İnsanlara sövmenin veya salya sümük saçarak hakaret etmenin işe yaramadığını anladığı ve bundan bıktığı için, olan olaylar karşısında tepki gösteren insanların tepki gösterme şekillerine gülerek tepki gösteren birisinin yazısını okuyacaksın şuan.
Hayatı boyunca bir şeylere sürekli hakaret ederek tepki gösteren ve bunun pek matah bir şey olduğunu sanan, umursamaz ergen tavırlarına bürünüp, beyni fikir üretmediği için yalnızca küfrederek insanları etkilemeye çalışan, Amerikan filmlerindeki hiçbir şeyi umursamayan çılgın çocuk ayakları yapan tiplerden midesi bulanmış birinin yazısını okuyacaksın. Sadece bu yazı değil, tüm yazılarda göreceksin bunu. Zira ileride yine oldukça uzun ve derin yazılar olacak Allah'ın izniyle.
Televizyon, size yine zaman geçirmeniz gereken bir gündem verdi geçenlerde. Paris'te bir karikatür, mizah dergisine ateş açıldı ve olay sonunda tamı tamına 12, yanlış duymadınız 12, evet evet bir daha duyun bu rakamı 12, on iki, 10+2, 14-2, 24/2, 1.12 kişi öldürüldü.
Masum bir insanı öldürmenin, tüm insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu düşünen birinin yazısını okuyacaksın işte şimdi. Fakat aynı zamanda, dünya nüfusu arttıkça insan sayısının azaldığına inanan birinin yazısını okuyacaksın.
Bu ara paragraftan sonra, bir önceki paragrafta kaldığımız yerden devam edelim. Artık midemizi bulandıran aynı kurguyu yine gördük Paris'te. Ceplerinde tesbih yerine kalaşnikof taşıyan, kötü kalpli acımasız ''Müslümanlar'' yine insanları katlediyordu. Ama bu olayda yine benim gözüme daha ilk duyduğumda ciddi derecede aşırı geri zekalılık ürünü saçmalıklar dizisi çarptı. Ve bu kadar büyütülen olaylarda aşırı derecede geri zekalılık ürünü saçmalıklar dizisi varsa, bunun bir kurgu olma olasılığı %99'dur.
Lakin şimdi burada dedektifçilik oynamayacam. ''Olay saatinde tam olarak neredeydiniz kuzum?'' gibi sorularla meşgul olmayacaz. Yalnızca birkaç mantıksızlık üzerinde birkaç kelam edelim o bize yeter.
Mesela bu olay bana 11 Eylül'ü hatırlattı. Dünyada güvenlik seviyesi en yüksek olan ülkenin finans merkezine ellerini kollarını sallaya sallaya uçak sokan mağara kaçkını Araplar senaryosu ne kadar insanı gülmekten kabız yapacak kadar ileri geri zekalılık ürünü bir şey ise, Avrupa'nın ve dünyanın en gözde, en ünlü ve güvenlikli şehirlerinden biri olan Paris'in orta yerinde 11 Eylül misali ellerini kollarını sallaya sallaya, hatta kameralara poz vere vere dolaşan, ''ananızı belleyeceğüüükkkkk!!'' diye kalaşnikoflar eşliğinde naralar atan Gargamelvari kötü kalpli terörist Müslümanlar algısı da bir o kadar ileri geri zekalılık ürünüdür.
Nokta. Full stop. Period.
Zaten bende olayın tamamen koptuğu an, faillerin araçlarında ''kimliklerini unuttuğu'' andır. Tabi 11 Eylül'de uçağın bile yanarak yok olduğunu söyleyenlerin Müslüman Arap pasaportu bulmalarını hatırlarsak, Müslüman kimliğinin bu tür durumlarda ne derece kullanışlı olduğunu ve iman gücüyle bu tür olaylardan tek bir hasar almadan kurtulduğunu tekrar görmüş oluruz. Bu kimlik ve pasaportlar okunmuş falan olsalar gerek herhalde..
