Selamın aleyküm.
Öncelikle attığı mesajlarla beni gerek uyaran, gerek destek olan, gerekse eleştiren arkadaşlara teşekkür ediyorum. Sayelerinde yaptığım hataların farkında olabiliyorum.
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra konumuza girelim.
Barnabas İncil'ini uzun zamandır bilirim ve araştırmışlığım da vardır. Fakat son araştırmalarımda, yine olay hakkında kafamda bir toparlama yaptıktan sonra ilginç kareler oluştu, ve ben de bunu siz ciğersiz arkadaşlarla paylaşmak istedim. Sizin de kafanızda bu bilgilerin yer etmesinin zararı yoktur kanaatimce.
Önce Barnabas İncili nedir, kimdir ona bakıp, devamında bu İncil etrafında cereyan eden ilginç olaylar silsilesini konuşalım.
Asıl adı Yusuf olan, Kıbrıslı bir Yahudi ailesinin oğludur Barnaba. Kendisi Hz. İsa'yı bizzat görmüş ve öğrencisi olmuştur. Fakat benim burada düzeltmek istediğim önemli bir nokta var. Barnabas İncili tabiri, yazımın da başlığı olmasına rağmen, bana göre yanlıştır.
Çünkü bu kitabı alıp okursanız, aslında Barnaba'nın Hz. İsa'dan duyduklarını, onunla yaşadıklarını ve hakkında diğer şeyleri anlatır. Fakat Kur'an'da ''Biz İsa'ya İncil'i indirdik'' der. Yani Hz. İsa'ya indirilmiş olan İncil, direk vahiy yoluyla Allah katından inmiştir. Barnaba ise, Hz. İsa'nın göğe çekilmesinden sonra bu mesajı sürdürmek için yollara düşmüş ve birçok nüsha halinde Hz. İsa'nın mesajını ve onun hayatını anlatmaya çalışmıştır.
Yani Barnabas İncili denilen bu kitap, aslında tam anlamıyla İncil değildir. Tıpkı şuan kanonik kabul edilen dört İncil'in, İncil olmaması gibi. Barnaba'nın nüshalar halinde yazdığı bu kitap, aslında ''hadis'' ve ''ayetleri'' barındıran bir kitap olarak adlandırılabilinir. Çünkü İncil denilmesi için, içinde Allah'ın kelamından başka tek bir söz olmaması gerekir.
Fakat Barnaba'nın Hz. İsa'nın sadık bir öğrencisi olduğuna dair su götürmez deliller vardır. Kendisi Hz. İsa'nın ashabıdır. Ve ondan öğrendiklerini, değiştirmeden yaymaya çalışmıştır. ''Ben Barnaba, Allah'ın elçisi İsa'dan öğrendiklerimi ve ona vahyolunan Allah kelamını yazıyorum'' diyerek başlar hatta.
Bu küçük girizgahtan sonra konumuzun asıl bölümüne gelelim.
1981 yılında Şırnak'ın Uludere ilçesinde, köylüler avlanırken bir mağara keşfederler ve mağaranın içerisinde bir lahit ve bir de kitap bulurlar. Jandarmaya haber verilir ve jandarma da kitaba el koyar. Jandarmadan da ''Özel Harp Dairesi''nin eline geçer ve bulan köylüleri sessiz durmaları için kaçakçılıktan tutuklarlar.
Buraya kadarki en ilginç nokta, olaya Özel Harp Dairesinin müdahil olmasıdır. Özel Harp Dairesi hakkında minicik bir bilgi sahibi olmak için şu kısa videoyu izleyebilirsiniz. Hakkında iki saat konuşabileceğim bir konudur ama, konumuz o değil.
Kitap, Hz. İsa'nın konuştuğu dil olan Aramca yazılmıştır ve genelkurmay bunu tercüme ettirmek için Prof. Dr. Hamza Pektaş'a getirir. Kendisi bu ölü dili bilen dünyadaki sayılı insanlardan biridir. Genelkurmaydan gelen askerler ve paşalar eşliğinde, sayfa sayfa tercüme etmeye başlar.
Buraya kadar olan kısım, işin içine koskoca genelkurmayın ve hatta özel harp dairesinin girmesi bu olayın aslında basit bir İncil bulunmasından çok daha büyük olduğunun kanıtı. Zira bir düşünsenize, genelkurmayın hele hele özel harp dairesi gibi bir kurumun bir İncil ile ne alakası olabilir?
Devam edelim.
Hamza Pektaş, sayfaları tercüme ederken şu yazıyı görür ; ''Bu kitabı 4 nüsha halinde yazıyorum.''
