hangi halktan bahsediyorsun lan sen?
Bu ülkede başörtülüler sokaklarda sürüklenirken sesini çıkarmayan döl israfları, itler ve hayvan artıkları, uğruna kıçlarını başlarını açtıkları batıdan alkol yasası gelince ''özgürlüğe müdahaleeee'' diye ayaklanıyor ve kendilerini özgürlük savaşçıları ilan ediyor. Halk partisi adındaki bir parti, halkı sömüren bankalardan biriyle çalışıyor.. Bu ne iki yüzlülüktür, bu ne şerefsizliktir arkadaşım ya.

Bu eylem hareketleri tüm dünyaya yayılmış durumda. Hatta zamanında Hugo Chavez için de böyle bir ayaklanma oldu ve Hugo Chavez, olayların Otpor adındaki bu küresel örgütün işi olduğunu basının önünde söyledi.


Emperyal güçlere karşı direnen adam olarak bildiğimiz ve hiçbir şeyi söylemekten çekinmeyen Hogo Chavez de bu örgütün kurban listesinde yer almış anlayacağınız.

Chavez, Otpor'un simgesini basına gösterirken
Bu örgüt Arap Baharı'nda da kendisini göstermişti. Zira bu olayın altında bizzat kendileri vardı.



Ve hep aynı sembolü görürüz, sıkılı bir yumruk ;


Aklıma da şeyi getirdi bu ;
hmmm, ilginç şimdi yani ne diyim panpa
Başkanları şöyle bir şey söylüyor ;


Gezi'de de bunlar çıkıyor karşımıza;




Hatta Halk Tv bu işe epey bir gayret harcadı ;


Takım çalışması için de birtakım taktikler varmış ;



Now here we are, in Gezi Parki ;




Son olarak Le Monde' un karikatürüyle bitiriyoruz ciğersizler;


Şu karikatür, batının düşüncesini net olarak kanıtlamakta.
Türkiye'nin İslam'a dönmesi, kendilerinin en büyük korkusu zira.
Çünkü İslam'a dönen bir Türkiye'nin, İslam dünyasını tekrar birleştireceğini biliyorlar.
Yavuz Sultan Selim zamanında kurulan dev İslam birliğini, I. Dünya Savaşı'nda tüm güçlerini seferber ederek dağıtmışlar, çeşitli yalan efsanelerle, propagandalarla Müslümanları birbirlerine düşman etmişler, yani kısaca bölüp, parçalayıp yönetmişlerdi.


İşte tam da bu nedenle Türkiye'deki laikliğin koruyucusu, bir asırdan beri batı dünyası olmuştur.
Fakat Allah'ın vaadi gerçektir, ve İslam birliği kurulacaktır. İslam, kıyametten önce dünyaya son kez hakim olacaktır. Ve elbette diriliş, İslam'a en çok hizmet eden bu millet tarafından başlayacaktır.


2023'te sömürü anlaşmaları resmen bitecek ciğersizler. Bu tarih, bu yüzden önemli.


Mesele sadece gezi değil arkadaş, sen hala anlamadın mı..?


AYASOFYA

$
0
0

Cümleten selam ciğersizler.

Malumunuzdur ki, ülkelerin kendilerini anlatan, kendilerine has özellikleri vardır. Sembolleri..


Bazı ülkelerde, ülkelerin ismiyle özdeşleşmiş olan şeyler, ülkelerin bağımsızlık sembolü haline gelmiştir.


Tabi her ülkenin milli eseri konusunda söylenemez bu, örneğin Türkiye'ye gelip peri bacalarından bir tanesini balyozla kırarsan, ülkenin bağımsızlık sembolüne hakaretten kimse seni hapse atmaz. Veya Çin Seddi'nden birkaç taş çalarsan, ülkeye savaş ilan etmiş olmazsın. Kimse sana hain gözüyle bakmaz. Ama gelir de dozerlerle ''çok eski bişey bu yaa, gerici misiniz siz, yıkıyoz bunu''  derseniz, bir buçuk milyar Çinlinin ağzınıza etmeye başladığını görürsünüz.


Fakat Amerika'ya gidip, Manhattan'daki Özgürlük Heykeli'ne elindeki sopayla vurmaya başlarsan, bu, Amerika'nın bizzat kendisine, bağımsızlığına ve tüzel kişiliğine yapılmış bir hareket olur ve seni oracıkta anandan doğduğuna pişman ederler.


Keza benzer bir şeyi Brezilya'daki meşhur İsa heykeline yaparsanız, yine aynı sonuçla karşılaşırsınız. Kısaca hiçbir ülke kendi milli sembolüne kesin suretle zarar verdirmez, onları her pahasına korurlar. Ülkedekilerin hangi ideolojiye sahip olduğu önemli değildir, zira görüş farklı olsa bile, milli duygu ve kültür aynıdır. Bu nedenle bu milli simgeler, ulusların hazineleridir.


Ülke isimlerini duyunca aklımıza hep belirli resimler gelir. Örneğin ;


Amerika deyince aklımıza Özgürlük Heykeli gelir. Amerika'nın sembolüdür.


Brezilya deyince akla İsa Heykeli gelir.


Hindistan deyince ; Taç Mahal.


İtalya deyince ; Kolezyum.


Çin deyince ; Çin Seddi.


Fransa deyince ; Eyfel.


Mısır deyince ; Piramitler.


Avustralya deyince ; Sidney Opera Binası.


Suudi Arabistan deyince ; Kabe.


Rusya deyince ; Kremlin Sarayı.


Yunanistan deyince ; Parthenon Tapınağı akla gelir.

Türkiye deyince kimsenin aklına Anıtkabir gelmez ama, onu söyleyeyim. Zira yukarıdaki Yunan tapınağından farkını söyleyin bana? Ya da Washington'un anıtından..
Washington, Tapınak Evi
Türkiye deyince akla Ayasofya gelir, Sultan Ahmet gelir. Süleymaniye gelir, Selimiye gelir, Topkapı Sarayı gelir, Kız Kulesi gelir. Yani yaparsanız yapın, bugün bizi Osmanlı'nın eserleriyle tanırlar. Bu topraklardaki tüm özgün eserler Osmanlı ürünüdür çünkü. Cumhuriyet dönemi şöyle iyi, böyle güzel diye övenlere soruyorum, cumhuriyet tarihi boyunca ne yapıldı? Hangi özgün bir eser meydana getirildi?

Neyse.
Ayasofya  ''İstanbul'un fethinin'' sembolüdür. ''Burası artık Türklerindir'' demektir işte bu. Eğer sen tarihinin en özel sembolünü kalkar da müzeye çevirir ve aslından uzaklaştırırsan ne olur?


Şimdi sakın bana ''amaaaaann nolcak yeeaa sen de heee'' falan diye kaz kafalılık yapmayın anasını satayım. Bu ülkenin bağımsızlık sembolüdür Ayasofya. Ne senin anayasandır, ne de milli marşın. Bugün işgal altında olan ülkelerin hangisinde anayasa ve milli marş yok onu söyleyin bana.


Biz ülkemizi her türlü işgalden kurtardıysak eğer, neden bağımsızlığımızın sembolünü kaybettik onu düşünün. Neden ülkedeki Hristiyanların kullandıkları kiliselere bir şey olmadı da, ülkenin bağımsızlık sembolü olan Ayasofya'ya dokunuldu onu düşünün.


Yeni bir özgün eser yapılsa idi, hadi neyse değiştirdiler diyecektik. Zira geçmişle olan tüm bağlarımızı yine cumhuriyet koparmadı mı... Nedeni bugün asla mantık çerçevesinde açıklanamayacak şekilde ülkedeki camilere savaş açılmadı mı.. Her 500 metrede birden fazla cami varsa, biri kapatılacak diye bir kanunname yapılmadı mı bu ülkede.. İyi de ne zorunuz vardı onu anlamak mümkün değil işte.


Şöyle düşünün, biri gelip Vatikan'daki Sistine Şapeli'ni müzeye çevirse ne olur?
Veya Manhattan'daki özgürlük heykelini, ''boşuna orada duruyor'' diyerek alıp bir yere kapatsa?
Ya da Brezilya'daki İsa heykelini beğenmeyen biri, o heykeli kaldırsa..
İşte tüm bunlar Ayasofya'nın ibadete kapatılması ile eşdeğerdir. Diğer eylemleri yapmak nasıl ülkelere yapılmış birer hakaret olarak algılanıyorsa, Ayasofya'nın ibadete kapılması da aynı şekilde algılanır.


Zaten dikkat ederseniz nerede din düşmanı, nerede kemalist var, hepsi aynı şeyi söyler ; ''amaaaaaaannnnnn bırakınn yeeaaa, nolcak yanee cami işte, bi sürü cami vaaarrr zateeeeennn''


O gavatlara ''o zaman anıtkabiri de boşaltalım, müze yapalım ''  deyin, oldukları yerden Jüpiter'e kadar zıplayarak ''ne diyosuuuunnn laaaannn seeeennnn!!! haiiiiinnnnnnn.....nnn!!!!''  derler.


Çünkü bazı insanlar gavatlıkta master professionel'dir. Bu insanların asıl karşı çıktıkları şey, Müslümanların isteklerinin yerine getirilmesidir. Bu sebeptendir ki, Müslümanlar ne isterlerse karşı çıkarlar. Fakat kendileri bu ülkenin bağımsızlık sembolüne karşı çıkarak, aslında zavallı insanlar olduklarını ispatlar ve bununla gurur duyarlar. Bunların ellerinde ''kahrolsun Amerikan emperyalizmi'' yazılı pankartlar, ayaklarında ise konvers ayakkabı vardır. Protestodan sonra da gidip Mc Donalds'tan yemek yerler. Halk içinde entel ve modern görünür, tek başlarına kaldıklarında burunlarını karıştırıp koltuğun kenarına sürerler. Sümüklerini kollarına siler, peçeteyi de boş yere buruştururlar.


Fakat aynı insanlara bir Atatürk heykelini yıkmayı teklif dahi edemezsin. Merak etmeden duramıyor insan, neden onca cami ve kilise varken, özel anlamı ve yeri olan Ayasofya seçildi bu iş için? Zaten olayın püf noktası da budur işte.


Ve şunu da biliyorum ki, Ayasofya'nın tekrar ibadete açılma olasılığı oluştuğu anda, bu olay aleyhinde çook fazla spekülasyon yapılacak, itirazlar olacak. ''Taksim'deki AKM'ye dokunmayııın'' diye kıçlarını yırtanlar, Ayasofya'nın açılmasına karşı çıkacaklar. Çünkü Müslümanları sevindirecek bir olay, bu insanları daima üzmüştür ve üzecektir. Sözcü gibi gazeteleri takip ederseniz, bunu anlarsınız.
Ama öyle veya böyle, Ayasofya ibadete açılacaktır.


Necip Fazıl Kısakürek'in sesinden Ayasofya meselesini dinlemek ve biraz olsun üzerinde düşünebilmek için;  Link


UEFA'NIN MEN KARARI HAKKINDA

$
0
0


Bildiğiniz gibi UEFA, Fenerbahçe ve Beşiktaş'ı Avrupa kupalarından men etti.

Men etme olasılığı haberlerinin ilk çıktığı günlerde arkadaşlarıma şöyle dedim ;

''Bak görürsünüz ikisini de men edecekler.''

Daha takımlarımızın men edileceği kesinleşmemişken, bu olay ilk çıktığında aynen de bunları söyledim arkadaşlarıma. Çünkü bu çok aşikardı.


Arkadaşlarım ''ne alaka, nerden biliyosun olum?'' dediler.

Ben de onlara ''çünkü'' dedim,
''Amerika, Gezi olaylarını bahane ederek üstümüze gelmeye başladı. Avrupa, da Gezi olaylarını bahane ederek üstümüze gelmeye başladı. Avrupa Parlamentosu, üyesi olmadığımız halde bizi kınama kararı aldı. Başbakanlar yüklenmeye başladı.


İşte bu yüzden, vurabildikleri her alanda darbe vuracaklar bize. Bu ister ithalat, ihracat olsun, ister medya olsun, isterse futbol olsun, olimpiyat olsun.

Yani diyecekler ki ''bütün güç bizim elimizde. İstesen de, istemesen de her şey bizim elimizde. Biz ne istersek onu yaparız. Biz istemeden basit bir futbol maçına bile katılamazsın.''


Şimdi bazılarınız ''sen de abartma amağa ğoyum yaa'' falan diyecek, eminim. Büyük resmi göremeyen at gözlüklüler cirit attıkça, şu interneti sadece porno izlemek için kullananlar oldukça, biz kızı etkilemek uğruna ''ben çok koyu taraftarımdır ya, maçta kafayı yerim kırıp dökerim yani o derece :))'' diye olmadığı kılıklara giren iki yüzlü sümsükler oldukça, bu tür yorumlar daha çok gelir.


Ben, beş yazıdır söylüyorum ''her şeyi deneyecekler'' diye.
Ne tesadüftür ki, Canvas isimli örgüt ''irtibatta olduğumuz gruplarımız var, yakında eylemler başlayacak'' diyor. Ardından bir takım devrimci olduğunu söyleyen lapacı ergen ''Mayıs ayında çok büyük eylemler olacak, hazırlanın'' diyor.


Mehmet Ali Alabora, ''bir diktatörün halkın isyanlarıyla devrilmesi'' konulu bir tiyatro yapıyor.
Ülkede demokrasiye yıllarca darbe vurmuş olan ''darbeci generaller, askeri darbeler'' hakkında tek kelime haber yapmayacak kadar bu ülkedeki demokrasiyi önemsemeyen Amerikan medyası, Taksim'den 9 saatten fazla canlı yayın yapıyor.
Mehmet Ali Alabora ve Okan Bayülgen gibi eylemlerde kışkırtıcılık yapmış insancıklar, CNN'e röportaj veriyor.
Dört koldan ülkenin üzerine geliniyor.


Tüm bunlar yapılırken ''futbol başka babaa'' mı diyeceklerdi?
Orada dönen parayı bazılarının beyni bile almaz, o kadar söyleyeyim.


Bu adamlara bir telefon gelir, ''şunu şunu yap''  denir, ve ertesi gün o iş yapılır. Futbolla uğraşan insanların küresel sömürücülerden farklı olduğunu falan düşünmeyin. O kadar çok paranın olduğu her yerde yolsuzluklar, haksızlıklar ve sömürüler her zaman olur.


Ve bugün, aradan iki yıl geçmesine, şike olaylarının kapanmasına, Fenerbahçe'nin zaten 1 yıl men edilmesine, ve UEFA ile CAS'taki davayı geri çekme koşulu ile anlaşılmasına rağmen, ne tesadüfse tam da ülke küresel bir oyunun içindeyken, takımlarımızın Avrupa'dan men edilmesi, yalnızca vurulmuş bir diğer darbeden başka bir şey değildir.


Hala bu işin içinde küresel güçlerin olmadığını düşünenlere şunu sorarak bitireyim;
İsrail diye bir ülke var, bilirsiniz.
Bu ülke nerede?
Bilmeyenler için, buyurun harita ;


Daha yakından bakarsak ;


Gördüğünüz üzere İsrail denilen ülke ''Asya Kıt'ası''nda, Arap yarımadasında. Hatta bakın yanında Mısır, Ürdün ve Suriye var.
Peki tamamıyla Asya Kıt'asında bulunan İsrail, nasıl oluyor da Avrupa kupalarında oynayabiliyor?

Avrupa yakınlarında dahi toprağı olmayan bir ülke..?

hatta alın kıtalar haritası anasını satayım
Sonra Güney Kıbrıs Rum Kesimi, Asya'nın yalnızca birkaç kilometre ötesindeyken, Avrupa ile uzaktan yakından alakası yokken ve hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, devlet olarak dahi tanınmazken nasıl oluyor da Avrupa kupalarında oynayabiliyor?

Önce kendinize bunların cevabını verin, sonra da bu işin içinde de birtakım ellerin olabileceğini düşünün.
Dünya petrol zenginlerinin neden sürekli futbola yatırım yaptıklarını düşünün.


Ve de kendinize iyi bakın ciğersizler.
Hadi selametle.

MISIR'DAKİ ASKERİ DARBE

$
0
0

Selam ciğersizler.

Hiç dünyaya şöyle bir bakıyor musunuz?

Orta doğunun neredeyse her ülkesinde ayaklanmalar var. Dünya bir hayli karıştı yine, tabi özellikle de Müslüman coğrafya.


Tüm bu ayaklanmaların aynı noktadan planlandığını anlamak çok mu zor ciğersizler?
bu harita, Haçlı seferleri haritası. Şimdiyle bir farkı var mı?
Dünyaya dayatılan demokrasinin nasıl bir yalan olduğunu, elitlerin insanları daha iyi yönetmeleri için demokrasi denilen şeyin mükemmel bir araç olduğunu anlamak bu kadar zor mu?


Hele ki her ülkede seçim sonuçlarını etkileyen, darbeler yapan Amerika'nın, tüm dünyaya demokrasi dersi vermesi?


Hele ki, her 10 senede bir darbe yapılan Türkiye'de, bu darbeleri savunan insanların bugün çıkıp ''demokrasiii, insan haklarııııı''  diye kıçlarını yırtmaları?


Bu ülkede, Adnan Menderes ülkenin başına seçimle gelmiş ve demokrasinin ilk meyvesi olmuşken, 1960'da askeri darbeyle indirilip asıldıktan sonra, kendilerini bu ülkenin bir numaralı vatanseverleri olarak gören CHP'liler, İnönü'nün evinin bahçesine gelip bu olayı alkışlamadılar mı? Adnan Menderes'in indirilmesi ve asılmasını kutlamadılar mı? Daha sonra Demokrat Parti'nin başına, kendi içlerinden biri olan Süleyman Demirel'i getirip, ülkedeki muhalefeti yine asker süngüsüyle ve danışıklı dövüşle yok etmediler mi?


Amerika, Irak'a demokrasi götürme sloganıyla ülkenin tüm petrolünü sömürüp, milyonlarca insanı öldürüp, kadınlarına kocalarının önünde tecavüz etmedi mi?


Dünyada kimsenin demokrasi isteme hakkı yoktur bu nedenle. Kimsenin demokrasi çağrısı yapma hakkı yoktur. Çünkü bu konuda herkesin elleri kirlidir. Bazı embesil kırması moronlar ''tarih boyunca insanları din sömürdü yeeaa''  der, insanları sömürmek için insanların dine ihtiyacı yokmuş gördüğünüz gibi. Tüm dünya laik ve seküler olmuşken, dünya bugün ''demokrasi'' adı altında sömürülmekte.


Her şeyden önce şunu söyleyeyim, bu, hak ile batıl arasındaki savaş durumuna gelmiştir nihayet.


Gelelim konunun başlığı olan Mısır ve Mursi'ye..

Bildiğiniz gibi Arap Baharı sırasında, 1981'den beri ülkeyi yöneten Hüsnü Mübarek görevi bırakmıştı. Mübarek tam 30 yıl laiklikle yönetmişti ülkeyi. Hani sizin ''ayyy arap ülkesi işte yeaa, şeriat meriat ahahahaa :)))''  gözüyle baktığınız Mısır var ya, işte ondan bahsediyorum. Anayasasında laiklik diye bir madde olmamasına rağmen öyle hem de. Arap Baharı'nda buna isyan edilmişti zaten.


Mübarek'in gidişinin ardından, Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşlerin adayıydı ve %52 ile iş başına gelmişti.

Fakat geleli daha bir yıl kadar olmasına rağmen, bugün bir askeri darbe ile ülkenin başından indirildi. Biraz önce Mısır genelkurmay başkanının darbe konuşmasını canlı dinledim, tıpkı bizim Kenan Evren'in yaptığı konuşma gibiydi.

Ordu, Mursi'ye ultimatom vermişti geçenlerde. Mursi de ''canımız pahasına direneceğiz'' demişti. LinkLinkLink


Peki ordunun Mursi'yi indirme sebebi ne olabilir? Link
Yani Amerika, artık kendi işine yaramayan Mübarek'in inmesine evet demişti.
Yeni bir hükumet, seçimle başa gelmişti ve ülkenin %52 oy almıştı.


Amerika'nın yapması gereken şey, yeni seçilen başkanı kendi tarafına çekmekti. Çünkü ordu, medya, finans hepsi onun elindeydi. LinkLinkLinkLink


Amerika ''Mübarek bir diktatör. Mısır'a demokrasi gitmeli'' demişti. Fakat şimdi gelen demokrasiyi korumak için en ufak bir ses çıkardığını duydunuz mu? LinkLink

Gezi Parkı eylemlerinde gaz yiyen insanlar için 17 kez resmi açıklama yapan ve medyasını seferber eden Amerika, neden Mısır'daki demokrasiyi korumak adına tek bir açıklama yapmadı sizce?


Gaz yiyenlerden endişelenen Amerika, Mısır'da tanklar yürürken, halkın iradesine karşı silahla darbe yaparken hiç endişelenmediler mi acaba?

Madonna, Bruce Willis gibi ünlüler, insanların hakları ellerinden giderken neden suskunlar?


Mısır genelkurmay başkanı Sisi (o da nası bi isimse anasını satayım) ''anayasayı askıya alıyoruz'' dedi biraz önce. Demokrasi uğruna yapılmış koskoca bir Arap Baharına karşı bunu nasıl söyleyebildi? LinkLink


Demokrasi diye orta doğunun kafasına vuran Amerika'ya rağmen bunu nasıl söyleyebildi?

Mursi ''Anayasamız Kur'an'dır.'' demişti. LinkLinkLinkLink


Fakat, şaka yapar gibi, alay eder gibi, dalga geçer gibi hala ve hala Amerika'nın duruşu ''Mursi diktatördür'' şeklinde. Vay anasını yaa.. Size hizmet etmeyen herkes diktatör. Müslüman olan herkes diktatör. Amerikan karşıtı herkes diktatör. İşinize yaramayan herkes diktatör anasını satayım. Diktatör diye başınıza taş düşsün, tipiniz kaysın, gözünüz çıksın, prostat olun anasını satayım. Link


Dikkat ettiyseniz Müslüman ülkelerin neredeyse hepsinde sekülerizme karşı gelme ve Allah'ın koyduğu kanunlara geri dönme mücadelesi var. Hem de acayip derecede aşikar bir olay bu. Hani size hak ile batıl arasında bir olay demiştim ya, işte şimdi taraflar belli olmaya başlıyor bence. Dünyada çok yakında sadece iki kutup olacak ciğersizler, İslam birliği ve emperyal-kapitalist-siyonist birlik. Allah, hilafet için, İslam Birliği için dünyayı hazırlıyor ciğersizler. Hak ile batıl kesin olarak ayrılıyor.


İşte tam da bu yüzden, Müslüman ülkelerin birleşmesini istemiyor, engel oluyorlar. Çünkü sekülerizmi bırakıp İslam'a dönen tüm bir Müslüman coğrafya, elbet eskiden olduğu gibi bir birlik kuracaktır. Son İslam birliği Osmanlı'yı parçalamak için az emek sarf etmediler, bir daha birleşmelerine izin veremezler.


Ve şuan Mısır'da Mursi yanlısı yayın yapan kanallar kapatıldı. Başbakan hakkında tutuklama kararı çıkarıldı ve gazeteciler göz altına alınmaya başlandı. (canlı haberleri izliyorum hacular)
Haber alma özgürlüğü denilen şeye tamamen orduya el konulmuş durumda örneğin.
Mursi ve Müslüman kardeşlere seyahat yasağı getirildi.
Çok sert, çetin bir harekat söz konusu anlayacağınız.
Mursi karşıtları da var sokaklarda, tabi onların şöyle bir de marifeti var ; LinkLinkLink
Fakat Mısır'ın en az %60'ı sokaklara dökülmek üzere, Mursi çağrıda bulunuyor sürekli. Ve Arap Baharından tecrübeli olan halk, tekrar sokağa dökülmüş durumda sanırım. Bu iş darbeyi ve batılıları zora sokar ciğersizler.
Bir de Obama ve saz arkadaşları toplantı yapıyormuş şuan, en geç yarın öterler konu hakkında.


Haa, sizlere bir de darbe tarihçesini vereyim ciğersizler ; Link


Öküz değilseniz dikkatinizi çekmiştir, darbe olan ülkelerin hepsi üçüncü dünya ülkesi. Kendilerini laik oldukları için modern, çağdaş bir ülkede yaşadıklarını sanan geri zekalılara da buradan selam söylüyorum. Tüm bunları bilip de hala darbeleri savunan ve ''gerekliydi abüü'' diyen ama ''demokrasiii'' diye bağıran iki yüzlü sahtekarlara söylüyorum. Sizin modanız geçti be anam..


Avrupa'da hiç darbe olduğunu duydunuz mu canlar?
Gelişmiş ülkelerde?


Lafın kısası Mursi, üzerine geldiği askeri, finansal ve medya cuntasının kurbanı olmuştur. Bu arada ''darbeyi kabul etmiyorum'' diyor şu anda, tabi ne olur bilemeyiz. Ama şu durumdan dönülmesi de pek kolay değil. Ama Allah dilerse, olmaması da mümkün değil.


Mısır'ın başında, halkın yarısından fazlasının oyunu alarak, demokratik şekilde gelmiş bir lider vardır.
''Demokrasi Mısır halkının hakkıdır'' diyen Amerika'nın, halkın hakkının elinden alınması karşısında hiçbir şey yapmadığını gördük. Ha bundan sonra ne olur bilemeyiz, çünkü Mursi taraftarları tamamıyla sokaklara dökülmüş durumda. Bu olay, şuanki gidişatı ekleyebilme gücüne sahip gibi görünüyor.


Yarın öbür gün Amerika ve Avrupa'dan ''keşke olmasaydı, demokraside bunlar olmamalı, üzgünüz'' vb. açıklamalar duyarız. Olay olmuş bitmiş, ve bu işle alakaları yokmuş gibi davranmaları lazım. Bakalım gidişat ne gösterecek..


Tabi dünyanın karışmasıyla zevkten dört köşe olan Esed de oraya buraya ''istifa'' çağrısı yapıyor sırıta sırıta.
Önce Gezi olayları ile ilgili Türk hükumetine istifa edin demişti ; Link
Şimdi de kendisini tanımayan Mursiye (LinkLinkLink) ''istifa et lan hadi ahahaa'' diyor ; Link
Ayrıca ''siyasal İslam çökmüştür'' de diyor ; LinkLink


Bakın yakında bu olayla bağlantılı başka olaylar meydana gelmesi bana çok muhtemel geliyor. Mısır ordusu Gazze şeridini kapatmış durumda. Başka ülkelerde de kilit olaylar olabilir. Zaten gidişat onu gösteriyor. Ordu tüm İslami kanalları yasaklamış durumda zira şuan. Kaos yöntemi iş başında anlayacağınız.


Bu arada, ben ünlülerimizden ''diren Mursi'' diye tivitler bekliyorum şahsen.(!)

Olaylar üzerinden biraz zaman geçip, her şeyi daha net görebilme temennisi ile.

Mesele sadece demokrasi değil arkadaş.
Sen hala anlamadın mı?
Hadi gel.

#DİREN MURSİ

$
0
0

Darbe canlı yayınlanırken yazmıştım bu yazıyı. Daha o zaman işin amacını ve iç yüzünü tahmin etmek zor değildi çünkü.

Nasıl oluyor bilmiyorum ama, dünya ciddi anlamda iki kutba ayrılıyor şuan. Her yerde hem de.
Örneğin bize bakıyorum, daha iki gün önce biber gazına ''polis terörü'' diyen ünlüler olsun, medya olsun, partiler olsun, bugün Mısır'da eylem yapan insanlara ateş açılıp öldürülmesi karşısında tek kelime etmiyor. Herkesin içi, gönlü gayet rahat.


Demokrasi diye insanların kafasına vuran Amerika ve batı dünyası, Mısır'da insanların özgür iradeleriyle seçilen, demokrasinin meyvesi olan Mursi'nin indirilmesi karşısındaki olaya ''darbe'' bile diyemedi. Hani Taksim'deki gaz yeyip gözleri yaşaran insanlar için yapmadığı çığırtganlık kalmayan, yapmadığı açıklama kalmayan batı dünyası var ya panpa, hah işte o batı Mısır'daki ölümler ve demokrasiye darbe üzerine tek bir makul açıklama yapmadı.


Gazdan gözü yaşaran insanları Amerika'ya şikayet eden Mehmet Ali Alabora, Okan Bayülgen, Kemal Kılıçdaroğlu gibi sevgi pıtırcıkları, Mısır'da eylem yaparken ölen insanlar için nedense bir öküz gibi susmayı yeğliyorlar. Adamın dibisiniz be.
Gezi'ye destek vermeyeni yalaka diye fişleyenler de bu adamlar değil miydi lan?


Şuana kadar 17 kişi öldü Mısır'da. 30 milyondan fazla insan sokaklara döküldü. Mursi karşıtları ise, bu kalabalıktan ürktüğü için evlerine döndü. Ve yalnızca şimdilik 17 kişi öldürüldü, çünkü milyonlar sokaktan gidecek gibi görünmüyor.


Bakın çok açık ve net bir soru sormak istiyorum ;

''Gezi'deki insanlar için dünyanın birçok yerinde, birçok yabancı ülkede destek eylemleri gerçekleşti. Peki Mısır'daki vahşet ve demokrasiye açık müdahale karşısında bu demokrasi ve insan hakları aşığı insanlar nerede?''


Tüm bir dünya Gezi için üzerimize çullanırken, aynı dünya Mısır için nerede?


Lan bakıyorum ülkeye 100 trilyondan fazla zarar verenlere biber gazı sıkıldı diye tüm dünyaya reklam yapan, sosyal medyada, kanallarda kıçlarını gere gere bağıranlar, şimdi Mursi''nin gidişine göbek atıyor anasını satayım. İyi de Mursi hakkında ne biliyorsunuz da, gitmesine bu kadar seviniyorsunuz olum? Sizin insan haklarına, halkın iradesine olan saygınız şimdi nerede ağzına bacağımı soktuğumun iki yüzlüleri?
Sizin ağzınıza seçim sandığı büyüklüğünde sıçayım ben. Gezi Parkındaki ağaçlar büyüklüğünde sıçayım.
Samimiyetsiz, iki yüzlü, önüne koyulandan başkasını yemeyen kafadan bacaklı bok böcekleri sizi.


İşinize gelince ''hayatımıza müdahale ediyolar yuaa :((''  diye duygu sömürüsü yapan gavatlar, bugün insanların kendi seçtiği liderinin, dolayısıyla kendi iradelerinin asker eliyle indirilmesine seviniyor anasını satayım. İşte tam da bu yüzden bu dünyada gavatlık asla bitmeyecektir. Böyle gavatlar sürülmeye hazır koyunlardır. Çünkü nerede ünlülerin, popüler insanların, elitlerin ve basının desteği vardır, oraya destek verirler. Yetmiş yedi göbek Yahudi olan Koç ailesinin isteklerini yerine getirmek için sokaklarda tencere tava çalarlar.


Bugün İsrail ve Amerika Mısır'da bir yapmışken, halkın seçtiği adam başa geleli daha bir sene olmuşken, Mısır'ın başına yüzlerce yıl sonra bir gayrimüslim asker eliyle getirilirken, ordu Filistin kapısını kapatıp, giriş-çıkışı yasaklarken, ülkedeki televizyon yayınlarını keserken, karşı eylem yapanların üzerine ateş açarken, tüm bir batı dünyası konuyla ilgili sessiz kalarak destek olurken, sen nasıl oluyor da Gezi için senin yanında yer almalarından kıllanmıyorsun benim düşünmekten ve sorgulamaktan ödü bokuna karışırcasına tırsan geri zekalı arkadaşım?


Bu tür, kendini elitler için bir şeyler yapmak uğruna satan herifler, ''kahrolsun emperyalizm'' diye bağırıp Mc Donalds'tan çıkmayan, ''Coca Cola'dan başkasını içmem abüü'' diyen, her bankadan bir kredi kartı olan, aldığı faizlerle halkın kanını emen, emeğini sömüren adamlarla yan yana poz verip ''biz halkııııızzz :))''  diyen, insan içinde temiz görünüp, odada tek kalınca burnunu karıştırıp koltuğa süren herifler, hepiniz mide bulandırıcı derecede şerefsiz ve karaktersiz döl israflarısınız.


Türkiye'de halkın gözünü yaşartan polisler terörist, halkından binlerce kişiyi öldüren Esed'in askerleri kahraman di mi kafadan bacaklılar?


Ölenler, indirilenler Müslümansa çıt yok, fakat laiklerin gözü yaşarırsa tüm dünya ayağa kalkar he mi.

İsrail çıkarları doğrultusunda Amerika'nın yaptığı askeri darbeye #direnmursi..


Hani bazı blog yazarları var ya (siz kimden bahsettiğimi anladınız), ''Müslüman kardeşler silahlı terör örgütü'' diyen, kendi halkından 100 bine yakın insan öldüren Esed'e karşı direnen Özgür Suriye ordusuna terörist diyen.. Lan sen Müslüman Kardeşler hakkında kıçıkırık batılı medya haberleri dışında ne biliyorsun da yok efendim terör örgütü falan diyebiliyorsun anasını satayım?

asılan Müslüman Kardeşler önderi Seyyid Kutub
Mısır'da tüm Müslüman Kardeşler üyeleri için tutuklama kararı çıkartıldı şuan, ondan haberin var mı bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan ukala arkadaşım?

Öldürülen Müslüman Kardeşler kurucusu Hasan el Benna
Dünyada meydana gelen Müslüman yükselişinin önüne geçilmek isteniyor ciğersizler.
Batı medyasının sürekli İslami yönetim şeklini eleştirmesi, dünyadaki her halkın laik ve seküler olduğunu ama yönetimlerin onlara dini idareyi dayattığı haberleri de, Mursi'nin indirilmesi de bunun yegane kanıtıdır.

Amerikaya, İsrail'e ve Siyonizme karşı diren Mursi..


Mesele sadece Mısır değil arkadaş. Mesele hak ile batıl meselesi.
Sen hala anlamadın mı?
Hadi gel.
Diren Mursi, kardeşlerin seninle.