Tabi, olur da katliam yapmaya giderken, girişte kimlik kontrolü falan yaparlar düşüncesiyle kimliklerini yanlarına almışlardır. Gayet normal olum. Ne var bunda anasını satayım. Şurda usulüne göre adam öldürmeye gidiyolar, bütün evrakları tam olması lazım. Bilmeyeniniz var galiba, Fransa'da kimliksiz adam öldüremiyormuşsun. Yasakmış yani. Mutlaka kimlik ya da ehliyet lazımmış. Fotoğrafın da en az bir yıl içinde çekilmiş olması gerekiyormuş. Akbil falan da geçerli mi onu bilmiyorum ama, kimlik ya da ehliyet şart diye duydum. Aksi halde bu belgeler olmadan adam öldürmek büyük suçmuş yani. Hani aklınızda bulunsun. Bi yeri falan taramaya giderseniz, yanınızda mutlaka kimlik bulundurun.
Tabi kimlik bulunduktan ve dünyayla paylaşıldıktan sonra, olayın faillerinin ikisi de öldürüldü. Sanırım dünyanın onların kim olduklarını bilmesi yeterli idi. Olur da bir şeyler söyleyebilirler endişesine falan gerek kalmadı böylece sanırım. Ama olur öyle.
Ben size başka bir şey daha diyeyim mesela.
Fransa kısa süre önce Filistin'i devlet olarak tanımayı kabul etti. Hemen akabinde gerçekleşti bu olay. Bilemiyorum, bakarsın ilgisi vardır.
Ayriyeten Avrupa'nın şuan karışık olduğunu unutmayın. Çünkü Müslüman nüfusu inanılması cidden güç bir şekilde artıyor. Ki geçenlerde yazdığım bir yazıda, -hangisi hatırlamıyorum- yakın bir gelecekte Avrupa nüfusunun tamamına yakınının Müslüman olacağını gösteren bir araştırma yayınlamıştım.
Bu yüzden Avrupa'nın bu gibi büyük ülkelerinde ırkçı gruplar finanse edilip sokaklara çıkarılıyor. Avrupa'nın Müslümanlaşmasına karşı olduklarını haykıran binlerce faşist grup eylemler düzenliyor. Çünkü bu sosyalist veya komünist olduklarını sanan geri zekalı embesil ergen gençliğinin ipleri de, tıpkı bizdeki gibi, üst kattaki beyaz yakalı para babalarının ellerinde. Ve Avrupa'nın Müslümanlaşması demek, dünya düzeninin tamamen değişmesi demek olur. Eğer nüfus Müslümanlaşırsa hükumetler de Müslümanlaşır. Hükumetler Müslümanlaşırsa, bir süre sonra özel sektörlere ve özellikle de bankalara müdahale edilir. Tüm bunlara müdahale edilirse de, dünyanın neredeyse tamamını sömürgesi haline getirmiş olan Avrupa küresel gücü dağılır. Vatikan denen şirket de iflasını ister. Papa sokaklarda mendil satarak hayatını devam ettirir.
Ayrıca Müslümanlaşan Avrupa Filistin'in bağımsızlığını tanır. Bunun yanında da İsrail'i terörist devlet ilan eder. Bu gücü ellerine geçirdikten sonra da tüm dünyadaki banka sistemine el atarlar. Tüm insanlığı kölesi haline getiren faiz sistemi İslam ile taban tabana zıt olduğundan, bu sistemi ortadan kaldırırlar. Böylece borçlu insan kalmaz. Faiz borçlarının kayıtları silinirse, her şey tekrar başa döner, ekonomik eşitliğe bir adım daha yaklaşılmış olur.
İslami kurallar getirilir. Mesela hırsızlık yapanların elleri kesilir. Böylece insanların yıllarca boğazından keserek ve gece gündüz demeden biriktirdikleri paraları ve değerli eşyaları çalan, kapı imalatçılarının her sene daha güvenlikli bir kapı yapmak zorunda bırakacak derecede ipini koparmış, gözünü karartmış olan onun bunun çocukları, ellerinin kesilmesine razı olamayacakları için hırsızlık yapmayı bırakır.