Bunun üzerine diğer üç nüshanın peşine düşer ve iki tanesini bulur. Bunlardan biri İsrail'dedir. Bir Alman firmasının sponsorluğunda konuyu İsrail cumhurbaşkanı İsak Rabin'in torunu Victoria Rabin'e ulaştırır ve Victoria Rabin'in girişimleri sayesinde bu nüsha bulunur.
Victoria Rabin, içinde yazanları gördükten sonra Müslüman olur.Tevrat ve Zebur'a da ulaşılabileceğini umarak kazı çalışmalarına devam eder. Fakat tam o sırada bir Etiyopyalı tarafından öldürülür.
İsrail devleti nüshaya el koyar ve Vatikan'la pazarlık yapmaya başlar. Vatikan, bu nüshayı incelemek üzere kardinal Mario'yu gönderir. Bir süre sonra o da şüpheli şekilde ölü bulunur.
İşin bu noktadan sonrasında yine genelkurmay ve özel harp dairesini göreceğiz işte. İlginç olaylar silsilesi başlıyor. 1996 yılında bir grup JİTEM askeri, Kıbrıs'ta bulunan Aziz Barnabas mezarlığını soyuyor. Ve bu olaya gazeteci Kutlu Adalı şahit oluyor. Adalı olayın üzerine gidip, askerlerin kim olduklarını ve orada ne aradıklarını öğrenince bu işin derinine inmek istiyor. Fakat bu mezar soygunundan yalnızca 4 ay sonra, Uzi marka otomatik silahla öldürülüyor. Link, Link, Link
Adalı'nın eşi, bu olayda karartma yapıldığı gerekçesiyle Türkiye mahkemelerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine şikayet ediyor ve Türkiye haksız bulunup, 95 bin Euro para cezasına çarptırılıyor.
Fakat Adalı'dan olsa gerek, bu olaydan Abdullah Çatlı haberdar oluyor ve Kıbrıs'a geliyor.
Adalı'nın öldürülmesinden 4 ay sonra da bilindik bir vakıa meydana geliyor ;
''Susurluk''
Bildiğiniz gibi Abdullah Çatlı ve birkaç önemli isim, Susurluk'ta bir kamyonun araçlarını linç etmesiyle ölmüşlerdi. Ve herkesin konuştuğu bir konu vardı ; ''Kayıp çanta''
Susurluk olayından ilk haberdar olan kişinin Veli Küçük olduğu, ve Çatlı'nın olaydan önce konuştuğu son kişinin yine Küçük olduğu artık resmiyet kazanmış durumda. Haberlerde şu ayrıntı çok dikkat çekicidir ; ''çantayı alın''. Link, Link
Ayrıca Hamza Pektaş ''2009 yılına kadar bu işle genelkurmay ilgilendi ve nüshalar onların kozmik odalarındaydı'' diyor. Yani Susurluk olayında bir kayıp çanta var, bu çantada ne olduğuna dair kimsenin bir malumatı yok, medya da ''kaçak silahlar olabilir'' diye haber yapıyor. Fakat bu olaydan sonra genelkurmay bir nüshaya daha sahip oluyor.
Tabi ilginç olaylar bununla sınırlı değil.
Genelkurmay, bu nüshayı Yunanistan'a satıyor. Yunanistan da bunu tercüme ettirmek için kimi buluyor bilin bakalım.. ; Hamza Pektaş.
Peki bu görüşmeye kim aracı oluyor sizce?
Veli Küçük'ün yaveri Adem Taşdemir.
Yani Susurluk'tan sonra genelkurmay, yani Veli Küçük nüshayı eline geçirmiş. Link, Link, Link
Tüm bunlar yaşanırken, Hamza Pektaş bir gün hastanededir ve ziyaretine bir ülkenin büyükelçisi gelir. Pektaş'a der ki ; ''Bu gördüğün tüm kimlik belgelerin. Bunları yırtarsam artık varlığına dair hiçbir belge kalmaz.'' Link
Bunun üzerine Hamza Pektaş soyadını değiştirir ve Hocagil yapar. Hayatının geri kalanını da, bugün bile gizlenerek geçirir. Link
Katıldığı, Ülke Tv'deki Sıradışı programında ;
''Bana 1999-2000 yıllarında bir nüsha getirildi ve tercüme etmem istendi. Tercümeyi yaptıktan sonra bana verileceklerini söyledikleri parayı isteyince, soyadı Taşdemir olan kişi ''Öyle demiştik ama, artık öyle değil. Bu işin başında Veli Küçük var, sakın paranın lafını etme'' dedi. Ben de Malatya'ya gittim, bilgisayardan aldığım çıktısını bahçeye gömdüm'' diyor. Link
Fakat tabi olaylar bununla sınırlı kalmıyor.