TAHRİF HAREKETLERİ

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

Malumunuz Ramazan ayına girdik. Bu arada da hepinizin Ramazan-ı Şerif'i hayırlı olsun ciğersizler. Seviyorum sizin kedi canınızı. Very big cat, you.


Ramazan ayına girmişken, yüzeysel olarak birkaç şeyden bahsetmek istiyorum siz ciğersizlere.
Daha önce dikkatinizi çekmiştir muhtemelen, ne zaman Ramazan ayı gelse medyada bu konuda bir hareketlenme olur. Ana haber bültenlerinde, yılın 11 ayı neredeyse hiçbir dini motif, dini haber falan yer almazken, Ramazan ayında en çok yapılan haberler dini haberlerdir.


Ha şimdi çıkıp da ''niye yapıyonuz lan malak mısınız''  falan demicem tabi. Acizane birkaç saptamamı söyleyecem, sonra da konuya kafa atacaz.


Ramazan ayı, tüm Müslümanların dine biraz daha yakınlaştığı dönemdir. Hiç namaz kılmayanlar namaza başlar, hiç camiye gitmeyenler 33 rekat kılmak için teravihe giderler, günde 10 öğün yemek yiyenler, 2 paket sigara içenler, yemeği sigarayı bırakır ve oruç tutarlar.


Yani insanların dine en yatkın olduğu dönemdir Ramazan ayı. Ve medya da popülerlik üzerine kurulu olduğu için, bu ayda dini haberlere ağırlık verirler. Çünkü buna ağırlık vermezlerse, halkın ağırlık veren kanallara gideceğini iyi bilirler. Medya için reyting her şeydir. Halkın neyi görmek isterse, onu gösterirler. Fakat yüksek tirajlı kanallar, bu olayı da kendi vizyonları doğrultusunda kullanırlar.

Nasıl mı?
Önce sağa, sonra sola, biraz da ortada çalkala.

Tamam, şaka yaptık bitti, cıvımayın hehe.

bakınız; Doğan Medya Center
Bu yüksek tirajlı ve Doğan menşeili kanallarda ve gazetelerde çıkan hocalar her zaman aynıdır;

Yaşar Nuri Öztürk,
Zekeriya Beyaz,
Abdülaziz Bayındır,
İhsan Eliaçık...

Hiç dikkatinizi çekti mi bilmem, bu adamlar sürekli bu gibi çizgisi belli olan seküler kanallarda kendilerine yer bulurlar. Fakat dini kanallara, muhafazakar kanallara bakarsın, bu adamların esamesi okunmaz. Neden?
Yani bu seküler kanallar, muhafazakarlardan daha mı çok insanlara İslam'ı anlatmak istiyor yani?


Aranızda o kadar da Polyanna kafalılar yoktur herhalde. 28 Şubat darbesini yapan bu medya değil miydi lan? O zamandan bu zamana bir şey mi değişti, yoo. Sahipleri hala aynı. Aydın Doğan bey hala kıravatıyla orada bakın, sizlere el sallıyor, kucak dolusu sevgiler gönderiyor. ''Slm aydncmmmmm :))''


Bu gibi kanalların misyonu ve vizyonu, insanları kendi anlattıkları din etrafında toplamaktır. İnanç manipülasyonu yaparlar. Cübbeli Ahmet Hoca gibi hocaların yerine, sizlere Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk gibileri önerirler. Sebepleri basittir. Cübbeli Ahmet Hoca gibi hocalar, adı üzerinde cübbelidir bir kere, sakallıdır ve sarıklıdır. Kur'an ve hadislerden bahsederek müdellel konuşurlar. Söyledikleri her şey kitaba dayanır. Fakat Yaşar Nuri ve Zekeriya Beyaz gibiler takım elbiseli ve sakalsızdırlar. Ayrıca başları da açıktır. Medyanın insanlara vermek istediği görüntü de budur zira. Ve bu gibi hocalar ''balıktan da kurban olur''  gibi şeyler diyerek insanların kafalarını karıştırır, İslam'ı tahrif etmeye çalışırlar.


Medya da, bu tahrifi halka pazarlar. Zaten kendi eserleri olan bu hocaları sürekli haber yapar. Ana haber bültenlerine çıkarır, gazetelerinde manşet yaparlar. Böylelikle bu bilgilerin herkese ulaşmasını sağlarlar. Sonra da bu sözde hocaların sayısını artırırlar ve aynı şeyleri söyletirler. Al sana inanç manipülasyonu, al sana fikir pazarlama, al sana İslam tahrifi anasını satayım.


Sizlere konunun aslını özetleyecek bir video vereyim ciğersizler ; Link


Sizlere daha önce CIA Türkiye İstasyon şefi Graham Fuller'dan bahsetmiştim. Kurtlar Vadisi'nde de bu rolün Aron Feller olarak oynandığından. Bizlerin zaten malumatı olan bir konu zaten bu tahrif konusu. Zira Vahhabilik diye bir mezhep nasıl çıktı anasını satayım.

Arabistanlı Lawrence
İsterseniz Vahhabilik hakkında birkaç kelam edelim ciğersizler.
Vahhabilik 18. yüzyılda ortaya çıktı. Aslında biraz olsun tarih biliyorsanız eğer, bu yüzyılın Osmanlı coğrafyasında ajanların taraftar toplamaya başladıkları yüzyıl olduğunu bilirsiniz. Yani 1200 yıl ortada Vahhabilik diye bir olay yok, tam Osmanlı'yı bölmek ve paylaşmak için ajanlar işbaşı yapıyor, birdenbire ortaya Vahhabilik diye bir mezhep çıkıyor.


Vahhabilik mezhebininin fikir babası da, bugünkü Suudi kraliyet ailesinin kurucularından Muhammed bin Abdülvahhab. İlginç di mi. Bu adam bu fikri ortaya atıyor ve kısa süre sonra Osmanlı'ya karşı ayaklanıyor. Hatta bir ara Mekke ve Medine'yi bile işgal edip İlk Suud Devleti'ni kuruyor. Bu mezhebin kuruluşunun bir ajan işi olmasının kanıtı, mezhep kurulur kurulmaz Osmanlı'ya yani İslam birliğine karşı ayaklanmalarıdır. Ve o gün İslam birliğine karşı ayaklananlar, bugün Suudi Arabistan'daki kraliyet ailesindekilerin büyük büyük dedeleri.. Link , Link


Şuan da Suudi Arabistan'ın resmi mezhebi Vahhabilik'tir zira. Vahhabiliğin asıl kurucusu ise, biraz önce bahsettiğim gibi bir İngiliz Ajanı Hempher'dir. Şuradan Hempher'in itiraflarına ulaşabilirsiniz. Hakkında daha fazla bilgi için ; Link, youtube'da ; Link,  özet ; Link


Yani bugünkü Suudi ailesinin nerelere dayandığını anlamış olduk tekrar. Suud ailesinin Hempher'le, daha sonra da Arabistanlı Lawrence'la neden iş birliği yaptıklarını düşünün. Keza size bir soru sormak istiyorum aklıma gelmişken;


''Amerika dünyadaki tüm petrol yataklarına saldırırken, neden dünyanın 1 numaralı petrol yataklarına sahip olan Suudi Arabistan'a bugüne kadar savaş açmadı?''

Yani Irak'taki, Libya'daki, Mısır'daki petrole kavuşmak için milyonları öldüren Amerika, neden Suudi Arabistan'a savaş ilan edip dünyanın en zengin petrol rezervlerini eline geçirmiyor?

Bunu düşünün ciğersizler.


İki gün önce Mısır'daki darbe nedeniyle Sisi'yi tebrik eden de Suudi ailesi değil miydi...


Neyse, konumuza devam edelim.

O gün Vahhabiliği kuranlar, Şiiliği ortaya atanlar, sizce bugün dut yemiş bülbül gibi boş boş oturuyorlar mı?
İş başında oldukları çok aşikar. Zira şuan medyada gördüğünüz ne kadar vaiz edalı sapık varsa, bilin ki aynı güç tarafından desteklenmekte.


Ben size birkaç örnek vereyim ve bitirelim.

Zekeriya Beyaz ile başlayalım, gerçi bu adamın söylediklerini izaha bile gerek yok ama, yine de biz sağduyulu olalım ve aramızda sığırlar olduğunu unutmayalım. Şu adama bile inananlar vardır elbet.

Bakınız Zekeyiya denilen herifin birkaç incisi ; LinkLinkLink


Ayakkabıdan kurban olur diyen bir adam, sizce bunu komik olmak için söylüyor, bunu düşünecek kadar saf mı, yoksa birileri onun bunları söylemesini mi istiyor sizce.. Ha şunu da söyleyeyim, ben gözümle şahit olmadığım için ''bu adam amerikadan para alıyo lan'' diyemem, fakat şunu rahatlıkla derim ''aynı güç bu adamı destekliyor ve reklam ediyor.''


Tabi biraz dikkatli bakınca, garip bir şeyler olduğunu görürsünüz zaten.
Halk Tv ve Ulusal Kanal gibi, İslam'ı irtica, Müslümanları yobaz diye yaftalayan kanalların bitmek tükenmek bilmeyen bir Zekeriya Beyaz aşkı var ; LinkLink


Sonra yine ilginçtir, bir sol parti olan Dsp, kendisini aday yapar ; LinkLink


Bi dakka ama panpa, az daha atlıyorduk lan. Halk tv, ''diren razaman halk tv seninle'' diye reklamlar yayınlamaya başladı hehehe. Lan harbi komiksiniz olum ya. Bunlar da İsmet İnönü'nün yolundan gidiyorlar anasını satayım, o da çok koyu din aleyhtarı iken, seçimler öncesi imam hatip okulları açmıştı hehe. Bilmiyor olabilir, hatta şaşırabilirsiniz de fakat Türkiye'deki ilk imam hatip okulunu İsmet İnönü açmıştır. Oy toplamak için şunu bile yaptı ama millet o kadar da salak değildi hacı hehe.


Tabi Halk tv'nin İslam'dan bahsedecek insanları da çağdaş bir görünüm vermekle yükümlü ; Link


Adamlar takmış hacı, o saç görünecek ahahahaa.


Bu ruh mu panpa ;

Yıllarca sol kemalist kesim Müslümanlara ''dini siyasete alet ediyolar''  dedi ya hani, bilakis bunu her zaman kendileri yaptı. Şuan da canlı olarak görüyoruz keza. İsmet İnönü örneği gibi keza. Kemal Kılıçdaroğlu'nun hadis okuması gibi, ama diğer yandan da içki yasasına karşı çıkması gibi keza.


Sonra Yaşar Nuri'den bahsedelim ve programı kapatalım ciğersizler.
Ben yalnızca bir örnek verecem bu heriften ; Link


Yani yolda gördüğün kızla ilişkiye girmek isteyip, ona teklif götürürsen ve o da kabul ederse bu zina olmazmış hacı. Yani istediğin herkesle ilişkiye girebilirsin, zina falan olmaz ele mi? Umarım bu herifi daha da dinlemezsiniz anasını satayım.

Şimdi siz bana bu herifin çok masum ve bilgili bir Müslüman olduğunu söyleyebilecek misiniz?
Adam Kur'an'daki zinayı bile değiştirmiş, namazları inkar etmiş, bilmem daha ne boklar yapmış, ve bu medya da bu adamı Müslümanlara pazarlıyor. Tıpkı biraz önce Aron Feller'in dediği gibi ; ''Onların ayetleri, ama benim yorumlarım.''


21 Aralık 2012 yani bazı gavatlara göre kıyametin kopacağı tarihte, binlerce yabancı gibi bu herif de Şirince'ye gitmemiş miydi anasını satayım.. Link


Bu gibi vaiz edalı sapıklar, bu medyada her zaman kendilerine yer buldu ve bulacak. Halk tv bile İslami program yapıyorsa, ben dediğimi kanıtlamışım demektir zaten. Ve haberlerde ''sayın seyirciler Zekeriya Beyaz yine bir ezber bozdu''  diye haberler yapılmadı mı bu ülkede? Yine yapılacak. Ve ne kadar sapık varsa, hepsi halkın önüne sunulacak. Link



Bu Yaşar Nuri herifine bakıyorsun, adam zamanında Chp milletvekili idi.
Medyanın manipülasyonuna gelmeyin ciğersizler. Onlar size hangi hocayı izlemeniz, hangi dini bilgilere sahip olmanız, nelere inanmanız gerektiğini dikte eden bir sınıf takım elbiseli kodomandan başka bir şey değil. 28 şubatta Müslümanları fişleyen medya, iki tane duygusal dizi yaptı ve bunu size unutturdu. Koyun olmayın. Önünüze bu koyuldu diye, at gibi yemeyin.

ülkenin en popüler şovunda bir güdümlü dinci reklamı...
Tahrif hareketleri 300 yıldır var, ve gördüğünüz gibi hala devam ediyor. Bu adamların servis edilmesi de, aynı gücün aynı oyunundan başka bir şey değil ciğersizler. 1400 yıllık İslam uleması yanlış yapmış, bu gibi izansızlar doğruyu bulmuş yani he? Oldu canım, görürsem söylerim.

indir o eli
Tahrifin üzerinde daha fazla durmanız ve bu gibi sapıklardan ve medya dayatmasından korunmanız dileğiyle, hepinize hayırlı Ramazanlar ciğersizler. Seviyorum sizin kedi canınızı. Civcivnen minik kedi garışımı bişey.


HRİSTİYANLIK, MİTOLOJİ VE PAGANİZM III

$
0
0


''Tanrı üçtür''  diyen bir dini, tek tanrılı dinlerden sayanların yaşadığı bir dünyadaki tüm canlara selam.

İlk iki yazıya olan ilgi ve olumlu mesajlar nedeniyle, serinin üçüncü filmini de çektim. Hazır Ramazan ayına da girmişken ve insanların dine olan ilgileri daha da artmışken, güzel bir zamanlama olacağı kanaatindeyim. Zira Müslümanların hayatlarına ve fikirlerine Hristiyanlıktan geçmiş bir sürü şey varken, Hristiyanların adetleri Müslümanlarca benimsenmişken ve durumdan kimsenin şikayeti yokken, hiçbir bahis edilmezken, bu konuyu konuşmak zaruret olmuştur benim için.


Bu duruma bir örnek verip sonra devam edelim ciğersizler.
Sevgililer Günü diye bir gün vardır hani, her sevgilisi olanın mutlaka kutladığı, iştirak ettiği bir gün. Sevgililer gününün aslında ne olduğu hakkında her hangi bir bilginiz var mı?

ülkemizin espri anlayışı
Orjinal adı St. Valentine's Day 'dir. Ve Roma Katolik Kilisesinin inancına dayanır. Bir Hristiyan azizi olan Valentine'a adanmış gündür. Yani biz Müslümanlar, Hristiyanların kutsal saydığı bir günü kutluyoruz. Soruyorum, kafirlerin özel ve kutsal saydığı bir günü kutsamak ve buna göre amel etmek şirk değil midir ciğersizler...?

Tekrar konumuza kafa atalım.
Bundan önceki yazılarda Hristiyanlığın, pagan dinlerinin modernize edilmiş ve biraz da tek tanrılı dinlerle harmanlanıp insanlara pazarlandığını söylemiştim. Hristiyanlıkta olan neredeyse her ritüel, kadim pagan dinlerine uzanır. Pagan dinlerinin temelinde de gök cisimleri yer aldığı için, aynı olay Hristiyanlıkta da söz konusudur.

Hz. İsa'nın, Hz. Meryem'in ve havarilerin her resimde kafalarında güneş ile tasvir edilmesi, Hristiyanlığın simgesi olarak bir balık betimlemesi kullanılması, papanın giydiği cübbeler, taktığı başlıklar ve tuttuğu sopaya kadar her yerde, tarihten beri kullanılan pagan ögelere yer verilmesi gibi.


Ve bugün paganizmin izleri, dünyaya tamamen yayılmış haldedir. Pagan dinlerinde özellikle gök cisimlerine tapınıldığı için, bugünkü gök cisimleri de bu pagan tanrılarının isimleriyle anılır. Örneğin gezegenler. Bugün kullandığımız gezegen isimleri, aslen pagan tanrılarının isimleridir.


Örneğin Uranüs, bir yunan mitoloji tanrısıdır.
Aynı şekilde ; NeptünJüpiterMarsMerkürVenüs, ve Satürn de mitoloji tanrıları ismidir.


Bununla birlikte cüce gezegenler, uydular ve diğer gök cisimleri de yine mitoloji tanrılarının isimleriyle anılır ;

Cüce gezegen sayılan Plüton, Roma mitolojisinde yeraltı dünyası tanrısıdır.
Plüton'un uydularından biri olan Nix, Yunan mitolojisinde gece ve karanlığın tanrıçasıdır.
Plüton'un bir diğer uydusu olan Hydra, yine Yunan mitolojisinde yeraltı sularını bekleyen canavarın ismidir.
Yine cüce gezegen sayılan Eris, fitne ve fesat tanrıçasıdır.
Cüce gezegen Ceres, anne sevgisi ve büyüyen bitkilerin tanrıçasıdır.


Bugün hava yolu şirketi olarak bildiğimiz Pegasus, aynı zamanda bir takımyıldız adıdır ve Yunan mitolojisinde kanatlı atı ifade eder.
Bir yapay uydu olan Juno, mitolojik bir tanrıçanın ismidir.
Filmlerde de çok duyduğumuz Apollo uzay aracı, mitolojideki en ünlü tanrılardan biridir. Güneş, müzik ve şiir tanrısıdır kendileri.
Cüce gezegen Makemake, bereket tanrısının adıdır.
Haumea cüce gezegeni, adını Havai doğum tanrıçasından alır.
Haumea'nın 2005'de keşfedilen iki uydusunun isimleri, Havai mitolojisinde Haumea'nın iki kardeşi olan Namaka ve Hi'iaka'dır.


Ayrıca bugün kadın simgesi olarak kullanılan simge, aslında Venüs sembolüdür.
Diğer cinsiyet simgeleri de yine mitolojik tanrıların simgeleridir. Mars sembolü erkeği, Merkür sembolü ise cinsiyet değiştirenleri simgeler.


Star Trek'te adı geçen bir ırk ve gezegen olan Vulcan, Roma mitolojisinde yanardağ dağ tanrısının ismidir.
Türk müzik grubu olan Athena, mitolojide zeka ve sanat tanrıçasıdır.
Bugün Keltler'in kullandıkları Kelt haçı da, Hristiyanlık öncesi paganist döneme ait bir figürdür.


Olayların tarihsel sıralamasıyla ilgilenen bilim dalı olan kronoloji de, Titanların ilk tanrısı olan, zaman tanrısı Kronos'tan gelir.


Tabi hayatımıza yerleşen paganizm ögeleri bununla sınırlı değil. İngilizce'deki gün ve ay isimleri de yine mitolojik ve paganist ögelerden gelmekte.

Örneğin, Monday olarak bildiğimiz Pazartesi günü, Moon day yani Ay günü anlamına gelir.
Salı günü anlamına gelen Tuesday, İskandinav tanrısı olan Tyr'a adanmış gündür.
Çarşamba günü yani Wednesday, yine İskandinav tanrısı olan Woden  ve Wodanaz olarak da bilinen Odin'in günüdür.


Perşembe günü yani Thursday, geçenlerde filmi de yapılan İskandinav tanrısı Thor'un günüdür; Thorsday.
Cuma yani Friday, bir başka İskandinav güzellik ve aşk tanrıçası olan Frigg'e adanmış gündür.
Cumartesi anlamındaki Saturday, ismini Saturn gezegeninden alır; Saturn günü.
Pazar günü olan Sunday'in, Sun day yani güneş günü olduğunu daha önce söylemiştim zaten.
Gün isimleri ayrıca gezegenlerin hareketlerini de gösterir ; Link


Ay isimlerinde de aynı olaya rastlıyoruz ; January dediğimiz Ocak ayı, Roma tanrısı Janus'tan gelir. Janus'un iki yüzü vardır, Ocak ayı da hem bir önceki yıla hem de sonraki yıla geçiş yılı olmasına ithafen bu ad verilmiştir.


Şubat ayı olan February, eski Roma'da düzenlenen Februa isimli ayine ithafen verilmiştir.
Mart ayı olan March, ismini Roma savaş tanrısı Mars'tan almıştır.
Nisan anlamına gelen April, orjinalde Aprillis'tir ve güzellik tanrıçası Aphrodite' ten gelir.
Mayıs anlamındaki May, ismini Yunan tanrısı Maia'dan alır.


Haziran ayı olan June, mitolojik doğum tanrısı Juno'dan gelir.
Temmuz anlamına gelen July aralarında biraz farklı kalmış, Roma imparatoru Julius Cezar bu ayda doğduğu için ''Sezar'ın ayı'' manasında July ismini vermişler.
Ağustos ayı olan August da, yine Sezar'ın ailesinden gelen imparator Augustus'tan gelir. Hatta bu bizde bile aynı kalmış.
Diğer aylar da sayısal isim alarak devam eder, örneğin September, seventh'tan türetilmiştir.

Tüm bu pagan ögeleri, ilginçtir diğer medeniyetlerin mitleriyle aynıdır. Akad'larda İştar, Mezopotamya'da MardukBaalTammuz (Temmuz ayı, ismini bu tanrıdan alır) gibi daha birçok mitoloji tanrısı, diğer tanrılarla aynıdır. Sonra, Mısır mitolojisindeki İsis, İslamiyet öncesi Arap mitolojisindeki El Uzza'dır. Hatta birçok araştırmacıya göre İsis, El Uzza ve Afrodit aynı tanrıçalardır.
Sanki hepsi aynı kaynaktan çıkmış gibi yani...


Bunların yanı sıra Cadılar Bayramı da bir pagan kutlama günüdür. Fakat hala Hristiyanlarca kutlanmaktadır. Tabi batılılar bu pagan bayramlarını kutlar da bizim çakma Türkler aşağı kalır mı?
Haşaaaa.. Olur mu öyle şey.. LinkLink, Link.


Kutlu Doğum Haftası kutlanırken ''vay efendim biz arap mıyız bu ne böle''  diyen hayvan artıkları, batıdan gelen her boka ''eyvallah'' çeker. Öyle ya, batıdan bok gelse makbuldür. Ve bunu ''çağdaşlık'' adı altında pazarlarlar bizim gibi sözde Müslüman ülkelere.

ileri götürüp sayfa açanlar bile var bu ülkede ; Link

Neyse.
Daha önce dediğim gibi, tüm pagan dinlerinin ortak noktası gök cisimleridir. Güneş'ten Ay'a, gezegenlerden yıldızlara neredeyse her gök cismi hakkında inanılmaz saptalamar yapılmış tüm pagan dinlerinde. Merak edenler için birkaç örnek vereyim ; Antik Mısırlılar Sirius takımyıldızını o dönemlerde gözlemlemişler. Babilliler Procyon isimli parlak yıldızı gözlemlemişler.
Takımyıldızların çoğunu Roma ve Yunan mitolojileri adlandırmıştır, biraz önce saydığımız Merkür, Venüs, Neptün gibi gezegen isimleri..


Ha tabi şimdi bana ''abi uzaylılarla konuşuyodu işte bunlar yea''  gibi mesajlar atmayın lütfen iftarda ciğerini yediklerim. Hepsi aynı uzaylıyla falan mı konuşuyodu anasını satayım? Bu gibi saçma salak fikirlerle bir bok açıklayamazsınız ciğersizler. Zira olayın boyutu çok daha farklı. Ben epey uzunca yaptığım araştırmalar sonunda, doğruluğunu tartışmayacağım bir sonuca ulaştım. Ama şimdiden olayın temelini anlatmadan o konuya girersem, saçmalıyor gibi dururum karşınızda. Teori üreten bir malak olup çıkıveririm. Onu başka bir yazıda konuşuruz inşallah.


Uzun lafın kısası, modernize edilmiş bir pagan dini olan Hristiyanlık, içinde bu kadar açık ve net pagan ögeleri taşıyor hala. Ve zamanın alimleri olsun, imparatorları veya aydınları olsun bu konulara müdahale etmemişler gördüğümüz gibi. Yani hayatlarının her noktasında pagan figürlerinin yer almasından hiç de rahatsız olmamışlar.


Anlayacağınız, Hristiyanlık adı altında hala ve hala gök cisimlerine tapınma devam etmekte bugün.
Saygı ve sevgi ile ciğersizler, Ramazan'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..


TAHRİF HAREKETLERİ II

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

Tahrif hareketlerinden kısaca bahsetmiştik. 300 yıldır gerek ajanlarla, gerekse medya gibi çeşitli yöntemlerle tahrif pazarlanmakta İslam coğrafyasına. Asimilasyonda dil ve dinin ne derece önemli olduğunu anlatmıştım. Afrikalıların sömürülmesi için önce dillerini ellerinden almışlar, daha sonra da onları Hristiyan yaparak dinlerini ellerinden almışlardı. Neticede de topraklarını ve zenginliklerini..


Tahrif hareketleri günümüzde hala revaçtadır. Ben elimden geldiğince konu hakkında acizane birkaç yorum daha yapmak istiyorum. Faydalı olabilir, bir şeylerden sakınmanızı veya bir şeylere sarılmanızı sağlayabilirsem ne mutlu bana.


Bazı hocalardan bahsedelim ciğersizler, ve görüşlerini mantıklı olarak irdeleyip, reddiye yapalım.


Öncelikle çölde bir vaha gibi olan Abdülaziz Bayındır'dan bahsedelim. Kendisi İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim görevlisi, hatta bölüm başkanı. Şimdi kendisini çöldeki bir vaha gibi gören bu adamın bazı görüşlerine bakalım, bunlardan ilk bahsetmemiz gereken bence ''Allah gaybı bilmez'' söylemidir. LinkLink


Bayındır Bey diyor ki ; ''Allah bekar birinin gelecekte kiminle evleneceğini bilmez. Sen bir şeyi yapmadan, bir olay olay olmadan onu önceden bilemez.''  ve devam ediyor ;

''Eğer bilseydi seni neden bundan sorumlu tutsun ki?''

Bir başka programda  da ;

''Eğer biz Allah'ın yazdığı kaderi yaşıyorsak, bundan nasıl sorumlu tutulacağız?'' diye gayet de mantıklı bir soru soruyor.

Şimdi gelin bunu mantıklı ve müdellel bir şekilde ele alalım ciğerler.

Öncelikle zaman kavramından başlayalım. Zaman kavramı hakkında biraz fikir sahibi olmanız için birkaç kısa ve yararlı video öneriyorum ; LinkLinkLink


Zaman, mekan ile birlikte var olmuştur ciğersizler. Yani Allah, yarattığı kullar için bir mekan ve bu mekan için de zaman yaratmıştır. Zamanın ne olduğu ise bugün bu kadar ilerlemiş teknolojiyle bile çözülememiştir, insanlar bu konuda yalnızca belli yerlere kadar gözlem yapabilmiş ve fikir sahibi olabilmiştir.


Zamanı düz bir çizgi olarak düşünürseniz, geçmişten geleceğe doğru akar. Fakat şunu unutmayalım, bu çizgiyi var eden de zaten Allah'tır. Dünya ve uzay arasında bile zaman kavramı değişirken, zamanın etkisinin kaybolduğu gözlenirken, sen nasıl olur da Allah'ı zamana hapsedebilirsin?

Hatta sonra bu konuda biraz ağız değişikliği falan yapıyor ; Link


İşin bilimsel boyutunu uzun uzun konuşurduk ama, konumuz o değil maalesef.
Zamanın mekan ile var olduğunu biliyoruz, yani mekan olmazsa zaman da olmaz. Bu demek oluyor ki, sen Allah'a zaman atfedersen, mekan da atfetmiş olursun. Yani Allah'ı hem zaman, hem de mekana koymuş olursun ki, işte bu da insanın ayağının kaydığı yerdir. Bu görüş Vahhabilik görüşüdür. Bir numaralı maddesidir Vahhabiliğin hatta; ''Allah somut bir varlıktır, ve bir yerde bekler.''


Vahhabiliğin nasıl ortaya çıktığını ilk yazıda söylemiştim zaten. Abdülaziz Bayındır'ın görüşlerinin ekserisi de Vahhabi kaynaklıdır.


Bakın şu videoda kendince zamanı açıklamaya çalışıyor, fakat ben izlerken gülmekten bir taraflarım ağrıdı. Bir insanın ne derece aciz duruma düşebildiğini, yaptığı saçmalıkları kanıtlamak için daha fazla saçmalayabileceğini gördüm.


''Musa ile 30 günlüğüne sözleştik''  ayetini  ''aha bakın 30 gün sözleşmişler, demek ki Allah katında zaman varmış yeaa gördünüz müü canıma değsiiiinnn ''  şeklinde yorumladı adam resmen.
Yani bunu anlamak için Einstein olmaya gerek yok ama ben gene ufak bir açıklama yapayım siz ciğersizlere, aranızda bunu kaale alanlar falan olabilir.


''Musa ile 30 günlüğüne sözleştik'' demek, ''Musa için 30 gün uzunluğunda bir süre zarfı için sözleştik''  demektir.Yani Musa için 30 günlük bir süre geçtiğinde, Musa bu 30 günü yaşadığında, söz yerine getirilmiş olacaktır. Bu, Allah'ın 30 gün beklediğine zinhar delalet olamaz, zira bunu savunmak saçmalığın daniskasıdır.


Bir de şöyle diyor ''Rab'binin verdiği süre diyor, Allah'ın süre verdiyse demek ki onun katında da var.''

Oha anasını satayım artık ya. Ben hemen araya gireyim;

Allah'ın, kullarına verdiği nimetlerin hepsi Allah katında var mı?

Allah insana yiyecek ve içecek de verdi değil mi?


''Şüphesiz göklerde ve yerde ne varsa hepsi O'nundur.''

''Rab'binin verdiği süre, Rab'binin verdiği yemek, Rab'binin verdiği su, Rab'binin verdiği yağmur.....''

Yani şimdi Allah'ın katında yemek, su ve yağmur da mı var?

''Rab'binin verdiği'' cümlesiyle başlayıp, nasıl bunu Allah'a atfedersin anasını satayım?

Var olan her şeyi yaratan zaten Allah değil mi, ve zaman da, süre de yine Allah'ın yarattığı bir yaratılmış değil mi? Peki sen Allah'ın yarattığını kendisine nasıl bir zorunluluk olarak algılarsın?


30 gün örneği çok daha komiktir. Allah katında zaman yoktur, peki dünya için var olan zamanı, insanlara nasıl anlatacaktı Allah?

Hz. Musa, Allah ile konuşmak için Tur Dağı'na çıkmıştı, yani bu durumda Allah Tur Dağı'nda mı olmuş oldu? Allah'ın bir mekanı olduğunu anlamana mı gelir bu?


Eğer zaman ve mekan örnekleri ile konuşmasaydı Allah, biz hiçbir şey anlamayacaktık. Çünkü insan beyni zaman ve mekanın olmadığını hayal edemez, kafasında canlandıramaz. Size şöyle söyleyeyim, ''hiçbir şeyin olmadığını hayal edin. Hiççççbir şey.. ''

Aklınıza muhtemelen bir karanlık gelmiştir, fakat karanlık da yok. Veya beyaz bir ortam gelmiştir, beyaz da yok. Zamanın olmadığını hayal edin, asla edemezsiniz. Çünkü insan beyni buna müsait değildir. Sen Allah'ı kendi kafanın aldıklarına sığdırmaya çalışırsan, işte böyle dar bakış açısı ortaya çıkarırsın, ve senin kafanda olan şeylerle düşünmeye çalıştığın o tanrının, mutlaka eksiklikleri olur. Zamana sığdırırsın, mekana sığdırırsın, geleceği bilmez dersin..


Zaman denilen şeyin bir yaratılmış olduğunu bilmezsen, Allah'a zaman atfedersin.
Peki Allah yarattıklarına muhtaç mıdır?
Haşa ve kella.

Sen Allah'ı zamana hapsedersen, Allah'ı yarattığına muhtaç etmiş olursun. Allah'ı yarattığına muhtaç edersen de küfre girmiş, şirke düşmüş olursun.


Şunu sormak istiyorum bi de, filmlerde zamanda yolculuk diye bir şey vardır bilirsiniz. Mesela bu konuda en sevdiğim olan Geleceğe Dönüş serisinde, adamlar geleceğe de geçmişe de gidebiliyordu. Ki bugün bile geçmişe gidilebilir mi diye araştırmalar yapılmakta, zira hayat bir enerjidir ve enerji asla kaybolmaz. Yani bizim yaşadıklarımızın, konuştuklarımızın hepsi uzay boşluğunda bir yere gidiyor. Bilim adamlarının da geçmişe gidilebilir mi diye düşünmeleri de bu yüzden zaten, ''madem enerji kaybolmuyor ve uzay boşluğuna gidiyor, o halde o enerjiyi bulabiliriz.'' mantığı..


Zamanı yalnızca geçmiş ve gelecekten ibaret olmadığını anlarsak, Allah'ın zamandan münezzeh olduğunu da anlarız ciğersizler. Bakın uzay zaman diye bir teori vardır. Mekan ve zaman birbirine bağlanmış birer bütündür, ayrılamazlar. Fakat mekanda yer değiştirilebildiğine göre, zamanda da değiştirilebilir gibi bir mantıktır bu. Mekanı kısaltmak, zamanı bükmek gibi.


Demek istediğim şu aslında, bir bilim kurgu filmi bile zamanda yolculuk yapabiliyor, geleceğe gidebiliyorsa, Allah bir bilim kurgu filminin yaptığı şeyi yapamaz mı yani??

Filmlerdeki medyumlar, kürelere bakıp geleceği söyleyebiliyorken, Allah geleceği bilemez mi? Kıçıkırık bir insan beyninin yaptığı bir olayı Allah yapamaz demek insanı küfre ve şirke sokmaz mı ciğerler?


Kur'an-ı Kerim, neredeyse her ayetin sonunda ''Allah her şeyi bilir''  der. Yani Kur'an, Allah'ın her şeyi bildiğini özellikle anlamamızı istiyor. Bunu bu yüzden çok fazla tekrar ediyor. Olur da Allah'a bir noksanlık atfederler diye yapıyor bunu. Fakat bizim her şeyi kendisinin bildiğini sanan hoca kılıklı şarlatanlarımız, ''Allah geleceği bilmez'' diyor. Ve bu adam bir üniversitede hocalık yapıyor. Yani üniversiteye dinini öğrenmek için giden insanlar, bu gibi sapıkları dinliyor. Ondan sonra yok efendim ''bu millet niye sürekli bozuluyo, Zekeriya Beyaz gibi sapık hocalar nasıl çıkıyo''  deriz anasını satayım.


