Cümleten selamun aleyküm.
Dünya, eline silah almış ve tüm dünyayı oturdukları mağaradan tehdit edebilen bir takım terör örgütlerine odakladı gündemini. Her gün haberlerde, gazetelerde ve televizyonlarda bu terör örgütlerinin bir eylemi yer almakta.
Sahip oldukları teknolojilerle iklimleri değiştirebilen, depremler yapıp, yağmur yağdırabilen; hatta uzaya gönderdikleri uydular sayesinde dünyada dolaşan bir sivrisineğin hareketlerini bile analiz edebilen süper güçler, ellerine silah almış bu birkaç bin kişilik asalak terör örgütlerinden filin fareden korktuğu misali korkmakta.
Bütün dünyayı işgal edebilip, birkaç bin silahlı aptalı ortadan kaldırmak için yıllarca ''uğraşıyoruz'' diyen bir batı kamuoyu. Birbirlerine gövde gösterisi yapmaya gelirken; ''bizde şu atom bombası var, ''şöyle teknolojiye sahibiz'' deyip, iş bu terör örgütleriyle mücadeleye gelince ''elimizden geleni yapıyoruz'' diye trajikomik açıklamalar yapıp, yıllardır bu terör örgütleriyle mücadele ettiklerini söyleyen süper güçler, sahip oldukları beyin yıkama araçlarını o kadar güzel kullanmaktalar ki, dünyanın geri kalanı ellerindeki telefonları, evlerindeki televizyonları ve dizlerinin üstündeki bilgisayarlarıyla meşgul.
Bunun dışında, sömürdükleri ülkelerin içlerine öyle fitneler ve görüş ayrılıkları sokmuşlar ki, işgal altında olan veya işgal tehlikesiyle karşı karşıya kalan ülkeler bile hala tek vücut olup, tek bir düşünce veya görüş etrafında toplanabiliyor değiller.
Dünyadaki ahvalin ne olduğunu anlamaya çalışmak için, öncelikle ülkelerdeki görüş ve fikir ayrılıklarına kısaca bir göz atmak lazımdır. Uzak topraklardan kısa bir örnekle başlayalım mesela...
Kore...
Tıpkı bizim köylerimizde ''Aşağı Çaylı - Yukarı Çaylı'' diye ayrılan köyler gibidir Kore. Aynı ırk, aynı din, aynı vatan... Fakat üzerilerine gelen süper güçler nedeniyle şuan Kuzey Kore ve Güney Kore diye iki ayrı ülke halindeler bildiğiniz gibi.
Önce Japonya ve Çin arasında, sonra da ABD ve Rusya arasındaki güç mücadelesinin ortasında kalmış, neticesinde de ortadan ikiye bölünmüş zavallı bir toplum. Savaşın sonunda ''ABD Kore'si'' yani ''Güney Kore'' ve ''Rusya Kore'si'' yani ''Kuzey Kore'' olarak tescillendiler.
Aralarına da 38. enlemi sınır yaptılar |
Güç sahipleri, sahip olmak istedikleri yerlerdeki insanlara öyle fikirler ve görüşler veriyorlar ki, o topraklardaki halk kendilerini mutlaka ve mutlaka kendilerine verilen iki seçenekten birini seçmekle zorunlu hissediyor.
''Biz modern çağın ve yüzyılın kurucularıyız. Moderniz, çağdaşız ve özgürlükçüyüz. İşte size seçme özgürlüğü, bu iki fikirden birini seçin'' ....
İşte güç sahiplerinin özgürlük anlayışı budur. Sana kendi istedikleri iki seçenekten birini verirler ve bunları seçmekte özgür olduğunu söylerler. Fakat seçeneği veren onlarsa, nasıl olur da ben özgür olabilirim? Üçüncü seçenek nerede? Sana neyi kendi istedikleri seçenekleri sunup, onlardan birini seçmekte özgür olduğunu söyleyenler; senin zeka seviyenle alay edip, bir taraflarıyla gülenlerdir.
