Tekrardan selamın aleyküm.
Osmanlıca derslerinin bu derece tepki getireceğini bekliyordum, hiç şaşırmadım. Şaşırmadığım için de sevindim. Zira artık öyle bir zamana doğru gidiyoruz ki, yobaz kelimesinin içinin ne derece dolu olduğunu kendi gözlerimizle görebilmekteyiz açıktan açığa bugün.
Şimdi size birkaç cümle ile yobazlığı açıklayayım;
Bin yıl boyunca kullandığımız alfabenin adı 1923'ten günümüze kadar ''Arap Alfabesi'' olarak anıldı ve hala anılmaya devam ediyor. Fakat yaklaşık doksan senedir kullandığımız alfabenin adı ''Türk Alfabesi'' olarak anıldı ve anılıyor.
İşte en kısa tanımıyla yobazlık budur ciğersizler.
Dönemin anayasasında dahi ''Türk Alfabesi'' olarak geçmekte Latin Alfabesi. Okullarda ''Türk Alfabesi''ne geçiş diye okutuldu yıllarca. E kendisine özgür görünümlü köle yetiştiren o okul sisteminin meyvesi olanlar da bugün kendilerini ''Türk Alfabesi''nin koruyuculuğunu yapmakla görevli addetmişler.
Bir tane akıl sahibi, izan sahibi de çıkıp; ''E bu Türk alfabesi ise, neden Avrupalılar ve Amerikalılar bu alfabeyi kullanıyo?'' demedi bugüne kadar. Tabi Lozan'da yedi düveli tek başına masaya gömen bir neslin çocukları olduklarına inanmaları, onların bu gerçekleri görmelerine engel olan yegane duygudur.
Sömürüldüklerini, bu dünya düzeninde kaybedenlerden ve sömürülenlerden olduklarını kabullenemezler çünkü. Onlar özgürlüklerini, bağımsızlıklarını kazandıklarına inanan; lakin giydiği dondan tutun, konuşma şekline, alfabesine, şapkasına, noel babasına, Hristiyan adeti kutlamalarına kadar her şeylerini batıdan alan, burnunun ucunu bile görmekten ya da bir burun sahibi olduğu kabullenmekten bile aciz olan zavallı ve acınası bir güruhtur.
Galip devletler, mağlup olanlara bir şeyler dayatır. Mağlup olanlar galiplere benzer, ya da bu bizzat galipler tarafından dikte edilir. Bizim yakın tarihimiz ise nasıl bir tuhaflıklar zinciriyle dolu ise artık, yendiğimizi söyledikleri adamların tapınaklarından tutun, yılbaşı hindilerine kadar her ama her şeylerini almışız. Tek almadığımız şey ise, bize tüm bunları almalarındaki ana amaç olduğunu söyledikleri gelişme için şart olan bilim ve teknik olmuştur.
''Osmanlı cahildi, yobazdı, bilim yoktu, cumhuriyet geldi bilimi ve tekniği getirdi'' diyen yobazlara ''ben cumhuriyet tarihi boyunca dünyaca tanınan bir tane bilim adamı tanımıyorum, bir tane buluş bilmiyorum, bütün beyinlerimiz ülke dışına çıkıp orada bir şeyler yapıyor, biz ilk uydumuzu uzaya daha geçen sene attık'' demek lazımdır. Ama tabi yobazlığın kelime anlamı budur ya, o gene anlamaz.
Dilin ne derecede mühim olduğunu, Dil Savaşları ve Asimilasyon'daki Necip Fazıl örneğiyle tekrar hatırlamakta fayda var aslında. Üstad Necip Fazıl der ki;
''Bu işin sakini, amilini, illetini bir müessire bağlayamamamın nedeni nedir?''
Birçoğumuzun baktığımızda anlamadığı, hatta ve hatta hiç duymadığı kelimeler var cümlede. Cümledeki o farklı kelimelerin her biri aslında aynı anlama geliyor. İşte dil zenginliği de budur. Tıpkı İngilizce'de bir kelimenin on anlama; on kelimenin de bir anlama gelmesi gibi. Bir düşünceyi, fikri birden fazla kelimeyle anlatmak, o dilin zenginliğini; kullanan kişinin de kelime hazinesini, konuşma düzeyini, dolayısıyla da beynini çalıştırma seviyesini gösterir.