Yazının başlarında bahsettiğim ''Eğer biz Allah'ın yazdığı kaderi yaşıyorsak, bundan nasıl sorumlu tutulacağız?'' sorusuna dönelim ve bitirelim ciğersizler.


Bi kere soru gayet mantıklı ve güzel bir soru.
Fakat tabi karşıda cevap veren insan Abdülaziz Bayındır olunca, sinir küpüne dönmemek veya gülmekten karnına ağrıların girmemesi elde değil.


Ben cevap vereyim ciğersizler.
Biraz önce zamandan bahsetmiş, ve bizim düşündüğümüzün çok daha ötesinde bir kavram olduğunu söylemiştim.
Kader de aynen böyledir. Ve evet, bizim kaderimizi yazılmıştır. Fakat....


Allah, bizim ne yaptığımızı da, ne yapacağımızı da bilir. Fakat ne yapacağımızı bildiği, buna müdahale ettiği anlamına kesinlikle gelmez.

Bayındır bey ''biliyorsa neden bizi bundan sorumlu tutsun'' diye saçma salak bir soru soruyor. Şimdi ben de soruyorum, medyumlar fala bakıp bir şeyleri görebiliyorsa, Allah geleceği bilemez mi?

Allah'ın biliyor olması, müdahale ettiği anlamına mı gelir?


Bir baba düşünün, oğlunu çok iyi tanıyor. Arabalardan hoşlandığını biliyor. Ve oğlunu alıp bir oyuncakçıya gidiyor. Sağ tarafta oyuncak arabalar varken, sol tarafta da oyuncak bebekler var. Baba, oğlunun aslında ne alacağını adı gibi iyi biliyor. Fakat bildiği halde ona sormadan arabayı almıyor. Çocuğa seçmesi için fırsat veriyor. Ve çocuk da arabayı seçiyor.


Şimdi bu baba, çocuğunun neyi seçeceğini gayet iyi biliyordu. Peki ona müdahale etti mi?
Neyi seçeceğini biliyor olması, çocuğun seçimini etkiledi mi?
Baba bu konuda çocuğa her hangi bir baskı yaptı mı?
Hayır.

İşte olay aynen böyledir ciğersizler. Allah bizim evvel yaptıklarımızı da bilir, gelecekte ne yapacağımızı da. Zira Kur'an'da gayb hakkında ayetler vardır ;

''Gaybın anahtarları Allah'ın katındadır. Onları ancak o bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. Düşen hiçbir yaprak ve yerin karanlıklarında hiçbir tane yoktur ki Allah onu bilmesin. ''   Enam, 59


''De ki; göklerde ve yerde Allah'tan başkası gaybı bilmez.''  Neml, 65


''Allah:  ''ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim. Sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim dememiş miydim?''  dedi ''   Bakara, 33

''Allah gaybı da, açık olanı da bilir.''  Muminun, 92

''Şüphe yok ki Allah, göklerin ve yerin gaybını bilir. Elbette o, sinelerin içinde olanları da bilir.''  Fatir, 38


Allah, kalbimizden geçeni dahi biliyorken, geleceği bilemeyecek mi? Kur'an-ı Kerim'de çok açık bir şekilde Allah'ın gaybı bildiği defalarca söylenirken, bunu inkar eden Darwin gibi kafir olmaz mı?


Hem Allah'ı tenzih edelim, peygamberlere bile gayb bilgisi verilmedi mi? Gelin birkaç örnek verelim;

Peygamber Efendimize Miraç günü, kıyamette neler olduğu gösterildi.
Peygamber Efendimiz, cennete girerken Hz. Bilal'in ayak seslerini duyduğunu söyledi.
Peygamber Efendimiz, kıyamet günü şefaat ettiği ve etmediği insanları ashabına anlattı.
Ahir zamanda ümmeti bekleyen tehlikeleri tek tek sıraladı.
Kıyamet alametleri, Peygamberimize gösterildi, Peygamberimiz de onu ashabına anlattı.


Buna çok güzel bir başka örnek de, Hz. Adem'in, ''beni son peygamber hürmetine affet''  diye Allah'a yalvarmasıdır. Eğer Allah geleceği bilmiyorsa, daha ilk insan olan Hz. Adem, son peygamberden nasıl haberdar oldu?


Hz. Musa zamanında Mısır Firavunu rüyasında bir bebeğin doğduğunu ve bu bebeğin krallığını yıktığını gördü, bunu kahinlere yorumlattı ve kahinler ''rüya doğru, bir bebek krallığınızı yıkacak''  dedi. Nitekim öyle de oldu, Hz. Musa onu ve krallığını yok etti. Firavunun rüyasına giren benim inancıma göre şeytandı, ve ona bildiği bir şeyi haber verdi. Fakat Firavun bunu bilmiyordu, çünkü gelecekte olacaktı.


Sonra Hadislere bakalım ;

''Bir zaman gelecek insanlar yalnız parayı düşünüp, hiç helal haram düşünmeyecekler.''  Buhari

''Din alimi kalmayacak, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verecek ve herkesi yoldan çıkarmaya çalışacak.''  Buhari


''İstanbul elbet fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askeri ne güzel askerdir.'' Hakim, İ. Ahmet, İ. Süyuti

''Köpek beslemek evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.''  Hakim

''Kadınlar çoğalıp, zina bir toplumda yayılırsa, halk içinde daha önce görülmemiş hastalıklar çıkacak. Tartıda adaletsizlik olursa, geçim sıkıntısı baş gösterecek. (AIDS ve dünya genelinde krizler) ''   Beyheki

''Sonra gelenler önceki alimleri cahillikle suçlayacak.'' Asakir



Kur'an, ''gaybı yalnız Allah bilir'' diyor, ve ekliyor ''istediklerine o bilgiyi verir.''

''İşte bu, sana vahiyle bildirdiğimiz gayb haberlerindendir.'' Yusuf, 102

''Gaybı bilen O'dur. Gaybını, razı olduğu rasulden başkasına bildirmez.''  Cin, 26-27

''Bu, gayb haberlerindendir, bunları sana vahyediyoruz.''  Ali İmran, 44


Nitekim, Hz. Yakub da, rüyasında on kurdun oğlu Hz. Yusuf'a zarar verdiğini görür. Bu rüya gerçekleşir ve Hz. Yusuf'un on ağabeyi, kendisini kuyuya atar. Yani Allah, Hz. Yakub'a gelecekten haber vermiştir.


Abdülaziz Bayındır, İhsan Eliaçık, Zekeriya Beyaz, Yaşar Nuri Öztürk, Ubeydullah Arslan, Mustafa İslamoğlu, Haydar Baş gibi adamlar nedense hep aynı şeyleri savunurlar. Bunlar gerek Vahhabilikten, gerek Şiilikten aldıkları şeyleri, insanlara ''gizlenmiş gerçek'' olarak sunarlar. Doğruyu ancak kendilerinin bildiklerini sanırlar ve halka da aynen böyle anlatırlar. Eğer benim acizane tavsiyemi dinleyecek olursanız, haddim olmayarak sizlere bir tavsiye verebilirim; Bu adamlardan uzak durun. Zira sonra aklınızda ''acaba''lar cirit atar.


Elinizden geldiğince çok araştırın, bu adamların birbirlerini hep desteklediklerini görürsünüz. Belirli bir çizgileri vardır zira. Eğer şu interneti feysbuka girmekten başka şeyler için de kullanırsanız, kazanacağınız çok şey olur.


Delil göstererek tahrif üzerinde durmak ümidi ve selam ile ciğersizler.
Seviyorum sizi.
Ramazan'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun..

TAHRİF HAREKETLERİ ; ABDÜLAZİZ BAYINDIR VE ZAMAN KAVRAMI

$
0
0

Herkese hayırlı Ramazanlar.

Ramazan ayındayız, fakat öyle şeyler cereyan ediyor ki, bu güzel ayın maneviyatına adeta gölge düşürüyor. Dikkat ettiyseniz, medya size en çok Ramazan ayında dini haberler sunar. Ana haber bültenlerinde ''flaş flaş flaş! Bilmem kim hoca yine ezber bozdu! ''  diye haberlerin ardı arkası kesilmez bu ayda.


Tabi bazı sevgi kelebekleri, mutluluk pıtırcıkları, hiçbir şeyin altında hiçbir şey aramayan Polyanna sevenler derneği gibi kişiler ''ya nölcek hajı yaa, adamlar ifade özgürlüğünü kullanıyo işte ya, halkı bilinçlendiriyo daha ne istiyon hıha hahu müee :))''  gözüyle bakıyor olaya. Yani bizim medyamız, bizi o kadar düşünüyor ki halkın bilinçlenmesi için bunları haber yapıyor öyle mi?

Baba tamam, tamam.
Tamam baba, tamam.
Baba tamam, sakin ol baba.
Baba!
Tamam!

Bu cevap sizin için yeterlidir umarım.
Daha önceki yazılarda söyledim, fakat tekrar ve tekrar söylemek istiyorum ciğersizler; ''medya tahrif pazarlıyor!''
Tıpkı bir zamanlar Zekeriya Beyaz'ı ülkenin en çok konuşulan, en çok haberi yapılan ve en çok programlara davet edilen adamı yaptıkları ve bugün de aynı şeyi hala ve hala Yaşar Nuri Öztürk ile denedikleri gibi. Hatırlayın bir ara her kanalda, her haberde Zekeriya Beyaz denilen tombalacının ismi geçerdi, hatta Beyaz şova bile katılmıştı bu adam.


Balık hafızalı olmayın, dünkünü unutup bugünün güdülmeye hazır koyunları olmayın ciğersiz arkadaşlarım benim. Kedi ciğerinizi sizin.


Bu hatırlatmaları yaptıktan sonra konumuza doğru giden otobüse binelim ve son durakta inmek üzere yayılalım arkamıza. Geçen yazıda anlattıklarıma birazcık eklemeler yapacam izninizle. ''Allah geleceği bilmez'' diyen Abdülaziz Bayındır'a biraz daha dokandıracaz.


Öncelikle gelecekten haber veren ayetlerden bahsedelim.

Bedir Savaşı'ndan önce sayı olarak çok üstün olan müşriklerin, Müslümanlara karşı her konuda zafere olan inançları tamdır, fakat bir ayet inmiştir ;

''Yoksa onlar ''biz birbirimize kuvvet veren yenilmez bir topluluğuz'' mu diyorlar? Onların topluluğu yakında hezimete uğrayacak, arkalarını dönüp kaçacaklar. Fakat onlara asıl vaad olunan azap, kıyametin azabıdır. Kıyamet günü daha dehşetli ve daha acıdır.''  Kamer 45-46


Gördüğümüz gibi bu ayette çok açık bir şekilde gelecekten bahsetmekte ve yakında yenilip kaçacaklarını bildirmektedir Kur'an. Daha savaş başlamadan, Allah onların arkalarını dönüp kaçacaklarını bildiriyor. Şimdi kalkıp bu ayete ''canım Allah yardım edecek işte savaşta, Allah yardım edince de müşriklerin yenilecekleri kesin ''  diye bir yorum gelebilir sevgili Bayındır'dan.


Hemen cevaplayalım;
Böyle bir yorum saçma olacaktır. Zira madem Allah geleceği bilmiyor, Müslümanların yardıma ihtiyaç duyacağını da bilemez. Hadi diyelim Allah öyle veya böyle yardım etmeye karar verdi, ve yenilmelerini sağlayacak. Peki arkalarını dönüp kaçacaklarını nereden biliyordu geleceği bilmiyorsa?


Hatta Hz. Ömer bu konuda şöyle der ;

''Bu ayetler indiğinde bundaki muradın ne olduğunu bilmiyordum. Ta ki Bedir günü Rasulullah'ın zırhını giyip bu ayetleri okuduğunu görünce, muradın ne olduğunu anladım.''

Yani Allah, Bedir Savaşı'nı Müslümanların kazanacağını önceden haber veriyor.

Devam edelim ;

''Sizden öncekilere kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve korunursanız, işte bu büyük işlerdendir.''  Ali İmran, 186

 Çok açık bir ayet yine, ''incitici şeyler işiteceksiniz''  denilmiş. Bu, gelecekten haber değil midir?


''Rumlar pek yakın bir yerde mağlup oldu. Fakat onlar bu mağlubiyetten sonra birkaç sene içinde galip geleceklerdir.''  Rum,1-2

''İşte Allah sizin bilmediğiniz şeyleri bildi de, ondan (Mekke'nin fethinden önce) önce (size) yakın bir fetih verdi.''  Fetih, 27

Daha Mekke fethedilmeden, Allah bu fethi haber vermiştir gördüğümüz gibi..


Devam edelim, Yusuf Suresi 100. ayet ;

''Ey babacığım. İşte bu, daha önce gördüğüm rüyanın te'vili. Rabbim onu gerçek kıldı.''


Hz. Yusuf, çocukken rüyasında 11 yıldız ve güneş ile ayı kendisin secde ederken görür ve bu rüyayı babasına anlatır. Bunun üzerine Yusuf Suresi 6. ayet der ki ;

''Rabbin böylece seni seçkin kılacak. Sana rüyaların yorumunu öğretecek ve bundan önce ataların İbrahim ve İshak üzerine nimetini tamamladığı gibi, senin ve Yakub oğullarının üzerine de nimetini tamamlayacaktır. Muhakkak ki Rabbin alimdir, hakimdir.''


Yani Hz. Yakub, oğlu Hz. Yusuf'un gelecekte peygamber olacağını biliyordu. Zaten Hz. Yusuf da, Yusuf Suresi 100. ayette ''Rabbim bu rüyayı gerçek kıldı''  diyerek bunu kastediyor. Hz. Yakub ve Yusuf gelecekte bunların olacağını nereden bildiler sence sevgili Bayındır?


Sonra Yusuf Suresi'nde şunu görürüz, Hz. Yakub, oğlu Yusuf'un rüyasını kendisine anlattığında ''bunu kardeşlerine anlatma'' der. Diğer oğulları Yusuf'un da kendileriyle gelmesini istediklerinde Hz. Yakub onlara güvenmez, çünkü bir şeyler olacağını bilir. Bunun sebebi gece gördüğü rüyadır. Rüyasında on kurdun Yusuf'u parçaladığını görür ve bunu ''on kardeşinin Yusuf'a zarar vereceği'' şeklinde yorumlar. Yani Allah, Hz. Yakub'a gelecekten haber vermiştir.


Hatta Hz. Yakub, Yusuf Suresi'nin 13. ayetinde şöyle der ;

''Doğrusu onu götürmeniz beni üzer. Siz ondan habersiz iken onu kurt yer diye korkuyorum.''

Bunun ardından oğullarının ağlayarak ; ''

''Ey babamız. Biz yarışa gitmiştik. Yusuf'u eşyalarımızın yanında bırakmıştık, onu kurt yemiş.''

Yani Hz. Yakub'a gösterilen gelecek birebir gerçekleşmiş oluyor sevgili Bayındır, okey?


Ayrıca rüyaların bazıları gelecekten haber verir, nitekim Hz. Yusuf rüyaları nasıl yorumladıysa hep aynı şekilde olaylar vuku bulmuştur. Rüyalar bile gelecekten haber verebiliyorken, Allah nasıl gelecekten habersiz olacak be hey şaşkın?


Ve gelelim konu hakkındaki en güzel ve can alıcı örneğe..

Tebbet Suresi.

Tebbet Suresi, Rasulullah'ın amcası olan Ebu Leheb hakkında inmiş bir suredir. Meali şöyledir ;

''Ebu Leheb'in elleri kurusun. Kurudu da. Ne malı, ne de kazancı kendisini kurtarmadı. Alevli bir ateşe girecektir o. Karısı da odun taşıyan bir hamal olarak ateşe girecektir; omuzunda hurma lifinden bir ip olduğu halde..''


Bu sure indiğinde, Ebu Leheb ve karısı hala hayattaydı. Fakat Allah ''o ve karısı cehenneme girecektir''  diyerek şunu demek istemiştir ; ''o ve karısı asla iman etmeyecek.'' Yani Ebu Leheb daha hayattayken Allah onun iman etmeyeceğini bildirmiştir tüm Müslümanlara. Peki geleceği bilmiyorsa Ebu Leheb'in iman etmeyeceğini nereden bildi? Burada Ebu Leheb şakadan bile olsa ''hadi iman ediyorum lan o zaman''  dememiştir, zira Allah geleceği görür, geleceği bilir ve bu yüzden de Ebu Leheb'in iman etmeyeceğini bilmiş ve bildirmiştir sevgili Bayındır.


Sonra Hz. İbrahim'den Hz. İsmail'e, Hz. Yakub'dan Hz. Yusuf'a, Hz. Davud'dan Hz. Süleyman'a tüm peygamberler son peygamberin geleceğini biliyorlar mıydı?
Evet.

Peygamber gelmesi için toplumların bozulması gerekir, ve böyle bir durumda onları Allah'ın yoluna ve dinine çağıracak bir peygamber gelir. Son peygamber gelecek demek, insanların yine bozulacağı ve bu yüzden Allah'ın peygamber göndereceği demektir. Eğer Allah haşa geleceği bilmiyorsa, insanların bozulacağını nereden biliyor ve bir peygamber müjdeliyor sevgili Bayındır?


Cin Suresi 26. ve 27. ayette şöyle der Allah ;

''O, bütün gaybı bilir. Fakat gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak seçtiği elçiye açar.''

Şu apaçık ayete rağmen ''Allah gaybı bilmez''  diyen insan, bu ayet gibi apaçık bir şekilde ''kafir'' olur.
Kur'an'da sürekli olarak ''Allah her şeyi bilir'' , ''Allah bütün noksanlıklardan münezzehtir'' der. Sen kalkıp ''Allah geleceği bilmez'' dersen ne olursun sevgili Bayındır?


Zamanı da yaratan zaten Allah'tır sevgili Bayındır, sen kendi yarattığı şeyden bihaber olduğunu söylüyorsun Yaradanın.. O'nun katında da zaman varsa, bu zamanı kim yarattı peki olum?  Allah'ın ilmini bizim küçük beyinlerimize sığdırmaya çalışırsan, böyle küçük bir sonuç elde edersin.


''Bekar bir kimsenin ileride kiminle evleneceğini Allah bilmez'' safsatasına da güzel bir örnek vererek bitirelim ciğersizler ;

Hz. Aişe, Rasulullah'tan şöyle rivayet ediyor ;

''Ey Aişe seni rüyamda gördüm. Bir melek ipekten bir parça içinde senin suretini gördüm, bana ''bu senin müstakbel zevcendir'' diyordu. Şimdi anlıyorum ki o suret sendin. Allah, bana bunu Cebrail ile bildirdi.''

Sanki tam da bizim Bayındır'a cevaben bir olay olmuş di mi ciğersizler hehe.


Zaten bu adamın zamanla ilgili epey bir sorunu var anasını satayım, yok efendim imsak vakti de yanlışmış, kendisi doğrusunu bulmuş falan filan. Size bu ve bu gibi adamları televizyonda daha çok pazarlayacaklar ciğersizler, benim aciz ve naçiz tavsiyem şudur ki, bu adamlara itibar etmeyin.


Ramazanın bereketi ve rahmeti sizinle olsun.

SİZ YOKSA OSMANLI'YI MI DİRİLTİYORSUNUZ?

$
0
0

Selamın aleyküm.

Dış basında ve gündemde çokça zikredilen bu konu hakkında, küçük bir toparlama ve üzerine kısa bir-iki kelam etmek istedim. Sizlere sadece dünyada çıkan haber ve demeçleri bir arada vereceğim, almanız gereken mesajı kendiniz alıp, kendi yorumunuzu getirin.


Gezi olayları sırasında, benim de sizinle paylaştığım bir konuşma.. Rus politikacı ; ''Türkiye İslam'a dönüyor. Batıya yeni Osmanlı lazım değil, güçsüz bir Türkiye lazım.'' dedi ;

LinkLinkLink

İsrail altyapı bakanı Silvan Şalom ; '' Türkiye'yi yeni Osmanlılardan kurtaracak her türlü gelişmeyi memnuniyetle karşılarız.'' dedi.     LinkLinkLinkLinkLink


Baba mesleğini devam ettiren Esed ; ''Tayip Erdoğan kendisini yeni Osmanlı sultanı sanıyor.'' dedi. LinkLinkLink


Dünyaca ünlü The Economist ; ''Demokrat mı, yoksa Sultan mı?'' diye bir kapak yaptı. Link

The Washington Times ; ''Türkiye'deki ayaklanmalar ne anlama geliyor?'' başlığı altında koca bir yazı yayınladı, bu ayaklanmanın aslında İslamcılar ve sekülerler arasında olduğunu, Erdoğan'ın da bir Sultan gibi davrandığını söyledi. LinkLink


Aynı gazete bir başka haberinde, Erdoğan'ı dört Osmanlı padişahına benzetti. Link


World News Today' de ''Türkiye'deki karışıklık ; Yeni Osmanlılar'' başlığı altında 23 dakikalık bir program yaptı. Link


Fransız Le Monde şöyle bir karikatür yayınladı ;


Ardından Alman, İngiliz, Fransız ve Amerikan basını, Osmanlı temalı karikatürleri devam ettirdi ;


Gezi Parkı olaylarına Avrupa'dan destek veren bir grup, şaşırtıcı bir şekilde yine Osmanlı'ya atıf yaptı ve ''Sultanları istemiyoruz'' yazılı pankartlarla eylem yaptı ;


Gazeteler yine ''Osmanlı geri mi dönüyor'' teması altında onlarca haber yaptı ;

The Guardian ; ''Türkiye, Balkanlara Osmanlı'yı geri getiriyor.''  Link

BBC ; ''Türkiye ; Yeni Osmanlılar'' Link

The Forbes ; ''Yeni bir Osmanlı İmparatorluğu mu?'' Link

The Toronto Star ; ''Türkiye yeni bir Osmanlı İmparatorluğu mu inşa ediyor?'' Link

The Atlantic ; ''Sultan Erdoğan, eski Osmanlı'yı yeniden inşa ediyor.''  Link

The Epoch Times ; ''Türkiye ; Yeni Osmanlı mı?'' Link

The Gates Institute ; ''Türkiye, Yeni Osmanlı bölgesi'' Link

The Daily Beast ; ''Türkiye'nin önderliğinde yeni bir Osmanlı'nın canlandığını görebiliriz'' Link

Newsweek ; ''Osmanlı yeniden canlanabilir'' Link

BBC, Ak Partinin yükselişini ''Türkiye ; Yeni Osmanlılar'' adını taşıyan bir belgesel ile ele alıyor. LinkLink


Hadi bizdeki kesimi biliyoruz, peki Avrupa, Amerika, İsrail ve Rusya neden Osmanlı düşüncesine bu derece karşı?

Ben sadece sizlerin bir fikir sahibi olabilmesi için küçük bir toparlama yaptım. Gözüme çarpan şeyi, bir de sizlere sunmak istedim. Yorum sizin.

Saygı ve selam ile.



BARNABAS İNCİLİ

$
0
0

Selamın aleyküm.

Öncelikle attığı mesajlarla beni gerek uyaran, gerek destek olan, gerekse eleştiren arkadaşlara teşekkür ediyorum. Sayelerinde yaptığım hataların farkında olabiliyorum.


Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuza girelim.
Barnabas İncil'ini uzun zamandır bilirim ve araştırmışlığım da vardır. Fakat son araştırmalarımda, yine olay hakkında kafamda bir toparlama yaptıktan sonra ilginç kareler oluştu, ve ben de bunu siz ciğersiz arkadaşlarla paylaşmak istedim. Sizin de kafanızda bu bilgilerin yer etmesinin zararı yoktur kanaatimce.


Önce Barnabas İncili nedir, kimdir ona bakıp, devamında bu İncil etrafında cereyan eden ilginç olaylar silsilesini konuşalım.

Asıl adı Yusuf olan, Kıbrıslı bir Yahudi ailesinin oğludur Barnaba. Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur. Fakat benim burada düzeltmek istediğim önemli bir nokta var. Barnabas İncili tabiri, yazımın da başlığı olmasına rağmen, bana göre yanlıştır.


Çünkü bu kitabı alıp okursanız, aslında Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır. Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der. Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir. Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.


Yani Barnabas İncili denilen bu kitap, aslında tam anlamıyla İncil değildir. Tıpkı şuan kanonik kabul edilen dört İncil'in, İncil olmaması gibi. Barnaba'nın nüshalar halinde yazdığı bu kitap, aslında ''hadis'' ve ''ayetleri'' barındıran bir kitap olarak adlandırılabilinir. Çünkü İncil denilmesi için, içinde Allah'ın kelamından başka tek bir söz olmaması gerekir.


Fakat Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır. ''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.


Bu küçük girizgahtan sonra konumuzun asıl bölümüne gelelim.
1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.


Buraya kadarki en ilginç nokta, olaya Özel Harp Dairesinin müdahil olmasıdır. Özel Harp Dairesi hakkında minicik bir bilgi sahibi olmak için şu kısa videoyu izleyebilirsiniz. Hakkında iki saat konuşabileceğim bir konudur ama, konumuz o değil.


Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir. Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir. Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.


Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı. Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir?


Devam edelim.
Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''
Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşer ve iki tanesini bulur. Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.


Victoria Rabin, içinde yazanları gördükten sonra Müslüman olur.Tevrat ve Zebur'a da ulaşılabileceğini umarak kazı çalışmalarına devam eder. Fakat tam o sırada bir Etiyopyalı tarafından öldürülür.


İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir. Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur.


İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte. İlginç olaylar silsilesi başlıyor. 1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor. Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor. LinkLinkLink


Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.


Fakat Adalı'dan olsa gerek, bu olaydan Abdullah Çatlı haberdar oluyor ve Kıbrıs'a geliyor.
Adalı'nın öldürülmesinden 4 ay sonra da bilindik bir vakıa meydana geliyor ;

''Susurluk''

Bildiğiniz gibi Abdullah Çatlı ve birkaç önemli isim, Susurluk'ta bir kamyonun araçlarını linç etmesiyle ölmüşlerdi. Ve herkesin konuştuğu bir konu vardı ; ''Kayıp çanta''


Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda. Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın''.  LinkLink


Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.


Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil.
Genelkurmay, bu nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.

Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir.


Yani Susurluk'tan sonra genelkurmay, yani Veli Küçük nüshayı eline geçirmiş. LinkLinkLink

Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.'' Link


Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir. Link


Katıldığı, Ülke Tv'deki  Sıradışı programında ;

''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor. Link


Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.'' LinkLinkLinkLink


Ve üç sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti. Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp''öyle gittiler. Link


Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;


''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'' LinkLinkLink


Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor. LinkLinkLink, LinkLinkLink


Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı. Link


Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. '' LinkLinkLink


Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor. Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var.


Barnabas İncili'nde ;

Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.


Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;

''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.'' 
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.

Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;
''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''


Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.

diğer haber gömülürken, bu haberin ne kadar çok servis edildiğini anladınız sanırım
Barnabas İncili'nin orjinal nüshaları, bildiğimiz kadarıyla şuan hala gizli tutulmakta. Dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Vatikan, elbette şirketlerinin ellerinin arasından kayıp gitmesine seyirci olamayacaktır. Ayrıca, tamamen Hristiyan olan batı nüfusunun, bu İncili okuyup İslam'a geçtiğini  ve tüm batının Müslüman olduğunu hayal edebiliyor musunuz? Bu, elbette önüne geçilmesi gereken bir durumdur batı için.


Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.


Selam ve saygı ile.

KUR'AN VE SÜNNET

$
0
0

Selamın aleyküm.

İslam dini apaçık mucizelerle doludur. Kur'an'a baktığınızda görürsünüz ki, daha birkaç yıl önce keşfedilen şeyler barındırır içinde. Ve bu Kur'an mucizelerine artık her yerden kolayca ulaşabilirsiniz. Zira dini sayfaların dışında, kendisini dine yönelten kişiler de ''işte Kur'an mucizeleri'' içerikli yazılar yazmakta.


Fakat benim dikkatimi çeken bir şey oldu bu konuda. Kendisini sonradan İslam'a döndüren bu insanlar, yalnızca Kur'an mucizelerinin üzerinde durmakta. Ve hatta bazıları da resmen sünneti ve hadisleri reddetmekte.


Tabi bu gibilerin dinledikleri adamlar Yaşar Nuri, Abdülaziz Bayındır, Mustafa İslamoğlu, Edip Yüksel veya İhsan Eliaçık gibiler olunca, bunun olması elbette kaçınılmaz. Zira bu adamların hepsinin hadislerle ilgili sorunları vardır. Hatta bazılarının ayetlerle bile vardır.


Ben bu yazıda biraz farklı davranıp, Kur'an mucizeleri yerine hadislerden bahsetmek istiyorum. Yazmayı düşündüğüm diğer yazıda da ''hadis ve sünnet mucizeleri''ni konuşmayı planlıyorum Allah'ın izniyle.


Geçenlerde bir takipçim de bu konuda güzel bir soru sordu ;

''Bizim için kaynak Kur'an evet, peki hadislerin yeri ve önemi nedir?'' dedi ve devam etti ;
''Bazı arkadaşlarım hadislerin güvenilir olmadığını söyledi ve yalnızca Kur'an'a bakılmalı dedi''

Şimdi isterseniz biz de önce Kur'an'a bakalım, ve Kur'an'da sünnetin yeri neymiş onu görelim ;

''Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa da ondan sakının.'' Haşr,7

Şimdi bu ayeti açıklamaya çalışalım biraz.

Peygamberin bize verdiğini almamızı ve yasakladığından da sakınmamızı istiyor Allah Kur'an'da. Ve bizim bildiğimiz üzere İslam ve Kur'an hem evrenseldir, hem de ayetlerin geçerliliği sonsuza dek işlevini sürdürecektir.


Yani Peygamberin emrettiği, tüm Müslümanlara emredilmiştir ; ve yasakladığı da yine tüm Müslümanlara yasaklanmıştır. Ve Hz. Muhammed s.a.v. son peygamber olduğu için, O'nun mesajı kıyamete kadar sürecek ve O'na tabi olan herkesi bağlayacaktır.

Peki O'nun mesajı sonsuza dek ulaşacaksa, biz mesaja nereden ulaşacağız?
Aklınıza ilk gelen şey  ''e Kur'an var ya'' demek olmuştur büyük ihtimalle. Fakat bizzat Kur'an'da ''Onun size verdiği alın ve yasakladığından sakının'' diyorsa, demek ki Peygamberin bize verdiği her şey Kur'an'da  yok. Eğer Peygamberin verdiği her şey Kur'an'da olsaydı, böyle bir ayet herhalde gereksiz olacaktı. Zira Kur'an'da birçok şey yasaklanmış ve birçok şey de helal kılınmıştır.


Ve eğer Peygamberin verdikleri ve yasakladıkları biz Müslümanlar için Kur'an ile sabit bir bağlayıcı kural ise, Resülullah zamanında yaşamayan ve O'nu göremeyen Müslümanlar için ne bağlayıcı olacak? Yine ''sadece Kur'an olacak o zaman'' gibi bir yorum gelebilir aklınıza. Fakat bizzat Kur'an, Peygamberin verdiği başka şeyleri de bize emrediyor.


Diyelim ve devam edelim Kur'an'dan örnekler vermeye ;

''Andolsun ki Resülullah, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.''  Ahzap, 21


Yine bu ayette de bizlere Hz. Muhammed sav.'in güzel bir örnek olduğu söyleniyor. Ve ben de yine soruyorum ; ''Bizim için güzel örnek olan Hz. Muhammed'in yaptıkları ve söylediklerine nereden erişeceğiz?'' Allah, Hz. Muhammed'i bizlere örnek olarak gösterdiğine göre, biz Müslümanların da aynen O'nun gibi olmamazı istiyor demektir. Ve Resülullah gibi olmak demek, O'nun gibi ibadet etmek, konuşmak, giyinmek ve hatta yemek yemek, su içmek yani kısacası her şeyde O'nun gibi olmak demek değil midir?


Nisa Suresi'nden devam edelim ;

''Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygambere ve sizden olan yöneticilere de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız, onu Allah'a ve Peygamberine götürün. Bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.'' Nisa, 59


Ayette ''anlaşmazlığa düştüğünüz konuyu Allah'a ve Resulüne götürün'' diyor. Anlaşmazlığa düşülen konuyu Allah'a götürmekten kasıt, bu konuda ''Kur'an'a başvurmak''tır. Zira Kur'an, direk Allah katından indiği için, bir konuyu Kur'an'a götürmek, o konuyu Allah'a götürmektir.


''Allah'a ve Peygambere'' diye ayrıldığına göre, demek ki Kur'an'da olmayan bir meseleyi çözmek için bunu Allah'ın Resulüne götürmemiz gerekiyor. Peygamberimiz zamanında yaşayanlar bunu bizzat Resulullah'a götürmüşlerdir, Kur'an'a binaen.

Peki O'nu göremeyen bizler ne yapacağız?
Peygamberi göremediğimiz için bu ayetin hükmü mü değişecek?
Elbette hayır.
Çünkü Kur'an hem evrensel, hem de kıyamete kadar hükmünü sürdürecek bir kitaptır.

Biz göremeyenler için bu ayetin açıklaması ''O konuyu Kur'an'a ve sünnete'' götürün''dür. Ve bizler, sünneti yani Peygamber sav.'in söylediği ve yaptığı şeyleri de ''hadisler''den öğreniyoruz. Böylelikle bu ayetin hükmü anlaşılıyor.


''Bizim için yalnızca Kur'an yeter, ben hadise madise inanmam'' diyenler için bu ayet yeterince yerinde bir cevap olmuştur ve bir başka ayette de şöyle der ;

''Hayır! Rab'bine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda, seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükümlerden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, onu tam manasıyla kabullenmedikçe gerçekten iman etmiş olmazlar.''  Nisa, 65


''Peygamberin verdiği hükmü kabul etmemeyi bırak, kabul ettiğini söyleyip, içinden buna razı olmamak Allah indinde ''iman etmiş sayılmamak'' anlamına geliyor apaçık Kur'an'da.
Bu da demek oluyor ki, bir anlaşmazlık çıktığında önce Allah'a, sonra da Peygambere başvurulmalıdır.
Ve o da demek oluyor ki, anlaşmazlıkta önce Kur'an'a, sonra da hadislere başvurulmalıdır.