Mesela kapitalizme karşı çıkmak için komünist, sosyalist olman gerektiği mantığı gibi. Bu güruh fikirleri parseller. Komünizm veya sosyalizme karşı çıkarsan, hemen kapitalist oluverirsin. Kapitalizme karşı çıkarsan da komünist. Al sana fikir parselleme. İkisini de karşı çıkmak, onların oynadığı oyunu oynamamaktır. Mızıkçı derler sana. Git bizim oyunumuzda oynama derler. Bu oyunu oynayacaksan, bizim koyduğumuz kurallara uyacaksın derler. Klasik ''tez-antitez''çatışması yani.
Kore olayında olduğu gibi, dünyanın bütün sömürge altında olan ülkelerinde çok büyük fikir ayrılıkları ve çatışmaları vardır. Bu fikir ayrılıkları dolayısıyla da, bu ülkeler asla bir bütün olup, kendilerini sömüren güçlere karşı duramazlar.
Zaten güç sahiplerinin en büyük başarıları da, kendilerini destekleyen ve sayıları az olsa bile, sesleri yüksek çıkan gruplar yetiştirmeleridir. Böylece iki grup veya iktidar ve muhalefet, öyle kanlı bıçaklı kavgalı olurlar ki, kendileriyle uğraşmaktan başka hiçbir şeyi gözleri görmez. İçine düştükleri fikir ayrılığı labirentindeki fareler gibi asla çıkamayacak şekilde yuvarlaklar çizerler.
Ben bu yazıda fikir ayrılıklarına ve farklı yapıdaki insanların üzerilerinde nasıl durulduğu konusunu konuşacam Allah'ın izniyle, acizane elimden geldiği kadarınca. Çünkü bu konunun çok ama çok önemli olduğuna inanmaktayım.
Öyleyse, gelin işin operasyonel anlamda en başından başlayalım.
Gördüğünüz haritadaki kırmızı bölge Sovyetler Birliği haritasıdır. Hatta ne derece büyük bir alana yayıldıklarını ve kontrol ettiklerini şu harita ile biraz daha iyi kavrayabiliriz;
Bu olay da yine dediğim yere bağlanır; verilen iki seçenekten birini seçme olayı. Amerikan düşmanı olan herkes ya Rusya'nın yanındadır, ya da Rusya'nın bir sömürgeci olduğunu bilmez veya önemsemez bile. Fakat ikisi de birbirinden kokuşmuş, ağzı ve eli kanlı ve zorba sistemlerdir.
Her neyse, konudan sapmayalım. Operasyonel başlangıç demiştik.
1970'lerin sonuna doğru Sovyetler Birliği, topraklarını genişletmek için bölgedeki yönetimleri eline geçirmek için girişimlerde bulunuyordu. O girişimlerden biri de zengin doğal kaynakları ve özellikle dünyanın en çok para getiren sektörlerinden biri olan uyuşturucu yataklarına sahip olan Afganistan'dı. Sovyet Rusya, bu girişimleri sonucunda Afganistan'a bir Marksist yönetim getirmeyi başarmıştı.
Taktik her zamanki gibi basit ve aynıydı. Halk, istemedikleri Marksist yönetime karşı çıkacak ve bu Marksist yönetim de Sovyetler'den yardım isteyecek, sonunda da Sovyetler Birliği bir ''Afganistan'ı Kurtarma ve Özgürleştirme'' harekatıyla bölgeyi kendi yönetimi altına alacak. Tıpkı bundan önceki 14 ülkeye yaptıkları gibi.
Fakat işin içine bu kez Amerika da dahil olmuştu ve bu dahiliyet, Amerika'yı günümüzde bile hala kullanabildiği çok büyük bir koz, bir kart sahibi yaptı.
Amerika, Afganistan'ın Rus işgaline karşı bölgedeki bazı gruplarla anlaşmış ve onları silahlandırmıştı. Televizyonlarda da onları ''Mücahidler'' adıyla tanıtıyordu. Evet, yanlış duymadınız, çok değil 30-40 sene öncesinden bahsediyorum. Sovyet-Afgan savaşı sırasında Amerikan medyası Mücahidlerin Sovyetlere karşı onurlu mücadelesinden bahsediyordu ve gerek medya, gerekse hükumet olarak Mücahidleri destekliyordu.