Ve teknolojik aletler olmaksızın dünyaya 600 sene hükmetmiş, nizam vermiş olan Osmanlı gibi bir İslam Devleti, bir İslam Birliği; bu kez küffarın elindeki bu teknolojik icatlara sahip olarak geri gelir. Ve bu kez bu güçle 600 yıl değil, en az 1000 sene kalır ve hükmeder.
Yani kısacası, Avrupa'nın ve Amerika'nın Müslümanlaşmaması gerekir. Bu yüzden de her sene düzenli olarak terör saldırıları düzenlenir ve bu olay Müslümanlara mal edilir. Müslümanlar teröristtir algısı yayılır. Işid'ler, Taliban'lar, Boka Haram'lar, El Kaide'ler türetilir. Biz asıl Müslümanlar evimizde oturup insanlara nasıl faydamız dokunabilir, onlara İslam'ı nasıl anlatabiliriz diye düşünürken; bu tür batı menşeili istismar örgütleri kameraların karşısına geçip, onun bunun kafasını keser. Böylece bütün Müslümanlar terörist olur.
Ama bu tiyatronun farkına varan insanlar ciddi anlamda çoğaldı yıllar içerisinde. Çünkü aynı tiyatroyu farklı oyuncu kadrosuyla yüz yıldan fazla süredir oynamakta bu zevksiz sanat anlayışına sahip batılı sömürgeciler. Gerçi sömürgecinin doğulusu batılısı da olmaz. Sömürgeci sömürgecidir. Bugün haberlerde hiç ''Çin Zulmü'' diye başlıklar duymuyorsanız, bu Çin'in masumluğundan değil, birilerinin bunu duymanızı istemeyişindendir. Lakin küçücük Avrupa'nın bütün dünyayı sömürdüğü de bir gerçek şimdi. O yüzden birçok sömürülenden ''batılı beyaz adam'' tasvirini duyarsınız.
Bu tür küresel saldırı tiyatrolarıyla elde edilmek istenen sonuç; çoğalan Müslüman sayısını durdurmak ve azaltmak, dahası birçok ırkçı örgütü sokağa salarak eylemler yaptırmak, bunun yanında halkın da Müslümanlar konusunda sabrını taşırmak ve tüm Müslümanlardan nefret eder hale getirterek, Müslüman nüfusu Avrupa'dan göçe zorlamak. Tabi bütün yeraltı kaynaklarının yine Müslüman coğrafyasında olduğunu hatırlarsak; ''Siz lanet teröristlere biraz medeniyet öğretmek lazım, bu yüzden ülkelerinize gelecek ve bunu yapacağız, sizi medenileştirecek ve insanlığı öğreteceğiz. Yoksa sürekli birbirinizi patlatmaktan vazgeçmeyeceksiniz. Dünyanın güvenliği için sizi kontrol altında tutma yardımseverliğini üstleneceğiz.'' deme amacındalar.
Ama hesaba katmadıkları bir şey var. Çünkü artık bu coğrafyada ''medeniyetinizi alın ve bi tarafınıza sokun!'' diyecek nesiller yetişiyor. ''Müslümanlar teröristtir!!!'' diye bağırdıklarında; ''hadi ordan şekerim, hadi yandan yandan canım, hadi gülüm hadi...'' diyecek insanlar olacak. ''Demokrasiii!'' diye gelmeye kalktıklarında; ''yav he he..'' diyecek toplumlar olacak. Batılı beyaz adam; ''Medeniyetin, insan haklarının, demokrasinin ve özgürlüklerin koruyucu olarak bizleerr...'' diyerek bir şeylere kalkışınca; ''asddsaövfsalşöşlkfbölşfövbflşöşL :)))) :-) :) '' diyecek bir insanlık olacak.
Şimdi yazının başında bahsettiğim on iki ölü meselesine geri dönelim yine.
Gavur dayanışması bir şey vardır bilir misiniz?
Ben iyi bilirim.
Bu dayanışmanın temel maddeleri şöyledir;
1x300.000
Bana bu eyleme katılan devlet başkanlarından ve ilgi gösteren medyadan, ve de ''hepimiz Charlie'yiiiieeeezzz ğööööö'' diyen şakşakçı yardakçılardan bir tanesinin bu ölümlere ses çıkardığını gösterin.