Ve yine bir başka ayette aynı konudan bahsediyor ;

''De ki ; Allah'a ve Resulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kafirleri sevmez.'' Ali imran,32

Burada hem Allah'a, hem de Peygambere itaat etmek gerektiği anlatılırken, diğer cümle yüz çevirenlerin kafir olduklarını söylüyor. Yani sadece Allah'a iman etmeyen kafirdir değil, aynı zamanda peygambere itaat etmeyen de kafirdir. Allah'a itaat etmeyenlerin yanında, Peygambere itaat etmeyenler de ''kafir'' olarak adlandırılıyor bizzat Kur'an'da. ''Yalnız Kur'an yeter'' diyenlere buradan bir selam daha gönderiyoruz.


Bu ayetlerin manasının devamı niteliğinde bir başka ayet de şudur ;

''Kim Allah'a ve Resule itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddikler, şehitler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır.'' Nisa 69

Hz. Muhammed sav.'e itaat etmeyenlere kafir denmişken, bu ayette de Hz. Muhammed sav.'e itaat edenlere cennetin en güzel makamları vaad edilmiş.


Başka bir ayete bakarsak eğer ;

''''Çünkü ümmilere içlerine, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Şüphesiz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.'' Cuma,2


Ayette ''onlara kitabı ve hikmeti'' denilmekte. Burada kitaptan kasıt elbette ki Kur'an-ı Kerim. Peki hikmet ne? Burada çok aleni bir şekilde Kur'an'dan başka güzel bir kaynak olduğu zikrediliyor. Sanki her ayeti anlıyormuşcasına yalnız Kur'an'ın yeteceğini söyleyen arkadaşım, burada bahsettiği diğer kaynak ne peki? İşte bu kaynak Peygamber sav.'in yaptıkları ve söyledikleridir ; yani sünnettir, yani hadislerdir.
Çünkü hadisleri reddetsek bir sürü ayet gibi bu ayeti de reddetmemiz gerekecek. Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kim olabilir? (En'am, 21) 

Nisa Suresi'nin 80. ayeti de bu bahsi desteklemektedir ;

''Kim Resulullah'a itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur.''


Enfal Suresi, 21. ayet ; 

''Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne itaat edin. Kur'an'ı ve Resulullah'ın öğütlerini işitip durduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin.'' 

Bize çok açık bir şekilde ''Kur'an'dan ve Peygamberin sözlerinden'' yüz çevirmeyin diyor Kur'an'da Allah. Peki bu yüzyılda Kur'an'a sahip olan bizler, Peygamberin sözlerinden nasıl yüz çevirmemeyi becereceğiz? Yani bu ayet hükmünü mü yitirmiş? Haşa.
Bu demek oluyor ki, Kur'an'ın yanında sizin rehberiniz Peygamber sav'in hadisleridir.
Bir başka ayet ;

''Allah ve Resulü, herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, artık inanmış bir erkek ve kadının, o işi kendi isteklerine göre seçme hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.''  Ahzap, 33-36


Burada ''Allah ve Resulü hüküm bildirdikten sonra'' demiş Kur'an. Yani herhangi bir meselede, Allah'ın belirttiği bir hüküm yoksa ; başvurulacak yer Peygamberin hükmüdür. Bu konuya örnek olarak, dövme yapmak hakkında Kur'an'da bir hüküm bulunmamasına rağmen, Peygamber sav. ''yapmayın'' demiştir. Ve bir insan ''Kur'an'da yok, peygamberin demesi önemli değil, önemli olsa Kur'an'da yazardı'' deyip, Peygamberin hükmünü saymazsa ''kafir'' olur. Zira bu, Peygamberin yalan söylediği veya söylediğinin bir önemi olmadığını savunmaktır. Bu konuda Kur'an'ın tutumu da çok açıktır.


Son olarak Nisa Suresi'nden şu ayeti açıklayalım ;

''Biz her peygamberi, -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de, Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resul de onlar için istiğfar etseydi, Allah'ı ziyadesiyle affedici ve esirgeyici bulurlardı.''  Nisa, 64


''Eğer peygambere gelip bağışlanmayı dilerlerse, ve Peygamber de onlar için af isterse, Allah onları fazlasıyla affeder.'' diyor ayet. Yani Peygamber duasının ne derece büyük etkiye sahip olduğunun kanıtı. Bu ayeti de şefaati reddedenlere ve Peygamber övgüsüne mazhar olmuş insanlara iftira atanlar için yorumlamış olalım ve hadislerle devam edelim.


Hadislere itibar etmeyen veya edilmemesini söyleyenlerin ağızlarından düşürmedikleri cümle şudur ;
''Hz. Muhammed sav. hadis yazılmasını yasaklamıştı!''
Bu cümleyi düstur edinmişlerdir kendilerine.


Şimdi gelin bu konuyu mantık çerçevesinde ve delilleriyle ele alalım.

Resulullah sav ; ''Benden Kur'an dışında bir şey yazmayın. Kim Kur'an dışında bir şey yazdıysa bunu imha etsin'' demiştir. Yani hadis yazılmasını yasaklamıştır. Burası doğru.

Peki şimdi biz sadece bununla mı amel edeceğiz?
Kur'an'ın da tümünü okumadan sadece birkaç ayet okursanız, eksik veya yanlış hükme varabilirsiniz.


Örneğin Cin Suresi 26. ayeti okursanız ''Allah bütün gaybı bilir. Fakat onu kimseye açmaz.'' hükmüyle, hiç kimsenin asla gaybı bilemeyeceğine kanaat getirirsiniz. Fakat devamı okursanız ; ''Ancak seçtiği elçiye açar'' ayeti ile karşılaşırsınız, ve bütün hüküm değişir.


Şimdi gelelim konumuza.
''Hadis yazmayın'' hükmü, bir hadis kitabı olan Müslim'de geçer. Yani bu cümlenin kendisi aslında bir hadistir. Yani hadis yazımının yasaklandığına inananlar, bu olayın kaynağı olarak bir hadis kitabını ve bir hadisi gösterirler. İşte bu da insanoğlunun bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğunun bir kanıtıdır.


Eğer gerçekten samimi iseniz ve kanıtınız da varsa, Peygamber sav'in  ''hadis yazmayın'' cümlesinin kaynağını bana gösterebilir misiniz? Yoksa bu cümle Kur'an'da mı geçiyor? Hani sizin için tek kaynak Kur'an'dı? ''Hadis yazmayın'' hükmüne inanarak, aslında bir hadise inanıyorsunuz halbuki. Bu cümle en sahih hadis kitaplarından biri olan Müslim'de geçmese, bu fikre ve inanca nasıl varacaktınız?


Sizler ya yalan söylüyor ve hadislere inanıyorsunuz, ya da hadislere inanmamamız için bizlere gösterdiğiniz sebep ve kaynak hakkında yalan söylüyorsunuz. Bu çok açık. Bu konuda bi anlaşalım. Eğer bana Kur'an'dan, hadislerin aleyhinde bir ayet söylerseniz ben de inanırım. Fakat biraz önce ben size hadislerin önemini belirten ayetler gösterdim.


O zaman bu hadisin anlamı ne ve neden söylenmiş onu konuşalım.
Peygamberimiz sav'in hadis yazmayı yasaklamasının sebebi, o sıralarda hala Kur'an ayetlerinin iniyor oluşudur. Bildiğiniz üzere ayetler ezber yoluyla akılda tutuluyor, zor şartlar altında veya sonradan yazıya geçiriliyordu. Ve sahabeler de hem Allah'tan gelen Kur'an ayetlerini yazıyorlar ve ezberliyorlar, hem de Peygamber sav.'in sözlerini yazıyorlar ve ezberliyorlardı.


Ezbere dayalı kayıt sisteminde, bir yandan Kur'an ayetlerinin ezberlenmesi ve yazılması ; diğer yandan da hadislerin ezberlenmesi ve yazılması elbette riskli olacaktır. Hz. Muhammed sav de, ayet ve hadislerin karışmasından korktuğu için, Kur'an henüz inerken bunu yasaklamıştır. Çünkü kağıt sıkıntısı olduğundan, bazı hadisler ayetlerin bulundukları sayfaların kenarına köşesine not ediliyordu.


Ve Peygamber sav, ayetlerle hadislerin karışmasının ne büyük bir tehlike olduğunu senden benden daha iyi biliyordu elbette. Zira Kur'an-ı Kerim'de Allah kelamından başka hiçbir söz yoktur. Aksi halde Peygamberden gelen Allah'tan gelen ile karışır ve bu en büyük şirk ve küfür olurdu. Durum bu kadar açık ve basitken, Hz. Muhammed sav. bu riski alır mıydı?


İşte tam da bu yüzden o dönem için hadis yazmak yasaklanmıştır. Bu konudaki bir diğer hadis de, bu olayı kanıtlar niteliktedir ;

''Hz. Peygamber sav dedi ki ; ''Allah'ın kitabından başka kitap mı istiyorsunuz? Sizden önceki ümmetler Allah'ın kitabının yanına kitaplar yazdıkları için yoldan çıktılar.''


Yani Kur'an'ın yanına hiçbir kelime, hiçbir nokta dahi insan tarafından eklenemez. Bu yüzden yasaklama kararı kadar tutarlı bir davranış olamazdı o dönemde. Bir sahabe, bir vahiy katibi hem ayeti hem de hadisi ezberinde tutarsa, ikisini birbirine karıştırma olasılığı elbette ki vardır.


Fakat bu tehlike geçince Peygamber sav, hadis yazma yasağını da kaldırmıştır. Buna kanıt olarak birkaç hadise göz atalım ;

''Resulullah sav'den duyduğum her şeyi ezberlemek maksadıyla yazıyordum. Fakat Kureyş beni bundan nehyetti. Ben yazmayı bıraktım. Durumu daha Allah Resulüne açtım, o da bana ; ''Yaz'' dedi ve mübarek eliyle ağzını işaret ederek ''Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, buradan haktan başka bir şey çıkmaz''  Ebu Davud


''Resullah sav ashabında Abdullah b.Amr' hariç benden daha fazla hadis rivayet eden yoktur. Çünkü Abdullah yazar, ben ise yazmazdım.''  Buhari


''Benim sözlerimi işitip, iyice belledikten sonra başkalarına aktaran kişilerin Allah yüzlerini ak eylesin'' Ebu Davud ve Tirmizi


''Resulullah sav bir hutbe verdi ve hutbesinde bir kıssadan bahsetti. Bunun üzerine Ebu Şah ; ''Ey Allah'ın Resulü! Bana bu kıssayı yazar mısın?'' Resulullah da ''Ebu Şah için bunu yazınız'' buyurdu.'' Tirmizi


''Allah'ım! Benden sonra gelip hadislerimi ve sünnetimi rivayet ederek insanlara öğreten halifelerime rahmet et.'' Şereful Ashabi'l Hadis


Burada kendisinden sonra hadis ve sünneti insanlara öğretenlere ''halifelerim'' demiş ve açık bir övgü yapmıştır Allah'ın Resulü.

''Sözlerin en hayırlısı Allah'ın kitabı Kur'an'dır. Tutulup gidilecek yolların hayırlısı da Resülullah'ın yolu, yani sünnetidir. '' Müslim

Bu hadislerden de anlaşıldığı gibi Peygamberimiz sav, hadis yazmayı bizzat teşvik etmiştir. Çünkü artık Kur'an ayetleri ile karışma söz konusu değildir. Hadis yazmanın bir diğer önemli noktası ise şudur;

Bildiğiniz gibi Kur'an-ı Kerim'de uzun uzun peygamber kıssalarından bahseder. İlk peygamberden, son Peygambere kadar birçok peygamberin hayat hikayeleri, yaptıkları ameller ve seçimler anlatılır. Çünkü daha önce yaşanmış olan bu olaylardan insanların bir ders çıkarması istenilmiştir.


Fakat malumunuz ki, Kur'an'da Hz. Muhammed'in kıssaları, yani hayat hikayesi geçmez. Peki O'nu göremeyen, yaşadıklarına şahit olamayan bizler, en son gönderilen Peygamberin kıssalarına nasıl ulaşacağız? O'nun yaşadıklarından, seçimlerinden ve amellerinden nasıl haberdar olacağız?

Kur'an'la mı?
Bunun olamayacağı aşikar.
Sadece Kur'an yeter'cilere soruyorum, Allah, peygamberlerinin hayatları üzerinde bu denli durmuşken ve bize bunları ders olarak vermişken, son gönderdiği Peygamberin hayatı bize nasıl rehber olacak? Kur'an'da bu denli peygamber kıssasının geçmesi, Hz. Muhammed sav'in kıssalarının da insanlara ulaştırılmasının ne derece önemli olduğunun kanıtıdır.


Bizler önce gönderilen peygamberlerin kıssalarını Kur'an'dan, son gönderilen Peygamberin kıssasını ise hadis kitaplarından öğreniyoruz.


''Hadis yazılması yasaklanmıştı'' deyip konuyu kapatanların bu bilgiyi edindiği yerin bir hadis kitabı olması inanılır gibi değildir. Peki hadis yazılması gerçekten kıyamete kadar yasaklanmış olsa idi, bir hadis kitabı yazılması Peygambere muhalefet etmek olacaktı. Allah da Peygamberin kararına uymayanı kafir olarak nitelendirmişti. İslam'ın yayılmasındaki en önemli unsur olan sahabeler, Peygamber için seve seve ölüme giden sahabeler bu küfre düşmekten hiç korkmamışlar mıydı? Ayrıca bu hadis kitabı yazan insanlar bu kadar salak mıydı ki, yasaklandığına dair olan hadisi bu kitabın içine koydular?


Bunu yapmak kitabın kendisini baştan yalanlaması demektir. Bu işi yapanlar ''hadis yazalım da çıkarımız olsun'' diye bir niyetle bunu yapsalardı, bu tür hadisleri kitaba elbette almazlardı. Fakat kitabın ortasından bir hadisi cımbızlayıp onunla hükmedenler, hadis yazılmasının yasaklandığı görüşüne elbet varırlar.


Bu tıpkı şu hikayeye benziyor ;

Bir gün Bektaşi'nin biri, hocaya gitmiş ;

''Hoca bak, Kur'an'da açık açık yazıyor ; namaz kılmayın! ''

Hoca köpürmüş ; ''Nerede yazıyor, göster bakayım? ''

Bektaşi, Nisa Suresini açmış ve hocaya ayeti göstermiş.

Hoca da demiş ki ; ''İyi ama bunun başında ''sarhoşken'' var. ''Sarhoşken namaz kılmayın'' yazıyor.

Bektaşi arkasına yaslanmış ; ''Valla ben o kadarını bilmem!''...


Yani kişi kendisini başta neye şartlamış ise, neye bakarsa baksın onu görür.
Sonra neden Hz. Peygamber sav, kendi ashabına anlattığı şeyleri onlardan sonra gelenlerin de duymasını istemesin ki? Bilakis ashabına verdiği öğütlerin tüm Müslümanlara iletilmesini ister elbette Peygamber sav.


Sonra bir de hadislerin yazıldığı metodu ve tarihi tenkit ederler. Yok efendim 200-300 yıl sonra yazılmış falan. Biraz önce gösterdiğim hadisler, Peygamber sav'in zamanında hadislerin yazıldığının en açık delilidir.


Bunun en güzel kanıtlarından biri şudur ;

El Hasan İbnu Amr İbnu Umeyye ed Damri şöyle diyor ;

''Ebu Hureyre ra'ın yanında bir hadis rivayet ettim. Ancak o, ''Böyle bir hadis yok'' dedi. Bunu kendisinden işittiğimi söyledim. ''Bunu benden işitmişsen, o bende yazıldır.'' dedi ve elimden tutarak beni evine götürdü. Orada bana Peygamber sav'in hadislerinin bulunduğu pek çok kitap gösterdi. Rivayet ettiğim hadisi buldu ve ''Ben sana demedim mi, eğer ben bir hadis rivayet ettiysem, o bende mutlaka yazılıdır.''

Zira yine Hz. Ebu Hureyre, kendisinden daha çok hadis yazan Abdullah bin Amr'dan bahsetmişti. Yani hadis yazma Hz. Muhammed sav döneminde bizzat yürütülüyordu. Hatta Hz. Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr gibi bazı sahabe bizzat bu işi görev edinmişler idi. Sahabe bizzat Peygamber sav'in kendisinden duydukları şeyleri yazıya geçiyorlar ve bunları muhafaza ediyorlardı.


Peki sahabeler ''ben de şu hadisi duydum, bunu da yazın'' diyerek mi bunları kaynağa geçiriyorlardı?

Hadis rivayetinde çok titiz bir çalışma vardı o dönemde. Hadislerin nasıl yazıldıklarına Hz. Ömer ile bir örnek verelim ;

Ebu Sa'idil Hudri anlatıyor ;

''Ensarın bulunduğu bir mecliste oturuyordum. Ebu Musa el-Eşari beti benzi atmış bir şekilde çıkageldi. Korku içinde idi. Bize ''Hz. Ömer ra'ın huzuruna girmek için izin istedim. Üç sefer tekrar etmeme rağmen cevap alamadım, ben de geri döndüm. Arkamdan adam göndererek geri çağırttı ve ''Niye girmedin?'' diye sordu.

''Üç sefer izin istedim, cevap alamadım. Ben de geri döndüm. Çünkü Resulullah sav'in, ''Biriniz üç sefer izin istedikten sonra cevap alamazsa geri dönsün'' dediğini işittim.'' diye açıklama yaptım.

Bunun üzerine Hz. Ömer ; ''Allah'ın Resulü sav'in böyle söylediğine karşı delil getirirsin, ya da elimden çekeceğin var!''

Bunun üzerine ben de Ebu Musa ile beraber gittim ve Allah'ın Resulü sav'den bunu işittiğimi söyledim. Hz. Ömer de ; ''Ey Ebu Musa! Ben seni itham etmiyorum. Fakat halkın Resullah sav hakkında gelişigüzel konuşmasından korktum.'' dedi.


Hz. Ömer, ''Ben yeni bir hadis işittim ve tahkik edeyim dedim'' diye devam etti.

Devamında Hz. Ömer halka seslenerek ; ''Kim bir rivayet etmeye kalkarsa, bilsin ki şahit getirmedikçe rivayeti reddedilecektir! ''


Yani hadis rivayet etmek bazılarının sandığı kadar kolay bir iş değil, hele ki bunları yazmak hiç değil. Bazıları ''hadisler 200 sene sonra yazıldı'' der, fakat tüm bu bilgilerden bihaberdir. Hadisler 200 sene sonra yazılmamıştır gördüğümüz üzere, yalnızca tıpkı Kur'an'da olduğu gibi bir araya getirilip, kitap halini almaları daha sonra olmuştur.

O zaman aynı eleştiriyi Kur'an için de yapabilecek misiniz? Kur'an'ın kitap haline getirilmesi Peygamber sav'den sonra, Hz. Ebu Bekir zamanındadır. Çoğaltılması da Hz. Osman zamanında. Bu demek değildir ki daha önce yazılmamış olsun. Hadisler de sahabeler tarafından bizzat yazılmış, Emevi halifesi Ömer bin Abdülaziz döneminde bir araya getirilmiştir.


Bazı kıt zekalı blog yazarlarının dediği gibi 9. yüzyılda falan yazılmamıştır hadisler. Ömer bin Abdülaziz'in halifeliği 717 ve 720 yılları arasındadır. Peygamber sav'in vefatı 632 yılı olduğuna göre, aralarında 85 yıl vardır. Ve bu süre de Hz. Muhammed sav zamanında doğan çocukların hala yaşayabileceği bir süredir. Hangi 200 yıl sonrası, hangi 9. yüzyıl arkadaşım?


Ayrıca Peygamberin hadisine ve sünnetine uymamak, bu dini yaşamamaktır. Kur'an'da namaz kılın der, fakat namazın nasıl kılınacağı konusunda tek bir kelime var mı? Peki hadis inkarcılarına sorarım o zaman ben ;
''Namazını neye göre kılıyorsun? Kaç rekat kılıyorsun? Ne okuyorsun? Nasıl rüku ve secde yapıyorsun? Nasıl selam veriyorsun?'' Kur'an'da en çok üzerinde durulan şeylerden biri olan namazdır, fakat nasıl kılınacağı hakkında tek kelime geçmez. Bu da bizlerin sünnete ve hadislere ne derece muhtaç olduğumuzun kanıtıdır.


''Binlerce hadis var'' diyenlere de son olarak bir şeyler söyleyelim ve daha fazla uzatmadan bitirelim. Hz. Peygamber sav 23 yıl peygamberlik yaptı. Peygamberlik süresince de devamlı konuştu, vaaz ve hutbe verdi. Yalnızca Kur'an ayetlerini okumadı ; o ayetleri tefsir etti, yani açıkladı. Ayetleri yorumladı ve ashabına neyin ne olduğunu anlattı. 23 yıllık bu kutlu Peygamberlik süresince binlerce hadis olması bence az bile. Bizler birkaç ay içinde binlerce konu konuşuyoruz.

Kur'an bizlere imanın esaslarını anlatmış ve nasıl iman etmemiz gerektiğini öğretmiştir ; sünnet ve hadisler ise yaşam tarzımızın nasıl olacağını ve bizlere Kur'an ile öğretilen imanı hayatımıza nasıl uygulayacağımızı öğretirler. İşte bu yüzdendir ki, şeytan bizden nasıl yaşamamız gerektiğini anlatan şeyleri aldı ve yaşamımızı neye göre düzenleyeceğimiz konusunda bir rehberimiz kalmadı. İnsan girdiği kaba uyum sağlayan bir varlık olduğu için, hayat tarzına müdahale edildiğinde buna uyum sağlayacak ve artık ''inandığı gibi yaşamaya değil ; yaşadığı gibi inanmaya'' başlayacaktı.


Nitekim öyle de oldu. Müslümanlar, kafirlerden aldıkları yaşam biçimlerini kendi dinlerine uyarlamaya çalıştılar. Oysa ki Allah Kur'an'da, defalarca onlara örnek olarak Peygamber sav'i vermişti. Müslümanların bugün geldiği nokta ise ''biz Kur'an'dakine iman ediyoruz zaten, peygamber gibi yaşamaya gerek yok'' denilen seviye oldu. Çünkü şeytan biliyordu ki, onların yaşam tarzlarını ellerinden alırsan mutlaka imanları da zedelenecekti. Ve Müslümanlar sonunda Muhammed'in s.a.v. yolundan gitmeyi bıraktılar.


Bu konu üzerinde biraz daha durmak ve hadis ile sünnet mucizelerini konuşmak dileğiyle..
Allah'a emanet olun.

KUR'AN VE SÜNNET II

$
0
0

Selamın aleyküm.

Tüm Müslüman kardeşlerimize hayırlı bayramlar.


İlk yazıda Kur'an'da sünnetin yerini konuşmuştuk. Ve Kur'an'dan çıkan tartışmasız sonuç ''peygamberin sünnete uyun'' idi. Fakat işin karıştığı ve muhaliflerin çıktığı yer ''sünnet ve hadislerin değiştirildiği ve yalan hadisler uydurulduğu'' idi. Keza bana mail atan birçok arkadaşın da kafalarının karıştığı nokta bu.


Bu konu hakkında birazcık daha konuşalım istedim.
Zira insanların kafası karışık.
Tabi hemen şunu söyleyeyim, ''peygamberin sözlerine inanmam ben'' diyenler hakkında bir yazı dizisi değil bu, zira peygamberin sözüne inanmayan, Stalin gibi kafir olur. Öteki tarafta Ebu Cehil ve Ebu Leheb ile yan yana bu konuyu konuşurlar. Firavun ve Nemrut da onlara ''biz de sizdeniz pampa'' diye el sallar. Yani benim konum kafirler değil, bilakis Kur'an'a ve İslam'a inanan fakat hadislerin sağlam kalamamasından endişe edenler.


Kur'an'ın hiçbir şekilde değişmeyerek geldiğini biliyoruz, yani istersek bir kütüphaneye gider ve 500 yıl önce yazılmış bir Kur'an'ı alırız ve elimizdeki ile birebir aynı olduğunu görürüz.


Edip Yüksel gibi tiplerin ''sahte ayetler var, bu ayetler Kur'an'ın değil''deyişine, Kur'an da şöyle cevap verir ;
''Hiç şüphe yok ki, Kur'an'ı biz indirdik ve onu koruyacak olan da biziz'' Hicr, 9


Ben daha önce sizlere Edip Yüksel'in de içinde olduğu birkaç sapık hocayı dinlememenizi işte tam da bu yüzden tavsiye etmiştim. Zira bu gibi adamları dinlerseniz, o kadar etkileyici ve ikna edici şekilde Kur'an'dan ayetler göstererek, yok bilimsel çalışmalar yaparak falan şeyler anlattıklarını görürsünüz ki, içinizden ''acaba'' dersiniz. Ve şeytan da başlar size bunları telkin etmeye ''acaba Kur'an da değişti mi, acaba hepsi yalan mı....'' gibi. Bu gibi sapık adamları havada uçsalar dinlemeyin derim ben, acizane bir tavsiye olarak.


Sünnetin dindeki yerine gelirsek eğer, sünnet, bu dinin anlaşılması ve yaşanmasının temelidir. Zira Kur'an'ın emirlerini yerine getirmek için bize Peygamber sav tarafından gösterilmiş bir yol vardır. Hadisler ise Kur'an'ın ilk tefsirleridir. Hadisler her şeyden önce Kur'an'ı açıklarlar ve anlatılmamış yerleri tamamlarlar.


En basit ve aşikar örnek olarak namazı almamız bizim için yeterlidir. Kur'an'da ;

''Namazı dosdoğru kılın'' Bakara, 43
''Onlar ki gayba iman edip, namazı dosdoğru kılarlar'' Bakara, 3
''Siz namazı hakkıyla kılmaya bakın ve zekatı verin.'' Bakara, 110
''Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım isteyin'' Bakara, 153
''Namaz müminlere belirli vakitlerde yazılı bir farzdır.'' Nisa, 103
''Ey Muhammed! İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar''İbrahim, 31

Der.
Namaz, 87 kez geçer. Fakat hiçbir ayette nasıl kılınacağına dair bir kelime yoktur. Eğer biz duruma bakarak ''Allah namazı emretmiş ama nasıl kılacağız?'' dersek, bu dinde ve kitapta bir sıkıntı olduğunu kabul etmiş oluruz.


Kendi kafamıza göre bir namaz tanımı yapar ve bunu fiile geçirirsek, bu kez de ''dosdoğru kılın'' ayetine muhalif oluruz. Namazın nasıl kılınacağı hakkında hiçbir kaynak yoktur ; hadisler dışında. Sahabe Resulullah'a namazın kılınışının  Kur'an'da olmadığını, bu nedenle nasıl kılacaklarını bilmediklerini söylediklerinde Hz. Muhammed sav; ''Ben namazı nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın'' demiştir.


Yani eğer siz bugün ellerinizi kaldırıp ''Allahu ekber'' diye tekbir alıyor, ellerinizi bağlıyor ve Sübhaneke, Fatiha ve sonrasında kısa bir sure okuyorsanız ; rükuda ''Sübhane Rabbiel aziym'' diyor, kalkarken de ''Semiallahu limen hamideh'' diyor ve devamını getiriyorsanız, inkar etmenize rağmen hadislere uyuyorsunuz demektir. Zira başka türlü namaz kılamazsınız.


Ve dinin en önemli ibadeti olan namazı farz eden Allah'a, ''madem emrettin, nasıl kılınacağını da söyleseydin ya'' dersiniz. Bu İslam anlayışına uyar mı peki? Eğer Allah namazı bu kadar emrediyorsa, Kur'an'ı koruduğu gibi, namazı da korumaz mı? Kur'an'ı koruyan Allah, sünneti de korumaz mı? Eğer sünneti korumasa idi, Hz. Muhammed sav'in mesajı, nasıl kıyamete kadar geçerli olacaktı? Çünkü O'ndan sonra gelen tüm bir insanlık hem namazdan, hem hacdan, hem zekattan mahrum kalacaktı. Yani bu dini yaşayamayacaktı.


Kur'an'da hac ve tavaf yapın der, fakat haccın nasıl yapılacağını ve kaç kez tavaf edileceğini söylemez. Zekat verin der, fakat kaçta kaçını vereceğimizi söylemez. İslam'ın temelini oluşturan tüm bu ibadetlerin nasıl yapıldığını bilmeyen ileriki Müslümanlar, bu dini nasıl yaşayacaklar? İşte bu İslam'ın bozulması demektir. Zira kuralların anlaşılamaması söz konusudur.


Ve bu olay 1400 sene evvelinden cereyan etmiş ve yine hemen orada çözüme bağlanmıştır;

''Ashab-ı Kiram'dan Hz. İmran bin Hüseyin şefaatle ilgili bazı hadisler nakleder. Oradakilerden biri der ki ;

''Siz hadislerden bahsediyorsunuz, fakat biz bunları Kur'an'da bulamıyoruz.''

Hz. İmran bin Hüseyin der ki ;

-Sen Kur'an'ı okudun mu?

-Evet.

Kur'an'da sabah namazının farzının iki, akşamın üç, öğle, ikindi ve yatsının farzının dört rekat olduğuna dair bir ayete rastladın mı?

-Hayır.

-Peki bunları kimden öğrendiniz? Bizler, yani Peygamber sav'in ashabından öğrenmediniz mi? Biz de Resuluulah sav'den öğrenmedik mi? Hac Suresinde ''Kabe'yi tavaf etsinler'' ayetini okumadın mı? Peki orada Kabe'yi yedi defa tavaf edin diye ifadeye rastladınız mı?

-Hayır.

Allah-u Teala'nın Kur'an'da şöyle buyurduğunu okumadınız mı ; ''Peygamber size neyi verdiyse onu alın, neyi yasakladıysa da ondan kaçının. Haşr, 7 ''

Hz. İmran bin Hüseyin devam eder ; ''Sizin bilmediğiniz ve bizim Resulullah'tan öğrendiğimiz daha çok şey vardır.''


Şimdi konuyu biraz değiştirip geriye gidelim. Hadis ve sünnetlerin reddedildiği ilk zamanları bulabilmek için elimdeki kitapları karıştırdım biraz. Bulduğum bütün sonuçlar aynı yola çıktı ; 1700'lü yıllar, Muhammed bin Abdülvahhab ve Vahhabilik.


Elimden geldiği kadar bu konudaki bazı bilgileri sizlerle paylaşayım. Sizlere okumanızı tavsiye ettiğim kitaplar arasında bulunan ''İngiliz Casusunun İtirafları'' kitabında, Hepmher'ın mektupları ve anılarından bazı maddeler ve paragraflar şöyle ;

Sömürgelerimiz ve sömürmek istediğimiz yerlerin üzerinde bulunan İslam Birliği yani Osmanlı Devleti'nde, amaçlarımıza ulaşmak için çok çalışıyor; fakat bir türlü başarılı olamıyorduk. Sömürgeler bakanlığına bunlarının sebebini şöyle sıralamıştım ;

1. Müslümanlar İslam'a çok derinden bağlı.
2. Müslümanların tarihini kötülemek, onlar bu derece eğitimliyken mümkün değildir.
3. İslam alimlerinden çok rahatsızdık. Çünkü çok büyük alimler vardı, ve planlarımız önünde aşılmaz engellerdi.


Alimler ve dinine bağlı Müslümanlar sayesinde planlarımız bir türlü hayata geçemiyordu. Fakat biz çok azimliydik ve pes etmeye niyetimiz yoktu.
.....

Marangoz dükkanına arada bir ilim talebesi görünümünde bir delikanlı uğrardı. Arapça, Farsça ve Türkçe biliyordu. İsmi Muhammed bin Abdülvahhab idi. İnsanlarla hep yüksekten konuşurdu. Bir Sünni idi, fakat Sünnilerin dört mezhebinden birine tabi olmaya gerek görmüyordu ; ''Kur'an'da bu mezheplerle ilgili bir delil yok'' diyordu. Hadisleri de inkar ediyordu ve onlara hiç önem vermiyordu. Kendisine yalnızca Kur'an'ın yeteceğini düşünüyordu. Kendini beğenmiş bu genç, Kur'an'ı anlamakta da nefsine uyardı. Yalnızca alimlerin ve müçtehidlerin değil, dört büyük halifenin görüşlerini bile hiçe sayardı.


Aradığımı bu gençte bulmuştum. Zira bu gencin alimlere saygısızlığı, dört halifeye önem vermeyişi, Kur'an'ı ve sünneti anlama konusunda müstakil bir görüşe sahip oluşu, onu avlayıp elde etmek için en zayıf noktalarıydı.
Bu mağrur genç nerede, İstanbul'da tanıştığım Ahmed Efendi nerede! O alimin imanı dağa benziyordu, hiçbir kudret onu yerinden oynatamazdı. Ebu Hanife'nin ismini zikretmek istediği zaman kalkar abdest alırdı. Buhari isimli hadis kitabını eline almak istediği zaman yine abdest alırdı.


Bu Necd'li (Arabistan'da bir şehir) genç ile çok iyi arkadaşlık kurdum. Daima onu övüyordum. Bir gün ona ''Sen Ömer ve Ali'den daha büyüksün. Peygamber şimdi hayatta olsaydı seni halife tayin ederdi. Ben İslam'ın senin elinde yenilenmesini umuyorum. Onu tüm cihana yayacak olan sensin'' dedim.


Onunla Kur'an'ı, sahabe ve alimlerin aleyhine tefsir etmeyi kararlaştırdık. Kur'an'ı okuyor, kendi kafamıza göre tefsir ediyorduk. Bundaki amacım onu tuzağa düşürmekti. Zaten o da kendini devrimci olarak göstermek istiyordu.
.....

Onunla içkinin haramlığı konusunda tartıştık, başta itiraz etti ama sonunda ''sarhoş etmeyecek kadar içmek helaldir'' fikrimi ona kabul ettirdim. Ona bir de kadın buldum ve yasak olmasına rağmen muta nikahı kıydık, kadın da benim gibi bir Hristiyan ajanıydı ve o içeriden, ben dışarıdan bu genci ele geçirdik.
...