Yani Kore'den sonra, başka topraklarda bir Amerikan-Rus güç mücadelesi daha yaşanıyordu. Lakin bu kez Amerika, bölgedeki mücadeleyi kazanıyor ve Mücahidler koca Sovyetler Birliğini mağlup ediyordu.
Böylece Amerika, bir bölgedeki grupları silahlandırarak neler yapılabileceğini modern anlamda keşfetmiş oldu ilk kez. Düşünün, koca Sovyetleri mağlup ettiler. Ve ilginç bir şey daha ekleyeyim; Rus-Afgan Savaşında, Ruslara karşı olan mücadelenin lideri de ''Ladin'' ailesiydi. Evet, bildiğimiz Usame Bin Ladin'den bahsediyorum.
Ailenin kurucusu Muhammed Bin Ladin'dir. Kendisi Suudi Arabistan'ın kurucusu Abdülaziz el-Suud'un yakın arkadaşıdır, bu münasebetle de oldukça büyümüştür. Mesela Suudi Arabistan, Yemen veya Dubai'deki yapıların çok büyük çoğunluğu onun tekeline verildiği için serveti dünya çapında büyümüştür. Hatta Körfez Savaşından sonra Kuveyt'in inşası da bu aileye verilmiştir. (ki burası çok manidardır, yazının ilerleyen bölümlerinde bunun nedenini çok daha iyi anlayacaksınız)
Amerika, Sovyetler Birliği ile olan Afganistan'daki mücadelesinde, General Electric gibi birçok Amerikan şirketiyle ve petrol şirketleriyle ortaklığı bulunan Ladin ailesini kullanmış ve Afgan savaşına yaklaşık iki milyar dolar para aktarmıştır. Ve savaştaki Mücahidlerin sayısını artırmak için, bölgede bir propaganda başlatıp, dünyanın her yerinden İslami Cihad için gönüllü savaşçılar, askerler toplamaya başlamıştır. Yıllar içinde, tüm dünyadan binlerce kişi Rus-Afgan savaşına katılmıştır. (ki sanırım bu da oldukça tanıdık geldi)
1989 yılında Ruslar yenilip, geri çekilmeye başladıklarında normal olarak Marksist yönetim de yenilmiş durumdadır. Yönetimin devrilmesiyle oluşan boşlukta ''Taliban'' iktidarı eline geçirmiştir, yıl 1996. Fakat Rusya, kendi sınırına yakın olan Kuzey Afganistan bölgesinin bir kısmında hala varlığını sürdürdüğü için, Amerikan-Rus savaşı; Taliban-Rus savaşı görünümünde devam eder.
Amerika sonunda Afganistan'dan Sovyetler Birliği'ni tamamen temizler. Yani Ruslarla kendi adına savaşması için Taliban'ı bizzat kendisi silahlandırmış ve konuşlandırmıştır. Daha sonra Taliban'ın içinden de bir El-Kaide çıkarırlar.
El-Kaide, Taliban'ın içindeki askerlerin bir kısmıyla ortaya çıkmıştır. Taliban içerisinde eğitilmiş, silahlandırılmış ve en nihayetinde rollerini oynamaları için medyanın önüne sürülmüş bir ABD tiyatro ekibidir.
Taliban, Afganistan'ı Ruslardan temizlemek ve bölgeyi kontroldeki ilk adımı atabilmek amacıyla kurulmuştur. El-Kaide ise, Taliban'ın devamı ve projenin ikinci adımı olarak, Afganistan'ın işgali ve bölgeye yerleşip, hem uyuşturucu sektörüne hakim olmak, hem de petrol boru hattı haritasının kilit noktalarından birini eline geçirmek için kurulmuştur. Bu çok adımlı projenin bir sonraki adımının adı da ''IŞİD''dir.
Lakin IŞİD'e girmeden önce ''petrol boru hattı'' dedim ya hani, onu birazcık daha açayım. Böylece o zaman Afganistan'ın, şimdi de savaş olan bölgelerin neden bu kadar önem arz ettiğini anlamak kolaylaşır.