22 Mart 2009 tarihinde Muhsin Yazıcıoğlu, bir oyuncu ve iki dostuyla bir araya gelir ve ''Barnabas İncili'ni sinema filmi yapıyoruz'' der. Bunun için gerekli tüm para ve imkanların hazırladığını söyler. Elinde Barnabas İncili'nin bir fotokopisi vardır ve konuşmayı şöyle bitirir ''dikkat edin, bu İncili gören fazla yaşamıyor.'' Link, Link, Link, Link
Ve üç sonra, 25 Mart 2009'da suikaste kurban gitti. Tıpkı Susurluk'ta olduğu gibi, oraya gelen askerler ''bir şeyler alıp''öyle gittiler. Link
Bu proje Muhsin Yazıcıoğlu'nun uzun zamandır aklındaymış anladığımız kadarıyla. Hatta bu projeyi Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan ile de konuşurmuş. Bu konu hakkında şöyle bir röportajı var Yazıcıoğlu'nun ;
''Esad Hoca da bu konuyu çok araştırırdı. Bu konunun açıklığa kavuşmasını çok istiyordu ama ''ömrü vefa etmedi.'' Link, Link, Link
Türkiye bu olaylarla kaynarken birden bire garip bir şey daha oluyor ve basında ''1500 yıllık Barnabas İncili bulundu'' diye haberler çıkmaya başlıyor. Link, Link, Link, Link, Link, Link
Burada dikkat edilmesi gereken şey şu ; ''1500 yıllık''
Yani İznik Konsülünden 200 yıl sonra, Hzç İsa'dan da 500 yıl sonrasının tarihi.
Fakat nasıl olur?
325 yılındaki İznik Konsülünde Barnabas İncili, halktan gizlenmesi gereken kitaplar arasında yer almıştı. Link
Prof. Dr. Hamza Hocagil bu haberi alıyor ve şöyle diyor ; ''Aramca eski bir dil. 1500 yıllık bir İncil keçi derisinden bir kağıda sülyan boya ile yazılmaz. Haç, arkasına konulmaz. Arkasına ışık yansıtması yapılmaz. Noktalama işaretleri var Süryanca'nın. O harflere bakılarak yazılmış. Barnabas İncili böyle bir şey değil. Bu, uyduruk bir ham deriye yazılmış ve Süryanice intiba versin diye birisine yazdırılmış bir metin. '' Link, Link, Link
Yani bir hedef şaşırtma yapıldığı çok aşikar. Bulunan 2000 yıllık İncil bir dizi suikast, hedef şaşırtma ve karartma yoluyla örtbas ediliyor ve yerine 1500 yıllık olduğu söylenen bir başka İncil çıkıveriyor. Tabi bu olayı en önemli nokta kılan şey şu, Uludere'de bulunan Barnabas İncili'nde ''Tevhid inancı ve Hz. Muhammed'in geliş müjdesi'' var.
Barnabas İncili'nde ;
Hz. İsa, tanrının oğlu değil, bir peygamber.
Tevhid yani Allah'ın birliği anlatılıyor.
Kendisinden sonra gelecek olan peygamberden çokça bahsediyor.
Ve Hz. İsa çarmıha gerilmiyor.
Hocagil'in tercüme ettiği sayfalardan bir örnek şöyle ;
''Ben Kıbrıslı Barnabius. Tesbihe layık alemlerin Rabbi'nden bir bütün olarak Ruhül Kudüs'le Meşaha'ya vahyolunanı tıpkı İsa'dan duyduğum gibi, sadakatle 48 gök yılları sonunda, dördüncü nüsha olarak aynen yazıyorum ; '' Bu İncil'de bir de şöyle bir ayet vardı ; Senden sonra bir peygamber gelecek, ona tabi olanlar, dolgun başaklar gibi olacaklar.''
İşte bu ayetle Fetih Suresi arasında bir bağlantı var.
Fetih Suresi 29. ayette aynen şöyle deniyor, Hz. Muhammed'e s.a.v tabi olanların vasıfları şöyle anlatılıyor ;
''Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki, bu, ekicilerin de hoşuna gider.''
Hedef şaşırtmak için ortaya atılan ve sözüm ona 1500 yıllık olan İncil'de ise şuanki İncillerden farklı bir şey yok. Dahası üzerinde haç var ve İsa'nın çarmıha gerilişinden bahsediliyor. Bu, Vatikan'ın arşivlerinde saklı bulunan eski İncillerden biridir muhtemelen, kendi icatları yani.
diğer haber gömülürken, bu haberin ne kadar çok servis edildiğini anladınız sanırım |
Bu İncil'in bu kadar zaman sonra ortaya çıkması, çok açık bir kıyamet alametidir. Zira Hristiyanlık artık son evrelerindedir.
Selam ve saygı ile.