Hatta bir gün ona ''namaz da farz değildir'' dedim. O da biraz karşı çıktıktan sonra bunu kabullenir gibi oldu. Onu bilerek geç saatlere kadar konuşturuyordum, böylece sabah namazına kalkamıyordu. Namazlarını bazen kılar, bazen kılmaz olmuştu.
Gençliğimin en kıymetli günlerini vererek ektiğim bu fidan, meyvesini vermeye başlamıştı.
....

Londra'da bakanlıklarla görüşürken bana İslam'ı yok etmenin ana maddelerini sıralayan bir kitap verdiler. Bunları hayata geçirecektik.


1. Müslümanlar tüm namazlarını camide kılıyorlar, bu yüzden birbirlerine çok bağlılar. Onları camiden uzaklaştırmak lazımdır.

2. Müslümanları eğitimden mahrum bırakmalıyız. Kitaplarını yakmalıyız. Ve Müslümanları cahillikle suçlamalıyız.

3. Zulmü temin için ; ''İslam ibadet dinidir, onunla devlet ilişkisi olmaz'' demeliyiz.

4. Alimleri halkın gözünden düşürmeliyiz. Kendi ajanlarımızı alim kılına sokarak dine aykırı şeyler yaptırmalıyız. Böylece halkın alimlere olan güveni azalır, ve önümüzdeki en büyük engellerden biri kalkmış olur.

5. Hadisleri yalanlamalıyız ve hadislerin sonradan uydurulmuş şeyler olduğunu söylemeliyiz.

6. ''Bu zayıf, bu uydurma'' denilerek hadislerin güvenilir olmadığı söylemeli, hadislerin kaynak olmaktan çıkarmalı ve ''yalnız Kur'an'' denilmeli.


Bakanlık sekreteri bana bunları hayata geçirdiğimizde Müslümanları tamamen elimize geçireceğimizi söylemişti. Ve bunu yaparsam madalyalar alacağımı.
.....

Vahhabilik dinini tesis ettik. Böylece fikirlerimiz elimizdeki iletişim gücünün katkısıyla tüm İslam alemine empoze edilecek ve Müslümanlar arasında bölünmelere, şüphelere neden olacaktı.


Bunlar, kitaptan aldığım yalnızca çok küçük bir kısım. Sayfanın sağ tarafında tavsiye ettiğim ''İngiliz Casusunun İtirafları'' kitabını edinmenizi ve okumanızı, bu konularda bilgi edinmek istiyorsanız, şiddetle tavsiye ederim. Bunlar 300 yıl önce yazılmış şeyler.

Bu konuya binaen, bana Vahhabilikten önce sünneti ve hadisleri reddetmiş bir tane alim gösterin. Sadece bir tane gösterin, onu da kabul edeceğim. 1100 yıl boyunca İslam ümmeti Kur'an ve hadislerle yaşamış, fakat İngiliz ajanı Hempher ortaya çıktıktan sonra, peydah olan sözde alimler ''biz doğruyu bulduk'' diyorlar. 1400 yıllık İslam alimlerini cahillikle suçlayan hocalar peydah oluyor. Bu da demek oluyor ki, kendilerini tarihin en zeki insanları olarak görüyorlar.


Bana iyi niyetlerle mail atan arkadaş ve kardeşlerime ise özellikle öneriyorum bu kitabı. Biliyorum ki kendilerinin niyetleri gerçek olduğuna inandıkları şeyleri anlatmak. Bu yüzden Allah hepimizi ıslah etsin ve hidayete erdirsin inşallah.


Son olarak Kur'an'la çeliştiğini söyledikleri hadislere bir göz atalım.

''Allah ahirette kimliğini göstermek için bacağını açıp baldırını gösterir.'' Müslim

Öncelikle bir şeyi söylemek zaruridir arkadaşlar, hadis ilimi diye bir şey vardır, ve sadece hadisleri anlamak ve yorumlamak için hayatlarını bu eğitime adamış insanlar ve bu insanlar için de hadis bilimi vardır. Her hadis, tıpkı her ayet gibi zahiri anlam içermez.

Örneğin Ali İmran Suresi, 103. ayette ; ''Allah'ın ipine sarılın'' der. Şimdi bu ayete bakarak Allah'ın elinde bir ip tuttuğuna mı hükmetmek gerekir?


Açıklamaya devam etmeden, bu hadisi reddeden ve saçma bulan arkadaşlara şu ayeti göstermek isterim ;

''Hatırla ki o gün, baldırların açılacağı ve kendilerinin secdeye davet edileceği bir gündür.'' Kalem, 42


Bu hadise uydurma diyenlere Kur'an okumalarını tavsiye etmemek elde değil. Baldırların açılması tabiri bizzat Kur'an'da geçmekte. Ve bu tabir ''gizli olan her şeyin ortaya çıkarılacağı, tüm gerçeklerin çırılçıplak ortaya çıkarılacağı'' diye tefsir edilmektedir. Yani hadisteki mana ; ''Allah kimliğini açıklayacak, kendisini gösterecek'' tir.


''Allah benimle görüştü, el sıkıştı'' Hanbel

Bu hadis de yine cımbızlanmış bir hadistir. Eğer Ahmed İbn Hanbel'in hadis kitabını okursanız bunu kendi gözlerinizle görürsünüz.

Bu hadiste Peygamber sav, gördüğü bir rüyasını anlatır. Gece namaz kılarken uyuyakaldığını, rüyasında Allah Teala'nın gözlerine göründüğünü ve ellerini omuzlarına koyarak O'na ibadet ve iman hakkında birçok vahiy edildiğini anlatır.


Hadis biliminden haberdar olmayanlar yine zahir anlama hükmetmişlerdir elbette. Fakat bu hadisin tefsirine bakarsanız, burada ''Allah'ın eli''nden kasıt, Allah'ın rahmeti, nimeti ve hikmetidir. Yani o dokunuştan sonra Peygamber sav, bilmesi gerekenleri öğrenmiştir.


Bu hadise karşı delil olarak ''Hiçbir şey O'nun dengi değildir'' ayetini göstermek de akıl karı mıdır sizce? Bu hadiste Allah'a denk koşulan bir şey mi var? Tıpkı Kur'an'daki baldır ifadesi gibi mi yoksa? Ya da ip?
Amaç inkar etmek olunca, bunlar elbet olacaktır haliyle.


''Altın ve ipek ümmetin kadınlarına helal, erkeklerine ise haramdır.'' Müslim

Bu hadise karşı delil olarak da şu ayeti gösterirler ;
''De ki ; Allah'ın kulları için çıkardığı süsü ve temiz rızıkları kim haram etti?'' Araf, 32


Fakat ben de onlara şu ayetleri gösteririm ;

''O Peygamber, güzel şeyleri helal ; çirkin şeyleri haram kılar.'' Araf, 157

''Allah ve Resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp, ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kafirdir.'' Nisa, 150


Sanki Kur'an'da ''altın ve ipek erkeklere helaldir'' diye bir emir mi var? Fakat haram olduklarına dair hadis var. Ve ayetle sabit ki, peygamber haram veya helal kılma yetkisine sahiptir, zira bu yetki O'na Allah'tan gelmiştir, aynı zamanda bu yetki de vahiydir. Peygamber nefsinden konuşmaz.


Sonra bir de ''kadın düşmanlığı'' adı altında şu hadisi gösterip ;

''Kadınlar arasında iyi kadın, 100 karga arasında alaca bir karga gibidir.'' Buhari

Şu ayetle çeliştiğini savunuyorlar ;

''Ben sizden erkek olsun, kadın olsun hiçbir çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım. Hepiniz birbirinizdensiniz.'' Ali İmran, 195


Zaten fark etmişsinizdir ama, ben yine söyleyeyim.
Yukarıdaki hadis ile, ona karşı delil olarak gösterilen hadisin bir ortak noktası var mı?
Hadiste ''kadınlar arasındaki iyi kadın, kendisini hemen belli eder'' manası varken; söz konusu ayette ''kimsenin emeğinin boşa çıkmayacağı'' söz konusu.


Ayrıca ayetleri cımbızlamak da böyle bir şey, zira söz konusu ayetin başını sonunu okusalar, ne derece saçmaladıklarının farkına varırlar elbet.


Bu konuyu ''kadın düşmanlığı'' diye adlandırmaları da manidar olmuş doğrusu. Peki bu arkadaşlar Yusuf Suresi 28. ayette; ''Siz kadınların tuzağı çok büyüktür'' vurgusunu görmemişler mi?
Veya Nisa Suresi 11. ayette ; ''Erkeğe iki kadın payı verin'', yani kadınların erkeğin aldığı mirasın yarısını aldıklarını okumamışlar mı?


Bir başka çelişki iddiaları da şu ayet ile ;

''Zulmedenler dedi ki ; ''Siz olsa olsa büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!'' Furkan, 8

Şu hadistir ;

''Peygamber sav, Medine'de bir Yahudi tarafından büyülendi. Günlerce ne yaptığını bilmeden dolaştı.'' Buhari, Hanbel


Şimdi eğer birazcık olsun tefsir okuyan varsa, Peygamber sav'e büyü yapıldığını bilir. Yahudiler, dönemin en büyük büyücüsüne gider ve Peygamber sav'e büyü yaptırırlar. Fakat yapılan büyü Resulullah sav'in yalnızca hastalanmasına ve fiziksel sıkıntılar duymasına neden olmuştur. Yani peygamberliğine veya kalbine, ruhuna bir sıkıntı vermemiştir. Bu olay üzerine başta Cebrail olmak üzere melekler gelir ve büyüyü bozarlar. Ardından da ''Felak ve Nas'' sureleri iner. Yahudiler de yaptıkları büyünün büyüklüğünü bildikleri için ''Muhammed büyülenmiştir, siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!'' derler. Bunun ardından da Furkan Suresinin söz konusu ayetleri iner.

Yani bunları bilmek için aynştayn olmaya gerek yok, açıp biraz tefsir okusak yeter.


İnkar edenler şu hadisi de çelişkili sayarlar ;

''Cehennemde en büyük azaba uğratılacak olanlar ressamlardır.'' Buhari

Karşı delilleri ise şu ayettir ;

''Gerçekten Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar.'' Nisa,48


Daha önce de dediğim gibi, insanlar bir şeye karşı çıkmak istediklerinde, ellerine geçen her şeyi delil olarak kabul ederler. Hiç araştırmadan, bilmeden, öğrenmeden..
Bu hadiste ressamdan kasıt, heykeltıraştır. O zamanlar şimdiki gibi fabrikadan çıkma kağıtlar üzerine yapılan resimler yoktu. Ressam kelimesi ''suret oluşturan'' manasındadır. Ve suret oluşturmak da bildiğiniz üzere ''heykel yapmak''tır. Ve bu konuda da gölgesi düşen suret gibi şartlar vardır. Öyle iki tane hadis ezberleyip anlaşılacak konular değildir bunlar.


Heykel yapımı ise kesin suretle haramdır. Zira o zamana kadar insanlık, daima tapmak için heykel yapmıştır. Kabe'nin içinde her gün için bir put olduğunu ve Peygamberlerin babası Hz. İbrahim'in putlarla verdiği savaş sanırım hepinizin malumudur. İşte bu yüzden heykel yapmak; bir sureti olduğu, gölgesi düştüğü ve kendisine tapıldığı için ''ŞİRK''tir. Hiçbir İslam alimi de bunun aksini söyleyemez.


Yani burada gördüğümüz gibi, ayetle çeliştiğini söyledikleri hadis bizzat ayete dayanmakta ve onu desteklemekte. Daha bunun gibi nice hadisleri ayet göstererek çürütmeye çalışırlar. Hadisin kaynağı nedir bakmadan etmeden. Hadis bilimi hakkında tek kelime bilgileri olmadan.


Sahih-i Buhari en güvenilir hadis kitabıdır örneğin. Ebu Davud, Tirmizi, Müslim, Hanbel, Taberani.. Öyle nereden geldiği belli olmayan hadislere elbette temkinli yaklaşılmalı, fakat kaynaklar böyle sahihse o zaman oturup tekrar düşünülmeli.


Zira Kur'an'da bile anlaşılması çok zor ayetler vardır. Öyle bazılarının dediği gibi herkes en ince ayrıntısına kadar anlayamaz Kur'an'ı. Hatta örneği de yine Kur'an'dan verelim ;

''Sana bu kitabı indiren O'dur. Kitabın bir kısım ayetleri muhkem olup, onlar bunun esasını teşkil ederler. Diğer kısımlar ise müteşabih ayetlerdir. Kalbinde eğrilik olanlar ise yalnızca onun müteşabihleriyle meşgul olurlar. Bundan maksatları sırf fitne çıkarmak ve kendi anlayışlarına göre yorumlamaktır. Halbuki onların gerçek manalarını yalnıza Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar ise, onların manalarını anlamaya çalışmakla beraber, asıl maksat ve manalarını Allah Teala'ya havale edip ; ''Allah'ın maksadı ne ise biz ona inandık. Gerek muhkemi, gerek müteşabihi hepsi Rab'bimiz tarafından gönderilmiştir. Bunu ancak kamil ve öz akıl sahipleri düşünebilirler.'' Ali İmran, 7


Yani her okuyan Kur'an'ı anlar diye bir şey yok ; Kur'an'la sabit.
Şimdi zaten şu ayeti anlamak için bile yeterli bir lügat ilminiz olması gerekmekte. Muhkem ne demek, müteşabih ne demek, hangi kökten gelir, ne anlama gelir, cümle içinde ne anlamda kullanılmış...?
Aynı şey hadisler için de söz konusudur. Tüm bunları bilmeden kalkıp da tüm hadisleri inkar etmek akıl karı olamaz.


Son olarak mezheplerden bahsedelim ve bitirelim.

''Ben mezheplere inanmam, benim tek kimliğim Müslüman olmak'' derler mezhepleri inkar edenler, tıpkı hadis inkarcılarının ''Bize yalnız Kur'an yeter'' dedikleri gibi yani. Aradaki benzerliğin kaynağını bulursunuz umarım.

Neyse.
Mezheplerin doğuşu konusunu bir kere doğru bilmek ve anlamak gerekir. Her mezhep biraz önce örnek verdiğim Vahhabilik gibi kurulmamıştır. Ki bizlerin dört hak mezhep dediğimiz mezhepler ise, bunlardan tamamen münezzehtir.


Şimdi bu konuda konuşmak için önce Hanefi, Şafi, Maliki ve Hanbeli mezheplerinin dayandıkları şeyleri ve ayrılma yönlerini bilmek lazım. Bunların dördü de ehli sünnettir. İman konusunda da en ufak bir ayrılıkları söz konusu değildir. Birbirlerinden ayrıldıkları noktalar, yalnıza ameli konulardır. Bunlar da farklı yorumlamaların neticesidir.


Örneğin Peygamber sav namaz kılarken alnına bir taş batar ve mübarek alnından kan gelir. Bunun üzerine Hz. Aişe ra. taşı alır ve yere atar. Resulullah da kalkıp tekrar abdest alır.


İşte burada Hanefi mezhebinin kurucu İmam-ı Azam Ebu Hanife der ki ; ''Peyagmber sav, alnından taş geldiği için abdest aldı. Yani abdesti kan bozar.''

Şafi mezhebinin kurucusu İmam-ı Şafi de der ki ; ''Peygamber sav, Hz. Aişe kendisine dokunduğu için abdest aldı. Yani abdesti kadının değmesi bozar.''


Gördüğünüz gibi ikisi de olan bir olay üzerine doğru bir çıkarım yaptı. Her iki hüküm de haklı bir gerekçeye dayanmakta. Ayrıca İmam-ı Azam bir konuya hüküm verdiğinde şu sözleri söylemiştir kitaplarında ;
''Bu hüküm İmam-ı Azam Ebu Hanife'nin görüşüdür. Bizim çıkarabildiğimiz en güzel hüküm budur. Kim bundan daha iyisini ileri sürerse, doğruya daha yakın olan odur.


İmam-ı Malik de şöyle demiştir ;
''Ben bir beşerim. Bazen hata eder, bazen de isabet ederim. Benim görüşümü inceleyiniz. Kur'an ve sünnete uygun bulursanız kabul ediniz, bulmazsanız reddediniz.''


Gördüğünüz gibi hiçbir müçtehid ''benimki doğru hepsi yanlış'' dememiştir.
Eğer Hanefi iseniz; cemaatle namaz kılarken hocayı dinler ve susarsınız, rükuda ayakların üzerine, secdede burnunuza bakarsınız.
Şafi iseniz; cemaatte hocayla birlikte okur, rüku ve secdede yere bakarsınız.


Zira mezhep ''yol'' demektir. Bir ayrımcılığı ifade etmez. Zaten camide hem Hanefi, hem Şafi, hem Hanbeli, hem de Maliki birlikte namaz kılarlar. Yalnızca pratikte küçük küçük farklılıklar söz konusudur o kadar. Bu bölünmek anlamına gelmez.


Fakat sonradan çıkar uğruna ortaya ve İslam'ı bölmek adına ortaya çıkan mezhepler de vardır elbette. Örneğin en basitinden Şiilik.
Kurucusu bir Yahudi olan İbni Sebe'dir.
Vahhabilik..
Haricilik..
Mutezile..
Rafızilik..

Daha say babam say bitmez. Zaten ne zamanki mezhepler arasında savaş olur, anlayın ki ortaya batıl mezhepler çıkmıştır. Düşünün; Hanefiler ile Şafiler ne zaman savaşmış? Malikiler ve Hanbeliler?

Şiiler namazda dört halifeye lanet okur örneğin
Fakat Alevi-Sünni, Vahhabi-Şii, Sünnü-Şii  vs vs..
Çünkü diğer mezheplerde pratikteki farklılıklar yerini inanç farklılıklarına bırakmıştır.
Örneğin Hz. Ömer'i şehid eden Ebu Lülü'nün İran'da türbesinin olduğunu biliyor muydunuz? Link


Kısacası bizlerin dört hak mezhep dediği Hanefi, Şafi, Hanbeli ve Maliki mezheplerinin dışındaki mezhepler, siyasi ve ayrımcı nedenlerle ortaya çıkmıştır. Ve ''benim hiçbir mezhebim yok'' diyenler, ne kadar bunu savunsalar da mutlaka bir mezhebe göre yaşarlar. Abdestini kanın bozduğuna inanıyorsa Hanefidir, kadının dokunuşu bozduğuna inanıyorsa Şafidir.


Son olarak hadis inkarcılarına şöyle bir tavsiyede bulunmak isterim;
Yalnızca bu gibi müteşabih, anlaşılması zor hadislere bakarak tüm hadisleri reddetmeyin. Bunun yerine biraz da anlaşılması çok kolay olan, güzel hadislere bir bakın.

Örneğin;

''Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlaktan daha iyi bir miras bırakamaz.''

''Hayra vesile olan, hayrı yapan gibidir.''

''Müslüman, insanların elinden ve dilinden kimsenin zarar görmediği, emin olduğu kişidir.''

''İki göz vardır ki cehennem ateşi onlara dokunmaz. Biri Allah korkusundan ağlayan göz, diğeri de gecesini Allah yolunda nöbet tutarak geçiren göz.''

''Hiçbiriniz kendisi için istediğini mümin kardeşi için de istemedikçe iman etmiş olmaz.''


''İşçiye ücretini, alnının teri kurumadan veriniz.''

''Mümin kardeşine tebessüm etmen sadakadır, iyiliği emredip kötülükten sakındırman sadakadır, yolunu kaybeden kişiye yolunu göstermen sadakadır, yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırmak da sadakadır.''

''Sizin en hayırlılarınız, hanımlarına karşı en iyi davrananlarınızdır.''

''Komşusu açken, tok yatan bizden değildir.''

''Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve onu öğretendir.''

''Kur'an okuyun. Zira Kur'an, kendisini okuyan kişiye ahirette şefaatçi olarak gelecektir.''

''Size iki şey bıraktım. Bu iki şeye sımsıkı sarıldığınızda, asla sapıklığa düşmezsiniz. Bunlardan biri Kur'an, diğeri ise benim sünnetimdir.''


''Nerede olursan ol, Allah'tan kork! Her günahın ardından bir sevap işle ki, günahın silinsin. İnsanlara güzel ahlak ile davran.''

''Kimin eliyle biri Müslüman olursa, cennet o kişi için vacip olur.''

''Sabah namazının iki rekat sünneti, dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.''

''Sabah namazının iki rekat sünnetinin faziletini bir bilselerdi, sürünerek de olsa namaza gelirlerdi.''

''Akan bir nehirde olsanız bile, o suyu israf etmeyin.''
.....

Eğer amaç yalnızca reddetmek olursa, elbette karşına aklın hemen almadığı hadisler çıkar ve buna karşı çıkarsın. Zira Kur'an'ı reddedenler de ilk olarak ''bakın Kur'an'da ellerini kesin, kadınlar tarladır, kadınlar erkeklerin yarısı kadar alır, erkek kadından daha üstündür, kadınlarınızı dövün, kafirleri gördüğünüz yerde öldürün diyor'' derler. Çünkü onların amacı, Allah'ın da dediği gibi ''müteşabih'' olanları kurcalamak ve fitne çıkarmaktır.


Biraz güzelliklere bakmayı denesek, elbette güzel göreceğiz. LinkLinkLinkLinkLinkLink

Eğer hadisler ve bunları rivayet eden sahabeler olmasa idi, bizler ne Peygamber sav'in doğum tarihini, ne de vefat tarihini bilirdik. Ne Hudeybiye Anlaşması'nı, ne Bedir, Hendek ve Uhud savaşlarını bilirdik. Bu sahih hadisleri inkar etmek, alsında Peygamber sav'in ve sahabenin tüm hayatını, tüm savaşlarını inkar etmektir. Zira hiçbir tarih kaynağı, bu sahih hadisler kadar güvenilir olamaz. Hz. Ömer'in halife olduğunun kayıtları, bizzat kendisinin rivayet ettiği hadislerden daha mı güvenilir?


İmam-ı Buhari denilen zat, bir evliya olmasının yanında, hadisler bakımından o kadar dikkatli ve teferruatlı davranmıştır ki, her bir hadisi kaydetmeden önce abdest alır, namaz kılar, Kur'an'ı hatim eder ve öyle yazardı. Hatta hadis rivayeti alacağı bir adama gittiğinde, adamın kaçan ata elini boş boş sallayarak ''gel gel'' demesi üzerine, ''Bu adam boş elini göstererek, ata sanki elinde yem varmış gibi yapıyor. Bu atı kandıran adam, ola ki beni de kandırır.'' diyerek hadis rivayetini almamıştır.


Hadis-i Şerifler, bu dinin olmazsa olmazlarıdır. Olmadıklarında ne namaz doğru kılınır, ve hac ibadeti doğru yapılır, ne zekat konusu anlaşılır.


Kendisini alim addedip, ''işte Kur'an'ı çözdüm'' diyen adamlara iki kelime Arapça sorsan bilmez. Yalnız mealden de Kur'an anlaşılmaz. Tefsir de lazımdır, kadim Arapçayı bilmek de. Allah Teala bizleri Kur'an'ı anlayan, yaşayan ve anlatanlardan eylesin.

Selam, saygı ve dua ile..

SÜNNET VE HADİS MUCİZELERİ I

$
0
0

Selamın aleyküm.

Hadis ve sünnet hakkındaki iki ön yazıdan sonra, uzun süredir bahsetmek istediğim bir konu olan hadis ve sünnet mucizeleri hakkında bir yazı olacak bu.


Kur'an'ın mucizelerini biliyoruz. Peki zaten yeterince ihmal ettiğimiz sünnetlerin mucizelerini ne kadar biliyoruz? Veya 1400 yıl öncesinden Peygamber sav'in haber verdiği olayların nasıl gerçek oldukları hakkında ne kadar bilgiye sahibiz?

Değiliz.
Çünkü biz seküler bir yaşam sürüyoruz. Hayatımızdan sünneti çıkardığımız zaman, bize kalan şey seküler bir yaşamdır çünkü. Kur'an'ın bahsettiği iman esaslarına inanıyoruz, fakat hayatımıza ve pratiğe dökmediğimiz için ''yaşadığımız gibi inanmaya'' başlıyoruz. İnsan bulunduğu kabın şeklini alır çünkü.

Neyse.
Müslümanlar, ateistlere Kur'an'daki mucizeleri gösterip, ''bu mucizeleri göremiyor musunuz?'' diyor.
Benim gibi Müslümanlar da sünnetteki mucizeleri gösterip ''bu mucizeleri göremiyor musunuz?'' diyoruz.


Ateistler Kur'an'ı yok sayarken, Müslümanlar da sünneti yok saymakta çünkü.
Ateistler, Kur'an'ın kendisinden örnekler vererek, Kur'an'ı inkar ederlerken,
Müslümanlar da Kur'an'dan ve hadislerden örnek vererek sünneti inkar ediyor.


Öyleyse biz de aciz elimizden geldiğince sünnetin mucizelerinden bahsedelim.

Peygamber sav der ki ;

''Gerçek şu ki, her insanda 360 tane eklem bulunmaktadır. Kim bu eklem sayısı kadar Allah-u Ekber, Elhamdülillah, La ilahe İllallah der, Allah'tan bağışlanma diler, insanların yolu üzerinden taş diken veya kemik gibi şeyleri kaldırır, iyiliği emreder ve kötülükten men ederse, o günü kendisini cehennemden sakındırmış olarak geçirir.'' Müslim


Ve biz şimdi biliyoruz ki, insan vücudunda 360 eklem bulunmakta ;
1. Kafatası eklemleri ; 86
2. Gırtlak eklemleri ; 6
3. Göğüs kafesi eklemleri ; 66
4. Omurga ve pelvis eklemleri ; 76
5. Kol eklemleri ; 32.2=64
6. Bacak eklemleri ; 31.2=62
Toplam ; 360
Link

Bir başka mucize ise şu hadisi şeriftir ;

''Peygamber sav, ayakta su içmeyi men etti.'' Müslim
''Hiçbiriniz ayakta su içmesin. Ayakta su içenler midelerine verdikleri zararı bilselerdi, onu kusmak isterlerdi.'' Müslim


Bizler bugün biliyoruz ki, ayakta içilen su, direkt olarak onikiparmak bağırsağına gidiyor ve midenin gerçek su ihtiyacı karşılanamıyor. Fakat oturarak içilirse su midede birikir, asitle karışıp mikropları öldürür. LinkLinkLinkLinkLinkLink


Bir diğer mucize de, abdest ile olan hadisi şeriftedir. Resulullah sav şöyle buyurmuştur ;

''Sizden biriniz sinirlendiğinde, abdest alsın.'' Ebu Davud


Abdestin temizlenmek için olduğunu biliyoruz. Günde beş kez azalarımızı yıkadığımız için birçok hastalıktan korunuyor, aynı zamanda da cildimizi besliyoruz. Örneğin suyun yüze sıkça temas etmesinden dolayı, deri sıkılaşır ve canlı bir görünüme sahip olur. Bunun gibi birçok faydası vardır ama, onları birazdan konuşacağız inşallah.


Abdestin temizlik dışında bir faydası daha vardır.
Abdest alırken suyu temas ettirdiğimiz yerlerimiz, vücudumuzun ley hatlarıdır. Yani en önemli noktaları, enerji merkezleridir. Kişi sinirlendiğinde ise, vücudundaki ritmler değişir. İnsan vücudu statik yani durgun elektrik taşıdığı için, zamanla bu elektrik giderilmediği takdirde vücutta ağırlık, stres, sıkıntı gibi sonuçlar doğurur. İnsan sinirlendiğinde ise bu statik elektriğin boşaltılması ve vücudun deri ve kan dolaşımı hareketlerinin değişmesi gerekir. İşte abdest de tam da bu noktada işe yarar, insanı rahatlatır. LinkLinkLinkLinkLink


Peygamber sav'in abdest ile söylediği bu mucize hadisin yanında, yaptığımız açıklamaları destekleyici bir hadis daha vardır ;

''Öfke şeytandandır. Şeytan da ateşten yaratılmıştır. Ateşi ise su söndürür. O halde öfkelendiğiniz zaman abdest alın.'' Ebu Davud


Bir diğer hadis ve sünnet mucizesi de sağ tarafa yatmak ile ilgilidir ;

''Sağ tarafınıza uzanıp yatın.'' Müslim
''Resulullah sav, sağ tarafına uzanıp yatardı.'' Buhari, Müslim, Ebu Davud


İnsan kalbi sol tarafta olduğu için, sağ tarafa yatıldığında organlar üst üste gelip fazla çalışmaktan ve yorulmaktan korunuyor. Sol tarafa yatıldığında organlar kalbin üzerine geldiğinden ve kalbin yeri darlaştığından, kalp kendisini daha fazla yoruyor ve bu durum kalbin zayıf düşmesine neden oluyor. Bu zayıflık da kalp yetmezliğine kadar gidebiliyor. Sağ tarafa yatmak ise hem uykuyu kolaylaştırıyor, hem de vücuda ve kalbe yardım ediyor. LinkLinkLinkLinkLink

1400 yıl geriden geliyosunuz be gülüm
Bir diğer mucize suyun nasıl içileceği hakkında ;

''Peygamber sav, suyu oturarak ve üç yudumda içerdi.'' Buhari
''Suyu üç nefeste için. İçmeden önce besmele çekin, içtikten sonra da elhamdülillah deyin.'' Tirmizi
''Üç nefeste içen kimse suya kanar. Susuzluğunu teskin etmiş olur.'' Müslim
''Üç nefeste içmek sağlık açısından daha yararlıdır.'' Müslim


Üç nefeste içilen su, ağızda daha fazla kaldığı için psikolojik olarak fazla su içtiğiniz hissini uyandırıyor. Ayrıca dil ve tükürük bezleri suyu daha iyi emiyor ve susuzluğun giderilmesini sağlıyor. Böylece antibakteriyel ve antioksidan tükürük oluşuyor ve mikropları öldürüp, ağız ve diş sağlığını koruyor. LinkLink


Tuvaleti oturarak yapmak sünnettir. Hadisler bize şöyle der ;

''Resulullah, Kur'an inmeye başladığından beri ayakta tuvalet yapmadı.'' Ebu Davud
''Resulullah sav, ayakta idrar yapmayı yasakladı.'' Tirmizi
''Şüphesiz ki ayakta abdest bozmak cefadandır.'' İbni Mace

Bilim ise şöyle der ;

''Ayakta idrar yapıldığında, idrarın bir bölümü mesanede kalıyor. Kalan idrar da birikip taş mesanede taş oluşturuyor; ayrıca mesanede iltihaplanma ve mesane kanseri gibi sonuçlar verebiliyor. İdrar yollarındaki iltihaplanmanın böbreklere yayılması da bir diğer sorun.'' LinkLink

Hatta bu durum temizlik açısından da tehlikeli olduğu için, İsveç'te ayakta işemeye yasak getirilmesi gündemde ; LinkLink

Peygamber sav, bir hadisinde şöyle der ;

''Abdest alırken, gözlerinize abdest suyundan içiriniz.'' Buhari

Bilim ise şöyle der ;

Körlüğe sebep olan trahom (göz enfeksiyonu), ülkemizde görülmese de dünyada yılda yaklaşık 9 milyon insanda ortaya çıkıyor. Geçtiğimiz yıllarda Dünya Sağlık Örgütü ; ''Günde en az bir defa insanlara yüzlerini yıkamayı öğretsek, 9 milyon trahom hastası olmayacak'' diye bir rapor tuttu. Link, LinkLinkLinkLinkLinkLink


Bir diğer sünnet de yemeğe tuzla başlamaktır.

''Ya Ali! Yemeğe tuzla başla.'' Şir'atü'l İslam
''Yemeğe tuzla başlamak ve bitirmek yetmiş hastalığa şifadır.'' Riyadu'n Nasıhin


Yemeğe tuzla başlamak, sindirim sistemini uyarır. Uyarılan sistem, yenilen şeyleri çok daha kolay hazmeder. Yani yerken tıkanma, nefes almakta zorluk gibi şeyleri engeller. Gıdaların yeterince hazmedilmemesi çeşitli hastalıklar ve mide rahatsızlıkları oluşturabilir.
Ayrıca vücuttaki elektrolit dengesini korur ve tansiyonu sürekli dengede tutar. LinkLinkLinkLink


''Hamamdan çıkarken ayakları soğuk suyla yıkamak baş ağrısını giderir.'' Ebu Nuaym

Banyo yaparken vücut ısımıza göre sıcak suyla banyo yaptığımız için, vücudumuzdaki kan dolaşımı hızı değişir. Zaten bildiğiniz gibi sıcak suyla banyo yapmak insanı mayıştırır, kan dolaşımı yavaşlar, vücut yorgunluk hisseder. Soğuk havalarda soğuk su ile banyo yapamayacağımızdan, vücuda enerji yayan ayaklarımıza soğuk su dökerek vücudumuzun kan dolaşımını hızlandırırız. Soğuk su insanın hem kan dolaşımını, hem de metabolizmasını hızlandırır, böylece insan dinç olur. LinkLinkLink


Resulullah sav şöyle buyurdu ;

''Sıcak yemek yemekten sakının!'' Suyuti

''Sıcak yemekten de ne diye sakınalım şimdi?'' demiş olabilirsiniz. Ama ben de size ''alemlere rahmet peygamberi böyle dediyse, bir hikmeti mutlaka vardır'' derim. Sonra da şöyle devam ederim ;

''Yemekleri çok sıcak yemek, mide kanseri riskini 3.3 oranında artırıyor.'' LinkLinkLinkLinkLink


Bu konuya devam olarak başka bir hadis de şöyle ;

''Sıcak yemeğin üflenerek yenmesi uygun değildir.'' Zeynu'l Iraki
''Resulullah sav yiyeceği ve içeceği üflemez; kabın içine de solumazdı.'' İbni Mace

Yemeğe üflediğimizde, aldığımız ve vücudumuzda yaktığımız oksijeni, karbondioksit ve karbonmonoksit olarak yiyeceğe bırakıyoruz. Yani aslında yemeği kirletiyoruz, ve kendimizi zehirliyoruz. Link, LinkLink


Bu sünnet aslında üç şeyi birden içinde barındırıyor.