Bakın bu bölgede Türkmenistan-Afganistan-Hindistan ve İran arasında bir petrol üçgeni vardır. Gördüğünüz küçük noktacıklar petrol boru hatlarının geçtikleri yerlerdir ve işte dünkü savaşın sebebi de, bugünkü savaşın sebebi de bu haritadır. Savaşın sebebi, Orta Doğu, Afrika ve Asya'nın doğal zenginlikleri ve batılı güç sahiplerinin bu zenginlikleri paylaşma kavgasıdır.
Neyse konudan sapmayalım.
El-Kaide, tiyatrosunu yeterince oynadıktan sonra, dünya medyasına artık yeni bir İslamcı terör örgütü lazımdır ve bu örgütün de elbetteki 11 Eylül gibi sansasyonel bir şeylerle anılması gerekmektedir ki, dünya medyasına şıp diye otursun ve onu meşgul etsin.
IŞİD'in neden Irak'ta ortaya çıktığının sebebi ise çok ama çok basit. Amerika'nın veya diğer güç sahiplerinin işgal ettikleri yerlere bakın, tüm terör örgütleri oralarda çıkar. Afrika'da her birkaç yılda bir terör örgütünün ortaya çıkması ya da Afganistan'da Taliban ve El-Kaide'nin ortaya çıkması gibi... Zaten IŞİD'in kurucusu da oldukça tanıdıktır; Ebu Musap El-Zerkavi.
Kendisi Usame Bin Ladin'in yardımcısı ve El-Kaide'nin ikinci adamıdır. Ve örgütün kuruluşu 2004'e kadar dayanır. İlk adı; ''Tevhid ve Cihad''dır. Daha sonra ''Irak El-Kaidesi'' olur. El-Kaide bünyesinde Amerikan askerlerince eğitildikten ve silahlandırıldıktan sonra; El-Kaide ve El-Nusra'yla bağlarını kestiklerini söyleyip, kendilerini İslam Devleti olarak tanıtıp, yeni liderleri Ebu Bekir El-Bağdadi'yi halife ilan ederler.
Şimdi Işid'in kuruluşuna kadar olan bu kısma biraz ara verip, diğer konuya girelim.
İlk defa 2004'te Ürdün Kralı Abdullah'ın kullandığı deyim ile ''Şii Hilali'' meselesi...
İsmi ''Şii Hilali'' fakat ilk kullanıldığı yıl olan 2004'ten bu yana çok şey değişti ve bana göre artık meseleyi anlatmak için oldukça yetersiz bir deyim. Yazının bu bölümünde bölgedeki dinsel ve etnik grupların nasıl bir el ile yer değiştirdiğini konuşmak lazım.
2001 yılında Afganistan'ın işgaliyle operasyonel anlamda proje yürürlüğe konulmuştu. Bu savaşta ABD, yanında her zamanki gibi İngiltere ile savaşa girmişti ama birçoğunuzun atladığı bir şey var ki, İran da bu savaşta ABD'nin yanında yer almıştır. Savaş bittikten sonra da ABD, Afganistan'ı ''Şii'' bir yönetime bırakmıştır.
Ardından 2003 yılındaki Irak'ın işgalinde, yine ABD ve İngiltere ile birlikte İran savaşa katılmış ve savaşın sonunda ABD, Irak'ı önce yönetimsel olarak üçe bölmüş, bu federe devletin başına da yine bir Şii yönetimi getirmiştir.
2011'de başlayan Suriye İç Savaşında İran, yıllardır desteklediği Şii yönetimi savaşın başlangıcından bu yana desteklemeye devam etmekte. Ve oradaki Şii yönetimin kalması ya da başka bir Şii yönetim getirilmesi konusunda, tıpkı diğer savaşlarda olduğu gibi anlaşmaya varmış durumdalar batıyla.
Şimdi haritaya tekrar bakalım;
Gördüğünüz gibi 11 Eylül sonrasında Amerika'nın işgal ettiği bölgeler, bir süre sonra yerini Şii yönetimlere bırakmış. Afganistan, İran, Irak ve Suriye üzerinde çizdiğim bu siyah çizgi, 11 Eylül sonrasındaki Şii yönetimlerinin kontrolü ele aldıkları bölgeler.