''Nasıl yani?' derseniz;
Günde maksimum 200-300 kelime ile konuşan bir insanın hafızasını 300 megabayt olarak düşünün. Hafızasından fazlasını yükleyemezsiniz o beyne. Günlük 500-700 kelime ile konuşan bir insanın hafızası ise 700 megabayttır. Bu beyin kartı da haliyle daha çok şey alır.
Gelin buna ek olarak yukarıdaki cümleyi dil devrimi ve dilde sadeleşme adıyla bilinen devrimlerden sonrasıyla, yani günümüz Türkçesi ile yazalım;
''Bu işin nedenini, nedenini, nedenini bir nedene bağlayamamamın nedeni nedir?''
Yani beş farklı kelime, tek bir kelimeye sığdırıldı ve diğer kelimeler dilimizden, hayatımızdan, dolayısıyla da hafızamızdan silinmiş oldu. Kısacası bizim hafıza kartımızı 700-800 megabayttan; 200-300 megabayta indirdiler. İşte ''biz neden bilim adamı yetiştiremiyoruz?'' sorusunun cevaplarından en tepede olanı bu sistemdir. Çünkü bu öyle bir sistemdir ki, her ama her şeyi etkiler. Koskoca Roma İmparatorluğu üzerine inşa edilmiş, Selçuklu İmparatorluğu'ndan devralınmış bir medeniyet, bilim, ilim ve kültür tarihinin üzerine set çekildi harf devrimi ile. Kadim bilgi nedir, geçmişteki bilim adamlarımızın buluşları ve görüşleri nasıldır, edebiyatçılarımız ve tarihçilerimiz neler yazmıştır, neler kayda geçirmişlerdir hiçbirini asla bilemedik.
Dil faşizmine dönersek eğer, bu mesele yazının başında verdiğim yobazlık örneğiyle yeterince açıklığa kavuşmuştur zaten. Batıdan gelen her şeyi hayat şiarı edinip, İslam'dan gelen her şeyi ''Arapların adeti'' diye reddetmenin temelinde de aynı yobazlık damarı vardır. İttihat ve Terakki zihniyeti asla değişmedi ve değişmeyecek. Çünkü bu adamlar, bu memleketteki insanların tarihlerini öğrenmelerini istemiyorlar. Buna hayatları pahasına karşılar. Öyle olması da çok normal, çünkü Beyaz Türkler varlıklarını ancak bu şekilde devam ettirebileceklerinin farkındalar.
Bu ülkedeki Beyaz Türkler, kendi saltanatlarını tehlikede gördüklerinde, tasmalarını ellerinde tuttukları ünlülerini sokaklara salarlar ve özgürlük, demokrasi, insan hakları ve de çevrecilikten dem vururlar. Tabi bunlar, bu şarlatanların yüzlerine taktıkları maskeleridir. ''Mesele aslında ağaç falan değildir''. Bu işin karşısında olanlar da bunun farkındadır zaten. Lakin bu işin içinde olanlar, kendilerini ağaç ve özgürlük için ayaklandıran sebepler olduğuna inananlar ne yazık ki Beyaz Türklerin sokak kartından bir şey değildir.
Tarih bir gün, kendi tarihinin öğrenilmesine karşı çıkanları da yazacak. Ve kendi tarihinin öğrenilmesine karşı çıkanlar, yakında tarih olacaklar.
Geçmişi olmayanın geleceği olmayacağı gibi, tarihi olmayanın geleceği olmadığı gibi; tarihten yoksun olarak büyüyenler ve bunu toptan reddedenler tarih sahnesinden silinirken, yeni gelen nesil tarihine bakarak yaptığı doğruları tekrar edip, yaptığı hataları tekrarlamayarak tarih yazacaklar.
Ve bizler gelecek olan o tarihi kendimiz yazamasak bile, gelecek nesillerimizin asıl tarihlerinin yazıldığı alfabeyi, birikim, kazanım ve tecrübelerimizi onlara öğreterek en azından üzerimize düşeni yapmış olacağız.
Cümleten selamlar, saygılar..