Birincisi ; Sıcak yemek üflenir, Resul sav de ''üflemeyin'' dediğine göre, ''sıcak yemeğin kendiliğinden soğumasını bekleyin'' demiştir.

İkincisi ; Sıcak yemeği direkt olarak üfleyip ağza götürmek, kişinin sabırsızlığına işarettir. İnsan yemek gibi vücudunun ve nefsinin ihtiyacı olan bir şeyde sabır göstermez, fakat Resulullah sav ''üflemeden kendiliğinden soğumasını bekleyin'' yani  ''sabredin, sabırlı olun'' demiştir.

Üçüncüsü ; Zaten biraz önce bahsettiğimiz ''sağlık'' meselesidir. Hem sağlık, hem de adap meselesi. Zira Kur'an'da açık şekilde ''temiz yiyeceklerden yiyin'' der, üfleyerek verdiğimiz karbon bazlı gazlar hem yemeği kirletir, hem de sağlımıza zarar verir.

Yani bir sünnette üç mucize birden.


Birçoğunuzun daha önce duymamış olması muhtemel bir hadise geçelim ;

''Sizden birinin yiyecek veya içeceğine sinek düştüğü zaman, onu iyice içine batırsın. Sonra çıkarıp atsın. Çünkü sineğin kanadının birinde zehir, diğerinde ise şifa vardır. Halbuki o, zehir taşıyan kanadını önce batırarak kendisini korumak ister, şifalı kanadını sonraya bırakır. İşte bu sebeple tamamını batırınız.'' Buhari, Ebu Davud, İbni Mace


İlk duyduğunuzda ''ıyk lan o ne öle'' demiş olabilirsiniz. Fakat bildiğiniz gibi yemeğe sinek düşmesi çok olağan bir şey. Ben de birkaç kez şahit oldum. Tabi bu hadiste ''sinek düşerse o yemeği mutlaka yiyin'' demek istemiyor. Resulullah sav zamanında kıtlık olduğu için, her kap yemek çok önemliydi haliyle. Bugün bile bir kap yemeğin içine değil sinek, böcek-örümcek hatta fare bile girse, o yemeği hiç çekinmeden yiyecek olan aç insan var dünyada.


''İşte eğer böyle bir durumda yemeğe sinek düşerse, o yemeğe zehirli kanadındaki zehri bırakır. Siz diğer kanadını da sokun ki, panzehiri de bıraksın ve yemeği yemenizde bir sakınca olmasın.'' manasındadır bu hadis.


Bilimsel açıklamasına gelirsek şayet, bu hadisin doğruluğu bizzat İngiltere ve Amerika'da kanıtlanmıştır. Harvard Üniversitesi bu konudaki araştırmasında aynı sonuca varmıştır. Link
LinkLinkLinkLinkLinkLink

Üzerinde durulması gereken bir diğer sünnet kesinlikle ''namaz''dır. Kur'an ''namaz kılın, namazı dosdoğru kılın'' der. Fakat namazın nasıl kılınacağı konusunda tek bir ayet olmadığı için, bizler bunu hadislerden yani Peygamber sav'in sünnetinden öğreniyoruz. Çünkü aksi halde namaz kılamayız. Herkes kendi kafasına göre namaz tarifi yapamaz.  Harici kafalı insanlar ''namaz aslında duadır, istediğin şekilde yaparsın, aklından geçirsen de olur, elini kaldırsan da..'' derler. Biz de onlara Peygamber sav'in ''Namazı ben nasıl kılıyorsam, siz de öyle kılın'' sözünü hatırlatır ve Peygamberin bu sünnetinin mucizelerinden bahsederim..


Namazdaki hareketlerin her biri mucizevidir. Zira bu hareketler esnasında vücudumuzdaki neredeyse her şey bir değişime uğrar. Öncelikle namazdaki tüm hareketler kalbin daha iyi çalışmasını ve kanın tüm vücuda ulaşmasını sağlar. Eğildiğimizde sırt ve karın kaslarımız hareketlenir.

Secde ise en güzelidir.
Yer çekiminden dolayı, vücudumuzdaki kanın en zor ulaştığı yer başımızdır. Secdeye vardığımızda ise vücuttan taze kan beynimize doğru akar. Bu ise hem yüz güzelliği sağlar, hem erken bunamayı önler, hem de hafızayı kuvvetlendirir ve beyni aktifleştirir. Namaz kılanların yüzünün bu kadar güzel olmasının sebebi hem abdest suyunun günde 5 kez yüze değmesi, hem de defalarca secde etmesindendir.
Bilimsel birçok kanıt için ; LinkLink, LinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLinkLink ...


Tüm bu mucizelerden bihaber olanlar ya namazı Kur'an'dan anladıkları kadarıyla becerebileceklerine inanır ve hala sünneti reddeder, ya da komple namazı reddeder..


Peygamber sav'in üzerinde önemle durduğu bir mesele de misvaktır.

''Eğer müminlere zorluk vermeyecek olsaydım, her namazdan önce dişlerini misvaklamalarını emrederdim.'' Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, İbni Mace, Hanbel

''Misvak kullanın. Çünkü misvak hem ağzı temizler, hem de Rabbin rızasını kazandırır.'' İbni Mace

''Sizin ağızlarınız Kur'an yollarıdır. Onları misvakla temizleyiniz.''

''Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız namazdan 70 kat üstündür.'' Hanbel

''Hz. Peygamber sav, sabah kalkar kalkmaz ilk iş dişlerini misvaklardı.'' Ebu Davud, Hanbel


Yani anladığımız kadarıyla misvak kullanmak bir sünnet.
Hem de önemli bir sünnet.

Misvakın faydaları şöyle ;

  • Ağız kokusunu giderir.
  • Diş çürümelerini önler.
  • Diş etlerini güçlendirir.
  • Diş kanamalarını önler.
  • Balgamı önler.
  • Ağız kuruluğunu önleyerek akıcı konuşmayı sağlar.
  • Sesi güzelleştirir.
  • Ağızdaki mikropları öldürür.
  • Bakteri oluşumunu engeller.
  • Gözlere faydası vardır.


Gibi bir sürü fayda daha.. LinkLinkLinkLinkLink,
Hatta bu konuda Peygamber sav der ki ;
''Cebrail bana misvakı o kadar emretti ki, bu konuda bir vahiy geleceğini ve farz kılınacağını zannettim.''


Gördüğümüz üzere Allah'ın Resulü sav'in yaptığı hiçbir amel beyhude değil. Bizler bugün sahip olduğumuz bilim ve teknolojiyle, 1400 yıl önce yapılmış amelleri tenkit edemiyoruz. Bilakis, bu amellerin ne derece doğru ve yararlı olduklarını anlıyoruz.


İşte Allah-u Teala'nın Kur'an'da emrettiği ''Peygamberi örnek alın, O ne yaparsa onu yapın, neyi yapmazsa ondan sakının, emrine riayet edin'' hükümlerinin hala ne derece yerinde ve geçerli olduğunu anlıyoruz. Kur'an'ın emirleri kıyamete kadar geçerliydi ya hani, işte tam da bu yüzden geçerli. Eğer bizlere çok açık bir şekilde ''O'na uyun!'' denilmişse, bizim görevimiz uymaktır.


Hadis ve sünnetlerin değiştirildiğine inanan arkadaşlara buradan selam yolluyor ve soruyorum ; ''Bu nasıl bir değişiklik ki hala mucizeler var içinde?'' Yoksa değiştiren adamların doğaüstü güçleri falan mı vardı acaba...?


Eğer Allah Teala bizlere ''Peygambere uyun!'' demişse, elbette ona uymamız için gereken şartları bizlere sağlayacaktır. Aksi takdirde bu ayetten bizleri muaf tutması gerekirdi, yüce adaleti gereği.
Fakat Kur'an'ın yanında, Peygamber sav'in hadisleri de bugüne kadar değişmeden, korunarak gelmeyi başarmıştır gördüğünüz gibi. Çünkü ''Allah'ın da bir planı vardır'', çünkü ''Allah dinini tamamlamıştır.'', çünkü ''Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır.''


Peygamberin sünnetleri hakkında daha bilmediğimiz çok şey var elbette.
Link, LinkLink,  LinkLinkLinkLinkLink


Bunun yanında bilmediğimiz ve duymadığımız çok güzel sünnetleri de..
LinkLinkLinkLinkLinkLink


Müslümanlar bunları gözlerini kapatarak reddetmek yerine biraz araştırsa, görecekler ki Kur'an'ı en güzel anlatan, en güzel açıklayan ve en güzel yaşatan şey, Peygamber sav'in sünnetidir. Kur'an'da da ''Biz seni bu kitabı açıklayıcı olarak gönderdik'' ve ''Sana Kur'an ve hikmet (sünnet) verdik'' dediği gibi yani.


Kur'an'ı anlamak ve sünnete uygun yaşamak dileğiyle..



SÜNNET VE HADİS MUCİZELERİ II

$
0
0

Dünya üzerinde sosyalizm veya komünizm uğruna fakir halklar ayaklanırken, zengin oyuncularla iş adamlarının ayaklandığı bir ülkede yaşayan tüm ciğersizlere selamın aleyküm.


İngilizin dayattığı dini kabul edip, beynine yerleştirdiği cümlelerle ''hadisleri değiştirdiler, yalnız Kur'an!'' diyen, ve yalnız Kur'an demesine rağmen İslam'ı yalnızca ibadet dini gören, evindeki Kur'an, kitaplığın üzerinde toz tutmuş olan ama buna rağmen din hakkında ahkam kesenlerin kendi kafalarına göre tanımladıkları ve tanımladıkları gibi inandıkları ve yaşadıkları ülkede yaşayan tüm ciğersizlere de selam olsun.


Geçen yazıda günlük hayatımızdaki hadis ve sünnet mucizelerini konuşmuştuk. Ve ''Peygamberde sizler için güzel örnekler vardır'' ayetinin ne derece anlamlı olduğunu tetkik ve tespit etmiştik. Geçen yazıdaki mucizeler, Hz. Peygamber sav'in yalnızca pratikteki mucizelerinden yalnızca birkaçı idi. Allah'ın elçisinin tek bir hareketini bile boşa yapmadığını delillendirmiştik. Oturması-kalkması, yemesi-içmesi gibi her bir harekette bir hikmet vardı. Zira bunları yapmasını O'na bizzat Allah, Cebrail aracılığıyla iletmişti.


Bu yazıda Peygamber sav'in gelecekten verdiği haberlerden konuşalım.
Kendisine miraçta gösterilen gelecekten, ümmetine nasıl haber verdiğine bakalım.
Böylece hadislerin ne derece doğru, ne derece güvenilir olduklarını bir kez daha tetkik edelim.


Başlangıç olarak evvelde olan hadiselerden bahsedelim.
Bildiğiniz gibi Peygamber Efendimiz sav'in vefatından sonra birtakım fitneler baş göstermiştir.
Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in halifelik devirleri, fitnesiz geçmiştir. Fakat Hz. Ömer'in şehit edilmesiyle birlikte tam anlamıyla fitneler yayılmıştır.


Hz. Ömer'in şehit edilmesi demişken, öncelikle bu konudaki hadisten bahsederek başlayalım.
Peygamber sav şöyle demiştir ;
''Aranızda Ömer bulunduğu sürece fitneler çıkmayacaktır.'' Buhari, Müslim, İbni Mace


Sonrasında ise şöyle bir hadis vardır ;
Uhud Savaşı sırasında, Hz. Muhammed sav, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman Uhud Dağı üzerindelerken dağ sallanmaya başlar. Bunun üzerine Resulullah şöyle der ;
''Ey Uhud! Kendine gel! Senin üzerinde bir Peygamber, bir Sıddık, iki de şehit var!'' Buhari


Bu iki hadis, gelecekten haber veren hadislerdendir.
Ve aynen gerçekleşmiştir.


Bir başka mucize de şu hadislerdir ;

''Sen biatını bozanlar, hak ve adaletten sapan ve dinden çıkan kimselerle savaşacaksın'' Beyheki

''İçinizden birisi mühim bir fitnenin başına geçecek, ve etrafında çoklar katledilecek. Ona Hav'eb köpekleri havlayacak.''  Müsned,  El Hakim

''Ey Zübeyr, sen Ali'ye karşı savaşacaksın. Fakat haksız olacaksın.'' İbni Kesr


Resulullah sav, Cemel ve Sıffin vakıalarını önceden haber vermiştir. Tabi bu, geleceğe müdahale edecek biçimde değil, yalnızca kısa kısa aktarımlar şeklinde olmuştur.

Hatta Hz. Ali, Cemel vakıası sırasında bu hadisi Hz. Zübeyr'e hatırlatır.
Hz. Zübeyr de hatırlayınca derhal savaştan çekilir ve Hz. Ali'ye tekrar biat eder.


Hz. Osman hakkındaki hadisler de gerçekleşmiştir ;

''Muhakkak ki Cenab-ı Allah, Osman'a hilafet gömleğini giydirecek, fakat onlar bu gömleği çıkartmak isteyecekler.'' El Hakim

''Ey Osman! Muhakkak ki Allah sana hilafet gömleğini giydirecek. Ama münafıklar Allah'ın sana giydirdiği gömleği çıkartmak isteyecekler. Sakın onu çıkarma! '' İbni Mace

''Osman Kur'an okurken şehid edilecek.'' El Hakim


Dört halife döneminde gerçekleşen hadislerden yalnızca birkaçı idi bunlar.
Şu adreste dahasını bulabilirsiniz.
Bu bölümü kısa tuttum, zira benim asıl bahsetmek istediğim, yeni gerçekleşmiş veya gerçekleşmekte olan hadisler. İçinde bulunduğumuz zaman diliminin adeta resmini çizen birçok hadis var.


Örneğin bir tanesi ''Haçlı Seferleri'' hakkında ;

''Öyle bir zaman gelecek ki kafirler, aç kurtların leşe saldırdıkları gibi size saldıracaklar.''


Sahabe sorar ; ''O gün sayıca az mı olacağız Ya Resulullah?''

''Hayır, bilakis sayıca fazla olacaksınız. Ama selin üzerindeki çer çöp gibi etkisiz olacaksınız. Allah düşmanlarınızın kalbinden heybetinizi alacak ve kalbinize vehn yerleştirecek.''

-Vehn nedir Ya Resulullah?

''Dünyayı sevmek ve ölümden korkmak.'' Ebu Davud


Haçlı Seferlerinin en etkilisi de ne yazık ki en sonuncusu olmuştur ; I. Dünya Savaşı.
İlk haçlı seferi de, son haçlı seferi de işe yaramış ve üzerimize aç kurtların saldırdığı gibi saldırmışlardı.
Resulullah sav, bunu 1400 yıl evvelden haber vermiş gördüğünüz gibi.
Ve şuan sayıca fazla olmamıza rağmen, kafirlere karşı hiçbir varlık gösteremiyoruz. Gövdesi çok büyük ama narkozdan uyuşmuş olan bir hasta gibiyiz.


''Herkes tarafından izlenen şarkıcı ve dansçı kadınlar çıkmadıkça kıyamet kopmaz.'' Tirmizi

Sanırım bu hadisi örneklendirmeme gerek yoktur.
Zira etrafımızda şarkıcı ve dansçı kadından daha fazla bulunur bir şey yoktur herhalde.


''İpek, erkekler tarafından haram bilinmeyip, giyilmedikçe kıyamet kopmaz.'' Tirmizi

Bu hadisin gerçekleştiği de yine su götürmüyor anladığımız kadarıyla. Şöyle sorayım;
Hanginiz giydiği şeyin ipek olup olmadığına dikkat ediyor ve ipek olduğunu bile bile giymeye devam etmiyor ki...?

tek önemli olan modaya uymak
Bir diğer hadiste Resulullah sav, eliyle doğuyu işaret ederek şöyle demiştir ;

''Dikkat edin! Fitne şu taraftadır! Şeytanın boynuzunun olduğu yerdedir.''

''Fitneler oradadır.''

Sahabe Necid için de dua istemiş, fakar Resulullah sav yine ''Fitne oradadır'' demiştir.


Daha önce sizlere Vahhabilikten ve Suud Devleti'nin tarihinden kısaca bahsetmiştim.
Vahhabilik'in kurucusu Muhammed bin Abdülvahhab Necid'lidir. Link
Osmanlı'ya ilk ayaklanma Necid'den yapılmıştır. Link
İlk Suud Devleti Necid'de kuruldu. Link
İkinci Suud Devleti de Necid'de kurulmuştur, hatta adı Necid Emirliği'dir. Link
Bugünkü Suud Devleti'nin başkenti Riyad da Necid bölgesindedir. Link


Fakat doğudaki fitneler bununla sınırlı değildir elbette.
Peygamber sav'in vefatından sonra ortaya çıkan dört yalancı peygamberden üçü, yine Necid bölgesinden çıkmıştır.
Hz. Ali zamanında ortaya çıkan bir fitne olan ''Haricilik'' de, yine Necid bölgesinden çıkmıştır.
Buradan çıkan diğer bir büyük fitne de ''Şiilik''tir.
Şiiliğin ne derece büyük bir fitne olduğunu anlamak için, tarihlerine göz atmanız yeterlidir. Şiilerin hiçbir kafir devletle savaşı olmamıştır, tek savaştıkları kesim Sünni Müslümanlardır.
İslam'ın içindeki en büyük fitnelerdendir.


Bu fitnelerden bahsetmişken, konuyu insanı şaşkına çeviren bir başka hadisle destekleyelim.
Allah Resulü şöyle buyurdu ;

''Hicaz'ı, isminde hayvan ismi olan bir adam yönetecektir. Uzak bir mesafeden baktığınız zaman, gözlerinin şaşı olduğunu göreceksiniz. Yakından bakarsanız normal gözükecektir. Abdullah isminde olan kardeşi tarafından desteklenecektir. Eyvahlar olsun onların peşinden gidenlere! (Resulullah 3 kez tekrarladı)  Hanbel


Bu hadis üzerine ben de sizleri biraz eskiye götüreyim.
Suud Kralı Halid bin Abdülaziz'in 1982' de ölümünün ardından yerine kardeşi Fehd bin Abdülaziz geçer. Fehd ise Arapça'da ''leopar veya pars'' anlamına gelir.
Ayrıca kendisi uzaktan bakıldığında şaşı gibidir.


Kendisini tahtta destekleyen ve vekilliğini yapan kişi de, kardeşi Abdullah bin Abdülaziz'dir. Fehd'in ölümünden sonra da tahta o geçmiştir.


Yalnızca şu hadis bile, hadislerin ne derece mucizevi ve güvenilir olduklarının kanıtıdır aslında. Bu kadar açık bir mucize nasıl olur da reddedilir?
Ama tabi biz, bu konuda sorunu olanlar için açıklamaya devam edecez.


Peygamber sav'in eyvahlar çekmesinin sebebi de çok açıktır.
Zira Suud Krallığı, orta doğudaki diğer tüm devletler gibi, batı yeraltı kaynaklarını sömürürken, kendilerine sorun çıkartmamaları adına kurulmuş işbirlikçi bir devlet olduğu ;
Sapık bir görüş olan Vahhabilik'i benimsediği ve batılı devletlerin çıkarlarının dışında hiçbir şey yapmadıkları için, Allah Resulü sav üç kez ''eyvah onların peşinden gidenlere'' demiştir.

Suudi Amerika
Onların yolundan giden yalnız Arapların bir kısmı değildir tabi. Mısır halkının ilk seçtiği cumhurbaşkanını daha 1 yıl bile olmadan indiren Sisi'ye destek vermek, ''Mursi ile Sisi arasında seçim yapamam yıaa'' demek de onların peşinden gitmektir. Çünkü bu darbeyi ilk tebrik eden Suud ailesi olmuştur, ardından da İran takip etmiştir. Amerika ve batı bu duruma darbe bile diyememişken, Suud ailesi Sisi'ye milyonlarca dolarlık yardım yaparken ; sen kalkıp Sisi'yi desteklersen, paşa paşa Suud ailesinin yolundan gitmiş olursun.

süper bi üçleme
''Öyle bir zaman gelecek ki, şirk; siyah bir gecede, siyah bir taşın üzerindeki, siyah bir karıncayı fark etmek kadar zor olacak.''

''Şirk, ümmetime düz taşta, karanlık gecede karıncanın gezinişinden daha gizlidir.''

''Sizin için en çok korktuğum şey şirktir.'' Kütübü Sitte


Bu hadisin nasıl gerçekleştiğine dair küçük bir örnek vereyim.
Hepimiz şarkı dinleriz. Hatta yolculuk esnasında herkesin kulağında bir kulaklık, saatlerce şarkı dinlenir. Peki hayatımızda bu derece yer etmiş olan şarkılara hiç dikkat ettiniz mi?


Örneği İbrahim Tatlıses'in şöyle bir şarkısı vardı ; ''Bir tanrıya taptım, bir sana taptım''

Bu şarkıyı dinlerken hanginiz bir tuhaflık hissetti?
Halbuki bu şarkıyı dinlediğimiz, ona eşlik ettiğimiz, hatta onunla hüzünlendiğimiz veya sevindiğimiz için Ebu Leheb gibi, Darwin gibi şirk koşmuş oluyoruz.

Darwin'in evrim teorisini bulmasında aynaya bakmasının çok önemli rolü olduğunu düşünüyorum

Aklıma gelen birkaç tane var benim ;

''Sen tanrıdan sonra tapılacak kadınsın'' Selami Şahin
''Gülen yüzüne taptığım bir sen'' Gökhan Türkmen
''Kahpe kader'' Sezen Aksu  (ki en çok kullanılanlardandır)
''Kader utansın'' Gökhan Özen
''Şikayetim yaratana'' Orhan Gencebay

Eurovision adayı, en hızlı çıkış yapan şarkıcı at
Yani dinlediğimiz şarkılar bile farkında bile olmadan bizleri İslam'dan çıkarıyor.
Bizlere şirk koşturuyor.
Ve bunu o kadar gizli yapıyor ki, insanlar altında hiçbir şey aramadan kabullenip dinliyor ve eşlik ediyor.
Bu yüzden ben sizlere dinlediğiniz şarkılara dikkat edin derim, özellikle yabancı şarkıların önce anlamlarına bakın.
Yarın mezara girdiğinizde Müslüman olmadığınız sürpriziyle karşılaşabilirsiniz çünkü.


''Öyle bir zaman gelecek ki, herkes faiz yiyecek. Faiz yemeyene dahi onun tozu bulaşacak.'' Kütübü Sitte

Faiz yemekten ziyade, artık faizi helal kılan bir insanlık olduk biz. Bahanesi de tanıdık ; ''e bu zamanda herkes kullanıyo'' , ''e bu zamanda zorunluluk oldu''...


Çektiğimiz krediler, kullandığımız banka kartları, açtığımız banka hesapları, hatta bankalardan aldığımız maaşlar. Faiz yemeyenin bile tozunu ciğerlerine kadar yuttuğu bir zaman dilimindeyiz. Kullandığımız kağıt paralar bile onlarca faizin içinden süzülerek cebimize girmekte zira. Faiz ekonomisi hakkında müstakil bir yazı yazmayı düşünüyorum zaten, orada teferruatıyla konuşuruz bunları.


''Irak'a ölçeği ve dirhemi verilmeyecek. Şam'a da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Mısır'a da ölçeği ve dinarı verilmeyecek. Başladığınız yere döneceksiniz. '' Ebu Davud


Ölçeği verilmeyecek demek işgal ve ambargo demektir. Aynen Allah Resulü sav'in dediği gibi, Irak işgale uğradı. Şam yani Suriye de iç savaşla çırpınıyor ve işgalin eşiğinde. Mısır'da ise İsrail çok açık bir şekilde darbe yaptı, ordu ülkeyi kan gölüne çevirdi ve iç savaş için zemin hazırlanıyor şuan.
Bu hadisler mucize değil de ne bana söyler misiniz?


''Ahir zamanda Bağdat alevlerle yok edilir. Ayaklarının altında hazine olan bir adam sebebiyledir.''


Amerika'nın Irak'a girişinin yanında diğer bir mucize haber de ''ayaklarının altında hazine olan adam'' bölümüdür. Amerika'nın Irak'a girme sebebinin petrol olduğunu tekrar hatırlamış olduk.

''Irak üçe bölünecek.''

İkinci körfez savaşından sonra Amerika'nın Irak'ta üç ayrı bölge kurduğunu biliyorsunuzdur. LinkLinkLinkLinkLink

Bir başka hadis ;

''Lut kavminin helal saydıkları, tekrar yayılacak.''
''Kadınlar kadınlarla, erkekler erkeklerle yetinecek.''


Bu hadisin gerçek olduğunu açıklamaya gerek yok sanırım. Zira eşcinsellik bugün ''özgürlük'' adı altında insanlara pazarlanmakta ve bunun normal bir şey olduğu dayatılmakta.


''İçki dünyada çoğalacak.''

Şuan tarihin en çok içki tüketilen döneminde yaşıyoruz. Tüm dünyada inanılmaz bir alkol tüketimi var. Hatta bu konu o kadar önü alınamaz bir hal aldı ki, artık her ülke alkol hakkında kısıtlamalar getirmekte, ve alkole karşı tedaviyi desteklemekte.


''Gayrimeşru çocuklar çoğalacak.''
''Boşanmalar artacak.''
''İslami ilimler ortadan kalkacak, İslamsız ilim çıkacak, İslami cahillik olacak''
''Zina çekinmeden yapılacak.''
''Allah açıkça inkar edilecek.''  Kütübü Sitte


Bu hadislerin mucizevi yönü şudur, hepsi Allah'ın açıkça inkar edilmesinin etrafında oluşmuştur. Yani ateizm.
Ateizm diye bir akımın çıkacağı bile hadislerde bildirilmiştir. Ve ateist düşünceye bağlı olarak gelişen Freud'çu düşünce tüm bu olayların kaynağıdır.


Çünkü Yahudilik ve Hristiyanlıkta da zina ve faiz haramdır. Bunların çoğalıp, Allah'ın açıkça inkar edilmesi Yahudilik ve Hristiyanlığın dışında bir düşüncenin yayılması anlamına gelir. Zira ateizm ve Freud'çu düşünce her toplumun iliklerine kadar işlemiştir.


''İnsanlar yüksek binalar yapmakta yarışmadıkça kıyamet kopmaz.'' Buhari


''Milletlerin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.'' Mecmuaz Zevaid


''Cinayetler çoğalacak.''


''Açıklık çoğalacak, hayasızlık artacak.''
''Öyle kadınlar göreceksiniz ki, çıplak sanırsınız; fakat giyinmiştir.''


''Köpek beslemek, evlat yetiştirmekten daha cazip olacak.''


Anne-babasını huzur evine gönderen, kariyer yapacam diye çocuk yapmayan insanların, köpek beslemeyi tercih ettikleri bir devirdeyiz zaten.

''Kötü kadınlar ve fuhuş çoğalacak ve toplum içinde daha önce görülmemiş hastalıklar ortaya çıkacak.''


''İslam garip başladı, sonu da garip olacak.''

Peygamber sav zamanında, Müslümanlar günde beş kez namaz kılıyor, savaş esirlerine kendi yemeklerini veriyor, sadaka ve zekat veriyordu. İnsanlar onlara ''bu devirde böyle şey yapılır mı?'' diye garip bakardı, zira bunun yanında kafirlere benzememek için giyim tarzları, saçları ve sakalları bile farklıydı. İslam ve Müslümanlar garip karşılanıyordu yani.


Peki şimdi durum farklı mı diye sorayım sizlere.
Başörtüsü takanlar okullardan atılıp, sokaklarda dövülüp, çağ dışı ilan edilmiyor mu?
Sakal ve cübbesi olanlar yobaz olarak adlandırılmıyor mu?
Müslüman gibi yaşayanlar farklı bir dünyadanmış gibi görülmüyor mu?
Hepsinin cevabının evet olduğunu ve bu hadisin nasıl gerçekleştiğini söylememe gerek yok sanırım..


''Sadece tanıdıklara selam verilecek.''

Bununla ilgili kendimden bir örnek vereyim.
Geçenlerde arkadaşla Sultanahmet'teydik, yanımızdan cübbeli ve sakallı biri geçti, ben de geçerken ''selamın aleyküm'' dedim. Adamın yüzünde bir tebessüm oluştu ve ''aleyküm selaaam'' dedi.


Arkadaşım da şaşırdı, ''tanıyo musun?'' diye sordu, ben de ''yüoo, Müslüman bi abimizdi, ben de selam verdim'' dedim.

Yani yoldan geçen bir Müslümana selam vermek yadırganır olmuş. Keza hangimiz yoldan geçerken insanlara selam vererek geçiyoruz ki...?


''Önce yaşamış alimler cahillikle suçlanacak.''


''Sünnetimi inkar edenler ve yalnız Kur'an diyenler çıkacak.'' Kütübü Sitte


Sanırım şu hadisler gerçekleşmese, biz de bunları kanıtlamak zorunda kalmazdık. Daha bir sürü gerçekleşmiş veya gerçekleşmek üzere olan hadisler varken hem de.. LinkLink


''Biz seni bu Kur'an'ı açıklayıcı olarak gönderdik'' , ''sana Kur'an'la birlikte hikmet (sünnet) verdik'' ayetlerinin ne anlama geldiğini hiç düşünmediniz mi? Eğer Kur'an çok basit ve herkesin şıp diye anlayabileceği bir kitap olsaydı, neden ''açıklayıcı''ya gerek vardı ki? Hatta bunun için peygambere bile gerek kalmazdı, zira peygamberin kitabı okumaktan başka görevi olmazdı.


''Sünnete uyun'' ayetini, ''biz peygamberi görmedik, bu yüzden bu ve bunun gibi bir sürü ayet bizim için geçerli değil'' diyerek geçersiz kılmak, küfre düşmek değil midir? Eğer yalnızca peygamber zamanında olan bir şey ise sünnet, neden Kur'an'da bu kadar üzerinde durulmuş ve ''uyulması emredilmiş''tir hiç düşündünüz mü?


Tıpkı Allah Resulü sav'in dediği gibi, aç kurtlar gibi üzerimize saldırmak için toplanan iki ayaklı şeytanlar, sahip olduğumuz zenginlikleri sömürebilmek için bizleri önce dinimizden uzaklaştırdılar. 1400 yıl öncesinden tüm bu olaylar bize haber verilmişti, bunları bilsek elbette gafil olmazdık; fakat bizlere bu hadisleri unutturdular ve onları bir bir gerçekleştirdiler. Bu hadislerin güvenilir olmadığını, yalnız Kur'an'a inanmamız gerektiğini söylediler. Böylece ileride bizlere olacağı haber verilen şeylerden bihaber olacaktık, öyle de olduk.


Bizlere ''yalnız Kur'an'' dedirttiler, oysaki Kur'an'dan biri farklı bir anlam çıkarttı, diğeri farklı bir anlam. Ellerinde Kur'an'ı açıklayan sünnetler ve hadisler olmadığı için birçok yeni yorum ortaya çıktı, hepsi kendisinden önceki alimleri cahillikle suçladı ve İslam'ı kendisinin çözdüğüne inandı.


Kur'an'ı bir kez okuyup tüm anlamını çözdüğüne inanan çokbilmişler var ya hani, yok  ''insan, din ve Kuran'' diye yazılarla ''Bu dini çözdüm, sünnet ve hadis yalan, yalnız Kuran'' diyenler..


Ya sen 1400 sene boyunca milyarlarca alimin çözemediği neyi çözebilmiş olabilirsin Allah aşkına ya?
Akşemseddin'lerin, Molla Gürani'lerin, Ali Kuşçu'ların, Şeyh Edebali'lerin, İmamı Gazali'lerin, Abdülkadir Geylani'lerin çözemediği, veya yanlış anladığı dini iki kere Kur'an okuyup sen mi doğru anladın?


Elhamı oku desem 50 tane hatanı bulurum, Kur'an'ın tefsirini sorsam ağzın açık kalır tek bir kelime edemezsin; fakat yalnız Türkçe mealini okuyarak İslam'ı çözdün öyle mi?


1400 senelik alimlerin, evliyaların anlayamadığı neyi anlamış olabilirsin sen yalnız Kur'an okuyarak arkadaşım?
Neyse.
İslam'da sünnetin yerini anlatmaya çalıştığım dördüncü yazı bu.
Allah'ın izniyle bir tane daha yazıp, tamamlamak istiyorum.
Ve sizlere bu arada Hepmher'ın itiraflarını okumanızı tavsiye ediyorum.
(İngiliz Casusunun İtirafları)
Bunca yıllık İslam alimlerinin eserlerini okumanızı tavsiye ediyorum.
Tabi harf inkilabı nedeniyle hiçbirini okuyamıyoruz ama, en azından latinize edilenleri okumaya çalışalım.

Saygı, selam ve dua ile.


MÜSLÜMAN OLMAK

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

İslam'da sünnetin yerini ve önemini anlattığım beşinci ve son yazı olacak bu. Biraz da kısa olacak.
Gerek Kur'an'dan, gerekse günümüz biliminden ve tarihten verdiğim örneklerle sünnetin İslam'daki yerini anlatmaya çalıştım ilk dört yazıda.
Çıkan sonuç da şuydu ; Kur'an da, bilim de bizlere sünneti emrediyor.
Biz Müslümanlar için yalnızca Allah'ın emretmesi yeter elbette.


Fakat ben sünnet hakkındaki yazı dizisine başladığımda, bana gelen mesajlarda gördüm ki insanların bu konuda ciddi derecede sıkıntıları varmış. İlk dört yazı sonunda birçoğunun aklındaki soru işaretleri gittiğini gördüm. Bir nebze olsun yardımcı olabildiysem ne mutlu bana.


Bizleri sünnetten uzaklaştırıp, ''yalnız Kur'an'' dedirtmek, bir İngiliz projesiydi ve 200 yıl önce bu temelleri atmışlardı. Çünkü tüm dünyada tek tip insan modeline ancak Müslümanların diğer halklardan farklılıklarını gidererek ulaşabileceklerdi.