Gördüğünüz gibi Türkiye ile güneydeki Arap dünyası arasına bir ''Şii şerit''çekilmiş durumda. Ortadoğu'daki Sünni grupların arasına bir Şii koridor oluşturulmuş.
Fakat bu koridor bununla sınırlı değil. Bölgedeki Şii nüfusuna göre İran, yeterli nüfus bulduğu yerlere nüfuz etme çabasında. Yani bundan önce de olduğu gibi, belli savaşlar veya ayaklanmalarla kendi nüfusunun bulunduğu yerlerde yönetimleri eline geçirmek için 11 Eylül'den bu yana büyük bir uğraşı var İran'ın.
Gördüğünüz harita, Şii nüfusun hangi bölgelerde dağıldığını göstermekte.
Dünyadaki Sünni ve Şii nüfusun ülkelere göre dağılımı için; Link
Hindistan; 30.900.000 ile nüfusun % 30'u
Pakistan; 52.160.712 ile nüfusun % 30'u
Azerbaycan; 7.650.000 ile nüfusun % 85'i
Yemen; 8.685.500 ile nüfusun % 42'si
Irak; 18.158.400 ile nüfusun % 65'i
Lübnan; 1.200.000 ile nüfusun % 53'ü
Kuveyt; 910.000 ile nüfusun % 35'i
Bahreyn; 490.000 ile nüfusun % 70'i
(ve Türkiye'nin 19.912.500 ile % 21 Alevi kesimini de bu hesaba katmaktalar)
İran'ın geniş bağlamdaki projesi; bölgedeki tüm Şii nüfusu kendi otoritesi altında toplamak ve 11 Eylül'den sonra Amerika ve batılıların yardımıyla oluşturmaya başladığı koridorunu sağlamlaştırıp, daha da genişletmek.
Bu yüzden yıllardır devam eden Suriye savaşına harcamadıkları para, göndermedikleri askeri destek kalmamıştır. Şimdi bazılarınız neden uzun zamandır Suriye gibi bir ülkede bu savaş devam ediyor diye düşünüyor olabilirsiniz, yıllarca savaşmaya değecek kadar petrol veya yeraltı kaynağı zengini değil, bir şey değil falan...
Fakat mesele o değil, sen hala anlamadın mı?
Mesele, yürüyen bir projenin üzerinde bulunan büyük bir toprak parçası ve projenin yürümesi için gerekli olan kadronun orada iş başına getirilmesi. Bu kadar basit.
Tabi bu Ortadoğu Satranç Tahtasında bütün projeler bundan ibaret değil, beyin yakan çoklu oyunlar vardır her zaman bu bölgede. Çünkü Ortadoğu, ya da bir başka deyişle Mezopotamya bölgesi tarih boyunca hep önemli olmuştur.
Tüm büyük medeniyetler burada kurulmuş, dünya tarihi hep bu bölgede yazılmış, büyük devletler ve imparatorluklar daima bu bölgeye sahip olmaya çalışmışlardır. Çünkü insanların giydikleri değişir, yedikleri değişir, araçları değişir; fakat amaçları değişmez. Bin yıl önce at ile, kılıç ile Haçlı Seferleri bu topraklara yapılıyordu; şimdi uçak ile, tank ile, füze ile aynı seferler düzenleniyor. Araçlar değişti, fakat amaçlar değişmedi. Hiç de değişmeyecek.
PKK-PYD meselesi de, bölgedeki çoklu oyunun en önemli ayaklarından.
Bu harita Kürt nüfusun hangi bölgelerde yaşadıklarını gösterir. Gördüğünüz gibi Türkiye'nin Güneydoğusu, Suriye'nin Kuzeyi, Irak'ın Kuzeyi ve doğusu ve de İran'ın batısı Kürt nüfusun en çok yaşadıkları bölgelerdir.
Şimdi ben size Işid'in nerelere saldırdığını gösteren birkaç harita göstermek istiyorum. Bu konu biraz uzun ve karışık olabilir, ama elimden geldiğince basitleştirmeye çalışıcam.