Bizim ülkemizde de adı Charlie olanlar türedi bu arada tabi.
Which is expectable.
Paris için tivit atan ünlüler, medya patronları, bunu yanı başındaki insanların ölümünden çok daha değerli görüp sürekli haber yapan medya.. Ne ararsan var.. Türkiye'de basın özgürlüğü yok diyenler var ya hani, işte burada haklılar. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım hacı. Doğruya doğru. Türkiye'de basın özgürlüğü yok. Çünkü basının %60'dan fazlası Alman ve Avrupa sermayesinin. Ufak bir araştırma yaparak hangi medya kuruluşlarının bu sermayeye ait olduğunu kendiniz bulabilirsiniz.
Bir Fransız küresel siyaset tiyatrosu izledik. Bütün dünya son bir yılda Ortadoğu'da ölen bir milyondan fazla insanı, yüz binlerce bebeği, kadını çocuğu unuttu ve on iki tane asil Fransalı kardeşleri için medyayı ve dünyanın geri kalanını ayağa kaldırdı. Fransızlar Fas'ta, Cezayir'de yaptıkları inanılmaz insan kıyımlarını unuttular ve kaybettikleri on iki kişi için dünyadan kendileri için gözyaşı dökmelerini bekliyorlar. Ben ''iyi ki öldürülmüşler'' tiplerinden değilim. Ama yanı başımda her gün binlerce insanın katledildiğini veya açlıktan öldüğünü görüyorken, bir buçuk milyar insanın en kutsal saydıkları şeye hakaret ederek para babalarından para cukkalayan, vicdanında bunun için en ufak bir pişmanlık veya rahatsızlık duymayacak kadar insanlığını yitirmiş olan birkaç insanın öldürülmesi benim ilgimi çeken konular arasında değil.
Sağımda milyonlarca ölü varken, kimse benden soluma dönüp bir tiyatro olarak ortaya atılan birkaç ölüye gözyaşı dökmemi beklemesin. Ben ölen her insan için üzülürüm, eşit üzülürüm ama. Müslüman da ölse, Hristiyan da ölse, ateist de ölse, Sultanahmet Köftesine tapan insan da ölse üzülürüm ben. Ama milyonlarca ölüye dönüp bakmayıp da, on iki adamın öldürülmesine gavur yasası dayanışması gereği sahte insancıllık oynayan şebelek tiplere hayatım boyunca karşıyım.
Filistin'li, Suriye'li ölenleri hatırlayıp da; ''Benim adım Ahmed, benim adım Ömer, benim adım Mahmud'' diyenleri görmeden, ''benim adım Charlie''ciler, benim gözümde ancak ve ancak ''Charlie İş Başında'' dizisindeki ''Maymun Charlie'' olabilirler.
Adım Charlie değil. Ve ölen iki insan arasında seçim yapıp; Ahmed yerine Charlie'yi savunan bütün maymunlardan nefret ediyorum. İnsan hayatına verdikleri değer bile modernizme göre şekillenen, batılı hayatını doğulu hayatına tercih eden elitist, okumuş aydın olduklarını sanan beyaz kafaların hayat anlayışlarına en balgamlı şekilde tükürüyorum.
Hayatı boyunca bir şeylere sürekli hakaret ederek tepki gösteren ve bunun pek matah bir şey olduğunu sanan, umursamaz ergen tavırlarına bürünüp, beyni fikir üretmediği için yalnızca küfrederek insanları etkilemeye çalışan, Amerikan filmlerindeki hiçbir şeyi umursamayan çılgın çocuk ayakları yapan tiplerden midesi bulanmış birinin yazısını okuyacaksın. Sadece bu yazı değil, tüm yazılarda göreceksin bunu. Zira ileride yine oldukça uzun ve derin yazılar olacak Allah'ın izniyle.
Televizyon, size yine zaman geçirmeniz gereken bir gündem verdi geçenlerde. Paris'te bir karikatür, mizah dergisine ateş açıldı ve olay sonunda tamı tamına 12, yanlış duymadınız 12, evet evet bir daha duyun bu rakamı 12, on iki, 10+2, 14-2, 24/2, 1.12 kişi öldürüldü.
