Yapmak istediğimiz veya yapmayı düşündüğümüz şeyler ile amellerimiz arasında bazı engeller vardır. Sahip olduğunuz bazı şeyler, sizi bir şeyler yapmaktan geri bırakır.
Örneğin yukarıdaki videoda olduğu gibi, üşüyen bir çocukla karşılaştığınızda elbetteki içinizden yardım etmek geçer. Bu, insanların tamamı değil ama çok büyük çoğunluğu için geçerlidir. Yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek..
Fakat düşünce bazındaki yardım etme olasılığı, yerini genellikle harekete bırakmaz. Yani insanlar yardım etmeyi düşünür ve isterler; fakat etmezler.
Eğer durakta bekleyen üşümüş bir çocukla karşılaşırsanız, bundan etkilenir ve yardım etmek istersiniz. Fakat üzerinizdeki monta oldukça yüksek bir para ödemişsinizdir ve bu yüzden montunuzu vermek istemezsiniz. Çünkü bu yalnızca 5 dakikalık bir yardım olabilir.
''Ya çocuk da üşüyo, ama bu monta da çok para verdim, nasıl veriyim...'' veya ''Benim de fazla montum yok ki, bunu versem ben ne giyecem...'' gibi bahaneler, sizi o çocuğa yardım etmekten alıkoyar.
Ya da bir diğer faktör olarak dış çevrenizden şöyle bir tepkiyle karşı karşıya gelebilirsiniz;
''Lan üşüyo tamam da o mont verilir mi anasını satıyım! Mal mısın olum sen?''
Kısaca; sahip olduğunuz şeyler, sonunda size sahip olur. Yani yapmak istediğiniz iyiliğe, sahip olduğunuz şeylerin fiyatı ve değeri engel olur. Çok ucuz bir şey olsa, vermekten çekinmezsiniz. Fakat burada şunu unutmamalısınız; modern hayat, size artık ucuz şeyler giydirmiyor. İnsanlara ucuz giyinmenin, toplum içinde dışlanılacak bir şey olduğu fikri dayatılıyor. Marka hastalığı, insanların yemelerinin de, içmelerinin de, ailelerini geçindirme dertlerinin de önüne geçmiş durumda. Giydikleri giysilerin veya ayakkabıların üzerinde bulunan ve onların marka olduklarını diğer insanlara gösteren ufacık logolar için, insanlar tüm önceliklerini seferber eder olmuş haldeler.
Eğer giydiğimiz şeyler ucuz olsaydı, onları ihtiyacı olan insanlara vermekte asla tereddüt etmezdik. Fakat üzerimize 500 liradan az değere sahip bir mont giymek, bizi toplumda ikinci sınıf insan yapacakmış gibi hissettiğimiz için, bir deri veya kumaş parçasına yüzlerce lira ödüyoruz.
Bunu yaparken de iki şeyi gözden kaçırıyoruz.
Birincisi; Pahalı giyimli insanların olduğu bir yerde, ucuz şeyler giymenin bize prestij kaybettireceğine inanıyoruz. Pahalı ve kaliteli markaların ürünlerini giyersek, bunun bize statü kazandıracağını, bize kendimizi iyi hissettireceğini sanıyoruz. Bu da gösteriyor ki, toplumun bizi yalnızca dış görünüşümüz ile yargılamasını istiyoruz. Yargılanmak istiyoruz. Düşüncelerimiz, inançlarımız veya amellerimiz ile değil; giydiklerimiz ile insanlarda algı oluşturmak istiyoruz. Ve ne yazık ki, bu da bizi yalnızca dışsallaşan, görünüşe ve etikete önem veren, ambalajcı ve yüzeysel insanlar yapıyor.
Fakat ondan sonra da; ''İnsanların içleri önemli'' diye bir yapmacık duygusallık ve samimiyet ürünü cümleler kuruluyor. Bu da insanları iki yüzlü yapmış oluyor.
Fakat bu videoda da gördüğünüz gibi, pahalı giysilere sahip olmak; size, dış görünüşe önem veren insanların yardımını getirir. Çünkü aslında o insanlar, yardıma ihtiyacı olan insana yardım etmezler; onlar pahalı giysilere sahip olan insanların etiketlerine, ambalajlarına yardım ederler. Pahalı giysiler giymiyorsanız, yardıma değer biri değilsiniz. İçiniz, karakteriniz, huylarınız, davranışlarınız ve fikirleriniz ne kadar iyi, güzel ve kaliteli olursa olsun...
Şimdi ''İnsanların içi daha önemliii :((('' diyen bu insanlar nerede mesela..?
İkincisi; Sahip olduklarımız, gerçekten sonunda bize sahip oluyor. Çünkü yapmak istediğimiz birçok şeyi, halihazırda sahip olduğumuz maddi eşyalara zarar getirmeyecek düzeyde yapıyoruz. Çok para verdiğimiz için, bu eşyalarımızı muhtaç olanlara veremiyoruz. Diğer yandan da, çok para verdiğimiz bu eşyalara herhangi bir zarar geldiğinde, bunu çok fazla takıyoruz. Çünkü harcanılan o kadar paranın boşa gitmesini istemiyoruz. Gittiğinde ise, sanki bir yakınımız ölmüşcesine üzülüyoruz.
Kısaca sahip olduğumuz bu mallar, elimizi kolumuzu bağlıyor. Bizi kendilerinin kölesi haline getiriyor. Bu yüzden bu çağ, bu modern çağ, bu medeniyet çağı size sürekli pahalı giysiler giymenizi, pahalı arabalara binmenizi ve pahalı evlerde oturmanızı telkin eder. Sizi, kendi ürettikleri şeylerin önce müşterisi, sonra da kölesi haline getirirler.
Bu yüzden daha aza sahip olanlar, bizden daha özgürdürler;
İnsanlar beş dakikalık bir iyilik için, bir ay çalışarak kazandıkları şeyleri feda etmezler. Fakir bir adamın veya üşüyen bir çocuğun yüzünde oluşacak o beş dakikalık bir gülümseme için, bir ay veya aylarca çalışarak kazandıkları; ya da babalarından isteyerek aldıkları eşyalarını feda edemezler.
Fakat aynı insanlar, kendileri için hayati bir önem taşıyormuş gibi, ellerindeki telefonun bir üst modelini almak için saatlerce sırada beklerler, kuyruklar oluştururlar.
Yine fakat, aynı insanlara ''Süper güçleriniz olsa ne yapardınız?'' diye bir soru yöneltsen;
Neredeyse hepsi; ''Yardıma muhtaç olan insanlara yardım ederim'' der. Hayalleri aslında böyledir de. Fakat hayallerinden o kadar uzaklaşmışlardır ki; ya da diğer insanlara yardım etmek onlara o kadar zor bir şey gibi görünür ki, bunu yalnızca bir hayalmiş gibi hissederler.
Fakat yardıma ihtiyacı olan insanlara yardım etmek için süper güçlere ihtiyacınız asla yoktur. Tabii, 500 liralık montunu veya koca bir pizzayı muhtaç birine veren insanlar sizin için süper kahramansa, o zaman tamam. Umarım sizin de süper güçleriniz olur.
Bir ay çalıştıktan sonra, bir çocuğun yüzünde oluşacak beş dakikalık mutluluğu görmeye değmez mi peki...?