Şekil A;
''Kürdistan'' diye tabir edilen ve her zaman karşılaştığımız şu CIA ve Avrupa haritalarında Kürdistan Devleti sınırlarını hepiniz hatırlıyorsunuzdur.
Yukarıdaki haritayı alın ve bu haritanın üzerine koyun, mükemmel bir şekilde uyum gösterdiğini görecek ve kendinizi Müslüm Baba'dan ''Hangimiiizz sevvmedikk çılgınnlar gibi''şarkısını dinlemeye vereceksiniz.
Kendinize bunca zaman nasıl oldu da bu kadar basit, bu kadar aşikar bir şeyi göremediğinizi sorabilirsiniz. Fakat görmek için önce bakmak gerekir. Bulmak için önce düşünmek, araştırmak gerekir. Sizler yalnızca televizyonda gördüğünüz IŞİD, PKK, PYD, ABD, Rusya haberlerini izleyip bunların birbirleriyle bir şekilde savaştığını biliyorsunuz. Ve ne yazık ki de, herkesin ideolojik bir görüşü var bu konuda. Bu yüzden gözler kör olmuş. Önüne harita koysan ve olanları anlatsan bile anlamamakta ısrar edecek, ayak direyecek milyonlarca insan var.
Neyse.
Aslında mesele çok basit. Haritada da gördüğünüz gibi Işid, kurulmak istenen Kürdistan bölgesine, ziyadesiyle de bu sınırlara saldırmakta.
Bakın Işid, adeta Kürdistan kurulmak istenen bölgeye adeta bir sınır çizmiş. Yani adamlar şuan resmen Kürdistan sınırlarını çiziyor. Açık maviyle (büyük ihtimal o renk mavi değil ama, ben cahil adamım, anlamam pek renklerden) çizilen yer, gördüğünüz gibi PYD'nin kontrolünde olan bölge.
Ulus Devlet nasıl kurulur bilir misiniz canlar?
Önce bir toprak parçası gerekir haliyle, sonra o toprak parçasında da ezici çoğunluğa sahip bir nüfus... Bu ikisini sağlarsan, geriye kalan her şey masa başında halledilen teferruatlardır. İsrail'in kuruluşunu hatırlayın. Önce Filistin bölgesinde toprak aldılar, sonra da dünyadaki Yahudileri buraya doldurdular. Sonunda da bir devlet ortaya çıktı.
Ya da I. Dünya Savaşı sonrasında Balkanlardaki tüm Türk nüfusunu gerek katliamlarla, gerek göçe zorlayarak tek tek temizledikleri ve bugünkü Balkan devletlerini kurdukları gibi...
Şimdi konunun akışıyla paralel olarak şundan bahsetmek istiyorum ; Güneydoğu nüfusunun yıllara göre dağılımına hiç baktınız mı?
Güneydoğu bölgesininde yer alan neredeyse bütün şehirler için geçerlidir bu tablo. Bölgedeki Türk unsurlar cumhuriyet tarihi boyunca sürekli gerek zorunlu olarak, gerekse planlar-projeler ile birlikte göçe zorlanmıştır. Planlı, programlı bir şekilde bölgedeki Türk nüfusu batıya göç ettirilmiş ve Kürt nüfusu yine programlı şekilde bölgede ezici güç haline getirilmiştir. E tabi bu da boş yere değildir. Dediğim gibi, bir ulus devlet kurmak istiyorsanız, önce belirli bir toprak parçası, sonrasında da ezici çoğunluğa sahip nüfus yoğunluğunuzun olması gerekir.
Lakin, sanmayın ki bu planlı göç hareketi yalnızca Türkiye sınırları içerisinde yapıldı. Aynı şekilde Irak, İran ve Suriye'de de Kürt nüfusu birbirlerine yaklaştırılırken, diğer unsurlar bölgeden göç ettirildi. Böylelikle bir coğrafya üzerindeki genel çoğunluk, belli bir etnik grubun eline geçmiş oldu.
İşte PKK'nın şuan Güneydoğuda başlattığı sözde direniş hareketinin amacı da buydu, bölgeyi tamamen temizlemek. Ayrıca PKK kayıp verdikçe, çevre bölgelerdeki Kürt nüfusun hassasiyeti artacak ve Kürtler artık bir devlet kurmaları gerektiğine karar verip, toplu şekilde birleşmeye gidecekler.