Masum bir insanı öldürmenin, tüm insanlığı öldürmeye eşdeğer olduğunu düşünen birinin yazısını okuyacaksın işte şimdi. Fakat aynı zamanda, dünya nüfusu arttıkça insan sayısının azaldığına inanan birinin yazısını okuyacaksın.
Bu ara paragraftan sonra, bir önceki paragrafta kaldığımız yerden devam edelim. Artık midemizi bulandıran aynı kurguyu yine gördük Paris'te. Ceplerinde tesbih yerine kalaşnikof taşıyan, kötü kalpli acımasız ''Müslümanlar'' yine insanları katlediyordu. Ama bu olayda yine benim gözüme daha ilk duyduğumda ciddi derecede aşırı geri zekalılık ürünü saçmalıklar dizisi çarptı. Ve bu kadar büyütülen olaylarda aşırı derecede geri zekalılık ürünü saçmalıklar dizisi varsa, bunun bir kurgu olma olasılığı %99'dur.
Lakin şimdi burada dedektifçilik oynamayacam. ''Olay saatinde tam olarak neredeydiniz kuzum?'' gibi sorularla meşgul olmayacaz. Yalnızca birkaç mantıksızlık üzerinde birkaç kelam edelim o bize yeter.
Mesela bu olay bana 11 Eylül'ü hatırlattı. Dünyada güvenlik seviyesi en yüksek olan ülkenin finans merkezine ellerini kollarını sallaya sallaya uçak sokan mağara kaçkını Araplar senaryosu ne kadar insanı gülmekten kabız yapacak kadar ileri geri zekalılık ürünü bir şey ise, Avrupa'nın ve dünyanın en gözde, en ünlü ve güvenlikli şehirlerinden biri olan Paris'in orta yerinde 11 Eylül misali ellerini kollarını sallaya sallaya, hatta kameralara poz vere vere dolaşan, ''ananızı belleyeceğüüükkkkk!!'' diye kalaşnikoflar eşliğinde naralar atan Gargamelvari kötü kalpli terörist Müslümanlar algısı da bir o kadar ileri geri zekalılık ürünüdür.
Nokta. Full stop. Period.
Zaten bende olayın tamamen koptuğu an, faillerin araçlarında ''kimliklerini unuttuğu'' andır. Tabi 11 Eylül'de uçağın bile yanarak yok olduğunu söyleyenlerin Müslüman Arap pasaportu bulmalarını hatırlarsak, Müslüman kimliğinin bu tür durumlarda ne derece kullanışlı olduğunu ve iman gücüyle bu tür olaylardan tek bir hasar almadan kurtulduğunu tekrar görmüş oluruz. Bu kimlik ve pasaportlar okunmuş falan olsalar gerek herhalde..
Tabi, olur da katliam yapmaya giderken, girişte kimlik kontrolü falan yaparlar düşüncesiyle kimliklerini yanlarına almışlardır. Gayet normal olum. Ne var bunda anasını satayım. Şurda usulüne göre adam öldürmeye gidiyolar, bütün evrakları tam olması lazım. Bilmeyeniniz var galiba, Fransa'da kimliksiz adam öldüremiyormuşsun. Yasakmış yani. Mutlaka kimlik ya da ehliyet lazımmış. Fotoğrafın da en az bir yıl içinde çekilmiş olması gerekiyormuş. Akbil falan da geçerli mi onu bilmiyorum ama, kimlik ya da ehliyet şart diye duydum. Aksi halde bu belgeler olmadan adam öldürmek büyük suçmuş yani. Hani aklınızda bulunsun. Bi yeri falan taramaya giderseniz, yanınızda mutlaka kimlik bulundurun.
Tabi kimlik bulunduktan ve dünyayla paylaşıldıktan sonra, olayın faillerinin ikisi de öldürüldü. Sanırım dünyanın onların kim olduklarını bilmesi yeterli idi. Olur da bir şeyler söyleyebilirler endişesine falan gerek kalmadı böylece sanırım. Ama olur öyle.