200 yıl önce attıkları tohumlar, 100 yıl önce yeşerdi keza.
Fakat ömrü ancak bu kadar sürebildi, zira İslam dünyası tekrar Kur'an ve sünnetin yoluna girmeye başladı. Bu da ''şuan orta doğuda neden bu kadar karışıklık var?'' sorusuna en güzel ve mantıklı cevaptır.


Bu son yazıda dünyanın İslam'a yönelmesiyle ilgili birkaç kelime edeceğim, bu da yazı serisini tamamlayacak. Malumunuz özellikle batıda, İslam'a inanılmaz bir alaka uyandı. Her şerde bir hayır vardır ya hani, işte 11 Eylül'den sonra hedef tahtasına oturtulan İslam, insanlar üzerinde tam tersi bir etki bıraktı ve batıyı İslam'ı araştırmaya itti.


İnsanlar da o güne kadar bilmedikleri veya yanlış bildikleri İslam'ın, doğrusunu öğrendiler. Ve gerek Avrupa'da, gerekse Amerika'da Müslüman nüfusu tarihte görülmemiş şekilde artış gösterdi. Ve büyüme bu hızla devam ederse birkaç yıl içerisinde batı ülkelerinin nüfuslarının yarısı, 10-20 sene içerisinde ise neredeyse tamamı Müslüman olacak.

Bu konudaki şu araştırma videosunu izleyin ; Link
Link

Bizler zaten bunun olacağını biliyorduk. Çünkü Allah Celle Celalühu bunları Resülu sav'e bildirmişti. Ve o da bizlere bildirdi ;

''Batı Roma tekbirlerle fethedilecek.'' Deylemi


Yani bir hadis daha gerçekleşmiş oluyor. Ben daha önce ''dünya iki kutba ayrılacak'' dediğimde, bunu  işkembeden sallayarak söylemedim elbette. Neyse, bu konu başka zaman inşallah.


Şimdi size Müslüman olmayı seçen Avrupalı ve Amerikalı birkaç kişinin videolarını vereceğim. İsterseniz şimdi, isterseniz sonra izlersiniz ; LinkLinkLinkLinkLinkLink


Amerika'da veya Avrupa'da yaşayan, ve sonradan Müslüman olmayı seçen bu insanlara dikkatlice bir baktınız mı?

Sayfamın üzerideki ''dikkatli bakıyor musun?'' sorusunu boşuna yazmadım.


Eğer dikkatli baktıysanız, sonradan Müslüman olan ve batı medeniyetinin merkezinde yaşayan bu insanların hepsi sünnete uygun yaşıyor.
Müslüman olduktan sonra ilk yaptıkları şey sakal bırakmak, kapanmak, takke takmak, cübbe giymek ve konuşurken ayet ve hadislerle konuşmak.


Yani Allah'ın hidayete, doğru yola ilettiği bu insanların hiçbirisi ''yalnız Kur'an'' demiyor. ''Hadisler uydurmadır'' demiyor. Sünneti reddetmiyor. Bilakis, tamamen sünnete göre yaşamaya çalışıyorlar.


Peki Allah-u Teala, çevresindekiler putlara taparken, paranın, zina ve uyuşturucunun kölesi olmuşken; iman nasip ettiği bu kullarını yanlış yola mı iletti? Batıda Müslüman olan milyonlarca insan şuan yanlış yolda mı? Onların hepsi sapıklık içindeler mi şuan?


Eğer gerçekten buna inanıyorsanız, inanç sisteminizde bazı eksik, tamamlanmamış ve yerine oturmayan noktalar var demektir.

Müslüman olan batılıların hayatlarında Kur'an ve sünnete nasıl yer verdiklerine örnek olarak şu iki videoyu izlemenizi tavsiye ediyorum ; LinkLink



İki Amerikalı kardeşimiz, hayatlarında sünnete dair yaşadıklarını anlatıyor.
İlk videodaki kardeşimizin şu sözü ilk dikkatinizi çeken şey olmalıydı ; ''Bu başımdaki takke bir semboldür.''

Yani Müslüman olduğunun sembolü.
Sokağa çıktığınızda kimin Hristiyan, kimin Yahudi, kimin ateist, kimin Hindu, kimin Müslüman olduğunu anlayabilen var mı bugün? Yolda yürüyen bir ateistle bir Müslümanın giyim tarzı baştan aşağı aynı değil mi günümüzde? İkisinden hangisinin ateist, hangisinin Müslüman olduğuna dair en ufak kanıt söz konusu değil. Çünkü bizler sünneti reddederek kendimizi seküler yani laik bir kimliğe büründürdük. Fakat Peygamber sav, tırnaklarını kesme sırasını bile müşriklere benzememek için farklı tutmuştur. Fakat şuan müşriklere uymak bizlere ''modernizm'' adı altında satılmakta.


Amerika'da Müslüman nüfus ciddi derecede artıyor ve bugün on milyona yakın Müslüman var. Ve biz biliyoruz ki bu nüfus artacak Allah'ın izniyle. Ve paralel olarak şunu bilmiş oluyoruz ; Amerika'da olsun, Avrupa'da olsun Müslüman kıyafetini giymiş Müslümanlar çoğalacak.
Sokaklar Takke, sarık, sakal, cübbe, başörtüsü kullanan insanlarla dolacak, keza şuan zaten olmakta olan bir şey gördüğünüz gibi. Yani biz Müslüman doğanlar kendi kıyafetlerimizi ''modernlik, çağdaşlık'' adına terk ederken, sonradan Müslüman olan batı dünyası Peygamberin sünneti olan bu kıyafetleri geri getirecek. Biz hala ''yalnız Kur'an, hadisler yalan, sünnete gerek yok'' diye duralım..



Şimdi bu milyonlarca sonradan Müslüman olmuş insan direkt olarak hayatını Hz. Muhammed sav'in hayatına göre şekillendirmeye çalışıyor, ama yanılıyor ; fakat günün modası olduğu için sünnete uyma cesaretini gösteremeyen veya hadis ve sünneti toptan reddeden sen İslam'ı doğru anlamış ve doğru yaşıyor oluyorsun öyle mi?


Bana bu insanların neden bu şekilde giyinip, neden sakal bıraktığını, neden takke taktığını ve sürekli Peygamber sav'in sünnetinden bahsettiğini açıklayabilir misiniz?


Sokakta yürüyen adama selam vermek istiyorum, fakat onun Müslüman olup olmadığını dahi anlayamıyorum; çünkü ateistten ve Hristiyandan hiçbir farkı yok.


Tabi işlerine gelince araştırmacı kimlikleriyle ''tek bir dünya devleti istiyolar abi ya, sadece dünya vatandaşı yapcaklar bizi'' der. Fakat tam da buna uygun hareket ettiğini söylediğinde ''cübbe yobazlıktır'' der. Amerika ve Avrupa'da yobazlık baya bi moda olmuş bu ara duyduğuma göre...



Müslüman olmak ; ''bu çağda herkes böyle giyiniyor, böyle yaşıyor'' diyerek sünnetten kaçmak ve Müslüman olduğunu insanların anlamasından korkmak değildir.

Bizler, Mekke'nin zenginlerine ve çağdaşlarına karşı, tek başına baş kaldırmış olan Mekkeli bir yetim'in ümmetiyiz.

Açıktan karnına taş bağlayan, buna rağmen yemek geldiğinde doymadan kalkan bir Mekkeli yetim'in ümmetiyiz.

''Ben, beni seven ümmetimi yanıma almadan cennete girmem!'' diyen Mekkeli bir yetimin ümmetiyiz.

Sen Müslüman olduğunu söylüyor, güya İslam'ı tamamen anladığını iddia edip ''sünnet, hadis yalan, yalnız Kuran'' dersen, bu İslam'ı seçen milyonlarca insanın aslında yanlış yolda olduğuna inanıyorsun demektir.


Kur'an'ı yalnız mealinden okuyup alim olamazsınız. Her şeyi anlayamazsınız. Mesajın inceliğinin farkına varamazsınız. Şimdi ben o ''yalnız Kur'an''cı arkadaşlara sorsam ki ; ''Müşrik ne demek?'' Durup düşünmeden cevap veremez. Hangi kelimeden türer, kökü nedir, neden aynı kökteki başka kelime değil de bu kelime kullanılmıştır, geçtiği ayetteki meali nedir.. Bunları bilmeden yalnız Türkçe Kur'an okursanız, tercümede hata yapılıp yapılmadığını anlamazsınız. Ve bambaşka bir tercümanın tercümesiyle karşılaştırdığınızda farklılıklar görürsünüz.


Unutmayın ki Kur'an, Peygamber sav'in vefatından sonra sahabeye emanet edildi. Ve aynı sahabe hem Kur'an'ı korudu, hem de Peygamber sav'in hadislerini (yani sözlerini ve sünnetini).

Yani sahabenin elinden bizlere ulaşan bir kaynağa inanıyor ama diğer kaynağa inanmıyor oluyorsunuz böylelikle. Ve işte burada da tezatlar ve ayrılıklar yaşanıyor.


Dilimize birileri tarafından takılmış olan ''Araplara benzemek, Araplaşmak'' gibi şeyler, bizleri aslında dinimizden soğutan yegane fitnelerdir. Adam twitter'ına yazmış ''Arapların yobazlığını İslam kabul etmem yıaa''. Müslüman gibi giyinmeye gelince ''Araplaşmak'' oluyor, fakat Fransız gavuru gibi takım elbise giyip, beyaz yakalı kodoman olmak Fransızlaşmak olmuyor; çağdaşlık oluyor.
Zaten Müslümanlara ne oluyorsa sizin gibiler yüzünden oluyor...


Dünya siyonizminin zirvesinde yani Amerika'da yaşayan Müslüman bir abimiz, biz sözde Müslümanlara tavsiyede bulunuyor. İşte aslında bu bile şuanki durumumuzu açıklamaya yeterli bence. Bizim yıllardır mensubu olduğumuz din, bizde hiçbir zaman bu gibi ilhamlar uyandırmadı ve bizleri bu gibi mesajlar vermeye itmedi.


Kur'an'da ''Allah da onların yerine yeni bir toplum getirir, onları Allah'ı sever; Allah da onları sever.'' der ya hani, bu ayetin defalarca olduğu gibi bir kez daha gerçekleştiğine şahit oluyoruz bugün. Yepyeni Müslümanlar, biz eskimiş Müslümanların yerine geliyor her gün. Bu da bizden sonraki neslin İslam'a çok daha yakışır olacağını gösteriyor işte. LinkLink


Bizler yalnızca Ramazan Müslümanı, Bayram Müslümanı, Cuma Müslümanı, benim kalbim temiz Müslümanı veya benim dedem hacı Müslümanı olduk. Batının tekbirlerle fethedileceği bu önümüzdeki zaman diliminde, bizlerin yerine ''hayatımın her anı İslam'' diyen insanlar gelecek.


''Yalnız Kur'an mı, sünnet mi, namaz var mı, miraç var mı, kadere iman var mı, Allah özgür iradeye karışır mı ; benim görüşüm doğru, bunca zamanlık alimler yanılıyor..'' gibi İslam üzerinde onlarca, yüzlerce anlaşmazlık yaşayan, herkesin kafasına göre yorumladığı bir toplum olarak bizler, İslam'ın hakkını veremedik. Ve bu yüzden Allah-u Teala, bizim gibi parçalara bölünmüş Müslümanların yerine; tertemiz, inancında samimi, Kur'an'ın ve Allah'ın Resulünün yolunda giden salih Müslümanlar getiriyor ve getirecek.


Allah bizim evlatlarımızı da onlardan eyler inşallah.


Müslüman olmanın gereği olarak sünnetin yerini anlattığım yazı dizisinin sonuna geldik.
Yayında ve yapımda emeği geçenlere teşekkür ediyor ve sizleri birazdan başlayacak olan ''Fatmagül'ün Suçu Ne Ki La'' adlı diziyle baş başa bırakıyorum.

Peace be with u.

SEMBOLİZM I

$
0
0

Selamın aleyküm.
Giriş maiyetinde bir yazı olacak bu.

İnsanlar tarih boyunca sembollerle konuşmuştur. Anlatmak istedikleri şeyler için, inandıkları şeyler için ve vermek istedikleri mesaj için sürekli olarak semboller kullanmıştır insanoğlu. Hatta alfabeler bile birer semboldür, ağızdan çıkan seslerin her birini bir harf sembolize eder.


Sembolizmin, insan tarihinde ne kadar büyük bir yere sahip olduğunu bilmezsen; karşına çıkan sembollerin anlamını çözemez veya çözsen de inanmazsın. İnsanların düşüncelerini veya mesajlarını semboller vasıtasıyla vermek istedikleri fikri sana saçma gelir. ''Neden açıkça yapmıyolar da böle bi yol seçiyolar?'' diye düşünürsün.


İşte bu düşünce, seni dar bir bakış açısına iter. Çünkü bu, tarih bilmediğin anlamına gelir.
Okulda sana kadim insanlardan bu yana nasıl yaşadıklarını, en önemli noktalarıyla anlatmaz; ''Eski insanlar taşla, sopayla avlanırdı'' der ve geçer. Onlardan bize kalan pek bir şey olmadıklarını söyler, fakat bu büyük bir yalandır.


Zira ''kadim bilgi'' denilen bir şey vardır ve bu bilgi her toplumda, bir diğer nesle iletilerek gelir. Biraz önce bahsettiğim alfabeler, harfler bu sembollerin bazılarıdır. Zaman içerisinde değişerek günümüzde kullanılan halini almıştır elbette.

İnsanların günlük hayatlarındaki semboller bile bize birçok şey anlatır. Örneğin şöyle bir yüzük takarsanız ;

veya şöyle ;

İnsanlar der ki ; ''Haaaııı, demek ki, bu Osmanlı'yı çok seviy ha''

Yüzüğü takan kişiye sormaksızın bu fikre varırsınız. Zira bu bir semboldür, ve zaten siz de bu sebeple takmışsınızdır.


Başka bir misal de Kenan Sofuoğlu'ndan verelim. Dünya markası haline gelmiş olan Kenan Sofuoğlu'nun kaskına hiç dikkat ettiniz mi?


Daha yakından bakalım ;

Kaskın üzerinde Fatih Sultan Mehmet'in resmi ve Osmanlı bayrağı var.
Bu fotoğrafı gördükten sonra ''Kenan abi sen Osmanlı'yı seviyon mıııı?'' diye sormamıza gerek var mı?
Ağzıyla söylemeden, bizlere bir takım sembolleri kullanarak bunu anlatmış oldu Kenan abimiz.
Adamın dibisin abi, devam et.


İsterseniz daha genel örneklerle gidelim.
Şimdi sizleri biraz geriye götürüyorum, arkanıza yaslanın ve uçuşun tadını çıkarın.
Telefonlarınızı da kapatın.


Bakın bu gördüğünüz şey bir Osmanlı mezar taşıdır. Ve dikkatinizi çekmiştir, mezar taşının ucunda bir sembol var. Zira bu bir ''yeniçeri mezar taşı''dır.


Bu da denizcilerin, rütbelerine göre mezar taşı.
denizci mezar taşı
Ressam mezar taşı
Kadın mezar taşları çok ince düşünülmüş bir diğer sembolik taşlardır. Çiçekler, güllerle süslenmiş bir mezar taşı görürseniz, bir kadın mezar taşı olduğunu anlarsınız. Kadınlara çiçek diyen bu toplum, mezar taşında dahi bu inceliği göstermiştir ;



Alim mezar taşı

Bu ve bunun gibi onlarca, belki yüzlerce mezar taşı çeşidi vardı Osmanlı'da.Yani siz bir mezarlığa geldiğinizde, orada yatan adamın kim olduğunu, ne iş yaptığını, devlette görev alıp almadığını falan anlarsınız. İşte bu sembolizmin dilidir. Taşların üzerine yapılan semboller, bizlere onlar hakkında bilmemiz gereken şeyleri açıklarlar.

Bunun dışında bir de türbelerde sembolik ögeler vardır. Baktığınızda türbelerin neredeyse tamamının sekiz köşeli olduklarını görürsünüz ;


Ki bu, en güzel sembolizm örneklerinden biridir. Keza İslam inanışında cennetin sekiz kapısı vardır ve bu sekiz köşeli türbelerin her bir köşesi, cennetin bir kapısını simgeler.


''Sekiz kapının ortasında yatıp, dirildiğinde onlardan birinden geçmeyi ummanın'' sembolik yoludur bu. Gerçekten çok ince bir düşünüştür.

Devam edelim.

Birçoğunuz bu bayrağı görünce ''siyonist bayrağı'' demiştir. Fakat değil. Bu bayrak 1321-1423 yılları arasında var olan Tekeoğulları Beyliği'nin bayrağıdır. Ve Tekeoğulları Müslümandır.

Aklınıza ''öyleyse neden bayraklarında siyonist işareti var?'' diye bir soru gelmiştir muhtemelen.

Fakat bu işaret, aslında şuan bildiğimiz gibi siyonist sembolü değildir. İsmi ''Mühr-ü Süleyman''dır. Yani Süleyman'ın Mührü. Ayı zamanda ''Davud Yıldızı'' olarak da bilinir. Yani bizim anladığımız o ki, Hz. Davud ve oğlu Hz. Süleyman, krallıkları döneminde bu mührü kullanmışlardır.


Ve kendileri birer peygamber oldukları için, Müslümanların bu sembolü kullanmasında hiçbir sakınca yoktur; keza modern siyonizm kurulana kadar, bu sembolün Müslümanlar tarafından kullanıldığına dair birçok örnek vardır.

Örneğin Karamanoğulları..
Karamanoğulları'nın bayrağı da şöyledir ;



Bir diğer Müslüman-Türk Candaroğulları Beyliği'nin bayrağı ise şöyle ;

Dulkadiroğulları savaş sancağı ;


Bu sembol, Müslüman-Türkler'de sıkça kullanılmış gördüğümüz gibi.
Daha birçok Türk beyliğinin bayrakları ve savaş sancaklarında bu sembolü görmek mümkün.
Beyliklerden sonra ise Osmanlı Devleti bu sembolü kullanmaya devam etmiştir ;


Bu sancak, Barbaros Hayrettin Paşa'nın sancağıdır.
En üstte Fetih Suresi'nin ilk dört ayeti yazılıdır.
Alt ortada Hz. Ali'nin kılıcı Zülfikar vardır.
Kılıcın hemen solunda küçük bir el vardır ; bu da ehli beyti simgeler.
Aşağı ve yukarı iki tarafında ise, hilaller içinde dört halifenin ismi yazılıdır.
Zülfikar'ın aşağısında ise gördüğünüz gibi Mührü Süleyman bulunur.

Yani bir bayrak, içinde sekiz tane sembol barındırıyor. Yani sembolizm bu kadar önemli.


Mührü Süleyman'ın kullanımı bununla da sınırlı değil. Topkapı Sarayı'nın girişindeki kapının hemen üzerinde de bir Süleyman Mührü mevcut ;


Daha yakından ;

Duvarlarda ;

Hatta padişah kıyafetlerinde bile bulunur bu simge ;


Birçok İslami süslemede, cami motifinde de bu sembole rastlanır ;

Fatih, Gül Camii





Süleyman Mührü veya Davud Yıldızı olarak bilinen bu sembol, İslam'da özdeşleşmiş bir sembol olarak sıkça kullanılmıştır. Ta ki modern siyonizm doğana ve İsrail bayrağına koyana kadar.


Bu sembolün kullanılma sebebi ise çok aşikardır.
Hz. Süleyman bir peygamber, aynı zamanda da bir hükümdar, bir kraldır.


Hz. Süleyman, döneminde tüm dünyaya hükmetmiştir. Adalet, barış ve huzurun olduğu bir dünya hakimiyeti kurmuştur bu özel peygamber. Hz. Süleyman özel bir peygamberdir, zira onun ordusu insanlardan, cinlerden ve rüzgardan oluşmaktaydı. Ve asla yenilmemiş bir ordudur.

Beyliklerin ve devletlerin de Hz. Süleyman'ın bu özelliklerine binaen bu sembolü kullanmaları gayet anlaşılabilir bir tutumdur elbette.


Yani bazı kıt kafalıların düşündüğü gibi bu sembolü kullanan herkes siyonist değildir. Tabi eski dönem için geçerli bu. Zira bu sembol yüzünden ''Osmanlı siyonist miydi?'' diyen bazı dar ve kıt kafalar var bu dünya üzerinde. Üç kuruşluk tarih bilgisiyle yeni bir tarih yazmaya çalışan embesil sürüleridir işte onlar.


Fakat modern siyonizmin kurulduğu bu dönemde bu işareti kullanırsan, elbette altında bir şey vardır. Çünkü bu yüzyılda bu sembol artık ne yazık ki Yahudileri simgelemekte. Örneğin İran gibi 21. yüzyılın ortasında böyle bir işareti dikersen oraya buraya, insan elbette kıllanır ;



Neyse. Bayraklardaki sembolizme gelelim mesela. Ülkelerin bayrakları genelde çok şey anlatırlar.
Örneğin İsrail bayrağının iki çizgisinin Fırat ve Nil'i, ortasındaki Süleyman Mührünün de Yahudi devletini simgelemesi gibi.

Sembol olarak Türk bayraklarında ise genelde ay ve yıldızı görürüz ;

Doğu Türkistan
Azerbaycan
Özbekistan
Türkmenistan
Batı Trakya Bağımsız Hükumeti
Suriye Türkmen Bayrağı

Algıyı Etkileme ve Fikir Dayatma'da bahsettiğim gibi Ay ve Yıldız ''İslam''ı simgeler.

İslam'ın sembolü hilaldir. Ayrıca hilal kelimesinin ebcedi Allah kelimesiyle aynıdır.

Yıldız ise Hz. Muhammed sav'i simgeler. Muhammed yazılışı, yıldız şekliyle ifade edilir.

Bu da bayraklardaki sembolizmdir.

Ay ve yıldızın bayraklarda kullanımı da çok daha eskiye gider.

Bizim şuan kullandığımız bayrak, son haliyle Fatih Sultan Mehmet'e aittir. O dönemden bu yana da sürekli aynı bayrak kullanılmıştır ;



Bunların yanında soyların ve boyların da özgün sembolleri vardır.
Örneğin ilk Türklerden bu yana Oğuz Kağan'ın kurucusu olduğu Kayı Boyu'nun sembolü şudur ;


Oğuz Kağan'dan bu yana değişmeden gelen ve Oğuz Kağan'ın devlet kuran soyunun kullandığı bir simgedir bu. Örneklerine bakarsak çok değişik yerlerde görürüz. Mesela Kayı Boyu'nun lideri Ertuğrul Gazi'nin türbesinde bulunur ;


Bilecik'te bir anıtın üzerinde aynı Kayı Boyu sembolü ;


Bulgar Türklerinin lideri ve Büyük Bulgar Devleti'nin kurucusu Kubrat Kağan'ın yüzüğü ;


Kubrat Kağan'ın anısına 2001 yılında yapılan anıt ;


Birçoğunuz zaten Bulgarların köken itibarıyla Türk olduklarını bilir. Tabi asimile olmuş ve Türklüklerini yitirmişlerdir.

Varna'da Kayı Boyu sembolü ;


Ve çok ilginçtir, Hz. Osman'ın kılıcında da Kayı Boyu sembolü vardır ;


Bu konunun da uzun bir hikayesi var aslında, inşallah sonra konuşuruz bunu da.


İnsanlar bu gibi sembolizm dilini hep kullanmışlardır. Zira sembollerle konuşmak daha kolaydır, daha kullanışlıdır. Bir şeyin neye, kime, nereye ait olduğunu veya hangi mesajı vermek istediğini anlatır semboller.

Mesela Mayalar sayılar için şöyle bir sembolizm geliştirmişlerdir ;


Dinlerin de ayrı ayrı sembolleri vardır. İslam'ın sembolü hilal, Yahudiliğin sembolü Süleyman Mührü, Hristiyanlığın sembolü ise haçtır.


Komünizm deyince akla bu sembol ;

Masonluk deyince de akla bu sembol gelir ;


Hatta para birimlerinin bile kendilerine özgü, birini diğerinden ayıran sembolleri vardır ;


Dünya barışı denilince akla bu sembol gelir ;



Kadın ve erkek sembolleri bunlardır ;


Bir marka oluşturmak, bir şirket kurmak isterseniz kendinize özgün bir sembol bulmanız gerekir.
Trafik kurallarına uymak için, tabeladaki sembollere bakmak zorundasınızdır.
Kumandadan televizyonu kapatmak veya ses açıp-kısmak isterseniz, üzerindeki sembollere bakarsınız.
Hiçbir sembol bilmezseniz, bilgisayar kullanamazsınız.
Alışveriş merkezinde tuvaletin veya mescidin nerede olduğunu, sembollerine bakarak öğrenirsiniz.
Yolda yürürken gördüğünüz sakalları uzun, bıyıkları kısa, cübbeli ve sarıklı insanın Müslüman olduğunu;
Haç takan birinin Hristiyan olduğunu,
Zülüf bırakan ve minik takke takan birinin Yahudi olduğunu anlarsınız.
Çünkü bu kıyafetler onların sembolleridir.


Tarihi eserleri çözmek için, sembolizm bilgisine sahip olmanız gerekir. Çünkü insanlar her şeyi sembollere dökmüşlerdir.


Yani bu yazıda anlatmak istediğim şey, sembollerin insanların hayatında ne denli önemli olduğu.
Yani bu yazıyla konuya yalnızca giriş yaptık ciğersizler.


Yapılan her sembolün, bırakılan her işaretin bir anlamı, bir mesajı vardır.
İkinci yazıda günümüzün sembollerinden bahsedeceğiz inşallah.
Yaşadığımız dünyadaki ilginç sembolleri konuşmak dileğiyle;

Saygılar ve selamlar efenim..


SEMBOLİZM II

$
0
0


Salyangoz satılan Müslüman mahallesinde oturan tüm kardeşlerime selamın aleyküm.

Hristiyan düşüncesine göre Hz. İsa'nın doğumu, aslen ise paganizm için yılın son günü sayılan 31 Aralık'ta yapılan eğlenceler, partiler, içip kafa bulmalar, coşmalar sebebiyle, ertesi gün yani yılın ilk gününün tatil edildiği ; fakat Müslümanların takviminin yılbaşı olan Hicri yılbaşından sonra tatil yapılmasının gündemde bile olmadığı bir ülkede mi yaşıyorsunuz siz de yoksa?

Neyse tamam sakinim.
Konumuza gelelim biz.
İlk yazıda sembolizmin ne derece önemli olduğuna küçük bir giriş yapmıştık. Gösterdiğim birkaç örnek, insanların tarihten beri bu işe ne derece uzun mesailer harcadıklarının kanıtıydı.

Tabi insan hiç değişmediği için, yaptıkları da değişmedi elbette. Kadim tarihten bu yana sembollerle konuşan insanoğlu, hala ve hala sembollerle konuşmakta. Bunu anlamak için de biraz ilim gerekli tabiki. Örneğin Amerika'da üniversitelerde özel sembolizm dersleri var. Yalnızca şekil üzerinde değil, mana üzerinde de duruluyor o derslerde.


Gördüğüm dersler ve yaptığım araştırmalara dayanarak şu sonuca vardım ben ; Bu semboller tarihten bu yana hiç değişmemiş. Yani bu yazıda bahsedeceğimiz, bugün kullanılan semboller tarihten beri varlar.


Lafı daha fazla uzatmadan konuya doğru yola çıkalım.
Küçük bir örnekle başlayıp devam edelim ;


Denizbank reklamında Beyaz'ın giydiği bu yelekte bu sembolün ne işi var sizce?
Yani bu işaret buraya rastgele gelmiş olabilir mi?
Yoksa bilinçli bir sembolizm için mi kullanılmış...?


Dünyanın en büyük markalarından birisi Nike'dır malumunuz. Dünyada en çok ayakkabı satan birkaç markadan biridir. Herhangi bir ülkede yolda yürürken onlarca Nike giymiş insan görürsünüz. Marka çok büyük olduğu için kimse bu markadan olağan dışı bir hareket beklemez. Fakat sembolizm hasta ruhlu insanların asla vazgeçemediği bir alışkanlıktır. Nike da bu sembolizmin dibine kadar girmiştir ;

Bu ayakkabı, Nike'ın basket ayakkabısıdır. Ve arkasında çok dikkat çekici, çok belirgin, çok aşikar bir sembol vardır. Daha yakından bakalım ;


Birçoğunuz çözdü, birçoğunuz da ''bu ne olum ya?'' dedi.
Çözemeyen arkadaşlar için, çözümlemesi yapılmış ve çarpanlarına ayrılmış olanı şöyle ;

Ayakkabının üzerinde çok belirgin, çok aşikar bir şekilde ''Allah'' yazıyor ciğersizler. Hatta altında bile ;


İşte bu, tam anlamıyla sembolizm dilidir. Müslüman olsun olmasın, bu ayakkabıyı giyen herkese sembolik olarak (haşa) ''Allah'ı ayakları altına aldırıyorlar.''
''Artık seni yendik'' demenin sembolik yoludur işte bu.


Bu şekli vermek için ne derece uğraşıldığını sanırım söylememe gerek yok. Özel bir çaba sarf edildiği açık. Önemli olan, manayı çözebilmek. Kimse böyle bir sembolü oraya boş yere koymaz.


Tabi bu sembolizm, yalnızca Nike ile sınırlı değil. Tüm dünyaya reklamını yaptıkları ''yeni çağ'' yani ''21 Aralık 2012'' ile birlikte, bu işe daha fazla yöneldiler. Bu konudaki tek örnek bu değil, dahası var. Bir başka ayakkabı daha göstereyim sizlere ;


Markasını maalesef bilmiyorum, ama Irak'taki bir Amerikan menşeili ayakkabı markası. Irak'ın işgalinden sonra halka böyle ayakkabıların satılması pek de anormal değil bence.


Bu da bir başka örnek ; ''Puma ayakkabı''


''Allah'a meydan okumak ve O'nu yenmek'' manası gözümüze gözümüze sokulmakta. Bu da bize Tevrat'taki ve Yahudi mitolojisindeki inancın hala devam ettiğini gösteriyor. İnsanların hiç değişmediğini söylemiştim..

Bir başka ayakkabı vakıası da Kazakistan'dan ;


Ayakkabılardaki ve giysilerde semboller çok fazla bulunuyor. Çünkü bizlere moda olarak bu giysileri ve ayakkabıları dayatıyorlar, böylelikle hem kendi ceplerini dolduruyor, hem tek bir tip toplum oluşturuyor, hem de kendi sembollerini bizlere taşıtıyorlar.

Adeta bir muska takar gibi, bu adamların taptıkları şeyleri üzerimizde taşıyoruz.

Devam edelim.
Bildiğiniz gibi bu bayrak Suudi Arabistan'ın bayrağıdır ;


Ve ''La ilahe illaAllah, Muhammedin Resulullah'' yazmaktadır. Yeni ucube dünya düzeninde Suudi Arabistan'ın kayıtsız şartsız siyonizmin yanında olmasının bazı göstergeleri var elbette. Bu da onlardan biri ;

Bir başkası ;

Suudi Amerika diye boşuna demiyoruz herhalde. Tevhid'in ayaklar altına alınıp, çiğnenmesine göz yuman insanlar topluluğu. Tabi devlet bazında konuşuyorum. Yoksa bir Arap yüzünden bütün Arabistan'ı yakacak değiliz. Suud ailesine ne kadar büyük bir halk muhalefeti olduğunu biliyoruz.

Güç sahibi insanlar, sahibi oldukları dünyanın en büyük markalarıyla sembolizm dilini kullanarak konuşmaya devam ediyor ;


Bu, Burger King'te bir bardak kapağı. Bu şekilde bakınca üçgene benzer, anlamsız bir şekil görebilirsiniz. Fakat biraz yan çevirdiğinizde karşınıza şu şekil çıkar;


''İçeceğinizi bitirip kapağı çöpe atarsınız'', sembolik olarak ''sana ihtiyacımız yok, seni çöpe atıyoruz'' dersiniz. İnsanlar farkında bile olmadan bu sembolik davranışın içinde buluyorlar kendilerini.


İnandığımız şeylere her yönden saldırıldığına bir örnek daha ;


Bu bir seccade. Ve gördüğünüz gibi üzerinde açık bir domuz figürü var. Bizleri sembolik olarak resmen domuza secde ettiriyorlar yani. Tabi şunu söyleyeyim, bu seccadede namaz kılan insan elbette ki domuza secde ediyorum diye secde etmez, amacı o değildir.
Fakat şeytan için bu önemli değildir ki, onun amacı kandırmaktır.

Seccadelerden bir başka örnek ;


Dikkatli baktığınızda karşınıza bir insan figürü çıkar. Sembolizm bizlerle böyle konuşur zaten..
Bir başka seccade ;


Namaz kıldığımız seccadelere dikkat etmemiz gerektiğini bir kez daha anlamış oluyoruz.

Hız kesmeden devam edelim ciğersizler. Şimdi sizleri Koçtaş'a götürüyorum ;


Üzerinde ay ve yıldız bulunan bu şeyler tablo falan değil ; birer klozet kapağı ciğersizler. Evet evet klozet kapağı. LinkLink

Defalarca söylediğim gibi ay ve yıldız ''Allah ve Muhammed'' demektir. Ayakkabıların altında ve üstünde Allah yazılarından sonra, klozet kapaklarında bu sembolleri görmek beni pek şaşırtmadı açıkçası. Hele ki Koç'a ait bir yerde.


Bizimle nasıl alay ettiklerini anlamışsınızdır artık herhalde..
Biraz farklı örneklerle devam edelim.
Nazilerin sembol olarak kullandıkları işareti bilirsiniz ;

Adı ''swastika''dır.
Fakat Nazilerin dışında birçok yerde bu sembol karşımıza çıkar ;

Antik Mısır ;

Antik Yunan ;

Antik Pers ;
Hindu ;

Buda ;

Mayalar ;

Babil ;

Hatta Nazilerin kullandığı kartal da Antik Mısır'dan gelme bir semboldür ;


Kadim sembollerden biri anladığımız kadarıyla. Ve Amerika'da çok ilginçtir, Amerika'da birbirinden ayrı dört farklı eyalette, swastika sembollü yapışar mevcuttur ;

San Diego askeri binası

Kadıköy'deki Ziraat Bankası, Osmanlı zamanında kurulan ilk bankadır. Ve kurucuları da, ülkeyi borç batağına sokan kişilerle aynıdır ; kripto Yahudiler. Kuruluşundaki isimler, yetmiş yedi göbek Yahudi olan Midhat Paşa'ya kadar dayanır. Ve Kadıköy'deki bu Ziraat Bankası binasının balkonunda masonların ustası olarak bilinen ''Hiram Usta'' heykeli vardır. Ve kurulduğu günden bu yana yıkılmadan gelebilmiştir.