( 2x2 = 4 )
Peki Rusya neden Türkmen Dağı'nı bombalıyor şuan?
O da çok basit. Hiç kasmaya gerek yok.
Bölgedeki Türkmen nüfusu, en büyük etnik gruptur. Kürtlerden yaklaşık 3 kat daha fazla nüfusa sahiplerdir. Zaten Dünya Savaşından sonra buraya öyle bir sınır çizilmiştir ki, o tel örgülerin bir tarafında anne diğer tarafında çocukları kalmıştır. Tel örgünün bir tarafında ailenin bir yarısı, diğer tarafında diğer yarısı bırakılmıştır.
Yaklaşık birkaç aydır Suriye'deki Türkmen Dağlarını bombalayan Rusya'nın amacı, tıpkı yüz yıldır olduğu gibi, tıpkı Balkanlarda olduğu, Güneydoğuda olduğu gibi bölgedeki Türk nüfusunu temizlemek ve orayı yalnızca bir etnik grubun eline vermektir; PYD.
Rusya yoğun bombardımana tuttuğu bölgeyi temizleyip, elleriyle PYD' ye vermekte bugün ve yarın dahası da olacak.
Şimdi şuraya bir kez daha bakın ;
Işid'in saldırdığı yerler ve bugün Rusya'nın bombaladığı yerler, tam olarak kurulmak istenen yeni devletin toprakları üzerinde. Amaç oldukça basit, dediğim gibi, bölgedeki diğer etnik grupları temizleme çalışması bu. Zira bölgede diğer etnik grupların varlığı, orada yeni bir devletin kurulmasının önündeki en büyük engellerden biridir. O bölge içinde yaşayan Türkler veya Araplar, sizce kurulacak bir Kürdistan hakimiyeti içinde yaşamayı kabullenecekler mi?
Tabi ki hayır.
Bu yüzden bölgenin diğer kalabalık etnik gruplardan temizlenmesi gerekiyor.
Ve bu işte Amerika'sı, Rusya'sı ve İran'ı aynı safta.
Bu yüzden Suriye'deki durum biraz daha aynı şekilde sürecek. Ve Rusya bölgeyi temizlemek için Suriye içini bombalarken, buna Suriye'de karşılık veren Türkiye'yle araları çoookk daha gerilecek. Hani geçenlerde Selahaddin Demirtaş, bizim uçak düşürme hadisesinden sonra Rusya'ya gitmişti ya, sonra da ülkeye dönüp '' Türkiye hatalıdırrrrr!!!!!! '' diye bağırmaya başladı, hah işte bunun sebebi Rusya'dan PYD ve PKK'ya yardım istemesi ve olumlu cevap almasıydı.
Rusya yalnızca Suriye içinde değil, Türkiye'de de PKK'yı desteklemekte zira. Güneydoğuda dolaşan Rus ajanlarının haberlerini almamız pek uzak değildir.
Amerika ise, kendi planları ve programları gereğince beklemede. Amerikan tarihine bakarsanız eğer, bir dönem cumhuriyetçiler, bir dönem de demokratlar başa geçer ve ülkeyi yönetir. Bu her zaman böyle olmuştur çünkü gereklidir. Cumhuriyetçiler savaş çıkarır, demokratlar da bu savaşlardan sonra ortalığı sakinleştirirler.
Mesela I. Körfez Savaşı'nı başlatan Baba Bush cumhuriyetçidir, ardından gelen Bill Clinton ise demokrattır. Clinton'dan sonra başa geçen Oğul Bush da yine cumhuriyetçidir ve Afganistan ve Irak'a giren de bildiğiniz gibi odur. Oğul Bush iki dönem başta kalıp, açtığı savaşlarla Amerika tüm dünyanın öfkesini çekince, normal olarak yerine bir demokrat olan Obama geçti.
Yalnız Amerika için iki dönem boyunca sessiz kalmak yeterince fazla bile böylesi bir dönemde. Bu yüzden emin olun bir sonraki başkan cumhuriyetçi olacaktır.