Ben size başka bir şey daha diyeyim mesela.
Fransa kısa süre önce Filistin'i devlet olarak tanımayı kabul etti. Hemen akabinde gerçekleşti bu olay. Bilemiyorum, bakarsın ilgisi vardır.
Ayriyeten Avrupa'nın şuan karışık olduğunu unutmayın. Çünkü Müslüman nüfusu inanılması cidden güç bir şekilde artıyor. Ki geçenlerde yazdığım bir yazıda, -hangisi hatırlamıyorum- yakın bir gelecekte Avrupa nüfusunun tamamına yakınının Müslüman olacağını gösteren bir araştırma yayınlamıştım.
Bu yüzden Avrupa'nın bu gibi büyük ülkelerinde ırkçı gruplar finanse edilip sokaklara çıkarılıyor. Avrupa'nın Müslümanlaşmasına karşı olduklarını haykıran binlerce faşist grup eylemler düzenliyor. Çünkü bu sosyalist veya komünist olduklarını sanan geri zekalı embesil ergen gençliğinin ipleri de, tıpkı bizdeki gibi, üst kattaki beyaz yakalı para babalarının ellerinde. Ve Avrupa'nın Müslümanlaşması demek, dünya düzeninin tamamen değişmesi demek olur. Eğer nüfus Müslümanlaşırsa hükumetler de Müslümanlaşır. Hükumetler Müslümanlaşırsa, bir süre sonra özel sektörlere ve özellikle de bankalara müdahale edilir. Tüm bunlara müdahale edilirse de, dünyanın neredeyse tamamını sömürgesi haline getirmiş olan Avrupa küresel gücü dağılır. Vatikan denen şirket de iflasını ister. Papa sokaklarda mendil satarak hayatını devam ettirir.
Ayrıca Müslümanlaşan Avrupa Filistin'in bağımsızlığını tanır. Bunun yanında da İsrail'i terörist devlet ilan eder. Bu gücü ellerine geçirdikten sonra da tüm dünyadaki banka sistemine el atarlar. Tüm insanlığı kölesi haline getiren faiz sistemi İslam ile taban tabana zıt olduğundan, bu sistemi ortadan kaldırırlar. Böylece borçlu insan kalmaz. Faiz borçlarının kayıtları silinirse, her şey tekrar başa döner, ekonomik eşitliğe bir adım daha yaklaşılmış olur.
İslami kurallar getirilir. Mesela hırsızlık yapanların elleri kesilir. Böylece insanların yıllarca boğazından keserek ve gece gündüz demeden biriktirdikleri paraları ve değerli eşyaları çalan, kapı imalatçılarının her sene daha güvenlikli bir kapı yapmak zorunda bırakacak derecede ipini koparmış, gözünü karartmış olan onun bunun çocukları, ellerinin kesilmesine razı olamayacakları için hırsızlık yapmayı bırakır.
Ve teknolojik aletler olmaksızın dünyaya 600 sene hükmetmiş, nizam vermiş olan Osmanlı gibi bir İslam Devleti, bir İslam Birliği; bu kez küffarın elindeki bu teknolojik icatlara sahip olarak geri gelir. Ve bu kez bu güçle 600 yıl değil, en az 1000 sene kalır ve hükmeder.
Yani kısacası, Avrupa'nın ve Amerika'nın Müslümanlaşmaması gerekir. Bu yüzden de her sene düzenli olarak terör saldırıları düzenlenir ve bu olay Müslümanlara mal edilir. Müslümanlar teröristtir algısı yayılır. Işid'ler, Taliban'lar, Boka Haram'lar, El Kaide'ler türetilir. Biz asıl Müslümanlar evimizde oturup insanlara nasıl faydamız dokunabilir, onlara İslam'ı nasıl anlatabiliriz diye düşünürken; bu tür batı menşeili istismar örgütleri kameraların karşısına geçip, onun bunun kafasını keser. Böylece bütün Müslümanlar terörist olur.