Bu konuya bağlantılı olarak şundan da bahsetmemiz gerekir ki, biraz daha anlaşılır olsun;
Emek Sinemasını bilirsiniz. Geçenlerde yıkıldı. Yıkılmaması için de inanılmaz bir gürültü koparmışlardı.


Emek Sineması denilen yer, Osmanlı'da kurulan ilk büyük localardan biridir. Eski bir mason locasıdır, ve 33. derece masonların katılabildiği bir ayin locasıdır.


Osmanlı bu locadan yıkılmıştır. İlk sahipleri arasında Ermeniler, Yahudiler falan olduğu da bir sır değildir zaten. Link


Girişindeki bu sembol yeterince açıklayıcıdır zaten. Bu yüzden bir mason olan Zeki Alasya ''namaz kılınacaksa hiç açılmasın'' diye sembolik bir söz söylemiştir. Şeytana tapma ayinlerinin yapıldığı yerde namaz kılınmasından daha rahatsız edici ne olabilir ki bir mason açısından?


Emek sineması da, Hiram Usta heykeli de masonlar için sembolik anlam taşıdığı için bu derece önem verirler bu konuya. Nitekim onca itiraza rağmen Hiram Usta heykeline kimse dokunamadı, Emek sineması yıkılacak diye de tüm ünlüleri ayağa kaldırdılar. Zira hepsi onların malı değil mi?

Bu sembollerin ulu orta durmasının amacı da ; ''burası bizim'' demektir.


Şimdi konuyu biraz daha değiştirelim.
Sembolizm dediğimiz şey yalnızca bir şeyin üzerine çizilen çeşitli resimlerden ibaret değildir.
Çoğu konuşma, çoğu olay da semboller içerir. Örneğin masonlar deşifre olmadan önce kendilerini belli etmek için ''dul kadının oğluna yardım edecek yok mu'' gibi, içinde sembolik anlamlar içeren sözler kullanırlardı.


Mesela buna en güzel örnek 11 Eylül 1990 yılında baba Bush'un ''Yeni Dünya Düzeni'' adlı konuşmasıdır. Daha önceki bir yazımda, sembolik olarak 11 yılda bir plan gerçekleştirdiklerini söylemiştim.


Baba Bush'un 11 Eylül 1990'daki konuşmasından tam 11 sonra ; 11 Eylül 2001'de İkiz Kulelere saldırı olmuştu ve bu saldırı, Amerika'nın orta doğuya giriş biletiydi.


Ondan 11 yıl sonrası ise 2012 yılıydı ve ben size ''bir şeyler olmasını bekliyorum'' demiştim.
İkiz Kule saldırısı gibi değildi elbette, ama oldu.
21 Aralık 2012 diye bir şey çıkardılar, insanlara bu güne odaklanmalarını ve onu önemsemelerini telkin ettiler. 21 Aralık 2012'yi sembolik olarak önemli kıldılar ve tüm dünyanın dikkatini bu güne çektiler.
Ben de bu tarihte çağ atlanacağını söylemiştim.

Bu sembolik olayların aslında dayandığı yer çok ama çok ilginçtir ;



Güneş, dönüşünü 11 yılda tamamlar. 11 yılda bir, manyetik alanda değişme olur.
Ve baba Bush'un konuşması, nasıl olduysa tam da bu manyetik değişmenin olduğu yıla ;
Bu konuşmanın tam 11 yıl sonrasındaki İkiz Kule saldırıları da, yine bir manyetik değişme olduğu yıla ;
Ve tüm dünyanın dikkatini üzerine çektikleri 2012 kıyamet senaryoları da yine bir manyetik değişme olduğu yıla denk gelmiştir.


Ve 2012 yılında manyetik alanda bir kayma olmuştur. Güneşte, bu manyetik alan kaymasıyla birlikte bin yılda bir rastlanılan bir olay meydana gelmiş ve hareketleri, dönüşü yavaşlamıştır. Bu konunun üzerinde daha sonra uzunca durmayı düşünüyorum zaten.


Yani tüm bu sembolik konuşmalar, sembolik saldırılar ve kıyamet senaryoları ile algıyı yönlendirme çabaları sembolizm dilinin bize anlattıklarıydı.


Bir başka sembolik olayla devam edelim.
11 Eylül'de saldırılan yerin ikiz kuleler olması, bir semboldü.
Mason tapınaklarının ayin odalarının girişindeki iki kolon, sembolik olarak İkiz Kulelerin mimarisine uydurulmuştu.


Çünkü o iki kolondan geçince, başka bir boyuta geçildiğine inanılır. Bu yüzden de saldırı, iki kolonu simgeleyen iki kuleye yapılmıştır. Yani iki kolon anlamına gelen iki kuleden geçip, yeni bir çağa giriş yapılacaktır. Bu olay tam olarak Güneş'in 11 yıllık döngüsüyle aynı ana denk getirilir, ve başka çağa geçiş için şartlar tamamlanmış olur.

Bununla birlikte Amerika orta doğuya giriş hakkı kazanır.
İsrail'in bölgedeki güvenliği sağlanır.
Bir sonraki dünya savaşı için gerekli petrol ve para gücü sağlanmış olur.
Dolardaki ''sekülerizm'', yerini ''Tanrı'ya güveniyoruz''a bırakır.
Ve 11 yıl sonraki ''yeni çağa giriş'' için hazırlıklar tamamlanmış olur.


Tüm bunlar hastalıklı adamların sembolik icraatlarıdır.
Fakat devamı da vardır.
Örneğin geçenlerde meydana gelen Boston Patlaması.


Tıpkı 11 Eylül sembolik olayları gibi Boston'da da aynı sembolik ögeler vardı.
Mesela patlamanın gerçekleştiği Bolyston caddesinin sıra numarası 666'tır.
666 Boylston Caddesi.


666 Boylston Caddesinde, patlamaların meydana geldiği yerin hemen önünde de ''the gates'' niteliğinde iki uzun yapı vardır ;


Hatta caddede bir damalı zemine sahip bina bile bulunur ;


Hatta ve hatta ''Massachussets Eyaletinin Büyük Locası'' da, Boylston Caddesinde yer alır ;

Sizin için caddenin içine kadar girdim buyurun ;




Eminim mason biraderler bu patlamaya çok üzülmüşlerdir.

Başka örneklerle devam edelim.
Sembolizmde özellikle mimari çok önemlidir. Keza bu yüzden masonun kelime anlamı da duvar ustası diye sembolik bir isimdir. Dünyanın her yerinde aynı sembolleri taşıyan materyaller yaparlar.

Örneğin gökdelenler sembolik yapılardır, keza tarihteki ilk mason devlet olan Amerika'nın ''gökdelenler ülkesi'' olması da yine tesadüf değildir.



Yüksekliğin bir sembolik anlamı vardır. Mesela cami minareleri, genelde en yüksek yapılar olurlar ; çünkü Allah'ın adı orada anılır ve insanlar Allah'a çağrılır.


Benzer bir sembolizmi Topkapı Sarayında da görürüz. Topkapı Sarayının en yüksek yapısı ''Adalet Kulesi''dir.


Uzaktan bakıldığında ilk görülen ve dikkat çeken de bu kuledir. İşte bu da ''devletin adalet üzerine kurulduğunu'' sembolize eder.


Bu gibi nedenlerden dolayı Osmanlı veya diğer Müslüman ülkelerde, minarelerden daha yüksek yapılar yapılmamıştır. Keza bazı Hristiyan ülkelerde de yüksek binalar kiliselerin uzağında veya şehrin dışında yapılır.


İşte bu sembolizmle ilgili en güzel örneklerden biri şudur ;


Bu gökdelen, dünyanın en büyük, en uzun yapısıdır. 828 metre uzunluğundadır.
İsmi ''Burç Halife''

Hepsinden ilginç olanı da, dünyanın en yüksek gökdeleninin Arabistan'da olmasıdır. Yani İslam'ın kutsal topraklarında. Tabi Arabistan'daki gökdelenler bununla sınırlı değildir ;




Anlaşılan, duvar ustaları en büyük eserlerini, en büyük rakipleri olan Allah'ın kutsal topraklarına kadar getirebilmiş. Ama bundan çok daha manidar olansa, dünyanın ikinci en yüksek yapısı da yine bu topraklardadır ;
Mekke Royal Clock Tower

Bu korkutucu yüksekliğe sahip yapının bulunduğu yer ise tam olarak şurasıdır ;

Kabe.
Allah'ın evi.
İşte bu resim ; ''Bir Allah'ın evine bakın, bir de bizim yaptığımıza!'' demektir.
Ayakkabıdan futbol topuna, her yere artık bu sembol yerleşmiştir ; ''Biz tanrıyı yendik!''

Görsellik, sembolizmde çok ama çok önemlidir. Buna binaen şöyle bir soru sorayım ;
''Bu resimde ilk dikkatinizi çeken veya en çok dikkatinizi çeken şey nedir?''

Dünyanın en büyük kulesidir elbette.


13 metre yüksekliğindeki Kabe, 595 metrelik bir binanın gölgesinde kalmıştır. Semboller ve anlamları hakkında hiçbir şey bilmeyen bir insan için bile yeterince açık bir durum değil mi bu?


''Biz, tanrının kutsal topraklarında bile ondan daha güçlüyüz, yaptığımız binalar onun evini gölgede bırakacak kadar büyük ve heybetli''


İşte tam da be sebepten dolayı, yüksek yapılar tarih boyunca bu amaca hizmet eden adamlar tarafından inşa edilmiştir. Firavun ve Nemrut'un ''Bana yüksek bir kule yapın, onların tanrılarını göreceğim ve yeneceğim'' demeleri gibi.



Firavun'dan bahsetmişken piramitlerden söz etmezsek olmaz.
Piramitler zamanın en büyük yapılarıdır. Ve piramit deyince aklımıza hemen ''Mısır ve Firavunlar'' gelir.



Bir an için tüm dünyadaki elitlerin aynı sembolik dile sahip olmadıklarını, aynı inançları paylaşmadıklarını ve piramitlerin Mısır'a özgü bir yapı olduğunu düşünelim.

Peki dünyanın neredeyse her ülkesinde piramitlerin ne işi var ?

Çin
Meksika
Maya
Aztek
Bosna

Kadim tarihten bu yana, neredeyse her coğrafyaya yayılmıştır piramitler.
Ve bu kadar uzak coğrafyalarda, aynı eserlerin var oluşu bugüne kadar açıklanamamıştır.
Bir düşünsenize biri Afrika'da, biri Amerika'da, biri Çin'de, biri Avrupa'da..
Ve bu insanları aynı eserleri vermeye iten sebepler olmalı, kimse aynı fanteziye sahip olduğu için böyle bir eser yapmaz.


Piramitler, mimari sembolizmin ürünleridir. Kadim insanlıktan bu yana duvar ustaları adındaki insanlar, kendi dinleri yani şeytana tapmak için sürekli aynı eserleri vermişlerdir. Tıpkı Müslümanların tarihten bu yana cami, Hristiyanların da kilise yaptıkları gibi.

Tabiki şeytana tapma eskide kalmış bir olay değil, zira bugün hala aynı mimari eserler verilmekte ;


Örneğin burası Mısır değil ; Amerika - Las Vegas'tır.
Luxor Oteli.

Duvarlar, hatta yorgan-yastıklarında bile okült Mısır sembolleri bulunur.

Londra
Almanya
                    
Amerika                               
Louvre









Daha önceki yazılarda az çok bahsetmiştim bu konudan. Ama unutmadan şunu da eklemek istiyorum, Arabistan-Dubai'de de büyük bir piramit bulunur ;


Bir de dikilitaşlardan bahsetmiştim hatırlarsınız, dünyanın her yerinde dikilitaş bulunduğundan ;
İstanbul
Washington
Londra
Fransa- Eifel
Vatikan        
Las Vegas- Eifel
Fransa'da bulunan Eyfel Kulesi'nin aynısı Las Vegas'ta da bulunur mesela.
Hepsinin sembolize ettiği şey aynıdır.
Müslümanlar ibadet etmek için cami inşa eder, Hristiyanlar kilise, Yahudiler sinegog ; paganlar ve şeytana tapanlar ise piramit ve dikilitaş.

iki ibadet sembolü aynı karede
Dünyanın her yerinde bu ve benzeri semboller mevcuttur.
Mesela gerek Sultanahmet'teki dikilitaş, gerekse başka dikilitaşların önünde güneşin en tepede olduğu zaman, herkesin gözü önünde ayin yapılır. Kimse ne bir şey anlar, ne de dikkatlerini çeker. Zira tamamen çılgın bir dünya, çılgın bir insanlık oluşturdukları için, kendi yaptıkları insanlar tarafından son derece sıradan görünür.

Dünyada bugün var olan sistemin her yanında sahiplerinin etiketi var anlayacağınız.
Tabi internette maceracı ergenlerin yaptıkları videolar veya paylaşımlar gibi gayriciddi bir konu değildir bu, dediğim gibi Amerika'da sembolizm dersleri çok önemli yer tutar.


Bizlere dünyanın en iyi markası diye, kendi dinimize hakaret eden markaları giymeyi dayatırlar.
Senin inandığın şeyleri ayaklarının altına alan markaları, sana ''trend'', ''moda'' gibi ucube kalıplarla satarlar.
Kendi kutsal topraklarımızda, kendi kutsallarımızla alay ederler, ve bunu bize ''modern binalar, konfor, rahatlık'' gibi yine ucube ifadelerle yuttururlar.


Seni öyle öyle işlerler ki, cami yapılmasına karşı çıkar ; fakat piramit veya dikilitaş yapılmasına gıkını çıkarmazsın.

Sözde sistem karşıtı olursun, fakat sisteme karşı yaptığın tek şey ''kahrolsun sistem'' diye bağırmaktır.
Bunların dışına çıktığında, ''kahrolsun sistem''ciler tarafından, modaya ve çağa uymamakla yaftalanırsın.

Hayat garip hacı.

Saygı ve selam ile.

ALGIYI ETKİLEME VE FİKİR DAYATMA II

$
0
0

Cümleten selamın aleyküm.

İlk yazıda değindim pek çok şey vardı, fakat yazı fazla uzamasın diye aklımdaki diğer şeyleri sonraya saklamıştım. Unuttuklarım ve eklemek istediklerim de olduğundan, bir yazı daha yazmak istedim konu hakkında.


Sonuçta insan beyninin köleleştirildiği, kelepçelendiği bir uygarlık çağındayız. Her zaman diliminin, kendisini tanıtan belirli özellikleri vardır ya hani ; örneğin İbrahim a.s deyince aklımza putlar gelir, Musa as. deyince sihir ve büyü ; imparatorluklar denilince kılıçlar ve at üstündeki askerle fethedilen topraklar, derebeylikler denilince yerel yönetimli küçük devletçikler gelir aklımıza.


İçinde bulunduğumuz çağın açıklaması da ''özgürlükler ve insan hakları etiketinin altında, tamamen köleleşmiş ve bundan memnun olan insanlar topluluğunun zaman dilimi''dir.

Güya bizlere bu zaman diliminde hep kendi düşündüğümüz şeyleri yapma özgürlüğü verildiği söylenir; fakat külliyen yalandır. Zira bizim ne düşündüğümüzü zaten birileri belirliyor, bize de ''işte bu sizin fikriniz'' diye yutturuyorlar. Başka bir şey değil.

Eski kölelerin ellerinde ve ayaklarında zincirler vardı ; modern kölelerin ise beyinlerinde..

Mesela çok genel bir örnekle başlayalım ;
Filmler.

Eski Türk filmlerini hatırlarsınız. Kendisine Yeşilçam diyen bu film sektörü, nedendir bilinmez sürekli olarak aynı tür filmler yapmıştır ; ya komedi, ya da dram.

Hatta komedi filmleri de o kadar azdır ki, tüm komik oyuncuları baştan aşağı sayabiliriz. Zira hep aynı oyuncular komik filmde oynar. Örneğin Kemal Sunal, Şener Şen, Sadri Alışık vs vs.


Fakat dram türündeki film sayısı acayip fazladır. Öyle ki isimlerini sayamayız bile.
Yani koca bir milleti duvara baktığında acı fışkırdığını gören, kapı gıcırtısına hüzünlenen psikopatlar haline getirdiler.


Derdi olan olmayan herkes eline içki alıp ''batsın bu dünya laaannn'' diye sokaklarda nara atmaya başladı memlekette. ''Ben acıların çocuğuyum abi'' replikleri ülkedeki her vatandaşın kendisini tanımlama cümlesi oldu.

Bu filmlerde benim dikkatimi çeken hep şu olmuştur;
Filmlerin neredeyse tamamında ''fakir ama gururlu genç, zengin ama pezevenk iş adamı'' teması işlenirdi. Her filmde zenginler dünyanın en kötü insanları gösterilirdi. Zenginlerin hepsi şerefsiz insanlardı, ve mutlaka onlara dersinin verilmesi gerekiyordu.


İşte bu da halkı bir düşünceye itti ; komünizm.
Çünkü Türkiye'de İslam dışında pek fazla görüş yoktu, ve ülkede gerektiği zaman ayaklanma çıkarılabilmesi için başka düşüncelerin desteklenmesi ve halka tanıtılması gerekiyordu.

Yeşilçam filmleri komünist ögelerle doludur hatırlayın.
Bir de internete Yeşilçam yazınca bile ne derece iğrenç şeyler karşınıza çıkar inanamazsınız. Ondan sonra ''bu millet neden sapık oldu abi ya?'' diye sorarlar boş boş..

Konuyla alakalı bu videoyu tekrar iyice izleyin, dediklerimi daha iyi anlayacaksınız ;

Bir zaman diliminde dayatılan düşüncenin ne olduğunu anlamak isterseniz; o dönemin filmlerine bakın..

Mesela Holywood yakın zamana kadar ağırlıklı olarak materyalist filmler yapardı. İnsanlara tanrı fikrinin olmadığı bir dünya anlatırdı. Fakat ''Novus Ordo Seclorum'' yerini ''In God We Trust''a bıraktığında, medya ve filmler de değişti.


Türkiye'de zenginlerin kötü olduğu filmler geride kaldı örneğin, şimdi tam tersi tüm dizi ve filmlerde zenginlerin şaşalı hayatları anlatılıyor, dikkatinizi çekmiştir. Koca koca evlerde oturan, o balo senin bu balo benim gezen, evin içinde baloda giydiği kıyafetleri giyen, şirketler-holdingler arasında mekik dokuyan insanların hayatlarının etrafında dönen dizi ve filmler kapladı tüm medyayı.

Çünkü ''komünist olun'' telkini ; yerini ''zengin olun ve şaşalı yaşayın''a bıraktı.
''Zengin olmak için her türlü sahtekarlığı yapın, para sizin efendiniz, onsuz hiçbir şeye sahip olamazsınız'' mesajı insanların beyinlerine çivi gibi çakılıyor bugün.


Holywood filmleri ise materyalist noktadan ''mistik, doğaüstü, metafizik'' noktaya geldi. Çünkü yeni çağa giriş ile birlikte materyalist dünya sona erdi, ve mistik bir çağ başladı. Şimdi insanları olabildiğince doğaüstü şeylere inandırmalılar.


Bugün en çok reklamı yapılan ve ödül alan film ve diziler ; ''Harry Potter, Yüzüklerin Efendisi, Karayip Korsanları, Matrix, Alacakaranlık, Inception, Vampir Günlükleri, Teen Wolf, Supernatural, The Walking Dead, Lost'' gibi yapımlarsa, bu boşa değil elbet.

İnsanların beyinlerini doğaüstü şeylerle yıkamak, belli bir planın parçası o kadar.


İnsanların beynini törpüleme yeri olan okullarda, bizlere yıllarca ''ilk insanlar vahşiydiler, binlerce yıl sonra ateşi buldular, hiçbir şey bilmiyorlardı'' gibisinden şeyler öğrettiler. Çocukların beyinlerini ilk günden okulun bitişine kadar sürekli olarak bu bilgilerle yıkadılar.


Bu düşüncenin ateizm düşüncesi olduğunu da çaktırmadılar bize.
Fakat biz biliyoruz ki ilk insan Hz. Adem, ne vahşi idi ; ne de cahil..


''Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti.'' Bakara, 31
''Derken Adem Rabbinden bir takım kelimeler aldı.'' Bakara, 37


Fakat bizlere farkında olmadan saçma sapan ateist düşüncelerini dayattılar okullarda. Şuan yoldan geçen on çocuğa sor ''ilk insanlar vahşi miydi?'' diye, onu da ''evet'' der ; çünkü ona böyle öğretildi, çünkü bununla büyüdü.

Farklı bir örnekle gidelim.
Size ''Düldül'' desem, aklınıza şu resim gelir ;

Red Kit'in atı
Çünkü hepimiz bununla büyüdük ve doğal olarak bu ismi duyunca aklımıza yalnızca Red Kit'in atı gelmekte. Fakat düldül gerçekte ''Hz. Ali'nin atı''dır. Link


Koca bir nesil bu ismi bir çizgi film karakteri sanarak büyüdü, ve beyinlerimize bu şekilde yerleşti.
Red Kit'in düldülü geldi ; Hz. Ali'nin düldülünü götürdü.


Bu fikir dayatma konusunda en çok dikkatimi çekenlerden birisi de şu mesele ciğersizler ;

Bildiğiniz gibi cinler saf ateşten yaratılmışlardır.
''Cinleri saf ateşten yarattı.'' Rahman,35


Ve yine bir fikir dayatma olan şeytanın melek olduğu da bir safsatadan ibarettir tabi. Arada arkadaşlarla konuşurken soruyorum ''şeytan neydi la?'' diye, hepsinin verdiği cevap aynı ; ''E melekti abiii''

Holywood filmleriyle büyüdüğümüz için şeytanın bir melek olduğu dayatmasına maruz kalıyoruz haliyle, fakat kendi dininin kitabını bir okusalardı benim beynini kullanmaktan aciz olan Müslüman kardeşlerim, şeytanın melek değil cin olduğunu görürlerdi.
''İblis cinlerdendi.'' Kehf, 50

Ya birazcık beyni olan adam iblisin ''beni ateşten onu topraktan yarattın'' diye isyan ettiğini, meleklerin de ateşten değil nurdan yaratıldıklarını bilir.

Ayrıca melekler irade sahibi değildir, yani verilen emre karşı gelemezler. İblis melek olsaydı, o da emre karşı gelemezdi di mi hacı..? Karşı gelebildiğine göre irade sahibi idi, ateşten yaratıldığına göre de cinlerden idi.

Konumuza gelecek olursak, saf ateş mavi renklidir. Ancak bir maddeyle tepkimeye girdiği ve onu yaktığı zaman kırmızı ve sarı renge dönüşür. Ocaklardaki ateşin mavi olmasının sebebi de budur yani, saf ateş olduğu için.


Peki mavi renkli yaratıkların Holywood'da ne kadar sıklıkla işlendiği hiç dikkatinizi çekti mi?
Avatar
Alaaddin'in ''Cini''
Şirinler
Apocalypto'da tanrılar için kurban verilecek adamlar
Hinduizm tanrıları
Özellikle Marvel'in yaptığı çizgi romanlarda ağırlıklı olarak mavi renkli yaratıklar veya kahramanlar hakim. Şu resimlere dikkat ederseniz, gözünüze ilk olarak mavi tema çarpar ;


Dünyayı kurtaran mavi kahramanlarda neden bu kadar ısrar ettiklerini şimdi daha iyi anlıyoruz canlar.
''Mavi yaratıklar iyidir'' mesajı beynimizin bir tarafında istirahate çekiliyor böylelikle.

Batılı soylu elit ailelerin kendilerine ''mavi kan'' demeleri de bir diğer ilginç noktadır.
Anlayana tabi..

Sonra ''Sezar'ın hakkını Sezar'a'' diye bir söz vardır bilirsiniz. Bu sözü televizyonda veya gazetelerde insanlar kullanırken rastladığınızda bir atasözü falan zannedebilirsiniz. Fakat dilimize yerleşen bu söz bir İncil cümlesidir.
Bu gibi sözleri Kur'an ayeti olsa kimse kullanmaz, fakat modern, çağdaş ve ilerici batının ülkemizdeki karbon kopyaları olan çakma modern, çağdaş ve ilericiler bu sözü sanki bir atasözüymüşçesine kullanıp benimsemekten çekinmez. Yaşasın modernlik ve çağdaşlık !

Neyse, farklı bir örnek ;
Hürrem Sultan resmi diye internette dolaşan bir resim var mesela, hatta vikipedi'de bile o resim bulunmakta ;


Güya bu resim Hürrem Sultan'a aitmiş falan filan.
Bırakın bu resmin ona ait olmasını, adını bile vakfiyeleri ve mektupları olmasa bilemezdik.
Hürrem Sultan'ı kim görecek de resmini çizecek o devirde, o şartlarda ve o katı kurallarda anasını satayım.
Türkiye'de inanılmaz bir tarih ütopyası var zaten, eline resim alan altına bir isim yazıyo, bizdekiler de tarih özürlü oldukları için hemen atlayıveriyorlar olaya.


Yani lafın kısası ciğersizler, bizlere Hürrem Sultan olarak gösterilen bu resmin onunla uzaktan yakından alakası yoktur ; tıpkı Yavuz Sultan Selim diye gösterilen resmin Yavuz'la alakası olmadığı gibi..

Konuyu değiştire değiştire gidelim yine.
Tempomuzu kaybetmeyelim.


''Hayvan kesen veya dükkanında hayvan eti satan kişinin mesleği nedir?' diye bir soru sorulmuş. Kasaplığı anlatan bir soru. Fakat resimde kasap ile birlikte çizilen hayvanlara dikkat edin ; Domuz ve At.

Çocukların kafasında kasapta domuz ve at etinin satılmasının çok normal ve olması gereken bir şey olduğu fikrini aşılamaktır işte bu. Zaten Avrupa normları mormları gibi katakullilerle domuz etini şuan kasaplara sokmadılar ?


Kendi bokunu ve kendi yavrusunu yiyen hayvanı yemeyi reddediyorum anasını satayım.
Müslüman mahallesinde bu salyangozun ne işi var...?


Bu da Hürriyet gazetesinden sözde iftar menüsü.
Malzemelerin içinde ''Bir çorba kaşığı beyaz şarap'' var hacı.
Bu malzemenin oraya konulması, alay etme veya yine bir şeyleri tahrif etme amacıyla tabiki.


Sizlere bu resimdeki şahsın Şah İsmail olduğunu, ve Yavuz Sultan Selim ile hiçbir alakası olmadığını belgeleriyle anlatmıştım. Fakat okul kitaplarını yapan insanlar ya bu kadarcık bile bilgi sahibi olmayan cahiller sürüsünden ibaret ; ya da art niyetlerini devam ettiriyorlar. Böylece çocuklara ''Yavuz Sultan Selim'' deyince, akıllarında bu resim uyanıyor. Bir fikir daha böyle dayatılmış oluyor.


Etrafına biraz dikkatli bakarsan mutlaka göreceğin, farkına varabileceğin bir şey bu dayatmalar.
Televizyon olsun, gazete ve dergiler olsun bir hayat tarzı uydurdular ve bu hayat tarzını insanlara empoze ettiler. Bu mesajların sürekli tekrarlanışı ve televizyondaki hayatın yaşanabilecek en güzel hayat olduğu fikri insanlara benimsetildi.

Mesela sürekli ''elinizdekiyle yetinmeyin, daha iyisine sahip olun'' temasıyla reklamlar yapılır. İnsanlara asla ellerindekilerden memnun olmamaları gerektiği, onları mutlu edecek olan şeyin çıkan son ürünü almak olduğunu dayatırlar.


Böylece tüketmeye dayalı bir insan topluluğu meydana getirirler, ki böylece bu çarkın bir dişlisi oluverirsin. En yeniye sahip olmadığın takdirde dışlanacağın gibi bir düşünce oluşur kafanda, bu düşünce de seni yalnızca tüketmeye iter.


Fakat tüketmek için paraya ihtiyacın vardır, bu parayı kazanmanın tek yolu da bu sistemin belirlediği bir işte çalışmaktır.


Amerikalı iki tane gey, kendi çarpık ve sapık fantezileri doğrultusunda bir takım giysiler çizerler ve çizdikleri bu giysileri dünyaya pazarlayıp ''işte bu sene moda bu'' derler. Ve artık dünyanın her yerinde o giysi moda olur. Alışveriş merkezlerine, mağazalara yalnızca etiketleri farklı olan ama şekilleri aynı olan giysiler verilir ; kendisini modaya adamış olan bu sistemin köleleri tarafından o giysiler tüketilir.

Böylece modaya uyulmuş olur.
Bu seni çağdaş, modern, ilerici, aydın vs. yapar.

Yani Amerikalı iki tane gey, tüm dünyanın ne giyeceğine karar verir. Ve kendilerini modern olarak tanımlayan köleler, bu sistemin yürümesini sağlar. Bu giyim tarzının dışına çıktığın anda da sistem tarafından ''gerici, yobaz, çağdışı'' diye mimlenirsin.

Kız bebekler daha yaşlarına basmadan ellerine Barbie bebek verilir. Bu oyuncak bebek, o kızın ileride nasıl giyinmesi gerektiğini dikte eder. Kısa bir etek, boyalı suratlar, topuklu ayakkabılar..


Bu sistemin en çok kullanılanları da elbette kadınlar, kızlar oluyor haliyle.
Yine Amerika'nın göbeğinde yaşayan iki tane gey, ''bu sene kadın vücut ölçüsü bu olacak'' diyor, ve inanılması güç bir şekilde bütün dünyadaki kadınlar kendilerini o vücut ölçülerine sokmak için debeleniyor.

Candice abla
Mağazalardaki kıyafetler bu ölçülere göre dikiliyor, reklamlarda bu ölçülere sahip kızlar oynatılıyor, dizi-filmlerde mankenlikten gelme ve aynı ölçülere sahip oyuncular öne çıkarılıyor ; ve al sana iki tane adamın çizdiği yolda ilerleyen ve kendisini bu sistemin kölesi yapan insanlar..


Bu adamlar kadınların açılmasını teşvik etmek zorunda çünkü ;

Elbiselerini ancak böyle sattırabilir.
Reklamlarda ancak açık kadınları oynatabilir.
Filmlerde ancak vücudunu kullanan ve kullandıran kadınları oynatabilir.
Porno film sektöründe ancak bu gibi kadınları kullanabilir.
Erkeklere bir şeyi ancak bir kadının vücudu üzerinden çekici gösterebilir.
Yani kadın vücudu her zaman para getirir.


Bu gibi adamların yok efendim kadın özgürlüğü mözgürlüğü ayakları yapmaları da bu yüzdendir zaten. Kadınların özgürlüğünü bu kadar önemseyen adam ''ne istiyorsa onu giysin'' der, ille de vücudunu görmek istemez anasını satayım.


Dünyanın en çok para getiren sektörleri giyim, kozmetik ve film sektörleridir. Ve bu sektörlerin iç çamaşırı, kozmetik ürünleri satmak için kadınların vücutlarına ihtiyaçları var. Film ve reklam sektörlerinde kullanmak için yine kadın vücuduna ihtiyaçları var. İşte bu yüzden kadınlara ''sen özgürsün bu yüzden tüm vücudunu açmalısın'' fikrini dayattılar.

Sen kadının özgür olmasını isteyeceksin; ama kendi belirlediğin şeyleri, kendi belirlediğin şekilde giymesini dayatacaksın. Özgürlük adı altında en büyük köleliği dayatıyorlar haberimiz yok.
Özgürlük kelimesinin bu kadar çok anılması, köleliğin tarihteki en yüksek seviyeye ulaşmasının bir kanıtıdır.


Kendi düşüncelerimizi tahrif edip, kendi düşüncelerini dikte eden bir dünya sistemi var zira. Örneğin benim ne kültürümde, dinimde, ne tarihimde yılbaşı kutlamak diye bir şey yok ; ama bu sistemin içine girdik gireli hepimiz noel kutlar olduk. Paganizmden kalma bir gelenek olarak, birbirimize hediyeler verir olduk , Holywood'da gördüğümüz için o gece hindi yer olduk..


St. Valentine denilen bir Hristiyan rahibinin günü olan ''Sevgililer Günü'' diye bir gün kutlar olduk.
Batılılar uğursuz saydığı için 13 sayısını uğursuz sayar olduk.
Bizi başka milletlerden ayıran her özelliğimizi de kaybettik..


Hatta dinimizde bile bize dayatılan ve anlamı kaydıran şeylerin haddi hesabı yok.
Örneğin ''başörtüsü başörtüsü'' diye diye İslam'ın emrinin yalnızca ''başın örtülmesi'' olarak algılamaya başladık. Halbuki İslami tesettür yalnızca başı örtme emri değildir, vücudu örtmektir.

Sadece başörtüsü diyerek, sadece başını örten ama açık kızlardan daha açık giyinen zihniyetler peydah oldu.


Yani bizi kendi değerlerinden utanan, kendi düşüncelerine saygı göstermeyen, bir fikir üretemeyen ; sürekli üretilmiş olanı tüketen bir güdümlük koyun sürüsü haline getirdiler. En kötüsü de kimse bundan şikayetçi değil anasını satayım, herkes elindeki dokunmatik telefonlar, altındaki arabasıyla, oturduğu lüks restoranlarıyla hayatın güllük gülistanlık olduğunu ve kendilerinin hür insanlar olduklarını zannetmekte.


Fikir yok, zikir yok, üretim yok, insanlığa ve değerlere saygı yok, yok anam yok..
Lafa gelince ''ben özgür diğil miyim gardeşim, ben çocuğuma tadelle alamıcak mıyım lan''lar falanlar filanlar.

Ya cahil, ya iki yüzlü insanlar..

Saygı ve selam ile..

Viewing all 129 articles
Browse latest View live