Ve bu gördüğünüz arkadaş Amerika'nın yeni cumhuriyetçi başkan adayı Donald Trump'tır. Karısı evi temizlerken bulamadığı saç spreyi nedeniyle bazen objectiflere bu şekilde yansır kendisi. Hatta evde bulamadığı eşyaları için ''gerekirse saç spreyimi bulmak için bütün dünyayı bombalarım'' diyebilecek karakterde bir morondur kendisi. Koyu da bir Çin hayranıdır.
Şimdiden televizyonlara çıkıp; ''Işid'i bombalayıp, oradaki petrolü alırım'' diye bağırmaya başladı zaten. ( Link ) ''Amerikan Yüzyılı'' dedikleri projeyi devam ettirmek için bu gibi hırstan ve açgözlülükten gözü dönmüş ve ağzından salyalar akıtan, kendi istediklerini elde etmek uğuna her şeyi yakıp yıkabilen, şişko ve çirkin heriflere ihtiyacı vardır Amerikan sermaye sahiplerinin.
Amerika'nın Irak'tan çekilmesinin sebebi de buydu zaten. Çünkü; ''biz oradan çekildik ve her şey sarpa sardı, görün ! '' mesajı vermek istediler ve verdiler. Şimdi bir sonraki adımları da Işid'i temizleme bahanesiyle tekrar bu bölgeye savaş açmak. Ve I. Dünya Savaşında olduğu gibi, devletler yıkıp, yerlerine daha küçük ve kendilerine sadık devletçikler kurmak.
O kurulan devletçikler de kendilerini bağımsız ilan edip, özgür olduklarına inanacaklar. Tıpkı Osmanlı yıkıldıktan sonra üzerinde kurulan 50 devletçiğin inandığı gibi. Hatta kim bilir, öyle bir şey olursa, o devletlerde yaşayan insanlar; ''Öcalan olmasaydı adın Ertuğrul olurdu, Türk ismi kullanıyo olurdunnn !!!! ''bile derler.
İdeolojileriyle gözleri kör olmuşlar bunun ne demek olduğunu anlamamışlardır elbette ve onlar anlayana kadar da iş işten geçmiş, hatta yeni bir iş sektörü bile kurulmuş olacaktır. Dünya genelinde, küresel bir 28 Şubat yaşıyoruz. Batılılar ülkelerindeki tüm Müslümanları sürmek için fırsat kolluyorlar ve birkaç patlama daha planlıyorlar batı topraklarında. Böylece yapmak istedikleri için ellerine fırsat geçecek.
Amerika Irak'tan çekilirken elbette ki kendisine bağlı bir yönetim bıraktı arkasında. Yani koskoca Irak ordusunun iki tümeninin, ki atmış bine yakın asker eder bu, tek kurşun atmadan şehri terk etmesi ve maksimum 800 ila 1000 kişilik Işid güçlerinin kenti ele geçirmesi başka nasıl açıklanır?
Türkiye'nin bu savaşta, batılıların istedikleri toprakları elinde tutabilmesi için, savunmasını sınırda değil, sınırın ilerisinde yapması şarttır. Hani futbolda ''en iyi defans hücumdur'' derler ya, bu meselede de aynıdır olay. Topu kendi kalenden ne kadar uzak tutarsan, gol yeme riskin o kadar azdır. Savaşı kendi sınırından ne kadar ilerde tutar ve oraya müdahale edersen de, kendi sınırlarını koruman o kadar kolaylaşır.
Kendilerine çekilen tel örgüyü sınır kabul edip, oradan ayağını bile dışarıya uzatmayan, uzatmaktan korkan aptal muhalefetlerle bu iş yürümez. '' Ne işiniz var Suriye'de, Irak'ta?!! '' derseniz eğer, sınırınızın dibindeki bu savaş, eninde sonunda gelir sizi bulur.
Bölgede devam eden olaylarla ilgili daha çok yazı yazılır, çok ayrıntıya girilir. Ben yalnızca acizane elimden geldiğince büyük resmi betimlemeye çalıştım. Başka yazılarda görüşmek üzere, selamlar saygılar efenim...