Ama bu tiyatronun farkına varan insanlar ciddi anlamda çoğaldı yıllar içerisinde. Çünkü aynı tiyatroyu farklı oyuncu kadrosuyla yüz yıldan fazla süredir oynamakta bu zevksiz sanat anlayışına sahip batılı sömürgeciler. Gerçi sömürgecinin doğulusu batılısı da olmaz. Sömürgeci sömürgecidir. Bugün haberlerde hiç ''Çin Zulmü'' diye başlıklar duymuyorsanız, bu Çin'in masumluğundan değil, birilerinin bunu duymanızı istemeyişindendir. Lakin küçücük Avrupa'nın bütün dünyayı sömürdüğü de bir gerçek şimdi. O yüzden birçok sömürülenden ''batılı beyaz adam'' tasvirini duyarsınız.
Bu tür küresel saldırı tiyatrolarıyla elde edilmek istenen sonuç; çoğalan Müslüman sayısını durdurmak ve azaltmak, dahası birçok ırkçı örgütü sokağa salarak eylemler yaptırmak, bunun yanında halkın da Müslümanlar konusunda sabrını taşırmak ve tüm Müslümanlardan nefret eder hale getirterek, Müslüman nüfusu Avrupa'dan göçe zorlamak. Tabi bütün yeraltı kaynaklarının yine Müslüman coğrafyasında olduğunu hatırlarsak; ''Siz lanet teröristlere biraz medeniyet öğretmek lazım, bu yüzden ülkelerinize gelecek ve bunu yapacağız, sizi medenileştirecek ve insanlığı öğreteceğiz. Yoksa sürekli birbirinizi patlatmaktan vazgeçmeyeceksiniz. Dünyanın güvenliği için sizi kontrol altında tutma yardımseverliğini üstleneceğiz.'' deme amacındalar.
Ama hesaba katmadıkları bir şey var. Çünkü artık bu coğrafyada ''medeniyetinizi alın ve bi tarafınıza sokun!'' diyecek nesiller yetişiyor. ''Müslümanlar teröristtir!!!'' diye bağırdıklarında; ''hadi ordan şekerim, hadi yandan yandan canım, hadi gülüm hadi...'' diyecek insanlar olacak. ''Demokrasiii!'' diye gelmeye kalktıklarında; ''yav he he..'' diyecek toplumlar olacak. Batılı beyaz adam; ''Medeniyetin, insan haklarının, demokrasinin ve özgürlüklerin koruyucu olarak bizleerr...'' diyerek bir şeylere kalkışınca; ''asddsaövfsalşöşlkfbölşfövbflşöşL :)))) :-) :) '' diyecek bir insanlık olacak.
Sığ kafalı özgürlük anlayışı |
Gavur dayanışması bir şey vardır bilir misiniz?
Ben iyi bilirim.
Bu dayanışmanın temel maddeleri şöyledir;
- Eğer ölen veya öldürülen kişi veya kişiler Müslüman ise, asla ve kat'ha sebebi veya faili önemli olmayıp, kesinlikle tepki gösterilmez.
- Fakat ölen kişi veya kişiler gavur ise, sayı, sebep ve müsebbip asla önemli olmayıp, kesinlikle bundan çokça bahsedilir, eylemler yapılır, destek olunur.
- Ölen Müslümanlar hakkında haber yapmak bile zaman ve para kaybıdır, buna binaen gereksizdir. Ki zaten dünyadaki Müslüman sayısı azaldığından, bu bizi mutlu edecektir.
- Amma ve lakin dünyadan bir gavur bile eksilirse, bu mesele ile dünya meşgul edilecektir.
- Ölen veya öldürenler Müslüman ise, ''özgürlük, insan hakları, insan hayatının kutsallığı'' gibi kavramlar tamamen gereksiz birer klişeden ibarettir.
- Fakat ölen veya öldürülen kişiler gavur ise; ''siz ne biçim insansınız, burada insan hayatı söz konusu'' tarzından aşırı duygusallık ve bunun yanında timsahlardan alınan hakiki, orjinal timsah gözyaşları kullanılacaktır.
Diğer maddeler de bu ve bunun gibi işte. Bir nevi anayasadır bu. Uyulması şarttır.
Birkaç ay önce Filistin'de her zamanki geleneksel katliamlarına devam eden İsrail'e, bu batılı ülkelerden veya şuan ''hepimiz Charlie'yiz'' diyen şakşakçılardan en ufak bir tepki geldiğini hatırlıyor musunuz siz?
E Suriye'de üç senedir Esed denen bir dallama üç yüz binden fazla insanı öldürmedi mi? Üç yüz bin diyorum lan!
300.000!
3x100.000
1x300.000
yalnızca bu küçük odada on ikiden fazla ölü çocuk var! |
Bana bu eyleme katılan devlet başkanlarından ve ilgi gösteren medyadan, ve de ''hepimiz Charlie'yiiiieeeezzz ğööööö'' diyen şakşakçı yardakçılardan bir tanesinin bu ölümlere ses çıkardığını gösterin.
Adları Charlie olmadığı için dikkat çekemediler ne yazık ki.. |
Bizim ülkemizde de adı Charlie olanlar türedi bu arada tabi.
Which is expectable.
Paris için tivit atan ünlüler, medya patronları, bunu yanı başındaki insanların ölümünden çok daha değerli görüp sürekli haber yapan medya.. Ne ararsan var.. Türkiye'de basın özgürlüğü yok diyenler var ya hani, işte burada haklılar. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım hacı. Doğruya doğru. Türkiye'de basın özgürlüğü yok. Çünkü basının %60'dan fazlası Alman ve Avrupa sermayesinin. Ufak bir araştırma yaparak hangi medya kuruluşlarının bu sermayeye ait olduğunu kendiniz bulabilirsiniz.
Bir Fransız küresel siyaset tiyatrosu izledik. Bütün dünya son bir yılda Ortadoğu'da ölen bir milyondan fazla insanı, yüz binlerce bebeği, kadını çocuğu unuttu ve on iki tane asil Fransalı kardeşleri için medyayı ve dünyanın geri kalanını ayağa kaldırdı. Fransızlar Fas'ta, Cezayir'de yaptıkları inanılmaz insan kıyımlarını unuttular ve kaybettikleri on iki kişi için dünyadan kendileri için gözyaşı dökmelerini bekliyorlar. Ben ''iyi ki öldürülmüşler'' tiplerinden değilim. Ama yanı başımda her gün binlerce insanın katledildiğini veya açlıktan öldüğünü görüyorken, bir buçuk milyar insanın en kutsal saydıkları şeye hakaret ederek para babalarından para cukkalayan, vicdanında bunun için en ufak bir pişmanlık veya rahatsızlık duymayacak kadar insanlığını yitirmiş olan birkaç insanın öldürülmesi benim ilgimi çeken konular arasında değil.
Sağımda milyonlarca ölü varken, kimse benden soluma dönüp bir tiyatro olarak ortaya atılan birkaç ölüye gözyaşı dökmemi beklemesin. Ben ölen her insan için üzülürüm, eşit üzülürüm ama. Müslüman da ölse, Hristiyan da ölse, ateist de ölse, Sultanahmet Köftesine tapan insan da ölse üzülürüm ben. Ama milyonlarca ölüye dönüp bakmayıp da, on iki adamın öldürülmesine gavur yasası dayanışması gereği sahte insancıllık oynayan şebelek tiplere hayatım boyunca karşıyım.
Filistin'li, Suriye'li ölenleri hatırlayıp da; ''Benim adım Ahmed, benim adım Ömer, benim adım Mahmud'' diyenleri görmeden, ''benim adım Charlie''ciler, benim gözümde ancak ve ancak ''Charlie İş Başında'' dizisindeki ''Maymun Charlie'' olabilirler.
Adım Charlie değil. Ve ölen iki insan arasında seçim yapıp; Ahmed yerine Charlie'yi savunan bütün maymunlardan nefret ediyorum. İnsan hayatına verdikleri değer bile modernizme göre şekillenen, batılı hayatını doğulu hayatına tercih eden elitist, okumuş aydın olduklarını sanan beyaz kafaların hayat anlayışlarına en balgamlı şekilde tükürüyorum.